Batı liberalizminin krizi ve güçlü adamların gölgeleri

Liberal yükseliş artık geçmişte kaldı

 1989 yılında Brandenburg Kapısı yakınlarında açılan gediklerin ardından Berlin Duvarı üstünde yürüyen insanlar
1989 yılında Brandenburg Kapısı yakınlarında açılan gediklerin ardından Berlin Duvarı üstünde yürüyen insanlar
TT

Batı liberalizminin krizi ve güçlü adamların gölgeleri

 1989 yılında Brandenburg Kapısı yakınlarında açılan gediklerin ardından Berlin Duvarı üstünde yürüyen insanlar
1989 yılında Brandenburg Kapısı yakınlarında açılan gediklerin ardından Berlin Duvarı üstünde yürüyen insanlar

Christopher Phillips

Batı liberalizmi varoluşsal bir kriz mi yaşıyor? Soğuk Savaş sonrası dönemde küresel ölçekte yayılmaya başlamasıyla zirveye ulaşan liberalizm, artık geleneksel kaleleri olan Avrupa ve Kuzey Amerika'da bile kuşatma altında. Sağcı popülizmin yükselişi, Batı'da Soğuk Savaş sonrası egemen olan liberal fikir birliğinin çatırdamasına ve hem toplumsal hem de ekonomik liberal ilkelerin meydan okumalara açık hale gelmesine yol açtı. Donald Trump'ın Beyaz Saray'a dönmesiyle bu değişimler hız kazandı. Batı liberalizmi nasıl bu kadar hızlı düşüşe geçti ve hayatta kalma şansı nedir?

Liberalizmin kökleri Doğu ve Yunan felsefesine kadar uzansa da tarihçiler arasında modern versiyonunun 17. yüzyılda John Locke ve onu izleyenler ile birlikte ortaya çıktığı konusunda yaygın bir görüş birliği bulunuyor. İngiltere liberalizmi erken benimseyenlerden biriydi; ancak liberal fikirler 19. yüzyılda tüm Avrupa, Ortadoğu ve ABD'ye yayıldı.

Yirminci yüzyılda ise liberalizm, faşizm ve komünizmin genel alternatifler olarak ortaya çıkmasıyla bir meydan okuma ile karşı karşıya kaldı. Nazizmin yenilgisi, Batı Avrupa'da liberalizmin yeniden canlanmasına ve ABD ile İngiltere'de de devam etmesine yardımcı oldu. Muhafazakârlar ve sosyalistler gevşek liberal toplumsal ve ekonomik çerçeveler içinde hareket ettiler. Ancak 1989'da Berlin Duvarı'nın yıkılması, Batı liberalizminin gerçek zirve noktasını oluşturdu. Komünizmin çöküşünden kısa bir süre sonra Doğu Avrupa hükümetleri Batı liberalizmini benimsediler ve Avrupa Birliği ile NATO'ya katıldılar. Francis Fukuyama, 1992'de liberal demokrasinin zaferinin “Tarihin Sonu”nu temsil ettiğini söyleyerek övünmüştü.

Siyasal liberalizmin yükselişine hem ekonomik hem de sosyal liberalizmin yayılması eşlik etti. Washington Konsensüsü 1990'larda ve 21. yüzyılın ilk on yılında zirveye ulaştı. Bu dönem Batılı ülkelerin gelişmekte olan ülkeleri, bazılarına göre “saldırganca”, ticari engelleri azaltma, devlete ait endüstri tesislerini özelleştirme, küreselleşmeyi benimseme ile somutlaşan liberal ekonomik politikalar benimsemeye teşvik ettiğine şahit oldu.

Batı'da sosyal liberalizm 1950'lerin sonlarından itibaren yükselişe geçti; eşcinsellerin haklarını, kürtaj hakkını garanti altına alan yasalar çıkarıldı ve çoğu Avrupa ve Kuzey Amerika ülkesinde idam cezası kaldırıldı. Batı dışı ülkeler de 1990'lı ve 2000'li yıllarda liberalizmin yükselişiyle birlikte benzer yasaları kademeli olarak benimsediler. Bu arada Batılı ülkeler bu hakları daha da genişlettiler; Hollanda ilk olarak 2000 yılında eşcinsel evliliği tanıdı, sonraki 20 yıl içinde çoğunluğu Batılı 38 ülke de kendisini izledi.

