Dünya tarihinde iz bırakan 10 boykot kampanyası

Toplumlar, hükümetlere, devletlere, şirketlere veya kişilere yönelik talep ve tepkilerini yıllardır boykot yoluyla dile getiriyor

Son haftalarda dünya çapında çeşitli boykotlar düzenleniyor (ChatGPT/Independent Türkçe)
Son haftalarda dünya çapında çeşitli boykotlar düzenleniyor (ChatGPT/Independent Türkçe)
TT

Dünya tarihinde iz bırakan 10 boykot kampanyası

Son haftalarda dünya çapında çeşitli boykotlar düzenleniyor (ChatGPT/Independent Türkçe)
Son haftalarda dünya çapında çeşitli boykotlar düzenleniyor (ChatGPT/Independent Türkçe)

İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu'nun 19 Mart'ta gözaltına alınmasıyla başlayan protestolar devam ederken, gündemden düşmeyen başlıklardan biri de boykot.

Bir yandan CHP Genel Başkanı Özgür Özel'in daha çok medya odaklı boykot listesi uzuyor, diğer yandan halk, iktidara yakın şirketleri sosyal medyada paylaşarak bunlardan alışveriş yapmama çağrısı yapıyor.

Öte yandan Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan "hiçbir şirketimizi bunların insafına terk etmeyeceğiz" ifadelerini kullandı ve pek çok bakan, genel tüketim boykotuna karşı olduğunu açıkladı.

Boykot şu sıralar sadece Türkiye'nin gündeminde değil. 7 Ekim 2023'ün ardından yükselişe geçen İsrail boykotu dünyanın çeşitli yerlerinde devam ediyor. 

Ayrıca ABD'nin artırdığı gümrük vergileri çeşitli ülkelerde Amerikan mallarına yönelik boykot çağrılarını beraberinde getirdi. 

Diğer yandan Trump yönetimiyle ilişkisi nedeniyle milyarder Elon Musk'ın Tesla araçları ve sosyal medya platformu X de boykot gündeminin üst sıralarında. 

Bazılarının eylemsizlik olarak gördüğü boykot, herkesin katılabildiği bir eylem biçimi olmasıyla toplumların, talep ve tepkilerini dile getirmek için uzun zamandır başvurduğu bir yöntem.

Mevcut gündem vesilesiyle, bugüne kadar dünya genelinde öne çıkan 10 boykotu sizler için derledik.

1) Boston Çay Partisi

Amerika Birleşik Devletleri'nin bağımsızlığını ilan etmesine giden yolda kilometre taşlarından biri boykotla döşenmişti.

Bugün "Boston Çay Partisi" diye anılan bu olay, sömürge devletinin vergileriyle başlamıştı.

Büyük Britanya, 1760'larda Amerika kolonilerine ithal edilen pek çok ürüne gümrük vergisi uyguluyordu. Özellikle 1767'de geçen Townshend yasalarının kağıt, cam, kurşun ve çay gibi temel maddelere vergi koyması kolonileri öfkelendirmişti. Halk, mecliste temsil edilmeden bu vergileri ödemenin haksızlık olduğunu savunuyordu.

Nihayetinde Britanya, 1970'te çay dışındaki ürünlere uygulanan vergiyi kaldırdı. Kolonilerdeki tüccarlar, kaçak yollarla getirdikleri çayı satarak bu yasanın etrafından dolanmaya çalışıyordu.

Ancak ciddi bir mali sıkıntı içine düşen East India Company'yi kurtarmak adına 1773'te çıkan Çay Yasası işleri epey zora soktu. Yasa bu şirketin, kolonilere gümrük vergisinden muaf ve diğer çay şirketlerinden çok daha ucuza çay satmasına izin verirken, kolonilerden alınan vergi uygulanmaya devam edecekti.

scdfrgthy
Özgürlüğün Çocukları adlı bir örgüt tarafından düzenlenen Boston Çay Partisi, Amerika'nın bağımsızlığına giden yolda önemli bir adım olarak görülüyor (William Cooper)

Amerika kolonilerinde büyük tepkiye yol açan bu yasanın ardından, başta New York ve Philadelphia olmak üzere çeşitli kentlerde boykotlar baş gösterdi. East India Company'ye ait çayın boşaltılması reddedildi ve gemiler Britanya'ya geri gönderildi. Birçok limanda Çay Yasası'nı protesto etmek için şirketin çay sevkıyatı boşaltılarak rıhtımda çürümeye bırakıldı.

