İsrail'in kapıdaki tehdidi: Suriye'yi parçalamak ya da bölmek

İsrail Suriye'de kalıcı olmaya hazır

İsrail'in ilhak ettiği Golan Tepeleri'nde Suriye'nin güneyine bakan bir gözlem noktasında duran bir İsrail askeri, 25 Mart 2025 (AFP)
İsrail'in ilhak ettiği Golan Tepeleri'nde Suriye'nin güneyine bakan bir gözlem noktasında duran bir İsrail askeri, 25 Mart 2025 (AFP)
TT

İsrail'in kapıdaki tehdidi: Suriye'yi parçalamak ya da bölmek

İsrail'in ilhak ettiği Golan Tepeleri'nde Suriye'nin güneyine bakan bir gözlem noktasında duran bir İsrail askeri, 25 Mart 2025 (AFP)
İsrail'in ilhak ettiği Golan Tepeleri'nde Suriye'nin güneyine bakan bir gözlem noktasında duran bir İsrail askeri, 25 Mart 2025 (AFP)

Macid Kayali

İsrail son zamanlarda Suriye'ye yönelik tehditlerini arttırdı, egemenliğini ihlal etti ve topraklarına saldırdı. Hatta İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu yaptığı açıklamalarda defalarca kez Suriye'deki azınlıkları korumaya hazır olduğunu ima etti. Ayrıca İsrail'in güvenliğini sağlamak için Suriye'nin güney illerinin (Suveyda, Dera ve Kuneytra) Suriye ordusunun askeri varlığından silahtan arındırılmasını istedi.

Ayrıca İsrail Savunma Bakanı Yisrael Katz, işgal altındaki Hermon Dağı'na 13 Mart’ta yaptığı bir ziyaret sırasında “Her sabah Şam'daki başkanlık sarayında gözlerini açtığında İsrail ordusunun Hermon Dağı'nın tepesinden ve Suriye'nin güneyindeki tampon bölgeden kendisini izlediğini görecek” diyerek Suriye Cumhurbaşkanı Ahmed eş-Şara’yı açıkça tehdit etti. Katz, İsrail'in Suriye'de kalmaya hazır olduğunu vurguladı.

Aslında 58 yıldır Golan Tepeleri'ni işgal eden İsrail'in Suriye’ye yönelik tehditleri ve saldırıları yeni sayılmaz. Çünkü özellikle 2012 yılından bu yana bu tehditleri ve araştırma merkezlerine, havaalanlarına, Lübnan'a (Hizbullah’a) giden silah konvoylarına, silah depolarına ve İran Devrim Muhafızları Ordusu (DMO) güçlerinin ya da ona bağlı milislerin bulunduğu askeri üslere saldırıları devam ediyor.

Ancak belki de en sert ve etkili darbeler Beşşar Esed rejiminin düşmesinden sonrakilerdi. İsrail, yeni rejimin eline geçme riskini ortadan kaldırmak iddiasıyla Suriye ordusuna ait askeri üslere ve silah depolarına yoğun saldırılar düzenledi. Bunun ardından sınırdaki tampon bölgeye girmeye ve burada yeni askeri karakollar kurmaya başladı. Mesele daha sonra, Suriye’nin güney illerinde ağır silahlara sahip herhangi bir askeri gücün bulunmasını engelleyen yeni bir gerçekliği dayatma noktasına geldi. İsrail’in aynısını Lübnan'da yaptığı biliniyor.

İsrail'in hedefleri

İsrail, Aksa Tufanı Operasyonu’nda aldığı darbenin ardından ordusunu ve kendisini yeniden Ortadoğu'nun en güçlü askeri gücü olarak göstermeyi amaçlarken, Suriye ve Lübnan'daki toplumsal sorunlardan veya çatlaklardan faydalanarak ve bunlara oynayarak mezhepsel ve etnik kimliklerini merkeze alan gruplardan oluşan kendi suretinde bir Levant (Maşrık) bölgesi yaratmaya dayalı eski bir stratejiyi bir strateji dayatmaya ve böylece kendisini Arap ülkelerinden oluşan çevresiyle normalleştirmemesi, aksine bu çevresini kendisiyle birlikte normalleştirmesi ya da kendi özgüllüğünü çevresine genelleştirmesi anlamında bölgede bir Yahudi devleti olarak dışlanmasına son vermeye çalışıyor.

