G7 Bildirgesi: Tehlikeli sonuçları olan utanç verici bir anlaşma

Ortadoğu'da bölgesel barış ve istikrardan bahsederken Filistin sorununa ve Arap-İsrail çatışmasına değinmedi

13 Mart 2025'te Quebec, La Malbaie'de düzenlenen G7 dışişleri bakanları toplantısından (AFP)
13 Mart 2025'te Quebec, La Malbaie'de düzenlenen G7 dışişleri bakanları toplantısından (AFP)
TT

G7 Bildirgesi: Tehlikeli sonuçları olan utanç verici bir anlaşma

13 Mart 2025'te Quebec, La Malbaie'de düzenlenen G7 dışişleri bakanları toplantısından (AFP)
13 Mart 2025'te Quebec, La Malbaie'de düzenlenen G7 dışişleri bakanları toplantısından (AFP)

Nebil Fehmi

G7 ülkeleri Kanada, Fransa, Almanya, İtalya, Japonya, İngiltere dışişleri bakanları ile Avrupa Birliği’nin temsilcisi, 12-14 Mart tarihlerinde Charlevoix'da bir araya geldi. Ukrayna'daki duruma, Ortadoğu'daki bölgesel barış ve istikrara, Hint-Pasifik bölgesinde güvenlik ve direnme için iş birliğini, Haiti ve Venezuela'da istikrarı, Sudan ve Kongo Demokratik Cumhuriyeti'nde barışı desteklemeye, yaptırımları güçlendirmeye ve sıkılaştırmaya, hibrit savaşla mücadeleye değinen bir bildirge yayımlandı.

Grup, önceliklerine göre bu konuları seçti ve başkaları yerine bunlara odaklanmayı tercih etti. Bu, hoşumuza gitsin ya da gitmesin, doğal bir haktır. Bu toplantılardan sonra yayınlanan bildirgelerdeki ifadelerin, hazır bulunanların anlayış ve mutabakatlarını yansıtacak ama çoğu zaman dosyaların asıl sahiplerini doğrudan tatmin etmeyecek bir şekilde sonuçlanmasına alıştık. Uluslararası platformlarda uluslararası uzlaşının benimsediği tutuma tamamen aykırı bir tutum ortaya koymadan, yerleşik uluslararası uzlaşı ile tam olarak uyumlu olmamasına da alışkınız.

Bildirgede yer alan çeşitli konulara değinmeyeceğim; zira, son derece tehlikeli sonuçlar ve utanç verici anlaşmalar içerdiğinden, öncelikle bölgemizi ilgilendiren konulara odaklanmayı tercih ediyorum.

Ortadoğu bölümünün başlığında “Ortadoğu’da Bölgesel Barış ve İstikrar” ifadesi yer alırken, bölüm içinde Filistin sorununa ve Arap-İsrail çatışmasına değinilmemiş. Bu durum, söz konusu bölümün bazı paragrafları bölgesel istikrarsızlığın birincil kaynağı olarak İran’ı belirleyip, İsrail işgalinin devam etmesinin tehlikesine değinmediği için araştırmanın genel çerçevesini yansıttı.

Bildirge dengesizdi. Filistin-İsrail ihtilafına değinirken, Filistinli tutuklulardan bahsetmeden, rehinelerin serbest bırakılması ile başladı. Daha sonra G7’nin insani yardımların yeniden başlatılmasına desteğini vurguladı. İsrail'in uluslararası hukuka uygun olarak kendini savunma hakkını teyit etmeye devam etti ve ondan Gazze'den çekilmesini talep etmedi. Hamas'ı çeşitli gerekçelerle kınarken, İsrail'in Cenevre Sözleşmesi ve uluslararası insancıl hukuku açıkça ihlal ederek sivilleri, sağlık tesislerini ve diğer hedefleri vurmasına hiçbir şekilde işarette bulunmadı.

