Esed sonrası Suriye: Son 100 güne bir bakış

Fotoğraf: Reuters
Fotoğraf: Reuters
TT

Esed sonrası Suriye: Son 100 güne bir bakış

Fotoğraf: Reuters
Fotoğraf: Reuters

Hayed Hayed

Şara’nın girişimlerinin hızı ve ortaya çıkardığı sonuçlar farklı tepkilere yol açtı.

Suriye'de geçici hükümetin ilk üç aylık dönemi sona ererken, ülke kritik bir dönüm noktasında bulunuyor. Ahmed eş-Şara liderliğindeki geçici hükümet, ülkeyi siyasi bir geçiş sürecine yönlendirmek için bir dizi adım attı, ancak çabaları eleştiri ve incelemeden kaçamadı.

Geçişin zor olacağı elbette bekleniyordu, ancak geçici hükümetin somut iyileştirmeler yapamaması yenilenen huzursuzluklara yol açmış olabilir. Suriye'nin geleceği, Şara’nın bu krizleri ne kadar etkili yöneteceğine bağlı. Ülkeyi istikrara ve refaha kavuşturmak için önündeki en iyi fırsat, hukukun üstünlüğünü savunan ve Suriye halkının beklentilerini karşılayan şeffaf, kapsayıcı ve katılımcı bir hükümet kurmak olabilir.

Siyasi geçişe doğru tartışmalı bir süreç

Şara'nın konuşması birçok Suriyelinin umutlarına dokundu ve daha parlak bir geleceğe dair özlemlerini tazeledi. İktidara geldiği günden bu yana eylemleri, kamuoyunu rahatlatmak ve tartışmalı geçmişiyle ilgili endişeleri gidermeye yönelik açık bir çaba kapsamında, yasal ve usul kurallarına uyma konusunda bilinçli bir gayrete işaret etti. Bu bağlamda attığı en dikkat çekici adımlardan biri, tek taraflı bir otorite kurmak yerine, Esed rejimini deviren devrimci güçler üzerinden meşruiyet elde etme yoluna gitmesi oldu. Şara, düzenli bir geçişin temellerini oluşturma çabalarının bir parçası olarak, bir diyalog konferansı düzenlemek üzere bir komite kurma girişiminde bulundu ve böylece geniş çaplı bir ulusal tartışmanın kapısını açtı. Ayrıca, hazırlandıktan sonra yeni bir yasama organı ve geçiş hükümeti için yasal dayanak teşkil edecek bir anayasa bildirgesi hazırlamak üzere ikinci bir komiteyi görevlendirdi.

Geçici hükümetin yapısı ve performansına yönelik eleştiriler giderek yaygınlaşıyor ve yoğunlaşıyor. Bu eleştirilerin başında Heyet Tahrir el-Şam'a bağlı isimlerin devlet kurumları üzerindeki hakimiyeti geliyor

Ancak bu girişimlerin hızı, uygulanma biçimi ve ortaya çıkardığı sonuçlar farklı tepkilere yol açtı. Bazıları bunları tarihi başarılar olarak değerlendiriyor ve kurumsal istikrarın sağlanması için hızlı hareket edilmesi gerektiğini savunuyor. Ancak bazıları bu süreci aceleci, yüzeysel ve anlamlı bir siyasi dönüşüm sağlamaktan ziyade Şara'nın otoritesini pekiştirmeye yönelik olarak görüyor. Özellikle Ulusal Diyalog Konferansı, aceleyle düzenlendiği gerekçesiyle sert eleştirilere maruz kalmıştı. Acele edilmesi sürecin içerikten ziyade görünüşe öncelik verdiğine dair şüpheler uyandırdı.

Öte yandan Anayasa Bildirgesi de Suriye halkının bazı kesimlerinde kaygılara yol açtı. Çünkü net hesap verebilirlik mekanizmaları veya yürütme, yasama ve yargı organları arasında bir denge ve denetim temeli olmaksızın başkana geniş yetkiler veriyor. Eleştirenler, bu yönetişim sorunlarının yanı sıra bildirgenin Suriye'nin çeşitli toplumsal ve siyasal tablosunun gerçekliğini yansıtmadığını da savunuyor. Ancak Şara taraftarları, bunun aksine, düzenli ve etkili bir geçişi sağlamak için başkanlık yetkilerinin geniş tutulmasının gerekli olduğunu savunuyorlar. Şara'nın siyasi hamlelerine yönelik desteğin veya muhalefetin kesin düzeyini ölçmek zor olsa da, çabalarının pek çok kişinin umduğu birliği sağlamadığı aşikar.