Ekonomik liberalizm son yıllarda daha da güçlenmişti, ancak Trump'ın yeni korumacı ticaret politikası artık ekonomik konsensüs üzerinde baskı yaratıyor.

Hızla 2025 yılına geçiş yaptığımızda liberal yükselişin artık geçmişte kaldığını görüyoruz. Trump, Macaristan'da Viktor Orbán ve İtalya'da Giorgia Meloni gibi popülistlerin yükselişi manşetlere taşınırken, yapılan araştırmalar küresel siyasi liberalizmin gerilediğini gösteriyor. Freedom House ve Economist Grubu’na bağlı Intelligence Unit'in Demokrasi Endeksi, dünya genelinde demokrasi düzeyinin 2000'li yılların başından bu yana düşüşte olduğunu gösteriyor. Bu arada Carnegie Vakfı, 2005'ten bu yana ABD de dahil olmak üzere 27 ülkenin “demokratik gerileme” yaşadığını açıkladı. Bazı yerlerde popülistler, ilerici sosyal yasalara karşı çıktılar. Örneğin Meloni eşcinsel çiftlerin çocuk evlat edinmesine kısıtlamalar getirdi. ABD’de kürtaj özgürlüğü ile ilgili olan ve Roe v. Wade olarak bilinen ünlü davanın kararı 2022'de iptal edildi ve bu, birçok Amerikan eyaletini kürtajı yasaklamaya teşvik etti.

Bir kadın, 25 Ağustos 2024'te Almanya'nın Leipzig kentinde aşırı sağcı faaliyetlere karşı düzenlenen gösteri sırasında “Nazilere yer yok” yazılı bir pankart taşıyor (AFP)Bir kadın, 25 Ağustos 2024'te Almanya'nın Leipzig kentinde aşırı sağcı faaliyetlere karşı düzenlenen gösteri sırasında “Nazilere yer yok” yazılı bir pankart taşıyor (AFP)

Ekonomik liberalizm son yıllarda daha da güçlenmişti, ancak Trump'ın yeni korumacı ticaret politikası artık ekonomik konsensüs üzerinde baskı yaratıyor.1930'larda en yüksek seviyesi olan yüzde 25'e yaklaşan ortalama küresel gümrük tarifeleri, 20’inci yüzyılın ikinci yarısında düşüşe geçip, içinde bulunduğumuz yüzyılın ilk ve ikinci on yıllarında yaklaşık yüzde 3'e kadar gerileyerek, şimdiye kadarki en düşük seviyesine ulaşmıştı. The Economist, Trump'ın uygulamaya koyduğu yeni tarifelerin, Amerikan tarifeleri ortalamasını 1940'lardaki seviyelerine geri döndüreceğine, bunun da küresel ortalamayı önemli ölçüde yukarı çekeceğine işaret ediyor. Ülkeler beklendiği gibi karşı tarifelerle mukabele ederse bu, hayatta kalmak için mücadele eden serbest ticaret ile ilgili Washington Konsensüsü'ne indirilmiş bir başka darbe olacaktır.

Kesin sebep ne olursa olsun, liberalizm yalnızca dünyada değil, aynı zamanda Batı'daki kalelerinde de düşüşte

