İsrail'de generallerin savaşı şiddetleniyorhttps://turkish.aawsat.com/d%C3%BCnya/5129675-i%CC%87srailde-generallerin-sava%C5%9F%C4%B1-%C5%9Fiddetleniyor
27 Mart 2025 tarihinde Tel Aviv'de Şin-Bet Başkanı ve hükümetin yargı danışmanının görevden alınmasına karşı düzenlenen protesto gösterilerinden (AFP)
İsrail Yüksek Mahkemesi, Başbakan Binyamin Netanyahu'nun iç istihbarat servisi Şin-Bet Başkanı Ronen Bar'ı görevden alma hamlesini salı günü karara bağlamaya hazırlanırken, Bar'ın aşırı ve gereksiz savaşlarla mücadele etmekle suçladığı hükümetin politikaları üzerine bir generaller savaşı yaşanıyor. Emekli bir general Netanyahu’yu dar kişisel çıkarları için orduyu ve güvenlik birimlerini kullanmakla suçladı.
Emekli General Yisrael Ziv, dün Kanal 12’nin internet sitesinde yayınlanan bir makalesinde şunları söyledi: “Gazze Şeridi'ne yönelik savaş, başlangıçta İsrail tarihinin en gerekli savaşıydı. Ancak İsrail'e dayatılan ve faydasız bir siyasi savaşa dönüştü. Adil bir savaştı ama bir aldatma savaşına evrildi.”
Suriye'ye yönelik savaşı da eleştiren Ziv, bu savaşın Lübnan'da Hizbullah tarzı bir direnişin kurulmasına yol açabileceği uyarısında bulundu.
Şin-Bet Başkanı Bar, Yüksek Mahkeme'ye yazdığı mektupta Netanyahu'nun kendisini yolsuzluk suçlamasıyla yargılayan mahkemeye güvenlik durumunun başbakanın yargılanmasına izin vermediğini belirten bir rapor yazma talebini ve İsrail'de Katargate olarak bilinen skandalla ilgili soruşturmaların durdurulması talebini reddettiği için görevden almaya karar verdiğini belirtti.
Bar, mahkemeden ‘Netanyahu'nun davranışlarının İsrail'in güvenliğine yönelik tehlikesini ve yasalarının ihlalini’ gösteren gerçekleri anlatacağı gizli bir oturum düzenlemesini istedi.
İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu, 18 Nisan 2024 tarihinde Tel Aviv'de Şin-Bet Başkanı Ronen Bar ile bir araya geldi. (DPA)
Ziv makalesinde, “Yeni Genelkurmay Başkanı Eyal Zamir, Netanyahu'nun bitmek bilmeyen savaşında ‘kullanılabilir bir genelkurmay başkanı’ olacağını ve sadece askeri operasyonla vatandaşlarını ve askerlerini eve getirme şansının zayıf olduğunu anlamaya başlamış olabilir” dedi.
Ziv, esirlerin iadesinin ‘Netanyahu'nun savaşı durdurma kararı almasını gerektirdiğini ve savaşı sürdürmek istediği sürece kaçırılanların serbest bırakılmasına yönelik bir anlaşmanın başarısız olacağını’ vurguladı.
Ziv sözlerini şöyle sürdürdü: “Ronen Bar'ın görevden alınmasının ardından Zamir, Genelkurmay Başkanı olarak sis perdesini aralamak ve yedek askerlere, yaslı ailelere ve tüm kamuoyuna savaşın sürdürülmesinin amacı hakkında cevap vermek zorunda kalacak. Bunu açıkladığında Netanyahu onun yanında olmayacak, büyük olasılıkla meslektaşlarını (Bar, eski Genelkurmay Başkanı Herzi Halevi ve diğer üst düzey subaylar) suçladığı gibi onu da başarısızlıkla suçlayacak.”