Gergin yönetim

Eleştiriler hükümetin yapısıyla sınırlı kalmıyor, hükümetin kötü performansına da değiniyor. Birçok Suriyeli, özellikle de daha önce rejimin kontrolü altında olan bölgelerde yaşayanlar için öncelik siyasi temsil değil, hükümetin temel hizmetleri sağlayamaması. Ülkenin dört bir yanından gelen tanıklıklar, su ve elektrik gibi hayati hizmetlerin, Esed yönetiminin son yıllarına kıyasla iyileşmek yerine daha da kötüleştiğini gösteriyor.

Suriye lirasının dolara karşı geçici olarak değer kazanmasıyla birlikte ilk iyileştirmeler, satın alma gücünün artmasına katkıda bulundu.Ekonomik iyimserlikle ihtiyatın bir arada olduğu bir hava yaydı

Sınırlı kaynaklar, devam eden yaptırımlar ve uluslararası desteğin yokluğu hükümetin bu zorluklarla başa çıkma kabiliyetini sınırlamış olsa da, yerine getirilmeyen vaatler halkın hayal kırıklığını daha da artırdı. Zira yetkililer, maaşlarda yüzde 400 artış ve elektrik kesintisi sorununa hızlı çözüm gibi önemli iyileştirmeler vaat etmişti. Ancak bu yüksek beklentiler karşılanmayınca genel hayal kırıklığı daha da arttı.

Memnuniyetsizlik piramidinin tepesinde, on binlerce kamu sektörü çalışanını etkileyen toplu işten çıkarmalar yer alıyor. Bazı işten çıkarmalar - kurumlardaki idari personelin yolsuzluğu, devamsızlık veya fazla personel bulunması gibi - gerekçelerle haklı görülebilirken, bu sorunun ölçeği ve yaşanma hızı, pek çok insanı alternatif bir iş veya mali yardımdan mahrum bıraktı. Öte yandan, kamu kurumlarındaki yeniden yapılandırma, temel bürokratik hizmetlerin askıya alınmasına yol açarak günlük yaşamı daha da zorlaştırdı. Geçici hükümet yakın zamanda işten çıkarılan bazı çalışanları yeniden işe alırken, bazı devlet kurumlarını da yeniden faaliyete geçirdi. Bu önlemler, vatandaşların kaygılarının etkili ve kapsamlı bir şekilde giderilmesinde henüz yetersiz kaldılar.

İlk kazanımlar mali çalkantılarla yok oldu

Esed'in devrilmesinden hemen sonra geçici hükümet, özellikle ticaret ve yakıt tedarikinde mütevazı ekonomik kazanımlar elde etti. Yetkililer, birçok ithalat kısıtlamasını hızla kaldırdı ve gümrük vergilerini düşürdü, bunun sonucunda daha uygun fiyatlarla daha fazla yabancı mal akışı sağlandı. Ülkeyi yıllardır etkisi altına alan yakıt sıkıntısı krizinde de, benzin ve dizel yakıtın daha bulunabilir hale gelmesiyle birlikte nispeten bir rahatlama görüldü. Akaryakıt fiyatları, daha önce uygulanan sübvansiyonlu fiyatlara göre yüksek seyretse de, uzun süredir akaryakıt arzının ana kaynağı olan karaborsa fiyatlarının önemli ölçüde altında kaldı.

Bu ilk iyileşmeler ve Suriye Lirası'nın dolara karşı geçici olarak değer kazanması, satın alma gücünün artmasına ve bir miktar temkinli ekonomik iyimserliğin oluşmasına katkıda bulundu.

Ancak bu kazanımlar kısa sürede kayboldu ve asıl sorun hükümetin döviz kurunu istikrara kavuşturamamasıydı, bu da birkaç gün içinde yüzde 30'un üzerine çıkan aşırı bir oynaklığa yol açtı. Döviz kurundaki dalgalanma piyasaları olumsuz etkileyerek yaygın bir belirsizlik ortamı yarattı.