Liberalizmin gerilemesinin ardındaki gerçek nedenler halen tartışma konusu. Kimileri bu gerilemeyi 2008’deki finans krizine ve sonrasında yaşananlara bağlıyor. Bu kriz yalnızca neoliberal ekonominin sınırlarını ortaya çıkarmakla kalmadı, krizi takip eden zayıf büyüme ve ekonomik durgunluğun sorumlusu olarak göçmenleri ve yönetici elitleri gösteren sağcı popülistlerin yükselişine de katkıda bulundu. Öte yandan gerilemesinin nedeni olarak Çin ve Rusya'nın yükselişine işaret edenler de var. Çin, kalkınmaya alternatif olarak “otoriter kapitalizm” modelini sunarak liberalizmin dünya çapında yayılmasını sınırlamaya yardımcı oldu ve bu Çin modeli birçok Batı dışı ülkede popüler oldu. Putin'in 2000 yılında iktidara gelmesinin ardından liberal demokrasiyi yavaş yavaş terk eden Rusya ise bazı liderlere liberalizmin kalkınmanın tek ve zorunlu yolu olmadığını gösterdi. Bazıları da internet ve sosyal medyanın ortaya çıkışı gibi Batı toplumlarındaki gelişmelerin, daha önce izole edilmiş anti-liberal aktivistlerin, liberal toplumsal ve ekonomik mutabakatlara meydan okumak için daha kolay bir araya gelmelerini sağlamasının, liberalizmin gerilemesinin nedeni olduğunu belirtiyorlar.

Francis Fukuyama 21 Ekim 2002'de Paris'te (AFP)Francis Fukuyama 21 Ekim 2002'de Paris'te (AFP)

Kesin sebep ne olursa olsun, liberalizm yalnızca dünyada değil, aynı zamanda Batı'daki kalelerinde de düşüşte. ABD'de Demokratlar, “ABD'yi Yeniden Harika Yap” sloganını benimseyen Cumhuriyetçiler tarafından iki kez yenilgiye uğratıldılar. Financial Times'da yayınlanan Dünya Değerler Araştırması’nın da işaret ettiği gibi, Cumhuriyetçiler, diğer büyük Batılı partilerin değerlerinden ziyade, Vladimir Putin Rusyası’nın veya Recep Tayyip Erdoğan Türkiyesi'nin değerlerine daha yakın” değerleri benimsiyorlar. Almanya'da, ekonomik liberalizmi benimseyen Hristiyan Demokrat Birliği Partisi'nin son seçimlerdeki zaferine rağmen, popülist Almanya İçin Alternatif Partisi ikinci, liberalizm karşıtı aşırı sol parti ise dördüncü oldu. Öte yandan, bir zamanlar Batı liberalizminin yenilenmiş hali olarak görülen Emmanuel Macron'un partisi, geçen yıl hem Avrupa seçimlerinde hem de parlamento seçimlerinde popülistlere karşı küçük düşürücü yenilgiler aldı. Kanada'da da liberalizmin simgesi olan Justin Trudeau, popülaritesinin azalması nedeniyle istifa etmek zorunda kaldı.

Bu popülist etki, liberalleri normalde istediklerinden daha az liberal davranmaya itebiliyor. Örneğin, İngiliz İşçi Partisi, Trump'ın artık Avrupa’nın güvenliğinin garantörü olmayacağını açıklamasının ardından, savunma harcamalarını artırmak için seçim beyannamesinde verdiği yardım seviyelerini koruma yönündeki sözünü bozmak zorunda kaldı. Benzer şekilde, Hristiyan Demokrat Birliği Partisi ve İşçi Partisi gibi pek çok Avrupa merkez sağ ve merkez sol partisi, popülist sağın yükselişine karşı bir araç olarak göçmen karşıtı politikaları teşvik etti.

Trump'ın bir kez daha Beyaz Saray'a dönmesiyle, Batı'daki liberal konsensüs çökmüş görünüyor. Liberaller, bu konsensüsün çöküşüyle liberalizmin değer ve ideallerinin çökmemesini sağlayacak bir yol bulmak için çalışmalıdırlar

 Ancak tüm bunlara rağmen Batı liberalizmi henüz ölümden çok uzak ve bu kasvetli atmosferin ortasında başarı öyküleri de mevcut. Bunlardan biri de Sosyal Demokrat Parti'nin 2018'den bu yana iktidarda olduğu İspanya. Parti, Avrupa'nın en hızlı büyüyen büyük ekonomilerinden birini yönetiyor ve AB'deki komşularının aksine göç konusunda liberal bir yaklaşım benimsiyor. İrlanda, ekonominin art arda iktidara gelen merkez-sağ liberal liderler döneminde İngiltere'den çok daha hızlı büyüdüğü, aynı zamanda 2018 yılında kürtajın yasallaştırılması gibi ilerici sosyal reformları destekleyen bir başka örnektir. Bu arada, 2023'te iktidara gelen Polonya'nın merkez sağ, liberal-muhafazakâr hükümeti, birkaç yıl süren sağcı popülist iktidarın etkilerinden kurtulmaya çalışıyor.