‘Kamuoyunun dikkatini dağıtmak’
Ziv de diğer pek çok kişi gibi savaşın uzamasının Netanyahu'ya pek çok nedenden ötürü fayda sağladığına inanıyor.
Emekli General Yisrael Ziv’in Kanal 12’nin internet sitesinde yayınlanan makalesinde, “Netanyahu'ya yol gösteren tek bir strateji var, o da sınırsız bir savaşı sürdürmek. Bu savaş onun çok işine yarıyor; mahkeme duruşmalarını ertelemesine yardımcı oluyor, seçmen tabanının uzak bir zafer umuduyla ona sarılmasını sağlıyor, yetkilileri görevden almasına olanak tanıyor ve Trump karşısındaki konumunu güçlendiriyor. Peki ya bedeli? Büyütülecek bir şey değil... Başka bir deyişle, başkalarının bedel ödemesinde yanlış bir şey yok... Kaçırılanlar, askerler, ekonomik durum ve İsrail'in uluslararası ilişkilerinin bozulması...” ifadeleri yer aldı.
Hükümetin yargı danışmanı Gali Baharav-Miara ise Bar'ın görevden alınmasını ‘hatalı bir karar ve başbakanın kişisel çıkar çatışması’ olarak değerlendirerek reddettiğini vurguladı.
Baharav-Miara, görevden almanın ‘üst düzey bir güvenlik pozisyonunun siyasi sadakat pozisyonuna dönüşmesine yol açacağını’ savundu.
Haaretz gazetesi askeri analisti Amos Harel, Bar'ın görevden alınmasına karşı Yüksek Mahkeme yargıçlarına yazdığı mektubu ‘İsrail'deki siyasi sistemin kimliğini tanımlama savaşında en çalkantılı haftalardan biri olması beklenen bir dönemde, güvenlik-siyaset sistemi içindeki gerilimin derinliğini ortaya koyan nadir bir tanıklık’ olarak nitelendirdi.
Harel, “Bar'ın mektubunun en önemli kısmı, savaşın devam etmesinin kamuoyunun dikkatini Netanyahu'nun davasının gidişatından uzaklaştırmak için bir araç olarak ve Netanyahu için davanın en hassas aşaması olan savcılığın sorgusunun ertelenmesi de dahil olmak üzere tekrarlanan ertelemeleri haklı çıkarmak için bir bahane olarak kullanıldığına dair ifadesidir” dedi.
Dünya tarihinde iz bırakan 10 boykot kampanyasıhttps://turkish.aawsat.com/d%C3%BCnya/5129940-d%C3%BCnya-tarihinde-iz-b%C4%B1rakan-10-boykot-kampanyas%C4%B1
Son haftalarda dünya çapında çeşitli boykotlar düzenleniyor (ChatGPT/Independent Türkçe)
İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu'nun 19 Mart'ta gözaltına alınmasıyla başlayan protestolar devam ederken, gündemden düşmeyen başlıklardan biri de boykot.
Bir yandan CHP Genel Başkanı Özgür Özel'in daha çok medya odaklı boykot listesi uzuyor, diğer yandan halk, iktidara yakın şirketleri sosyal medyada paylaşarak bunlardan alışveriş yapmama çağrısı yapıyor.
Öte yandan Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan "hiçbir şirketimizi bunların insafına terk etmeyeceğiz" ifadelerini kullandı ve pek çok bakan, genel tüketim boykotuna karşı olduğunu açıkladı.
Boykot şu sıralar sadece Türkiye'nin gündeminde değil. 7 Ekim 2023'ün ardından yükselişe geçen İsrail boykotu dünyanın çeşitli yerlerinde devam ediyor.
Ayrıca ABD'nin artırdığı gümrük vergileri çeşitli ülkelerde Amerikan mallarına yönelik boykot çağrılarını beraberinde getirdi.
Diğer yandan Trump yönetimiyle ilişkisi nedeniyle milyarder Elon Musk'ın Tesla araçları ve sosyal medya platformu X de boykot gündeminin üst sıralarında.