Bildirgede, G7’nin Gazze'nin yeniden inşası ve kalıcı Filistin-İsrail barışının sağlanması için bir metodoloji belirlenmesine ilişkin önerileriyle ilgili olarak, Arap taraflarla etkileşime girmeye hazır olduğu belirtildi. Bu olumlu bir imaydı, ancak Arap önerilerine yönelik gerçek bir destekten veya G7 ülkelerinin yeniden inşa sürecine katkıda bulunduklarına veya destek verdiklerine dair bir teyitten yoksundu. Kolektif bildirgelerin devletlerin ferdi açıklamalarından daha zayıf metinlerle yayınlanmasına alışkın olsak bile, bu metinlerin söz konusu ülkelerin asıl pozisyonlarıyla çelişmesi mantıksızdır. Yahut anlaşmaların ve dengelerin, davaların içeriği ve halkların meşru hakları pahasına, bir konu ile diğeri arasında yapılan apaçık ve utanç verici pazarlıkları yansıtması irrasyoneldir.

Burada özellikle kastedilen, bildirgenin Filistin sorununa gereken önceliği vermediği, Filistinlilerin görüşü pahasına İsrail’in kavramlarını, kaygılarını ve bunların çıkış noktalarını öne çıkardığıdır. İsrail'in ihlallerine değinmekten kaçındığı, sadece Hamas'ın uygulamalarına odaklandığıdır. Bütün bunların yanı sıra bildirgede yalnızca “tarafların siyasi beklentilerinden” ve Filistinliler için bir “siyasi ufuktan” söz edildi. Arap-İsrail ihtilafının çözümünde uluslararası alanda kabul görmüş ve en önemlisi “iki devletli çözüm” olan alışılmış ifadeler kullanılmadı. Oysa bu, Avrupa’nın pek çok açıklamasında kullanılan bir ifade olup, ABD'nin 25 Mart 2024'te Güvenlik Konseyi'ne sunduğu kararda da yer almıştı. Unutulmamalıdır ki en doğru ve adil ifade, İsrail devletinin yanında 1967 sınırları temelinde, başkenti Doğu Kudüs olan bir Filistin devletinin kuruluşu ifadesidir. Bildirgede kullanılan ifadeler ise G7’nin 2024'teki pozisyonundan bile vazgeçtiğini gösteriyor. 2024’te yayınlanan bildirgesinde; “Birleşmiş Milletler kararlarının uygulanması kaydıyla, iki demokratik devlet İsrail ve Filistin'in tanınmış sınırlarla barış ve güvenlik içinde yaşadığı iki devletli çözüme tam destek” ifadesi yer alıyordu.

Bildirgede Filistinlilerin beklentilerinden ve arzularından söz edilirken bile “Filistin devleti” ifadesi kullanılmadı. Avrupa'dakiler de dahil olmak üzere birçok bölgesel açıklamada kullanılan “iki devletli çözüm” kavramına da değinilmedi. Bunun yerine temel ve tehlikeli bir geri adım olan kötü niyetli bir ifadeye başvuruldu, o da Filistinliler için bir “siyasi ufuk” olması gerektiğidir. Bu, özgürlük kavramından tamamen vazgeçme ve egemen devlet kavramından çok uzaklaşma anlamına gelmektedir.

Geçmişte Mısır-İsrail barış anlaşmasına paralel olarak yayımlanan çerçeve anlaşmasından itibaren İsrailli yetkililer, kendileri açısından Filistinliler için kabul edilebilir siyasi ufkun “sınırlı özyönetim” olduğunu belirtmişlerdi. Mısır ile İsrail arasındaki farklılık, Kahire özyönetimi bağımsız bir devlete doğru atılmış geçici bir adım olarak görürken, ki o dönemde ABD de bu tutuma katılıyordu, İsrail’in bunu ilk adım değil, yolun sonu olarak görmesiydi.