Ancak sorun İsrail’in Suriye'deki yeni yönetimin yarattığı iddia edilen tehlikeleri abartmak da dahil olmak üzere birçok yalanı ve iddiayı öne sürerek bu saldırgan politikasını örtbas etmeye çalışması. Oysa Suriye’nin yeni yönetiminin yetkilileri, başlıca görevlerinin ülkeyi yeniden inşa etmek olduğunu, özellikle de Suriye'nin askeri yeteneklerinin çoğunun eski olduğu ve bunların çoğunun kısa bir süre önce İsrail tarafından imha edildiği düşünüldüğünde herhangi bir tarafla savaşmak olmadığını ve Suriye'deki ekonomik ve yaşam koşullarının savaşa tahammülü kalmadığını açıkça beyan ediyorlar.

İsrail, Dürzi nüfusun yoğun olduğu bölgeyi ve sakinlerinin güvenliğini kendi sorumluluğunda görüyor ve Suveyda'daki Dürzilerin İsrail’de çalışmasına izin vermeyi düşünüyor.

Şarku’l Avsat’ın Majalla’dan aktardığı analize göre İsrail bir yandan Suriye ve Lübnan'a yönelik saldırılarını ve bu ülkelerin topraklarına girmesini haklı göstermek ve örtbas etmek için yalanlar yaymaya çalışırken diğer yandan Şam'daki yeni hükümeti Hamas ve İslami Cihad gibi Filistinli silahlı gruplarla ilişkilendirmeye ve Türkiye'nin Suriye üzerindeki kontrolünden duyduğu korkuyu dile getirmeye gayret ediyor. Bu da Suriye Demokratik Güçleri’ni (SDG) (ya da Kürtlerin Suriye’nin kuzeydoğusunda kontrol ettiği bölgeyi) koruma bahanesiyle ABD'nin Fırat'ın doğusunda kalması ve Alevi toplumunu koruma bahanesiyle Rusya'nın Suriye kıyılarındaki askeri varlığı için yaptığı çağrının nedenini açıklıyor.

Tüm bunlar, hem İsrail'in Suriye’deki Dürzileri koruma bahanesiyle ülkenin güneyindeki askeri ve muhtemelen askeri olmayan varlığını meşrulaştırmaya hem de Suriye'yi zayıflatma ve bölme stratejisine hizmet eden girişimler. Suriye veya Lübnan'da önemli ya da geniş bir kesimi temsil etmeyen birkaç kişi dışında hiç kimse ya da hiçbir akım İsrail'i bunu yapmaya çağırmış değil.

İsrail şarlatanlığı

İsrail şarlatanlığının örneklerinden biri Ron Ben-Yishai tarafından yazılan rapordaki yalandır. Raporda Suriye'de yönetimi ele geçiren ‘cihatçıların’ ılımlı ve istikrarlı bir imaj pazarlamaya ve Suriye'yi Osmanlı İmparatorluğu'nun bir parçası haline getirmeye çalıştıkları, bir tehdit olarak Hamas ve İslami Cihad hareketleri ile Suriye'den Golan Tepeleri'ndeki İsrail sınır kasabalarına karşı saldırı niyetinde oldukları ve üçüncü bir kaynağın da Suriye'nin güneyindeki Sünni nüfus olduğu, birçoğunun DEAŞ’tan etkilendiği öne sürülüyor. Raporda, “İsrail ne Türkiye’nin Golan Tepeleri sınırında bir varlığı olsun istiyor ne de cihatçılardan bir karışımı burada görmek istiyor” ifadeleri yer aldı. Ben-Yishai'ye göre bu durum karşısında İsrail, ABD Başkanı Donald Trump'ın adamlarını Amerikan askerlerini Suriye'de tutmaya ikna etmeye çalışıyor. Böylece Türklerin ve Alevi nüfusun yoğun olduğu Lazkiye'nin güneyindeki askeri üslerini ve Tartus Limanı’nı elinde tutmak isteyen Rusların eline düşmeyecek. İsrail’in ‘bu tehditler’ karşısında Şam'ın güneyindeki sınırına yakın bölgede üç alan ya da coğrafi bölümden oluşan bir savunma sistemi yaratarak yeni bir gerçeklik tasarlamayı planladığını belirten Ben-Yishai, İsrail'e en yakın olan bölümün 1974'te İsrail ile Suriye arasında imzalanan Kuvvetlerin Ayrıştırılması Anlaşması uyarınca belirlenen ayrıştırma bölgesi olduğuna işaret etti. Ben-Yishai’nin raporuna göre ayrıştırma bölgesinin dışında, birçok Suriye köyünü içeren ve İsrail ordusunun buralarda silahlanmayı önlemek için karadan girdiği bir koruma bölgesi (tampon bölgeler) bulunuyor. Burası uzun mesafeli gözetlemeye ve ateş açmaya izin veren bir bölge. Koruma bölgesinin ötesinde Şam-Suveyda otoyolu bitişiğinde ‘nüfuz bölgesi’ yer alıyor. Toplamda 65 kilometre genişliğinde olan bu bölgede Dürziler ile İsrail'le ilişkilerden endişe duyan Sünni Araplar bir arada yaşıyor. İsrail kendini Dürzileri yaşadığı bölgenin ve Dürzi nüfusunun güvenliğinden sorumlu görüyor. İsrail, Suveyda'daki Dürzilerin İsrail’de çalışmasına izin vermeyi düşünüyor. (Yediot gazetesi - 11 Mart 2025)