Bazılarının eylemsizlik olarak gördüğü boykot, herkesin katılabildiği bir eylem biçimi olmasıyla toplumların, talep ve tepkilerini dile getirmek için uzun zamandır başvurduğu bir yöntem.
Mevcut gündem vesilesiyle, bugüne kadar dünya genelinde öne çıkan 10 boykotu sizler için derledik.
1) Boston Çay Partisi
Amerika Birleşik Devletleri'nin bağımsızlığını ilan etmesine giden yolda kilometre taşlarından biri boykotla döşenmişti.
Bugün "Boston Çay Partisi" diye anılan bu olay, sömürge devletinin vergileriyle başlamıştı.
Büyük Britanya, 1760'larda Amerika kolonilerine ithal edilen pek çok ürüne gümrük vergisi uyguluyordu. Özellikle 1767'de geçen Townshend yasalarının kağıt, cam, kurşun ve çay gibi temel maddelere vergi koyması kolonileri öfkelendirmişti. Halk, mecliste temsil edilmeden bu vergileri ödemenin haksızlık olduğunu savunuyordu.
Nihayetinde Britanya, 1970'te çay dışındaki ürünlere uygulanan vergiyi kaldırdı. Kolonilerdeki tüccarlar, kaçak yollarla getirdikleri çayı satarak bu yasanın etrafından dolanmaya çalışıyordu.
Ancak ciddi bir mali sıkıntı içine düşen East India Company'yi kurtarmak adına 1773'te çıkan Çay Yasası işleri epey zora soktu. Yasa bu şirketin, kolonilere gümrük vergisinden muaf ve diğer çay şirketlerinden çok daha ucuza çay satmasına izin verirken, kolonilerden alınan vergi uygulanmaya devam edecekti.
Özgürlüğün Çocukları adlı bir örgüt tarafından düzenlenen Boston Çay Partisi, Amerika'nın bağımsızlığına giden yolda önemli bir adım olarak görülüyor (William Cooper)
Amerika kolonilerinde büyük tepkiye yol açan bu yasanın ardından, başta New York ve Philadelphia olmak üzere çeşitli kentlerde boykotlar baş gösterdi. East India Company'ye ait çayın boşaltılması reddedildi ve gemiler Britanya'ya geri gönderildi. Birçok limanda Çay Yasası'nı protesto etmek için şirketin çay sevkıyatı boşaltılarak rıhtımda çürümeye bırakıldı.
Nispeten muhafazakar tüccarlarla daha radikal grupları bir araya getiren bu süreçte, 16 Aralık 1773 gecesi, Amerikan yerlileri kılığına girmiş 60 kadar kişi, Boston limanına gelen üç gemiye çıkarak 342 kasa çayı denize attı.
Boston Çay Partisi diye bilinen bu olayın ardından Britanya kontrolünü artırmaya yönelik daha fazla yasa geçirdi. Ancak hükümetin özellikle Boston'ın bulunduğu Massachusetts'i hedef aldığı bu yasalar, kolonileri birleştirerek bağımsızlık savaşına giden yolu açtı.
2) Boykot sözcüğünün kökeni: Charles Cunningham Boycott
Dünya tarihinin en çok ses getiren boykotlarından bir diğeri, boykot sözcüğüne ismini veren İrlanda'da yaşandı.
19. yüzyılın sonlarında İrlanda halkı ciddi bir kıtlık riskiyle karşı karşıyaydı. Tarımın ekonomide kritik yere sahip olduğu bu dönemde ülke topraklarının neredeyse tamamı, nüfusun yüzde 0,25'inden daha azına aitti. Bu toprak sahiplerinin çoğu başka yerlerde yaşıyor ve yerel çiftçilere toprakları kiralıyordu. Arazi temsilcileriyse kiraları toplayarak süreci yönetiyordu.
