İsrail’den Avrupa ülkelerinin ortak açıklamasına yanıt: İnsani yardımın Gazze Şeridi'ne girmesine izin vermeyeceğiz

Gazze Şeridi'nin güneyindeki Han Yunus’ta kurulan pazarda alışveriş yapan Filistinliler (EPA)
Gazze Şeridi'nin güneyindeki Han Yunus’ta kurulan pazarda alışveriş yapan Filistinliler (EPA)
TT

İsrail’den Avrupa ülkelerinin ortak açıklamasına yanıt: İnsani yardımın Gazze Şeridi'ne girmesine izin vermeyeceğiz

Gazze Şeridi'nin güneyindeki Han Yunus’ta kurulan pazarda alışveriş yapan Filistinliler (EPA)
Gazze Şeridi'nin güneyindeki Han Yunus’ta kurulan pazarda alışveriş yapan Filistinliler (EPA)

İsrail Dışişleri Bakanlığı dün (çarşamba), Avrupa ülkeleri tarafından yapılan ortak açıklamaya cevaben, İsrail'in Gazze Şeridi'ne insani yardım girişine izin vermeyeceğini belirtti.

İsrail Dışişleri Bakanlığı tarafından yapılan açıklamada, Hamas'ın ‘Gazze Şeridi'ne giren yardımlara el koyduğu ve bunları savaş makinesini yeniden inşa etmek için kullandığı’ belirtildi.

Açıklamada, “Yardım tırları Hamas'ın ekonomik motoru haline geldi. Hamas'ın Gazze'deki bütçesinin yarısı bu tırlardan sağlanıyor. İsrail, düşmanının yeniden toparlanıp kendisine saldırabilmesi için yeniden ikmal yapmasına izin vermeyecek” ifadeleri yer aldı.

Şarku’l Avsat’ın AFP'den aktardığı habere göre, dün günün erken saatlerinde Almanya, İngiltere ve Fransa dışişleri bakanları yaptıkları ortak açıklamada, İsrail'i Gazze Şeridi'ne insani yardımın ‘tam, hızlı, güvenli ve engelsiz’ bir şekilde ulaştırılması için uluslararası yükümlülüklerini yerine getirmeye çağırdı.

“İsrail hükümeti tarafından açıklandığı üzere Gazze Şeridi'ne yardım girişinin askıya alınması uluslararası insancıl hukukun ihlali anlamına gelebilir” uyarısında bulunan bakanlar, ‘insani yardımın ulaştırılmasının ateşkes koşuluna bağlanamayacağını ve siyasi amaçlarla istismar edilemeyeceğini’ vurguladı.

Hamas'ın 7 Ekim 2023'te İsrail yerleşimlerine yönelik eşi benzeri görülmemiş saldırısı sonrası Gazze Şeridi'nde 15 ay süren yıkıcı savaşın ardından 19 Ocak'ta yürürlüğe giren kırılgan ateşkes anlaşmasının uygulanmasına nasıl devam edileceği konusunda Hamas ile anlaşmazlık yaşayan İsrail, pazar günü yaklaşık 2,4 milyon nüfuslu Gazze Şeridi'ne insani yardım girişini askıya alma kararı aldığını duyurdu.

İsrail Dışişleri Bakanı Gideon Saar salı günü yaptığı açıklamada, ülkesinin kararını gerekçelendirerek insani yardımın Hamas için ‘ana gelir kaynağı’ haline geldiğini söyledi.

Avrupalı bakanlar ise ‘Gazze Şeridi'ndeki insani durumun felaket boyutunda’ olduğunu vurguladılar.

Aynı zamanda Hamas tarafından tutulan ‘tüm esirlerin koşulsuz olarak serbest bırakılması’ çağrısında bulundular.

Üç bakan, “Hamas tarafından 7 Ekim 2023 tarihinde gerçekleştirilen terör saldırısında kaçırılan esirlerin aileleri ve İsrail halkıyla tam dayanışma içinde olduğumuzu yineliyoruz” dediler.