Toprağı ve halkı bölmek

Bu yüzden İsrail, çift yönde çalışmayı planlıyor. Bunlardan birincisi, Suriye topraklarının derinliklerinde, Dera, Suveyda ve Kuneytra illerini kapsayacak şekilde Şam’ın sınırlarına kadar, askerden ve silahlardan arındırılmış stratejik bir güvenli bölge oluşturmak.

Avi Ashkenazi, “İsrail Ortadoğu'da oyunun kurallarını değiştiriyor” başlıklı makalesinde şunları söylüyor:

“İsrail, eylemleriyle Suriye toprakları içindeki sınırda, Suriye rejiminin, milislerin ve başta Hamas ve Hizbullah olmak üzere terör örgütlerinin silahlarından arındırılmış 80 kilometrekarelik bir bölge tanımladı.” (Maariv gazetesi - 13 Mart 2025)

İkincisi ise Suriye'nin topraklarını ve halkını doğrudan ya da dolaylı olarak güneyde Dürzileri koruma bahanesiyle İsrail, batıda sahilde Alevileri koruma bahanesiyle Rusya, Fırat'ın doğusunda Kürtleri koruma bahanesiyle ABD ve kuzeyde ve orta şehirlerde yeni hükümetin müttefiki olarak Türkiye olacak şekilde dört uluslararası ve bölgesel gücün hegemonyası altında bölme girişimine dayanıyor. Suriyeli mezhepsel ya da etnik tarafların hiçbiri bu iddiayı desteklemediği gibi, Suriye'nin toprak bütünlüğünden vazgeçme, Suriye vatandaşlığını reddetme ya da İsrail'in istediklerini tercih etme eğilimine de sahip değiller.

fvgthy
Golan Tepeleri'nde BM gözetimindeki tampon bölgede yer alan Suriye'nin el-Baas beldesinde mevzilenen bir İsrail tankı, 20 Aralık 2024 (AFP)

Suriye’nin önünde siyasi, güvenlik, ekonomik ve sosyal pek çok önemli zorluk bulunuyor. Ancak tüm bu zorluklar, ne kadar önemli olsalar da yeni hükümetin devleti yeniden tesis etme becerisine bağlı kalıyor. Birkaç gün önce Şam'daki yeni hükümet ile Cumhurbaşkanı Ahmed eş-Şara ve SDG lideri Mazlum Abdi arasında imzalanan anlaşma bunun bir kanıtı. Böyle bir anlaşma, Dürzilerin ruhani, askeri ve sivil taraflarıyla da imzalanabilir. Ayrıca yeni hükümet, mağdurlardan özür dilemek, bir hakikat ve hesap verebilirlik komisyonu kurmak ve sivil barışı teşvik etmek için başka bir komisyon kurmak da dahil olmak üzere, meydana gelen ihlallerin bir sonucu olarak Suriye’nin kıyı illerindeki boşluğu doldurmaya ve açılan büyük yaraları sarmaya çalışıyor. Aynı bağlamda, Suriye'deki yeni hükümeti meşrulaştırmak ve Suriye'nin birliğini ve toprakları üzerindeki egemenliğini teyit etmek de dahil olmak üzere her alanda desteklemek için Arap dünyası, bölge ülkeleri ve uluslararası taraflar arasında bir tür uzlaşıdan söz edilebilir. Suriye Cumhurbaşkanı Şara’nın da katıldığı 27 Şubat’ta Mısır’ın başkenti Kahire’de düzenlenen Suriye konulu Olağanüstü Arap Birliği Zirvesine katılması ve Ürdün, Irak, Lübnan, Türkiye ve Suriye'nin dışişleri ve savunma bakanları ile istihbarat şeflerinin 12 Mart’ta Ürdün’ün başkenti Amman’da gerçekleştirdikleri toplantı bunun birer örneğidir. Geçtiğimiz günlerde ABD ve Rusya'nın ortak daveti üzerine toplanan Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi (BMGK) bu gelişmeleri bir adım öteye taşıyarak tüm taraflara Suriye'nin istikrarsızlaşmasına yol açabilecek her türlü eylemden kaçınmaları çağrısında bulundu. SDG ile varılan anlaşma ABD ve Türkiye'nin desteği ve rızası olmadan mümkün olamazdı.