Britanya ordusundan eski yüzbaşı Charles Cunningham Boycott da bu temsilcilerden biriydi.
Kıtlık ve mali kriz tehlikesi karşısında kurulan İrlanda Ulusal Toprak Birliği, 1880'de Boycott'a kiraları düşürme çağrısı yaptı.
Ancak istediklerini elde edemeyen kiracılar ödeme yapmayı reddetti ve bunun üzerine eski yüzbaşı, kiracıları çiftliklerden tahliye etmeye karar verdi.
Toprak Birliği lideri Charles Stewart Parnell, halkı şiddete başvurmadan Boycott'u toplumdan dışlamaya davet etti:
Onu yeşil alanlarda ve pazar yerinde dışlamalısınız; hatta ibadethanede bile onu yalnız bırakarak, ahlaki bir tecride sokarak, sanki eski zamanların cüzzamlısıymış gibi ülkenin geri kalanından tecrit ederek işlediği suçtan duyduğunuz nefreti ona göstermelisiniz.
Kısa süre içinde Boycott'un çalışanları işlerini bırakmaya başladı, postacı mektuplarını getirmedi, dükkanlar ona servis yapmadı, tarladaki ekinler çürüdü.
Boycott, karşılaştığı "boykot" karşısında nihayetinde pes etti ve Kasım 1880'de koruma eşliğinde bölgeyi terk etti.
3) Çin'in Japon ürünleri boykotu
Bir direniş, tepki gösterme, politik duruş sergileme gibi amaçlar taşıyan boykotlar genellikle nispeten kısa süreli hareketler olsa da uzun dönemlere yayılanların sayısı da az değil.
Bunun bir örneği de Çin ve Japonya'nın gerilimli tarihinde karşımıza çıkıyor.
İlk boykot dalgası, 1915'te Japonya'nın Çin üzerindeki hakimiyetini artırmasını amaçlayan "Yirmi Bir Talep"le geldi. Bu süreçte Japonya'nın Çin'e ihracatında kayda değer bir düşüş yaşanırken nihayetinde talepler en çok tepki gösterilen kısımları çıkarılarak kabul edildi. Yine de Yirmi Bir Talep'i "aşağılanma" olarak gören Çinliler, Japon ürünlerine karşı tepkisini sürdürdü.
Daha sonra I. Dünya Savaşı'nın sonunda imzalanan Versay Barış Antlaşması'nda, işgal altındaki Şantung'un Japonya'ya verilmesinin öngörülmesi, Çin halkında büyük bir öfkeye yol açtı.
Öğrencilerin başlattığı protestolar kısa sürede ülke geneline yayıldı. Büyük şehirlerde, grev ve Japon mallarına karşı başlatılan boykotlar en az iki ay sürdü. 4 Mayıs Hareketi diye bilinen ve Çin tarihinde dönüm noktası kabul edilen bu olayların ardından Çin anlaşmayı imzalamadı.
1931'de Japonya'nın Mançurya'yı istila etmesiyle birlikte Çin çok daha uzun sürecek bir boykot başlattı. Mayıs 1933'te sona eren 21 aylık dönemde Japonya'nın Çin ve Hong Kong'a ihracatının yüzde 47 oranında azaldığı tahmin ediliyor.
Çin'de faaliyet gösteren Japon işletmeler kepenk indirmek zorunda kalmış, iki ülke arasındaki ticaret neredeyse durma noktasına gelmişti.
Boykotu sık sık başvurulan bir mücadele yöntemi olarak benimseyen Çin halkı, savaş suçları ve nükleer atık sızıntısı gibi gerekçelerle 2005 ve 2023'te de Japon mallarına yönelik boykot çağrıları yapmıştı.
4) Gandi'nin Tuz Yürüyüşü
Britanya'nın, ürün satışlarına getirdiği kısıtlamalarla hakimiyetine darbe vuran olayların fitilini ateşlediği bir diğer yer Hindistan.