Madrid Konferansı, Oslo ve Filistin-İsrail anlaşmalarıyla birlikte yaşanan gelişmelerle, Filistinlilerin isteklerinin, sınırda ani çatışmaların önlenmesi için özel güvenlik tedbirleri konusunda mutabakata varılması imkânı ile birlikte bağımsız bir devlet olduğu aşikâr hale geldi. İsrail ise bölgesel koşullara, İsrail hükümetlerinin yapısına bağlı olarak Filistinlilerin bu pozisyonuna yaklaşmak ile uzaklaşmak arasında gidip geldi. Şimdi ise Filistinlilerin sınır dışı edilmesinin, Büyük İsrail'i kurmak için Ürdün Nehri’nin batı yakası yani Batı Şeria ile diğer bölgelerin ilhak edilmesinin, ancak burada kalacak Filistinlilere hiçbir siyasi hakkın tanınmamasının açıkça talep edildiği bir noktaya vardık. Bu nedenle, bildirgede “siyasi ufuk” ifadesinin kullanımı, ABD de dahil olmak üzere G7’nin çeşitli üyelerinin attığı ciddi bir geri adım olarak değerlendirilmektedir. Filistinlilerin haklarının, devlet kurma özlemlerinin meşruiyetinin, bu hedefin gerçekleşmesi için verilen sabit uluslararası desteğin ve yardımın zayıflatılmasına yönelik bir eğilimin göstergesi olması nedeniyle, bu durum, çok tehlikeli sonuçlar doğurmaktadır. Bu ifade kaba bir şekilde kullanıldı ve bildirgede İsrail'in kendini savunma hakkı teyit edildi, hem de G7’nin tüm üyeleri daha önce İsrail'in aşırı şiddet kullanımını eleştirmiş olmasına rağmen.

Bildirgenin Filistinlilere ilişkin içerdiği hususlara dair güçlü çekincelerim olmasına rağmen, bu fikirleri gündeme getirmesine şaşırmadım; zira bunlar, potansiyel bir Filistin devletinin tüm unsurlarını zayıflatmaya yönelik sistematik bir kampanyanın parçası. Nitekim halk yerinden edildi ve topraklar ilhak edildi. Bir sonraki ve yakın adım Batı Şeria'dır. Buna paralel olarak çatışmanın çözümünün temelleri Filistin devleti fikrinden çok uzak bir biçimde değiştiriliyor. Beni şaşırtan ve üzen, Fransa ve diğerlerinin bu ifadeleri kabul etmeleriydi. Zira bunlar, yaz başında New York'ta bir Filistin devleti kurulması yolunda adımlar atmak için bir konferans düzenlemeye yönelik takdire şayan Suudi Arabistan inisiyatifini benimseyen ülkeler arasında yer almışlardı.

Fransa ve diğerlerinin bu tuhaf tutumunun, Filistinliler aleyhine de olsa, G7 bildirisinde Ukrayna ile ilgili güçlü ve destekleyici ifadelerin kullanılmasını garanti altına almak amacıyla, ABD ile varılan resmi veya örtülü bir anlaşma bağlamında ortaya çıktığını söylemek haksızlık olmaz. Bu tutumun, söz konusu ülkelerin ve özellikle de Fransa'nın 1967 sınırları temelinde Filistin devletini açıkça tanıdıklarını deklare etmeleri ile hızla düzeltilmesi gerekiyor.

*Bu analiz Şarku’l Avsat tarafından Independent Arabia’dan çevrilmiştir.