Suriye fırtınanın ortasında

Pratikte, sadece İsrail'in Suriye'deki planları lehine büyük adımlar atmamasına ya da şu veya bu grupla uzlaşı anlaşmaları imzalamasına yahut Suriye'nin toprak bütünlüğünü istemesine güvenmek yeterli olmaz. Tüm bunların yanında toplumu güçlendirmek, birliğini pekiştirmek ve hiçbir ayrım gözetmeksizin devlete, hukuka ve ülkeye karşı bir halk olarak kendini gerçekleştirmek de gerekir. Bu, devlet için diğer tüm silahlardan daha güçlü, daha sağlam ve daha önemli bir silahtır. Son üç ayın ciddi bir şekilde eleştirel olarak değerlendirmesi gerekiyor.

Yukarıda anlatılanlardan Suriye'nin siyasi, güvenlik, ekonomik ve sosyal pek çok acil sorunla karşı karşıya olduğu aşikar. Ancak tüm bu sorunlar, önemli olmalarına rağmen, yeni hükümetin devleti bir kurumlar, hukuk ve vatandaşlar devleti olarak yeniden tesis etme ve Suriyelilerin kendilerini özgür, bağımsız ve eşit vatandaşlardan oluşan bir halk olarak görmelerini sağlayabilmesiyle ilişkili. Bu yeni Suriye'nin inşasının ön koşulu olduğu gibi, İsrail'e karşılık vermenin ve Suriye'yi parçalama, bölme ya da zayıflatma çabalarını engellemenin de ön koşulu olmanın yanı sıra yeni Suriye yönetiminin farkındalığının merkezinde yer almalı.



Suudi Arabistan Savunma Bakanı Prens Halid bin Selman, Hamaney'e Kral Selman bin Abdülaziz'in yazılı mesajını iletti

TT

Suudi Arabistan Savunma Bakanı Prens Halid bin Selman, Hamaney'e Kral Selman bin Abdülaziz'in yazılı mesajını iletti

Suudi Arabistan Savunma Bakanı Prens Halid bin Selman, Hamaney'e Kral Selman bin Abdülaziz'in yazılı mesajını iletti

Suudi Arabistan Savunma Bakanı Prens Halid bin Selman, İran'a gerçekleştirdiği resmi ziyaret kapsamında Perşembe günü Tahran'da İran Lideri Ali Hamaney ve Cumhurbaşkanı Mesud Pezeşkiyan ile bir araya geldi.

Suudi yönetiminin direktifleri doğrultusunda Hamaney ile görüştüğünü ve kendisine İki Kutsal Caminin Hamisi Kral Selman bin Abdülaziz'in yazılı mesajını ilettiğini belirten Suudi Savunma Bakanı, “X” platformundaki hesabından yaptığı paylaşımda liderle ortak ilgi alanlarına giren konuları ele aldıklarını ve iki ülke arasındaki ikili ilişkileri gözden geçirdiklerini ifade etti.

İran'ın Tasnim haber ajansı Hamaney'in görüşme sırasında “Suudi Arabistan ile ilişkilerimiz her iki ülke için de faydalı ve birbirimizi tamamlayabiliriz” dediğini aktardı.

Ajans, Hamaney ile yapılan görüşmeye İranGenelkurmay Başkanı General Muhammed Bakıri'nin de katıldığını belirtti.