Sömürge döneminde Hindistan'da tuz sektörü Britanyalı yöneticilerin tekelindeydi. Hintlilerin bu minerali üretmesi ve satması 1882'de yasaklanmıştı. Genellikle ithal edilen ve yüksek vergilere tabi tutulan tuzu almak zorunda kalmışlardı.
Bu uygulamaya karşı halk tepki gösterse de Mahatma Gandi'nin 1930'daki Tuz Yürüyüşü'ne kadar istenen sonuç alınamadı.
Hintlilerin tuz yasasını çiğnemesinin şiddet içermeyen ve basit bir yolunu arayan Gandi, "hakikatin gücü" anlamına gelen satyagraha adında bir sivil itaatsizlik hareketi başlattı. 12 Mart 1930'da, Ahmedabad yakınlarındaki inziva yerinden Dandi kasabasına doğru yaklaşık 400 kilometrelik bir yürüyüşe çıktı.
Yola birkaç takipçisiyle koyulan Gandi, geçtiği yerlerde konuşmalar yaparak binlerce kişinin kendisine katılmasını sağladı.
6 Nisan 1930'da Gandi, yerdeki tuzu alarak yasaları çiğnemişti (Wikimedia Commons)
5 Nisan'da Dandi'ye varan Gandi, ertesi gün takipçilerine kıyıdan avuç avuç tuz toplamalarını söyledi ve böylece tuz "üreten" Hintliler, yasaları çiğnedi.
İlk gün kimse gözaltına alınmadı ancak ülkenin diğer yerlerine de yayılan satyagraha'da nihayetinde en az 60 bin kişi tutuklandı. Mayıs başında Gandi de tutuklandı ama eylemler onsuz devam etti.
Bazı bölgelerde polisin barışçıl protestolara sert müdahalesi dünya basınına yansıdı ve Britanya'nın ülkedeki politikaları uluslararası tepkiye yol açtı.
Gandi, Ocak 1931'de serbest bırakıldı ve Hindistan Genel Valisi Lord Irwin'le görüşerek bir anlaşma imzaladı. Satyagraha'yı bitirme karşılığında olaylarda tutuklanan herkes serbest bırakıldı ve Hintlilerin evde kullanmak için tuz üretmesine izin verildi. Ayrıca Gandi, Londra'da Hindistan'ın geleceğinin görüşüldüğü bir konferansa katıldı.
Tuz Yürüyüşü, Hindistan'ın bağımsızlık hareketinin başlangıcı kabul edilirken, ülke 1947'de bağımsızlığını kazandı.
5) Montgomery otobüs boykotu
ABD'nin Alabama eyaletinin Montgomery kentinde yaşayan Rosa Parks, aslında çok basit görünebilecek bir hareketiyle siyah haklarında önemli kazanımların elde edildiği bir protestoyu başlattı.
1950'ler Alabaması'nda toplu taşımada siyahların ön koltuklarda oturması yasaktı. Eğer taşıttaki bütün koltuklar dolarsa yerlerini de beyazlara vermeleri gerekiyordu.
Siyah bir kadın olan Parks, 1 Aralık 1955 günü bir Montgomery otobüsünde evine giderken ön koltukta oturuyordu. Kendisine arkaya geçmesi söylenen kadın bunu yapmayınca gözaltına alındı. Daha sonra siyah bir insan hakları savunucusu tarafından kefaleti ödenerek çıkarıldı.
Parks bölgede böyle bir sivil itaatsizlik sergileyen ilk siyah kişi değildi. Ancak ayrımcı yasalarla mücadele etmek için kurulan Women's Political Council (Kadınların Siyasi Konseyi) bu olayı fırsat bilerek protestoları örgütlemeye koyuldu.
Ayrıca Parks'ın da parçası olduğu Siyahi İnsanların Gelişmesi İçin Ulusal Birlik gibi sivil toplum kuruluşlarının varlığı da Montgomery'deki otobüs boykotunun başarısında önemli rol oynamıştı.