Nispeten muhafazakar tüccarlarla daha radikal grupları bir araya getiren bu süreçte, 16 Aralık 1773 gecesi, Amerikan yerlileri kılığına girmiş 60 kadar kişi, Boston limanına gelen üç gemiye çıkarak 342 kasa çayı denize attı.

Boston Çay Partisi diye bilinen bu olayın ardından Britanya kontrolünü artırmaya yönelik daha fazla yasa geçirdi. Ancak hükümetin özellikle Boston'ın bulunduğu Massachusetts'i hedef aldığı bu yasalar, kolonileri birleştirerek bağımsızlık savaşına giden yolu açtı.

2) Boykot sözcüğünün kökeni: Charles Cunningham Boycott

Dünya tarihinin en çok ses getiren boykotlarından bir diğeri, boykot sözcüğüne ismini veren İrlanda'da yaşandı.

19. yüzyılın sonlarında İrlanda halkı ciddi bir kıtlık riskiyle karşı karşıyaydı. Tarımın ekonomide kritik yere sahip olduğu bu dönemde ülke topraklarının neredeyse tamamı, nüfusun yüzde 0,25'inden daha azına aitti. Bu toprak sahiplerinin çoğu başka yerlerde yaşıyor ve yerel çiftçilere toprakları kiralıyordu. Arazi temsilcileriyse kiraları toplayarak süreci yönetiyordu.

Britanya ordusundan eski yüzbaşı Charles Cunningham Boycott da bu temsilcilerden biriydi. 

Kıtlık ve mali kriz tehlikesi karşısında kurulan İrlanda Ulusal Toprak Birliği, 1880'de Boycott'a kiraları düşürme çağrısı yaptı. 

Ancak istediklerini elde edemeyen kiracılar ödeme yapmayı reddetti ve bunun üzerine eski yüzbaşı, kiracıları çiftliklerden tahliye etmeye karar verdi.

Toprak Birliği lideri Charles Stewart Parnell, halkı şiddete başvurmadan Boycott'u toplumdan dışlamaya davet etti:

Onu yeşil alanlarda ve pazar yerinde dışlamalısınız; hatta ibadethanede bile onu yalnız bırakarak, ahlaki bir tecride sokarak, sanki eski zamanların cüzzamlısıymış gibi ülkenin geri kalanından tecrit ederek işlediği suçtan duyduğunuz nefreti ona göstermelisiniz.

Kısa süre içinde Boycott'un çalışanları işlerini bırakmaya başladı, postacı mektuplarını getirmedi, dükkanlar ona servis yapmadı, tarladaki ekinler çürüdü. 

Boycott, karşılaştığı "boykot" karşısında nihayetinde pes etti ve Kasım 1880'de koruma eşliğinde bölgeyi terk etti. 

3) Çin'in Japon ürünleri boykotu

Bir direniş, tepki gösterme, politik duruş sergileme gibi amaçlar taşıyan boykotlar genellikle nispeten kısa süreli hareketler olsa da uzun dönemlere yayılanların sayısı da az değil.

Bunun bir örneği de Çin ve Japonya'nın gerilimli tarihinde karşımıza çıkıyor. 

İlk boykot dalgası, 1915'te Japonya'nın Çin üzerindeki hakimiyetini artırmasını amaçlayan "Yirmi Bir Talep"le geldi. Bu süreçte Japonya'nın Çin'e ihracatında kayda değer bir düşüş yaşanırken nihayetinde talepler en çok tepki gösterilen kısımları çıkarılarak kabul edildi. Yine de Yirmi Bir Talep'i "aşağılanma" olarak gören Çinliler, Japon ürünlerine karşı tepkisini sürdürdü.