Rus aktivistler, ABD’de gözaltına alınıyor: “Bir gulag’dan kaçarken başkasına yakalandık”

Trump'ın talimatıyla ICE görevlileri, kaçak göçmenlere yönelik baskıyı artırdı (Reuters)
Trump'ın talimatıyla ICE görevlileri, kaçak göçmenlere yönelik baskıyı artırdı (Reuters)
TT

Rus aktivistler, ABD’de gözaltına alınıyor: “Bir gulag’dan kaçarken başkasına yakalandık”

Trump'ın talimatıyla ICE görevlileri, kaçak göçmenlere yönelik baskıyı artırdı (Reuters)
Trump'ın talimatıyla ICE görevlileri, kaçak göçmenlere yönelik baskıyı artırdı (Reuters)

Rusya'dan kaçan göçmenler, ABD'deki gözaltı tesislerinde tutuluyor. 

Eski ABD Başkanı Joe Biden'ın görevde olduğu 4 yılın büyük bir kısmında, ABD’ye sığınma talebinde bulunan Rus vatandaşların, hak taleplerine ilişkin hukuki süreçleri devam ederken ülkeye girişine izin veriliyordu. 

Ancak Britanya gazetesi Guardian, Rusya ve eski Sovyet ülkelerinden vatandaşların geçen yıl yazdan bu yana ABD’ye girdikten sonra gözaltına alındığını yazıyor. Bazı kişilerin bir yıldan uzun süredir gözaltında tutulduğu, çocukların ebeveynlerinden ayrıldığı aktarılıyor.

Gözaltına alınan vatandaşlardan bazılarını temsil eden avukat Julia Nikolaev, şunları söylüyor: 

Rus müvekkillerim bana ‘Kaldığımız hapishanede mahkumların yüzde 80’i Rus, geri kalan yüzde 20’siyse farklı milletlerden ve kısa süre cezaevinde tutuluyorlar’ diyor. Sadece Ruslar ve diğer birkaç eski Sovyet ülkesinden gelen kişiler son duruşmalarına kadar gözaltında tutuluyor.

Rus aktivist Vladislav Krasnov, 2022’de Rusya’dan kaçarak ABD’ye sığındığını söylüyor. Krasnov, 444 gün boyunca Louisiana eyaletindeki bir gözaltı merkezinde tutulduğunu belirtiyor. Gözaltı merkezinden salıverildiğini ve iltica davasının inceleneceği bir mahkeme duruşmasını beklediğini ifade ediyor. 

ABD’de yaşadığı deneyimden büyük hayal kırıklığına uğradığını belirten aktivist şu ifadeleri kullanıyor: 

Bir gulag’dan kaçarken kendimi başka bir gulag’da buldum.

Ayrıca Krasnov, Rus muhalefet liderlerine de bu duruma dikkat çekmedikleri için kızgın olduğunu söylüyor. 

Rusya ve diğer eski Sovyet ülkelerinden gözaltında tutulan yaklaşık 300 kişi, geçen yıl kasımda kendilerine ayrımcılık yapıldığını ve hiçbir gerekçe gösterilmeden alıkonduklarını belirterek dava açmıştı. Federal mahkemenin şubatta açıkladığı kararda dava reddedilmişti.

Davacılar arasında, geçen yıl şubatta hayatını kaybeden Rus muhalif Aleksey Navalni’nin ekibinde gönüllü olarak çalışan aktivist Polina Guseva da vardı. Temmuz 2024’te ABD’ye geldiğini ve gözaltına alınarak Louisiana’daki tesise gönderildiğini söyleyen Guseva, oradaki ABD Göçmenlik ve Gümrük Muhafaza (ICE) görevlilerinin, “Rusların serbest bırakılmadığını açıkça söylediğini” savunuyor. 

Eski donanma subayı Aleksey Demin de ABD’ye eşiyle girdikten sonra gözaltına alındıklarını ve farklı tesislere gönderildiklerini söylüyor. Demin, iltica davasıyla ilgili duruşmanın şubatta yapılması gerektiğini fakat nisana ertelendiğini belirtiyor. Davası görüldüğünde aktivist Demin, yaklaşık 300 gündür gözaltında tutulmuş olacak. 

Independent Türkçe, Guardian, Louisiana Illuminator