Terzilik yapan Rosa Parks, toplu taşımadaki ayrımcılığı bitiren sürecin fitilini ateşlemişti (AP)
Otobüsleri büyük ölçüde siyahların kullanmasından dolayı boykotun etki yaratmasını uman örgütler, 5 Aralık'ta halkı otobüsleri kullanmaya çağıran broşürler dağıttı. Siyah yurttaşların yaklaşık yüzde 90'ının o gün otobüse binmediği tahmin ediliyor.
Boykotu sürdürmeye karar veren siyah liderler bir araya gelerek Montgomery Improvement Association'ı (Montgomery'yi İyileştirme Derneği) kurdu ve başkan olarak hareketin öncü isimlerinden biri haline gelecek Martin Luther King Jr.'ı seçti.
Örgütün talepleri ilk başta siyahların otobüsün arkasından, beyazların da önünden binerek oturmasını ve siyah otobüs şoförlerinin işe alınmasını içeriyordu. Bunlar karşılanana kadar da boykotu bırakmamaya karar verdiler.
Bu süreçte siyah liderler araçlarını servis gibi kullandı ve siyah taksiciler, otobüs ücretine hizmet verdi.
Nihayet mahkeme, toplu taşımada ırk ayrımına dayalı bir oturma düzeni olmasının anayasaya aykırı olduğuna karar verdi ve boykot, 381 günün ardından sona erdi.
6) Apartheid Karşıtı Hareket
Siz Britanya halkından özel bir şey istemiyoruz. Sizden sadece Güney Afrika mallarını satın almayarak apartheid'a verdiğiniz desteği geri çekmenizi istiyoruz.
Daha sonra Tanzanya Devlet Başkanı olacak Julius Nyerere, 1959'da Londra'da kurulan Boykot Hareketi'nin taleplerini bu sözlerle açıklamıştı.
Afrika Ulusal Kongresi lideri Albert Luthuli'nin önceki yıl, Güney Afrika'nın uluslararası çapta boykot edilmesi çağrısı yapmıştı.
Apartheid'ın 1994'te sona ermesine kadar geçen 35 yıl boyunca çeşitli alanlarda düzenlenen boykotlar, hem Güney Afrika'daki siyahların yaşadıklarının görünür hale gelmesi de hem de insanların buna tepki göstermesinde önemli bir rol oynadı.
21 Mart 1960'ta, Güney Afrika'da beyaz olmayan kişileri belirli bölgelere kısıtlayan yasaları Sharpeville'de protesto eden 69 kişinin polis tarafından öldürülmesinin ardından boykot hareketi farklı bir boyut kazandı.
Sharpeville Katliamı diye bilinen olayın ardından Boykot Hareketi, sadece tüketim boykotunun yeterli olmadığına kanaat getirerek adını Apartheid Karşıtı Hareket olarak değiştirdi ve Güney Afrika apartheid'ının tamamen dışlanması talebiyle çalışmaya başladı.
Rejim karşıtları Güney Afrika'nın kültürel, sportif, akademik alanlarda da boykot edilmesini istiyordu.
Apartheid Karşıtı Hareket'in kampanyası, Britanya'nın Güney Afrika'dan tekstil ve giyim ithalatının yüzde 35 oranında düşmesini sağladı. Güney Afrika, 1964'te Olimpiyatlardan men edildi. Pek çok sanatçı ülkede sahne almayı reddetti.
Birleşmiş Milletler Genel Kurulu, 1980'de "tüm devletlerden Güney Afrika'yla tüm kültürel, akademik, sportif ve diğer alışverişleri engellemelerini" talep etti.
Boykotun rejimin sona ermesinde ne kadar etkili olduğu kesin bir şekilde söylenemez. Ancak pek çok kişi apartheid karşıtı hareketin öncü ismi Nelson Mandela'nın 1990'da serbest bırakılması ve nihayetinde apartheid'ın sona ermesinde uluslararası boykotun büyük bir etkisi olduğunu düşünüyor.