Esed rejiminin devrilmesinin üzerinden 100 gün geçmesine rağmen Suriye hâlâ bir dönüm noktasında. Şara, ülkeyi istikrar ve refaha yönlendirmekte önemli bir rol oynuyor

Krizin temelinde, Merkez Bankası'nın uyguladığı kısıtlayıcı politikalarla daha da kötüleşen Suriye Lirası likiditesindeki ciddi sıkıntı yer alıyor. Bu kısıtlamalar işletmeler ve yardım kuruluşları için de geçerli olduğundan, bunların faaliyetleri ciddi şekilde aksadı. Maaş ödemelerinin gecikmesi ve toplu işten çıkarmaların yanı sıra, bu önlemler birçok Suriyeliyi tasarruflarını harcamak veya borç batağına düşmek zorunda bıraktı.

Uluslararası yaptırımlar gibi dış etkenlerin ve Esed rejiminden miras kalan mali çöküşün bunda önemli bir rolü bulunsa da, birçok Suriyeli, geçici hükümeti krizi etkili bir şekilde yönetememekten sorumlu tutuyor.

Artan şiddet ve istikrarsızlık

Güvenlik durumu da ekonomiden daha iyi değil. Suriye'deki güvenlik durumu başlangıçta istikrarlı görünse de, daha sonra önemli ölçüde kötüleşti. Başlangıçta yaygın huzursuzluğun önlenmesinde ordu ve güvenlik güçleri içindeki disiplinin önemi büyüktü. Ancak geçici hükümet güçlerine yönelik saldırılar arttı. Karşılıklı şiddet ve insan hakları ihlallerinin yanı sıra adam kaçırma ve soygun gibi suç faaliyetlerinde önemli bir artış olduğu bildiriliyor.

Bu zorluklar, eski rejimin güvenlik yapılarının toptan dağıtılması, geçici hükümetin, daha önce Esed'in kontrolü altında olan bölgelerde kontrolünü güçlendirememesi ve ekonomik sıkıntıların giderek artması da dahil olmak üzere çeşitli nedenlerden kaynaklanıyor. Eski rejim yetkililerinden anlamlı bir biçimde hesap sorulmaması ve adalet sürecinin gecikmesi durumu daha da kötüleştirdi. Bu da hukukun üstünlüğünü ve daha geniş anlamda istikrarı sağlama çabasını zayıflattı. Lazkiye'de son dönemde yaşanan ve koordineli saldırılarda 13'ten fazla güvenlik görevlisinin hayatını kaybettiği gerginlik, yeni yönetimin güvenlik alanında karşılaştığı en ciddi meydan okumayı temsil etti. Hükümet askeri isyanı hızla bastırsa da, insan hakları ihlallerini ele alma ve daha fazla huzursuzluğu önleme becerisi konusunda endişeler devam ediyor.

Esed rejiminin devrilmesinin üzerinden 100 gün geçmesine rağmen Suriye hâlâ bir dönüm noktasında. Şara ülkeyi istikrar ve refaha yönlendirmekte önemli bir rol oynuyor, ancak bunu başarabilmesi, vaatlerini kapsayıcı ve katılımcı bir şekilde yerine getirmesine bağlı. Bu vaatler yerine getirilmezse, ayrışmalar derinleşecek, gerginlikler tırmanacak ve Suriye belki de bir kez daha şiddetli karışıklıklarla karşı karşıya kalacaktır.

Ancak şunu da açıkça belirtmek gerekir ki, ne Şara ne de herhangi bir lider tek başına tüm bunları başaramaz. Suriye'ye iç içe geçmiş krizleri aşabilmesi için adil bir şans tanınmasında bölgesel ve uluslararası desteğin önemi büyüktür. Suriye'nin yeniden inşası için yaptırımların kaldırılması ve insani yardımlar dışında yardımların sunulması elzem olacaktır.

Kısacası, Suriye'nin geleceği belirsizdir ve şimdi yapılacak tercihler yalnızca Suriye'nin gidişatını değil, aynı zamanda daha geniş ölçüde bölgenin istikrarını da belirleyecektir.