İtalya Başbakanı Giorgia Meloni ve Macar mevkidaşı Viktor Orban 4 Aralık 2024'te Roma'da (AFP)İtalya Başbakanı Giorgia Meloni ve Macar mevkidaşı Viktor Orban 4 Aralık 2024'te Roma'da (AFP)

Trudeau'nun Liberal Partisi'nin seçimleri kaybetmesine kesin gözüyle bakılan Kanada'da bile Trump'ın gümrük tarifelerini yükseltme tehdidi ile birlikte kamuoyu yoklamalarında parti yükseliş kaydetti. Bu da yeni liderinin bu yıl içinde yapılacak seçimlerde tüm olumsuzlukların üstesinden gelebileceğine işaret ediyor.

Bu tür örnekler liberallere umut verebilir, ancak 1990'lar ve 2000'lerdeki yükselişin geri döneceği yanılsamasına kapılmamalılar. Batı'nın en güçlü ve liberalizmin tarihsel savunucusu olan bir ülkede iktidarın anti-liberal popülistler tarafından kontrol edilmesi, liberallerin önümüzdeki birkaç yılı ülkelerinde hayatta kalma, dışarıda mümkün olan her yerde, daha fazla sosyal, demokratik ve ekonomik gerilemenin önüne geçme mücadelesi vererek geçirmelerine neden olacaktır. Ne var ki bu onlar için büyük bir meydan okuma teşkil edecek. Zira zaten ciddi bir baskı altında olan Batılı liberal konsensüs, Trump'ın bir kez daha Beyaz Saray'a dönmesiyle çökmüş görünüyor. Liberaller, bu konsensüsün çöküşüyle liberalizmin değer ve ideallerinin çökmemesini sağlayacak bir yol bulmak için çalışmalılar.

*Bu analiz Şarku'l Avsat tarafından Londra merkezli Al Majalla dergisinden çevrilmiştir.



İsrail ve Türkiye'nin Suriye'deki çıkarları ve kırmızı çizgileri

 Türkiye Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan 19 Eylül 2023'te New York'taki BM Genel Merkezi'nde BM Genel Kurulu'nun 78. oturumu sırasında İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu ile bir araya geldi.
Türkiye Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan 19 Eylül 2023'te New York'taki BM Genel Merkezi'nde BM Genel Kurulu'nun 78. oturumu sırasında İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu ile bir araya geldi.
TT

İsrail ve Türkiye'nin Suriye'deki çıkarları ve kırmızı çizgileri

 Türkiye Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan 19 Eylül 2023'te New York'taki BM Genel Merkezi'nde BM Genel Kurulu'nun 78. oturumu sırasında İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu ile bir araya geldi.
Türkiye Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan 19 Eylül 2023'te New York'taki BM Genel Merkezi'nde BM Genel Kurulu'nun 78. oturumu sırasında İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu ile bir araya geldi.

Michael Harari

Esed rejiminin çöküşü bölgesel sahneyi yeniden şekillendirdi. Yeni rejimin uzun vadeli istikrarı beklentileri hakkındaki haklı şüphelere rağmen, Ahmed eş-Şara'yı destekleyen geniş bir uluslararası uzlaşı var ve devam eden kaostan ziyade merkezi otorite altında birleşik bir Suriye'yi açıkça tercih ediyorlar. Birçok ülkenin gözünde, İran'ın Suriye'den hızla çekilmesi belki de şu ana kadarki en önemli başarı, zira bölgesel istikrarı artırmak için bir umut penceresi açıyor. Suriye böylece küresel gündemde ve Washington’un gündeminde daha yüksek bir öneme kavuştu. Aynı durum, Suriye ile ortak sınırları olan iki büyük bölgesel aktör olan İsrail ve Türkiye için de geçerli. Her ikisi de Suriye'deki gelişmelere ulusal çıkar meselesi olarak bakıyorlar.