Dün Tahran'da General Bakıri ile bir araya gelen Prens Halid bin Selman, İran haber ajanslarının aktardığına göre Pekin Anlaşması'nın imzalanmasından bu yana Suudi Arabistan'la ilişkilerin giderek güçlendiğini ve geliştiğini söyledi. Bakıri, Tahran ve Riyad'ın bölgesel güvenliğin sağlanmasında önemli bir rol oynayabileceğini belirterek ülkesinin Suudi Arabistan'la savunma ilişkilerini geliştirmeye hazır olduğunu ifade etti. Tasnim'e göre İran, Suudi Arabistan'ın Gazze ve Filistin konusundaki tutumunu memnuniyetle karşılıyor.

sdfgrthyu
Prens Halid bin Selman Perşembe günü İran Genelkurmay Başkanı Muhammed Bakıri ile görüşmek üzere Tahran'a vardığında İran tarafından resmi törenle karşılandı (AP)

Ziyareti değerlendiren siyasi çevrelere göre Suudi bakanın ziyareti her iki ülkeyi de ilgilendiren bölgesel ve uluslararası gelişmelerin yaşandığı bir döneme denk geliyor.

Savunma Bakanlığı'ndan yapılan açıklamada Prens Halid bin Selman'ın resmi bir ziyaret için geldiği ve bu ziyaret sırasında iki ülke arasındaki ikili ilişkiler ve ortak ilgi alanlarına giren konuların ele alınacağı bir dizi görüşme gerçekleştireceği belirtildi.

Suudi siyasi analist Abdüllatif el-Melhem, Suudi Savunma Bakanının İran ziyaretinin, Suudi yönetiminin Pekin anlaşmasına bağlılık çerçevesinde iki ülke arasındaki ilişkileri güçlendirme ve geliştirme, ortak çıkarlarını gerçekleştirmek ve iki ülke arasındaki ikili ilişkilerin pekiştirilmesine katkıda bulunmak amacıyla Riyad ve Tahran arasındaki koordinasyon ve işbirliği düzeyini yükseltme isteğini yansıttığını düşünüyor.

sxcdfrgt
Prens Halid bin Salman dün (Perşembe) Tahran'da İran Cumhurbaşkanı ile bir araya geldi. (EPA)

Suudi liderliğinin bölgede barış ve refahı sağlamayı ve bölgeyi çatışmalar aşamasından istikrar ve güvenlik aşamasına taşımayı ve bölge halklarının daha iyi bir refah, zenginlik ve ekonomik entegrasyon geleceğine yönelik özlemlerini gerçekleştirmeye odaklanmayı amaçladığını belirten Melhem, Suudi Arabistan ile İran arasındaki ikili ilişkilerin geliştirilmesinin, Suudi Veliaht Prensi'nin “bölgede barış, güvenlik, istikrar ve refahı sağlama ve halklarının özlemlerini karşılama” çabalarının meyvelerinden biri olduğunu kaydetti. Melhem, ziyaretin Suudi Arabistan ile İran arasındaki ikili ilişkileri güçlendirmeye yönelik devam eden diplomatik çabaların bir parçası olduğunu belirtti.

Bir dizi toplantı

Ziyaret, İran Cumhurbaşkanı Mesud Pezeşkiyan'ın Suudi Arabistan Veliaht Prensi ve Başbakanı Prens Muhammed bin Selman ile bölgedeki gelişmeleri ele aldıkları ve ortak ilgi alanlarına giren bir dizi konuyu gözden geçirdikleri bir telefon görüşmesi gerçekleştirmesinin üzerinden iki haftadan kısa bir süre geçmesinin yanı sıra Suudi Dışişleri Bakanı'nın Pazartesi günü İranlı mevkidaşıyla yaptığı telefon görüşmesinde bölgedeki gelişmeleri ve sarf edilen çabaları gözden geçirdikleri ikili istişarelerin ardından gerçekleşti.

dfgthy
Suudi Veliaht Prens Muhammed bin Selman ile İran Cumhurbaşkanı Birinci Yardımcısı Muhammed Rıza Aref arasında Kasım 2024'te düzenlenecek Arap-İslam Zirvesi çerçevesinde gerçekleşen görüşme (SPA)

Suudi Savunma Bakanı'nın Tahran ziyaretinde bölgedeki son gelişmelerin ele alınması ve bölgesel ve uluslararası gelişmelerle ilgili görüş alışverişinde bulunulması bekleniyor. Resmi haber ajansı IRNA'ya göre ziyaret öncesinde, geçtiğimiz Cumartesi günü Umman'ın başkenti Muskat'ta gerçekleştirilen ABD-İran görüşmelerinin ilk turu ve 48 saat önce yine Cumartesi günü Muskat'ta yapılacak bir sonraki turun yanı sıra Suudi ve ABD taraflarının geçtiğimiz hafta beş istasyonda gerçekleştirdikleri bir dizi siyasi ve güvenlik istişaresi gibi bir dizi gelişme yaşandı.