Umman, Suudi Arabistan ve Azerbaycan’da yapılan görüşmeler, bölgeyle ilgili yeni formüller ve istikrar beklentileri

Fotoğraf: AFP
Fotoğraf: AFP
TT

Umman, Suudi Arabistan ve Azerbaycan’da yapılan görüşmeler, bölgeyle ilgili yeni formüller ve istikrar beklentileri

Fotoğraf: AFP
Fotoğraf: AFP

Elie el- Kasifi

Geçtiğimiz hafta bölgedeki gelişmelerle ilgili iki önemli görüşme gerçekleşti. Medyada geniş yer bulan ilk görüşme, İran'ın nükleer programını müzakere etmek üzere Umman'ın başkenti Maskat'ta ABD ve İran heyetleri arasında yapılan müzakere toplantısıydı. Medyanın ilgisini ilki kadar çekemeyen Fazla ikinci toplantı ise Türkiye ve İsrail heyetleri arasında ‘iki taraf arasında sürtüşmeyi önleyecek istikrarlı bir mekanizmaya’ ulaşmak ve Suriye'de iki taraf arasında ‘kırmızı çizgiler’ çizmek amacıyla Azerbaycan'da bir araya geldikleri görüşmeydi.

Bu iki görüşmeden önce, ABD Başkanı Donald Trump ve İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu arasında Beyaz Saray'da bir görüşme gerçekleşti. Bu görüşmeden çıkan ana sonuç, kendince bir ‘barış adamı’ olmaya çalışan ABD Başkanı'nın İran ile müzakere etmeye ve bir anlaşmaya varmaya kararlı olduğuydu. Trump ayrıca ‘barış yapma’ çabalarının, dostları Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ve Binyamin Netanyahu arasında gerginliğin yaşandığı Suriye'ye de uzanmasını istiyor.

Suudi Arabistan Enerji Bakanı Prens Abdulaziz bin Selman Al Suud pazar günü ABD'li mevkidaşı Chris Wright ile bir araya geldi. Suudi Bakan, ABD ile Suudi Arabistan'ın enerji ve sivil nükleer teknoloji alanlarında iş birliği için bir ön anlaşma imzalamaya yakın olduğunu açıkladı.

Bu açıklama, 2015 yılında eski ABD Başkanı Barack Obama yönetimi ile İran arasında imzalanan ve daha sonraki gelişmelerle meşrulaşan Suudi Arabistan ve diğer Arap ülkelerinin endişelerini arttıran nükleer anlaşmanın ardından bölgede hakim olan atmosferi hatırlattı. O dönemde Riyad'ın sivil bir nükleer program arayışında olduğuna dair söylentiler artmıştı.

Ancak bu açıklama, ABD Başkanı'nın ikinci dönemindeki ilk yurtdışı ziyareti olarak mayıs ayı ortalarında gerçekleştirmesi beklenen Riyad ziyaretinin arifesinde gelmesi ve bu ziyaretin ABD'nin Ortadoğu stratejisinin başlıklarını ortaya koyması açısından büyük önem taşıyor. Ancak burada ‘İsrail'in Filistin topraklarındaki ve bölgedeki saldırgan politikalarında ısrar etmesiyle giderek karmaşıklaşan bölgede Trump'ın ‘büyük bir pazarlık’ peşinde mi yoksa uzun vadeli çözümleri erteleyerek ya da umursamayarak, öngörülebilir gelecekte bölgenin özelliklerine dair esnek bir algı içerisinde ‘perakende anlaşmalar’ peşinde mi?’ diye sorulması gerekiyor.

Bu bağlamda, ABD Enerji Bakanı Wright’ın Riyad'dan yaptığı açıklamaya İsrail'in verdiği tepki dikkat çekiciydi. Muhalefet lideri Yair Lapid, Tel Aviv'in Washington'dan Suudi Arabistan topraklarında uranyum zenginleştirilmesine açık bir yasak getirmesini istemesi gerektiğini söyledi. Bu durum, Washington'ın İsrail'i bölgede kabul görmesi sürecini genişletme girişiminden, Gazze Şeridi'nde devam eden savaşın bu süreci engelleyen sonuçlarına ve İran'ın bölgesel nüfuzunun azalmasının ardından bölgedeki güç dengesine ilişkin yeni bir harita çizme girişimine kadar bölgedeki dosyaların birbiriyle bağlantılı olduğunu gösteriyor.

ABD'nin garantisi, Lübnan'da İsrail ve Suriye arasındaki çelişkileri yönetmek için yeterli olmasa da aralarındaki çatışmanın doğrudan savaş sınırlarına tırmanmasını önlemek için her zaman mevcuttu.