7) Müslümanların Danimarka boykotu
Boykot tarihinde 21. yüzyıla geldiğimizde geniş yankı uyandıran eylemlerden biri 2005'te Danimarka'ya karşı başladı.
Avrupa ülkesinde çıkan Jyllands-Posten gazetesi 30 Eylül 2005'te Hz. Muhammed'in 12 karikatürünü yayımlamış ve İslam peygamberi bunlardan birinde "terörist" olarak resmedilmişti.
Müslümanlar arasında büyük bir tepkiye yol açan bu olay, şiddet eylemlerinin yanı sıra Danimarka ürünlerine karşı boykotu da tetiklemişti.
Özellikle 2006 başında yükselişe geçen boykotlar, pek çok Danimarka şirketinin Ortadoğu'da ciddi kayıplar yaşamasına yol açmıştı.
Suudi Arabistan'ın Riyad kentinde süt ürünleri üreten Arla Foods, ülkedeki 800 çalışanı evlerine gönderdiğini açıklamıştı. Şirketin sözcüsü Astrid Nielsen o zaman yaptığı açıklamada "Ortadoğu'daki işimizi kurmamız 40 yıl, tamamen durdurmamız ise 5 gün sürdü" demişti.
Gelen tepkilerin ardından Jyllands-Posten gazetesi, karikatürlerin hukuka aykırı olmadığını belirtmiş ancak "birçok Müslümanı rencide ettiği için" özür dilemişti.
Hem ülkedeki hem dünyadaki Müslümanlar, Danimarka hükümetinden de bir özür beklemiş ancak yetkiler basın özgürlüğüne işaret ederek "bu tür meselelere karışamayacaklarını" dile getirmişti.
8) Air France boykotu
Çeşitli örneklerde görüldüğü gibi boykot, insan hakları mücadelelerinde sık sık başvurulan bir yöntem. Benzer şekilde hayvan hakları savunucularının da taleplerini bu yolla gerçekleştirmeye çalıştığı durumlar görülüyor.
Bunlar arasında en etkili kampanyalardan biri Air France havayolu şirketine karşı gerçekleştirilmişti.
Air France, 30 saat süren uçuşlarla maymunları deneylerde kullanılmaları için taşıması nedeniyle sivil toplum kuruluşu Hayvanlara Etik Muamele İçin Mücadele Edenler'in (PETA) dikkatini çekmişti.
2012'de şirkete karşı boykot kampanyası başlatan PETA, dünya çapındaki şubeleri ve diğer hayvan hakları örgütleriyle birlikte primatların taşınmasını engellemeye çalıştı.
Hayvan hakları savunucuları, kafeslere girdikleri eylemlerle Air France'i protesto ediyordu (AFP)
Boykotun yanı sıra eylemciler önemli konferanslarda Air France yöneticilerinin konuşmalarını kesti, şirketin hizmet verdiği havalimanlarına dev afişler astı ve çeşitli ünlülerle işbirliği yaptı.
Ünlü oyuncu James Cromwell, Los Angeles Uluslararası Havalimanı'nda kendisini bir kafese kapatarak protesto düzenledi.
Bu süreçte PETA, taleplerini gerçekleştirmek adına şirket yöneticileriyle de görüşmeler yürüttü.
10 yıllık boykotun ardından 2022'de Air France, maymunları deney için taşıyamayacağını açıkladı.
9) Grab Your Wallet
ABD Başkanı Donald Trump'a karşı ülke geneli protestoların düzenlendiği bu günlerde, ilk döneminde muhaliflerin nasıl tepkiler verdiğini hatırlamakta fayda var.
O zaman da Cumhuriyetçi liderin politikalarına karşı çeşitli yürüyüş ve eylemler düzenleniyordu. Ancak bugün Türkiye'de yaşanana benzer bir hareket de başlamıştı: Grab Your Wallet veya Cüzdanını Tut.