Ziyaret, merhum Prens Sultan bin Abdülaziz'in Mayıs 1999 başında Tahran'a yaptığı ve dört gün süren ve üst düzey İranlı yetkililerle bir araya geldiği ilk ziyaretin ardından, 1979'dan bu yana bir Suudi savunma bakanının İran'a yaptığı ikinci ziyaret olması bakımından tarihi bir önem taşıyor.

Suudi Savunma Bakanı, “Pekin Anlaşması” ve 10 Mart'ta iki ülke arasındaki tarihi uzlaşı ve ilişkilerin Çin himayesinde yeniden başlatılmasının duyurulmasının ardından İran'ı ziyaret eden en önemli Suudi yetkililerden biri.

dfgt
Prens Halid bin Selman Perşembe günü Tahran'da General Bakıri ile bir araya geldi (AP)

Suudi Dışişleri Bakanı Prens Faysal bin Ferhan, Tahran'a ilk ziyaretini Haziran 2023'te gerçekleştirmiş ve bu ziyaret sırasında iki ülke arasındaki ilişkilerin normal olduğunu ve iki ülkenin İslami kardeşlik ve iyi komşuluk bağlarıyla birleşmiş, bölgenin önemli ülkeleri olduğunu vurgulayarak bağımsızlık ve egemenliğe tam ve karşılıklı saygı, içişlerine karışmama, uluslararası hukuk ilkeleri, Birleşmiş Milletler Şartı ve İslam İşbirliği Teşkilatı gibi açık bir temele dayandığını belirtmiştir.

Eski Dışişleri Bakanı Hüseyin Emir Abdullahiyan, dönemin Dışişleri Bakanı adayı Ali Bakıri Kani ve şimdiki Dışişleri Bakanı Abbas Arakçi'nin yanı sıra Kasım 2023'teki Ortak Arap-İslam Zirvesi'ne katılmak üzere eski İran Cumhurbaşkanı İbrahim Reisi ve 2024 Ortak Arap-İslam Takip Zirvesi'ne katılmak üzere Cumhurbaşkanı Birinci Yardımcısı Muhammed Rıza Aref de dâhil olmak üzere bir dizi İranlı yetkili Pekin Anlaşması'nın ardından Suudi Arabistan'a benzer ziyaretlerde bulundu.

“Pekin Anlaşması” Taahhütleri

Pekin Anlaşmasını takip etmek üzere kurulan Suudi-Çin-İran Üçlü Ortak Komitesi, ilki Aralık 2023'te Çin'in başkenti Pekin'de, diğeri ise Kasım 2024'te Riyad'da olmak üzere iki toplantı gerçekleştirmiş ve bu toplantılarda iki ülke Pekin Anlaşmasını tüm maddeleriyle uygulama kararlılıklarını ve Birleşmiş Milletler Şartı, İİT Şartı ve devletlerin egemenliği, bağımsızlığı ve güvenliğine saygı da dâhil olmak üzere uluslararası hukuka bağlılık yoluyla ülkeleri arasında iyi komşuluk ilişkilerini teşvik etme çabalarını sürdürdüklerini vurgularken, Çin de Suudi Arabistan ve İran'ın Pekin Anlaşmasını geliştirme yönünde attıkları adımları desteklemeye ve teşvik etmeye devam etmeye hazır olduğunu açıklamıştır.

İran Dışişleri Bakan Yardımcısı Mecid Taht Revançi Şarku'l Avsat'a verdiği demeçte İran ve Suudi Arabistan'ın büyüyen ve istikrarlı bir bölgede barış ve huzuru tesis etme niyetinde olduğunu, bunun da “mevcut tehditlerin üstesinden gelmeyi amaçlayan ikili ve bölgesel işbirliğinin sürdürülmesini ve geliştirilmesini” gerektirdiğini belirterek “İran-Suudi eylemlerinin kalkınma, barış, bölgesel ve uluslararası güvenlik çerçevesinde başarılı bir uluslararası ikili ve çok taraflı işbirliği modelini taçlandırdığını” ve iki tarafın tarihi bağlara dayanarak çeşitli siyasi, güvenlik, ekonomik, ticari ve konsolosluk alanlarında işbirliğini geliştirmeye devam ettiğini söyledi.