Açıklamanın en can alıcı noktası ise ABD yönetiminin İran'ın nükleer dosyasını ele alma planına atıfta bulunmasıdır. ABD'nin tutumundan Washington'ın İran'ın nükleer programını İsrail'in istediği gibi Libya tarzında tasfiye etmek istemediği, ancak İran'ın nükleer silaha sahip olmaması olduğu ve bunun Tahran tarafından da teyit edildiği sonucu çıkarılabilir. Diğer bir deyişle, Trump yönetimi İran'ın sivil amaçlı nükleer programının devam etmesini önemsemiyor. Bu durum daha çok İsrail'de bir endişe yaratıyor. Fakat daha da önemlisi, Bakan Wright'ın pazar günü Riyad'dan yaptığı açıklamada yer alan Amerikan algısına göre yeni bölgesel dengeleri anlamak için yeni bir bakış açısı yaratıyor.

Nihayetinde tüm bu toplantıların ortak paydası, bölgeyi kendi çıkarlarına uygun şekilde dizayn etmeye çalışan bir oyuncu olarak ABD’dir. Bu, ABD'nin sürekli değişime tabi olan eski bir çabası olsa da İsrail'in Gazze Şeridi'ne yönelik savaşı, tıpkı ABD'nin ‘Yeni Ortadoğu’ projesini hayata geçiren Irak işgali sonrasında olduğu gibi, bu çabayı yeniden alevlendirdi. Ancak bu süreç İran'ın Irak, Suriye, Lübnan ve Yemen olmak üzere dört Arap ülkesinin başkentini kontrol etmesiyle sona erdi.

drgty
Suriye'nin güney sınırı boyunca İsrail tarafından ilhak edilen Golan Tepeleri'ndeki bir bölgede bir Merkava savaş tankını inceleyen bir İsrail askeri, 25 Mart 2025 (AFP)

Buradaki akıllara ‘eğer bölge şu anda ters bir yörüngeye girmişse, yani İran'ın bölgedeki nüfuzunun azaldığı bir yörüngeye girmişse, Tahran'ın bıraktığı boşluğu kim, nasıl dolduracak?’ sorusu geliyor.

İsrail ve Türkiye'nin Suriye'de karşı karşıya gelmesi, bu boşluğu doldurma mücadelesinde önemli bir kısmı oluştursa da bu çatışma, İran ve İsrail arasında Suriye topraklarında on yıldan fazla bir süredir tanık olunan çatışmadan farklı olacak gibi görünüyor. Buradaki en belirgin fark ise Washington'ın Tel Aviv ve Ankara arasında arabulucu rolü oynayarak, Suriye'de her iki taraf için de kırmızı çizgiler konusunda bir anlaşmaya varmaya çalışmasıdır. Bu anlaşma, 1976 yılında Suriye ordusunun Lübnan'a girmesinin önünü açan ve ABD himayesinde Lübnan'da İsrail ile Suriye arasında imzalanan kırmızı çizgiler anlaşmasını anımsatıyor.

Ancak 1976-1982 yılları arasında Lübnan'da olduğu gibi, Amerikan garantisi Lübnan topraklarında İsrail ve Suriye arasındaki çelişkileri yönetmek için yeterli olmadı. Ancak ikisinin de istemediği doğrudan bir savaşı önlemek için her zaman hazır bulundu. Aynı senaryonun Suriye’de de tekrarlanması ve Washington'ın Suriye topraklarında Tel Aviv ve Ankara arasındaki tüm çelişkileri yönetemese de aralarındaki çatışmanın iki tarafın da istemediği doğrudan bir askeri çatışmaya dönüşmesini engellemek için müdahale edebilmesi ihtimali de söz konusu.

İsrail'in Suriye ve Lübnan'daki saldırganlığı, güvenliğini sağlama iddialarının ötesine geçerek bölgedeki uzun vadeli hedeflerini gerçekleştirmeye, öncelikle de kendi çıkar haritasına uymayan yeni bölgesel nüfuz haritalarının çizilmesini engellemeye yönelik bir saldırganlıktır.

Ancak İsrail'in Suriye'ye müdahalesi, Tel Aviv'in Suriye topraklarındaki ısrarlı saldırganlığını meşrulaştırmak için öne sürdüğü ve İsrail içinde bazı çevrelerin sorgulamaya başladığı başlıklarla hiçbir ilgisi olmayan başka bir başlığa atıfta bulunuyor. İsrail'in Suriye'deki ‘korkularının’ ne askeri açıdan ne de Suriye'deki yeni rejimin öncelikleri açısından sağlam bir gerekçesi var. Bu öncelikler temelde ekonomik ve sosyal meseleler ve bunların şiddetlenmesini sınırlandırmak için Arap dünyasından ve uluslararası toplumdan en geniş desteği alabilmekle ilgili.