Hamas'ın saldırısı sırasında 251 kişi kaçırıldı. Bunlardan 58'i halen Gazze Şeridi'nde bulunuyor ve İsrail 34 kişinin öldürüldüğünü söylüyor.

Savaşın başlamasından 15 aydan fazla bir süre sonra ateşkes anlaşmasının ilk aşaması, sekizi ölü olmak üzere 33 esirin İsrail'e iade edilmesine, İsrail'in hapishanelerindeki yaklaşık bin 800 Filistinli tutukluyu serbest bırakmasına ve şiddetli savaş nedeniyle kuşatılmış ve harap olmuş Gazze Şeridi'ne insani yardım girişine izin verdi.

Ateşkes anlaşmasına göre, ikinci aşamada İsrail'in daha fazla Filistinli tutukluyu serbest bırakması karşılığında Gazze Şeridi'nde tutulan tüm canlı esirlerin serbest bırakılması öngörülüyor.

Ancak ateşkes anlaşmasının sonraki aşamaları iki tarafın karşıt pozisyonları nedeniyle sekteye uğruyor.



Irak’ta siyasi sistem için mi yoksa yönetim sistemi için mi korkuluyor?

Irak Temsilciler Meclisi (Reuters)
Irak Temsilciler Meclisi (Reuters)
TT

Irak’ta siyasi sistem için mi yoksa yönetim sistemi için mi korkuluyor?

Irak Temsilciler Meclisi (Reuters)
Irak Temsilciler Meclisi (Reuters)

İyad el-Anber

Irak, geçtiğimiz yıl boyunca ülkedeki egemen sınıfın sonunun ne zaman geleceğini tartıştı. Ortaya atılan senaryolardan biri otoriter güçleri yerinden edecek ve nüfuzlarını silecek ‘nihai bir ezici gücün’ gelmesini öngörüyordu! 2024 yılı sona erer ermez, iktidardaki güçlerin liderleri ve onların çevreleri, ‘nihai ezici güçle’ ve onun gelmesi beklenen tarihin geçmesiyle alay etmeye başladılar.

Ancak mevcut egemen sınıfın yerine nihai ezici gücün gelmesi senaryosunun benimsenmesi, Irak’taki siyasi değişimin hayalci bir şekilde romantikleştirilmesinin ötesine geçmiyor. Ortadoğu’da 7 Ekim 2023'ten sonra başlayan tufan ve Donald Trump'ın yeniden ABD başkanı olarak seçilmesi, Irak'ın bölgesel güç dengesindeki değişim fırtınasındaki konumunun ve bunun Irak'taki iç siyasi durum üzerindeki etkisinin yeniden hesaplanmasını zorunlu hale getirdi.

Otoriter güçlerin açıklamalarında, Irak'ta 2003 yılında sonra Amerikalılar tarafından yaratılan siyasi değişimin yol açtığı kaosun dayattığı eski denklemin bir parçası olduklarından, bölgedeki değişim rüzgarlarının kendilerini de kapsayacağı hipotezinin tartışılmasını reddeden bir inançsızlık ve inkar hali söz konusu. Ayrıca bu durum, İsrail'in Lübnan'da Hizbullah'a karşı başlattığı savaş ve Suriye'de Beşşar Esed rejiminin düşmesinin ardından başını çektiği direniş ekseninin belinin kırılmasıyla geri çekilmeye ve fırtınaya boyun eğmeye başlayan İran ekseniyle de ilişkili.

Ancak siyasi güçlerin liderleri, yaklaşan seçimler hakkında konuşmak ve siyasi anlaşmazlıklarını tartışmakla meşguller. Ramazan ayında siyasi görüşmelerde ekran yıldızlarına dönüşen liderlerin açıklamaları sosyal medya platformlarında siyasi tartışmalara konu oluyor. Ancak hiçbiri bölgesel ve uluslararası gelişmeler çerçevesinde Irak'ın geleceğini ve Ortadoğu'da yaşanan güç mücadelelerinin ve ABD Başkanı Trump'ın dayatmak istediği ekonomik anlaşmaların etkilerinden uzak kalıp kalmayacağını tartışmıyor.