İsrail, aşırı İslamcı bir hükümetin ortaya çıkışından ve Suriye'de aşırı Türk nüfuzundan endişe duyuyor. İsrail hükümeti, Türkiye'nin rolünü ve Kuzey Suriye'deki, özellikle de Kürt bölgelerindeki iddialı müdahalesini kabul etse de ülkenin diğer bölgelerindeki Türk askeri varlığı konusunda kırmızı çizgi çekiyor, bunu önceki İran müdahalesine benzetiyor ve şiddetle karşı çıkıyor görünüyor. Şarku’l Avsat’ın al Majalla’dan aktardığı analize göre İsrail, Şam'da güçlü bir merkezi hükümeti tercih edip etmediği konusunda da henüz kesin bir karara varmış değil. Son açıklamaları ve eylemleri, zayıf ve parçalanmış bir Suriye'yi tercih ettiğini gösteriyor; ancak bu hesapları bir dereceye kadar şekillendirecek olan, nihayetinde Washington'un tutumudur. Buna ilave olarak, mevcut koşullarda, özellikle son aylarda askeri üstünlüğünü göstermesinin ardından, İsrail Suriye'nin geleceğini şekillendirmede önemli bir rol oynayabileceğine inanıyor.

Öte yandan Türkiye, Kürtlere (PKK da dahil) karşı son dönemde attığı ve yine benzer tarihsel öneme sahip adımlara paralel olarak, Suriye ile sınırını kendi şartlarına göre istikrara kavuşturmak için tarihi bir fırsat görüyor ve aynı zamanda Şara rejiminin kendisine bağımlılığını pekiştiriyor. İsrail'in kanıtlanmış askeri ve teknik üstünlüğüne rağmen, Türkiye bunu bir engel olarak görmüyor ve mevcut durumu bölgesel konumunu güçlendirmek için altın bir fırsat olarak görüyor (kimileri bunu bölgesel hegemonya arayışı olarak tanımlıyor). Başkan Trump ve Erdoğan ile ilişkisi, Türkiye açısından bu umut verici görünüme katkıda bulunuyor. Dahası, son yıllarda Körfez ülkeleri ve Mısır ile ilişkilerini geliştiren Türkiye, artan bölgesel konumunun olumlu bir potansiyele sahip olduğunu düşünüyor.

Ankara, İsrail'in Süveyda'ya yönelik kararlı müdahalesini ve buna eşlik eden olayları, İsrail'in Şara'yı zayıflatma ve Suriye'nin zayıf ve parçalanmış kalmasını sağlama yönündeki kasıtlı bir girişim olarak görüyor

Ankara'nın, İsrail'in Suveyda'ya yönelik kararlı müdahalesini ve buna eşlik eden olayları, Şara'yı zayıflatmak ve Suriye'nin zayıf ve parçalanmış kalmasını sağlama yönündeki kasıtlı bir İsrail girişimi olarak görmesi şaşırtıcı değil. Türkiye Dışişleri Bakanı 25 Temmuz'da yaptığı açıklamada, “Türkiye, istihbarat kanalları ve ortak arabulucular aracılığıyla İsrail'e bir mesaj gönderiyor. Gizli bir ajandamız yok. Hiçbir ülke Suriye için tehdit oluşturmamalı ve Suriye de kimseye tehdit oluşturmamalı... Suriye bizim için kırmızı çizgi; ulusal güvenlik meselesi... Hegemonya peşinde değiliz” dedi.

Türkiye Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ve Suriye Devlet Başkanı Ahmed Şara, 4 Şubat 2025'te Ankara'daki Cumhurbaşkanlığı Külliyesi’nde yaptıkları görüşmenin ardından düzenlenen ortak basın toplantısında el sıkışıyor (AFP)Türkiye Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ve Suriye Devlet Başkanı Ahmed Şara, 4 Şubat 2025'te Ankara'daki Cumhurbaşkanlığı Külliyesi’nde yaptıkları görüşmenin ardından düzenlenen ortak basın toplantısında el sıkışıyor (AFP)

Öyle görünüyor ki, İsrail ve Türkiye'nin şu anda Suriye'de çatışan çıkarları var. Önemli soru şu; yanlış değerlendirme ve hesapları önleyecek, olası bir gerilimin doğrudan çatışmaya dönüşmesini engelleyecek karşılıklı bir uzlaşıya varılabilir mi?