Şarku’l Avsat’ın Al Majalla’dan aktardığı analize göre Lübnan ile sınırdaki beş noktada askerlerini konuşlandıran ve hava saldırılarına devam eden İsrail, 27 Kasım'dan bu yana Lübnan’a karşı gerçekleştirdiği bombardımanlarda 14 kadın ve 9 çocuğun ölümüne neden olurken kendisine karşı askeri eylem planladıklarını doğrulayacak hiçbir delil olmamasına rağmen Hizbullah kadrolarına düzenlediği suikastlarla ateşkes anlaşmasını ihlal etmeye devam ediyor. Tüm bunların İsrail'in ‘güvenlik kaygıları’ ile de ilgisi yok. Çünkü kendi lehine olan ateşkes anlaşmasının bu ‘endişeleri’ ortadan kaldırması gerekirdi. Ancak İsrail, bölgesel konumunu güçlendirmek ve bölgenin yeni hatlarını etkilemek için mümkün olduğunca çok kart toplamaya çalışıyor.

fgrtyu
Lübnan'ın güneyindeki sınır kasabası Ayterun’da İsrail’in bombardımanında yıkılan binaların önünden geçiyor Şii bir din adamı (AFP)

Sonuç olarak, İsrail'in Gazze Şeridi'ne yönelik savaşı, ilk haftalarından bu yana, 7 Ekim 2023'teki Hamas’ın Aksa Tufanı Operasyonu’na verilen tepkinin ötesine geçerek İsrail'in Filistin toprakları üzerindeki uzun vadeli hedeflerine ulaşmak için bir araca dönüştü. Bu hedeflerin başında, yaşanılabilir bir Filistin devletinin kurulması için her türlü coğrafi, sosyal ve siyasi zeminin baltalanması geliyor.

Bu durum, Suriye'deki değişimin varlıklarını kanıtlamalarının ve bölgesel nüfuzlarını güçlendirmelerinin yolunu açtığı yükselen bölgesel güçler ile bölgede kendi entegrasyonu pahasına da olsa bölgesel istikrarsızlaştırma kartını oynayan İsrail arasında büyük çelişkiler yarattı. Başka bir deyişle, İsrail'in Filistin toprakları ve ötesiyle ilgili mevcut stratejisi, Tel Aviv'in normalleşme ve barış yollarına, bu yolların Filistin topraklarındaki politikalarıyla çelişmesi halinde bağlı kalmayacağını teyit ediyor. Bu saldırgan politikalar, mevcut sağcı hükümet koalisyonunun devamı için bir gereklilik haline gelmiştir.

İran’ın ve bölgedeki vekillerinin teslim olması o kadar da ‘mantıklı’ görünmüyor. Zira İran'ın kendi sınırları içine dönmeye ve yayılmacı projesinden ve vekillerinden tamamen vazgeçmeye hazır olduğu teorisine güvenmek zor.

Dolayısıyla, İsrail bölgesel bir mesele olarak İran’ın bölgedeki nüfuzunu zayıflattıysa, kendisi de giderek daha belirgin ve kötüleşen bir bölgesel mesele haline geldi. Sanki İran meselesi bir süreliğine İsrail meselesini gölgede bırakmış gibi, bu da bölgedeki İran-İsrail çatışmasının karmaşık dinamiğini yansıtıyor. Bu bağlamda tanık olunan tüm korkunç suçlar ve zulümlerle birlikte Gazze Şeridi'ndeki savaşın, İsrail'in Filistinliler ve bölge halklarıyla kolayca uzlaşma yolunu izleyebileceğini hayal etmek oldukça güç. Bu da bölgesel istikrar beklentilerini değerlendirmede kilit bir faktör olarak karşımıza çıkıyor.

İran'ın Trump’ın ‘önerisini’ kabul etmesinin temel faktörü olan içinde bulunduğu boğucu ekonomik kriz nedeniyle rejimine karşı risk haline gelen içerideki tehlikeler kötüleştiğinden kendi sınırlarına dönmeye ve yayılmacı projesinden tamamen vazgeçmeye hazır olduğu teorisine güvenmenin de zor olduğu bir gerçek. Fakat bu, Tahran'ın bölgedeki uyuyan hücrelerini yeniden harekete geçirmek için gelecekte fırsat kollamayacağı anlamına gelmiyor.