Daha sonra I. Dünya Savaşı'nın sonunda imzalanan Versay Barış Antlaşması'nda, işgal altındaki Şantung'un Japonya'ya verilmesinin öngörülmesi, Çin halkında büyük bir öfkeye yol açtı. 

Öğrencilerin başlattığı protestolar kısa sürede ülke geneline yayıldı. Büyük şehirlerde, grev ve Japon mallarına karşı başlatılan boykotlar en az iki ay sürdü. 4 Mayıs Hareketi diye bilinen ve Çin tarihinde dönüm noktası kabul edilen bu olayların ardından Çin anlaşmayı imzalamadı.

1931'de Japonya'nın Mançurya'yı istila etmesiyle birlikte Çin çok daha uzun sürecek bir boykot başlattı. Mayıs 1933'te sona eren 21 aylık dönemde Japonya'nın Çin ve Hong Kong'a ihracatının yüzde 47 oranında azaldığı tahmin ediliyor.

Çin'de faaliyet gösteren Japon işletmeler kepenk indirmek zorunda kalmış, iki ülke arasındaki ticaret neredeyse durma noktasına gelmişti. 

Boykotu sık sık başvurulan bir mücadele yöntemi olarak benimseyen Çin halkı, savaş suçları ve nükleer atık sızıntısı gibi gerekçelerle 2005 ve 2023'te de Japon mallarına yönelik boykot çağrıları yapmıştı.

4) Gandi'nin Tuz Yürüyüşü

Britanya'nın, ürün satışlarına getirdiği kısıtlamalarla hakimiyetine darbe vuran olayların fitilini ateşlediği bir diğer yer Hindistan.

Sömürge döneminde Hindistan'da tuz sektörü Britanyalı yöneticilerin tekelindeydi. Hintlilerin bu minerali üretmesi ve satması 1882'de yasaklanmıştı. Genellikle ithal edilen ve yüksek vergilere tabi tutulan tuzu almak zorunda kalmışlardı.

Bu uygulamaya karşı halk tepki gösterse de Mahatma Gandi'nin 1930'daki Tuz Yürüyüşü'ne kadar istenen sonuç alınamadı.

Hintlilerin tuz yasasını çiğnemesinin şiddet içermeyen ve basit bir yolunu arayan Gandi, "hakikatin gücü" anlamına gelen satyagraha adında bir sivil itaatsizlik hareketi başlattı. 12 Mart 1930'da, Ahmedabad yakınlarındaki inziva yerinden Dandi kasabasına doğru yaklaşık 400 kilometrelik bir yürüyüşe çıktı.

Yola birkaç takipçisiyle koyulan Gandi, geçtiği yerlerde konuşmalar yaparak binlerce kişinin kendisine katılmasını sağladı. 

xsdfrgth
6 Nisan 1930'da Gandi, yerdeki tuzu alarak yasaları çiğnemişti (Wikimedia Commons)

5 Nisan'da Dandi'ye varan Gandi, ertesi gün takipçilerine kıyıdan avuç avuç tuz toplamalarını söyledi ve böylece tuz "üreten" Hintliler, yasaları çiğnedi.

İlk gün kimse gözaltına alınmadı ancak ülkenin diğer yerlerine de yayılan satyagraha'da nihayetinde en az 60 bin kişi tutuklandı. Mayıs başında Gandi de tutuklandı ama eylemler onsuz devam etti. 

Bazı bölgelerde polisin barışçıl protestolara sert müdahalesi dünya basınına yansıdı ve Britanya'nın ülkedeki politikaları uluslararası tepkiye yol açtı.

Gandi, Ocak 1931'de serbest bırakıldı ve Hindistan Genel Valisi Lord Irwin'le görüşerek bir anlaşma imzaladı. Satyagraha'yı bitirme karşılığında olaylarda tutuklanan herkes serbest bırakıldı ve Hintlilerin evde kullanmak için tuz üretmesine izin verildi. Ayrıca Gandi, Londra'da Hindistan'ın geleceğinin görüşüldüğü bir konferansa katıldı. 