Ölüm döşeği

Irak’ta 2003 yılından sonra yönetimin dizginlerini ele geçiren siyasi sınıf, sadece başarısız bir devlet kurulmasını sağlayabildi. En kötüsü, bu başarısız devleti bile belirli bir başarısızlık ve kırılganlık düzeyinde tutamadı. Hatta eski rejimin kalıntılarının ‘paralel devlete’ dönüşmesinin yolunu açtı. Dolayısıyla siyasi sistemin temel görevi bir yandan eski rejimin kalıntılarını yok ederken diğer yandan onun enkazı üzerinde ağlamanın ötesine geçemedi.

Irak'ta 2003 sonrası kurulan yönetim sistemi, ölümle pençeleşen hasta bir adama benzese de kimse onun artık ölmesini istemiyor! Çünkü tüm siyasi partiler, bu ölüm döşeğindeki hasta adamın servetini ve kaynaklarını kendi aralarında uzlaşarak paylaştıklarından onun hasta yatağında kalmasından faydalanıyor. Eğer ölürse, miras payları ve miktarı değişecek ve kimin meşru olarak en büyük paya sahip mirasçı olduğu ve kimin mirası kaybettiği konusunda asıl mücadele başlayacak.

Şu an Irak'ta 2003 sonrası kurulan siyasi sistemin komaya girdiği aşamadayız. Bu sistemin dayandığı temeller, siyasi güçler ve liderleri tarafından katledildi. Seçimler işlevini yerine getiremez hale geldi. Anayasa, etkisiz hale geldi. Rejim değişikliğinin en önemli kazanımı olarak övündüğümüz kamu özgürlükleri bile hükümet ve güç sahipleri tarafından kısıtlanır oldu.

Şarku’l Avsat’ın Al Majalla’dan aktardığı analize göre Devlet olmadan demokrasi olmaz, ancak bu denklem Irak’taki siyasi sınıfın düşünce dünyasında hiçbir şekilde yer almıyor. Çünkü ne demokrasiye ne de devlete inanıyorlar! Siyasi sınıfın liderlerinin egemen olduğu ve halkın kararına el konulduğu bir demokrasi dünyanın hiçbir yerinde yok.

Dr. Amir Hasan Feyyaz bu durumu şöyle özetliyor:

“Geçiş fırsatı kaçtı. Otorite sahibi bir devlet yapısından, onu ortadan kaldıran, otoriter çeşitliliklerin oluşturduğu bir devlet yapısına geçtik! Başka bir deyişle, demokratsız bir demokrasi inşa etme sloganı altında ve yazarları tarafından yönetilen, ama yazarlarını yönetemeyen bir anayasa kullanarak üniter totalitarizm yönetiminden çoğulcu totalitarizm yönetimine geçtik.”

Yönetici sınıfındaki elitler devleti cüceleştirmek için var güçleriyle çalıştılar. Ancak şimdiye kadar, yöneten ve yönetilen arasında güven olmadan yönetim, güç ve nüfuzun sadece yıkıma yol açabileceğini ve iktidardakilerin kaderinin tiranlar ve diktatörlerden farklı olmayacağını anlayabilmiş değiller. ABD ordusu, Saddam Hüseyin rejimini, ancak Iraklılar onu desteklemekten vazgeçtiğinde devirebildiler. İnsanlar diktatörlerin elinde her gün zulüm görmeyi ya da yolsuzluk ve kaos nedeniyle aşağılanmayı kabul etmezler. Vatanseverlik ve vatan savunması gibi kavramlar, bunları dile getirenler tarafından iktidarda kalmak için halkını köleleştirmek ve onların kanıyla ticaret yapmak için kullanılırsa boş sloganlara dönüşür.

Sistemi kim koruyor?