Kanaatimce cevap evettir, yeter ki iki hükümet de hayati çıkarlarını ve kırmızı çizgilerini açıkça belirlesin. Şara rejimini destekleme konusunda hakim olan uluslararası mutabakat ve rejimin kontrolünü sağlamlaştırma arzusu (en azından aksi kanıtlanana kadar), hem İsrail'in hem de Türkiye'nin dikkatlice düşünülmüş bir yaklaşım benimsemesini gerektiriyor.

İsrail-Türkiye ilişkileri Filistin meselesi nedeniyle gerginliğini sürdürecektir, bu nedenle Suriye konusunda iki taraf arasında ortak bir zemin bulunması şarttır

Bunun için birkaç siyasi dayanak gerekiyor:

1. Washington, bölgesel arena ve Ankara, İsrail'in proaktif yaklaşımına, yani askeri müdahalesine, özellikle de Şara rejimine karşı “tetiğe hafifçe basmak” olarak varsayılan müdahalesine olumsuz bakıyor. İsrail'in Dürzi bölgesindeki nüfuzu ile Türkiye'nin Kürt bölgesindeki nüfuzu arasında bir paralellik kurmaya çalıştığı varsayılabilir. Teorik olarak bu anlaşılabilir, ancak pratik ve stratejik açıdan son derece sorunlu. Her halükarda, İsrail'in Suriye sahasında Türkiye üzerinde nüfuz ve etki gücü sahibi olduğu ve bu yönde daha fazla tırmandırmaya gerek olmadığı mesajı alındı. Türkiye de İsrail'in, Suriye'de kendi çıkarları kadar önemli hayati çıkarları olduğunu anlamalı.

2- İsrail, Türkiye'nin Suriye'ye müdahalesini aşırı buluyor ve hayati çıkarlarını tehlikeye atabileceğini düşünüyor. Aslında bölgedeki diğer aktörler de aynı görüşte. Ancak, Suriye'deki Türk askeri varlığının İran'ınkinden daha tehlikeli olduğu yönündeki gizemli İsrailli sesler hatalı ve yanıltıcı olup, kendi kendini gerçekleştiren bir kehanet yaratma riski taşıyor.

3- Suriye'deki Türk hegemonyasının İsrail ve diğerleri açısından istenmeyen bir durum olduğu şüphesizdir. Bunu, özellikle Washington yoluyla öncelikle diplomatik kanallar aracılığıyla sınırlamak için çaba gösterilmelidir. Ancak bu, İran tehdidiyle aynı nitelikte bir tehdit oluşturmamaktadır.

4. Üç tarafın çıkarlarını netleştirmek ve istenmeyen yanlış anlamalara doğru bir kaymayı önlemek için Kudüs-Ankara-Washington üçgeninde yoğun bir diplomatik faaliyete ihtiyaç vardır. İsrail ve Türkiye arasında doğrudan ve gizli bir iletişim kanalı ve Azerbaycan'ın arabuluculuğu şarttır.

5. İsrail, etkileyici askeri başarılarının ardından kibrini dizginlemeli ve mevcut kibrinden vazgeçerek, başarısını maceracı bir şekilde değil akıllıca değerlendiren, rasyonel ve stratejik bir yaklaşım benimsemelidir. Sahadaki askeri başarıları ona bunu yapma fırsatı sunmaktadır.

6. İsrail-Türkiye ilişkileri Filistin meselesi nedeniyle gerginliğini sürdürecektir, bu nedenle iki taraf arasında Suriye konusunda ortak bir zemin bulunması şarttır. Aralarındaki gerginliği yatıştırmak ve her birinin sorduğu sorulara cevap vermek gerekmektedir.

*Bu analiz Şarku’l Avsat tarafından Londra merkezli al Majalla dergisinden çevrilmiştir.