Tuz Yürüyüşü, Hindistan'ın bağımsızlık hareketinin başlangıcı kabul edilirken, ülke 1947'de bağımsızlığını kazandı.

5) Montgomery otobüs boykotu

ABD'nin Alabama eyaletinin Montgomery kentinde yaşayan Rosa Parks, aslında çok basit görünebilecek bir hareketiyle siyah haklarında önemli kazanımların elde edildiği bir protestoyu başlattı.

1950'ler Alabaması'nda toplu taşımada siyahların ön koltuklarda oturması yasaktı. Eğer taşıttaki bütün koltuklar dolarsa yerlerini de beyazlara vermeleri gerekiyordu.

Siyah bir kadın olan Parks, 1 Aralık 1955 günü bir Montgomery otobüsünde evine giderken ön koltukta oturuyordu. Kendisine arkaya geçmesi söylenen kadın bunu yapmayınca gözaltına alındı. Daha sonra siyah bir insan hakları savunucusu tarafından kefaleti ödenerek çıkarıldı.

Parks bölgede böyle bir sivil itaatsizlik sergileyen ilk siyah kişi değildi. Ancak ayrımcı yasalarla mücadele etmek için kurulan Women's Political Council (Kadınların Siyasi Konseyi) bu olayı fırsat bilerek protestoları örgütlemeye koyuldu.

Ayrıca Parks'ın da parçası olduğu Siyahi İnsanların Gelişmesi İçin Ulusal Birlik gibi sivil toplum kuruluşlarının varlığı da Montgomery'deki otobüs boykotunun başarısında önemli rol oynamıştı.

c vbfgnh
Terzilik yapan Rosa Parks, toplu taşımadaki ayrımcılığı bitiren sürecin fitilini ateşlemişti (AP)

Otobüsleri büyük ölçüde siyahların kullanmasından dolayı boykotun etki yaratmasını uman örgütler, 5 Aralık'ta halkı otobüsleri kullanmaya çağıran broşürler dağıttı. Siyah yurttaşların yaklaşık yüzde 90'ının o gün otobüse binmediği tahmin ediliyor.

Boykotu sürdürmeye karar veren siyah liderler bir araya gelerek Montgomery Improvement Association'ı (Montgomery'yi İyileştirme Derneği) kurdu ve başkan olarak hareketin öncü isimlerinden biri haline gelecek Martin Luther King Jr.'ı seçti. 

Örgütün talepleri ilk başta siyahların otobüsün arkasından, beyazların da önünden binerek oturmasını ve siyah otobüs şoförlerinin işe alınmasını içeriyordu. Bunlar karşılanana kadar da boykotu bırakmamaya karar verdiler.

Bu süreçte siyah liderler araçlarını servis gibi kullandı ve siyah taksiciler, otobüs ücretine hizmet verdi. 

Nihayet mahkeme, toplu taşımada ırk ayrımına dayalı bir oturma düzeni olmasının anayasaya aykırı olduğuna karar verdi ve boykot, 381 günün ardından sona erdi.

6) Apartheid Karşıtı Hareket

Siz Britanya halkından özel bir şey istemiyoruz. Sizden sadece Güney Afrika mallarını satın almayarak apartheid'a verdiğiniz desteği geri çekmenizi istiyoruz.

Daha sonra Tanzanya Devlet Başkanı olacak Julius Nyerere, 1959'da Londra'da kurulan Boykot Hareketi'nin taleplerini bu sözlerle açıklamıştı. 

Afrika Ulusal Kongresi lideri Albert Luthuli'nin önceki yıl, Güney Afrika'nın uluslararası çapta boykot edilmesi çağrısı yapmıştı. 

Apartheid'ın 1994'te sona ermesine kadar geçen 35 yıl boyunca çeşitli alanlarda düzenlenen boykotlar, hem Güney Afrika'daki siyahların yaşadıklarının görünür hale gelmesi de hem de insanların buna tepki göstermesinde önemli bir rol oynadı. 