“Siyasi sistemi kim koruyor?” sorusunun yanıtı üzerinde henüz uzlaşılmış değil. Hatta verilen yanıtlar, devlet kavramına ve onu kimin koruduğuna ilişkin siyasi şizofreniyi yansıtıyor! Şii siyasi liderler, Haşdi Şabi Güçlerinin siyasi sistemi korudukları fikrini savunuyor. Kürtler ise Irak Kürt Bölgesel Yönetimi’nin (IKBY) federalizm deneyimini koruyanların iç güvenlik güçleri olan Peşmergeler olduğundan bahsediyor. Hükümet sistemine meşruiyet kazandıran topluma ya da ulusal mutabakatı somutlaştıran ve işlevi örgütlü şiddeti tekeline almak olan güvenlik kurumlarına gelince, kimse onlardan bahsetmiyor!

xcdfgh
Bağdat'ın merkezindeki Tahrir Meydanı'nda düzenlenen bir gösteri sırasında Irak bayrağını sallayan bir protestocu, 1 Ekim 2023 (EPA)

Haşdi Şabi Heyeti Başkanı Falih el-Feyyad, kısa bir süre önce bir televizyon kanalına verdiği röportajda Haşdi Şabi'nin sadece askeri bir oluşum olmadığını söyledi. Aksi takdirde ordu ve polisten ayrı bir yapı olarak kalmasının bir gerekçesi olmayacağını ifade eden Feyyad, “Haşdi Şabi artık Irak'ın ve onun geleceğinin savunulması için mutlak bir gerekliliktir” ifadelerini kullandı. Feyyad'ın açıklamasına benzer açıklamalar daha önce de yapılmıştı. Öyle ki bu sözler birçok Şii siyasi lider için bir kalıplaşmış bir ifadeye dönüşmüş durumda ve bu söylem, Şii siyasi güçlerin kamuoyu, kendilerini koruyan güçlü bir silahın varlığı olmadan yönetim deneyimlerinin sürdürülemeyeceğine ikna olana kadar tekrarlandı. Buradaki paradoks ise Haşdi Şabi’nin bir devlet kurumu olması ve kamu bütçesinden finanse edilmesine rağmen görevinin belirli siyasi aktörlerin güç ve nüfuzlarının devamını sağlamak ve onlara seçim kayırmacılığı sağlamak için resmi güvenlik kurumlarına paralel bir yapı olmasıdır.

Feyyad'ın açıklamasına benzer açıklamalar daha önce de yapılmıştı. Öyle ki bu sözler birçok Şii siyasi lider için bir kalıplaşmış bir ifadeye dönüşmüş durumda ve bu söylem, Şii siyasi güçlerin kamuoyu, kendilerini koruyan güçlü bir silahın varlığı olmadan yönetim deneyimlerinin sürdürülemeyeceğine ikna olana kadar tekrarlandı.

Irak’ta 2003 sonrası kurulan siyasi sistemi koruma fikri, artık siyasi elitleri ve Haşdi Şabi’yi yönetme meselesine indirgenmiş durumda. Geldikleri ailelerin, dini sembollerin ve yüksek mevkilerde bulunmanın kendilerini devlet adamı yaptığına inanan hükümetteki isimleri siyasi oligarklara dönüştüren iktidar sisteminin ve iktidardakilerin siyasi kabul edilebilirliği göz ardı ediliyor. Yolsuzluk, silah ve kaos üçlüsüne dayalı bir yönetim sistemi kuran bu kombinasyon, gücü merkezileştirmeyi, ülkenin zenginliklerini kontrol etmeyi, devlet kurumlarına hükmetmeyi ve bunları parti derebeyliklerine dönüştürmeyi başarmış, ancak halkın güvenini kazanamamıştır.

Tam da bundan dolayı, siyasi nüfuzunun ve ekonomik çıkarlarının tehdit altında olduğunu düşündüren herhangi bir dış tehdit karşısında yenik düşüyorlar. Çünkü ‘devlet de devlet dışı olan da benim’ ikileminde hayatta kalmaya çalışıyorlar.