Trump ailesinin ürünlerini, mülklerini ve kendisini destekleyen şirketleri hedefleyen bu boykotu San Francisco'da yaşayan Shannon Coulter, 2016 başkanlık seçimi döneminde başlatmıştı.
ABD Başkanı'nın eski bir konuşmada "kadınları cinsel organından tutmayı" normal bir şey gibi anlatmasına tepki gösteren Coulter, Trump ailesinin ürünlerini satan şirketleri sosyal medyada paylaşmıştı.
Bunun üzerine kısa sürede Grab Your Wallet boykotu başladı ve 2019'da bir sivil toplum kuruluşu halini aldı.
Sosyal medyada epey popülerleşen hareketin tam olarak nasıl bir etki yarattığını söylemek güç. Ancak lüks giyim mağazası Nordstrom'un, 2017'de Ivanka Trump'ın markasını satmayı bırakması boykota bağlanmıştı. Mağaza, ABD Başkanı'nın kızının markasını sattığı için boykot listesindeydi.
Coulter da 2017'de yaptığı bir açıklamada boykotun etkisini "#GrabYourWallet katılımcılarından en çok duyduğum şey 'Bu bana şu anda durum üzerinde biraz kontrol hissi veriyor' sözü" diye değerlendirmişti:
Sandıkta kaybetmiş olabiliriz ama her gün kasada oy kullanabiliriz.
10) İsrail karşıtı boykot
Apartheid Karşıtı Hareket'ten ilhamla başlayan İsrail boykotu, bugün dünyanın en geniş çaplı boykotları arasında.
Filistinli sivil toplum örgütleri, sendikalar ve direniş komitelerinin 2005'te başlattığı Boykot, Tecrit ve Yaptırımlar (Boycott, Divestment and Sanctions) veya BDS Hareketi, 7 Ekim 2023'ün ardından tekrar büyük bir popülarite kazandı.
Hareket, İsrail'in Arap topraklarındaki işgalinin son bulmasını, Filistinli Arapların eşit yurttaşlık haklarına sahip olmasını ve Filistinli mültecilerin evlerine dönmesi için gerekli adımların atılmasını talep ediyor.
Bu amaçla İsrail'in ekonomik, kültürel, sportif ve akademik alanlarda boykot edilmesi çağrısı yapıyor.
BDS çok fazla şirketten ziyade daha sınırlı bir listeyle daha etkili bir sonuç almaya çalışıyor. Diğer yandan İsraille ilişkili şirketleri araştırıp hepsini boykot edenler de var.
Hareket yaklaşık son iki yılda, İsrail merkezli savunma şirketi Elbit Systems'ın ABD'deki bir şirketinin kapanması, bazı üniversite ve sendikaların İsral'le ilişiğini kesmesi gibi kazanımlar elde etti.
Ayrıca Fransa merkezli sigorta şirketi AXA'ya yönelik özel bir kampanya sonucu şirketin, 2024 yazında tüm büyük İsrail bankalarındaki ve Elbit Systems'daki yatırımlarını sattığı duyuruldu.
Bu önemli bir dönüm noktası olmasına karşın BDS, diğer şirketlerden tamamen çekilmediği için AXA'yı boykot listesinde tutmayı sürdürüyor.
7 Ekim sonrası başlayan boykot dalgasında en çok dikkati çeken şirketlerden biri de Starbucks oldu.
BDS listesinde yer almayan kahve zinciri, Filistin'e destek paylaşımı nedeniyle Starbucks Workers United sendikasının kötü muameleye maruz kaldığı iddiaları nedeniyle İsrail karşıtları tarafından boykot ediliyor.
Şirket, Temmuz 2024'te dünya genelindeki satışların yüzde 7 azaldığını ve toplam uluslararası kârının yüzde 23 oranında düştüğünü bildirmişti.