21 Mart 1960'ta, Güney Afrika'da beyaz olmayan kişileri belirli bölgelere kısıtlayan yasaları Sharpeville'de protesto eden 69 kişinin polis tarafından öldürülmesinin ardından boykot hareketi farklı bir boyut kazandı.

Sharpeville Katliamı diye bilinen olayın ardından Boykot Hareketi, sadece tüketim boykotunun yeterli olmadığına kanaat getirerek adını Apartheid Karşıtı Hareket olarak değiştirdi ve Güney Afrika apartheid'ının tamamen dışlanması talebiyle çalışmaya başladı. 

Rejim karşıtları Güney Afrika'nın kültürel, sportif, akademik alanlarda da boykot edilmesini istiyordu. 

Apartheid Karşıtı Hareket'in kampanyası, Britanya'nın Güney Afrika'dan tekstil ve giyim ithalatının yüzde 35 oranında düşmesini sağladı. Güney Afrika, 1964'te Olimpiyatlardan men edildi. Pek çok sanatçı ülkede sahne almayı reddetti. 

Birleşmiş Milletler Genel Kurulu, 1980'de "tüm devletlerden Güney Afrika'yla tüm kültürel, akademik, sportif ve diğer alışverişleri engellemelerini" talep etti.

Boykotun rejimin sona ermesinde ne kadar etkili olduğu kesin bir şekilde söylenemez. Ancak pek çok kişi apartheid karşıtı hareketin öncü ismi Nelson Mandela'nın 1990'da serbest bırakılması ve nihayetinde apartheid'ın sona ermesinde uluslararası boykotun büyük bir etkisi olduğunu düşünüyor.

7) Müslümanların Danimarka boykotu

Boykot tarihinde 21. yüzyıla geldiğimizde geniş yankı uyandıran eylemlerden biri 2005'te Danimarka'ya karşı başladı. 

Avrupa ülkesinde çıkan Jyllands-Posten gazetesi 30 Eylül 2005'te Hz. Muhammed'in 12 karikatürünü yayımlamış ve İslam peygamberi bunlardan birinde "terörist" olarak resmedilmişti.

Müslümanlar arasında büyük bir tepkiye yol açan bu olay, şiddet eylemlerinin yanı sıra Danimarka ürünlerine karşı boykotu da tetiklemişti.

Özellikle 2006 başında yükselişe geçen boykotlar, pek çok Danimarka şirketinin Ortadoğu'da ciddi kayıplar yaşamasına yol açmıştı.

Suudi Arabistan'ın Riyad kentinde süt ürünleri üreten Arla Foods, ülkedeki 800 çalışanı evlerine gönderdiğini açıklamıştı. Şirketin sözcüsü Astrid Nielsen o zaman yaptığı açıklamada "Ortadoğu'daki işimizi kurmamız 40 yıl, tamamen durdurmamız ise 5 gün sürdü" demişti.

Gelen tepkilerin ardından Jyllands-Posten gazetesi, karikatürlerin hukuka aykırı olmadığını belirtmiş ancak "birçok Müslümanı rencide ettiği için" özür dilemişti. 

Hem ülkedeki hem dünyadaki Müslümanlar, Danimarka hükümetinden de bir özür beklemiş ancak yetkiler basın özgürlüğüne işaret ederek "bu tür meselelere karışamayacaklarını" dile getirmişti.

8) Air France boykotu

Çeşitli örneklerde görüldüğü gibi boykot, insan hakları mücadelelerinde sık sık başvurulan bir yöntem. Benzer şekilde hayvan hakları savunucularının da taleplerini bu yolla gerçekleştirmeye çalıştığı durumlar görülüyor.

Bunlar arasında en etkili kampanyalardan biri Air France havayolu şirketine karşı gerçekleştirilmişti.

Air France, 30 saat süren uçuşlarla maymunları deneylerde kullanılmaları için taşıması nedeniyle sivil toplum kuruluşu Hayvanlara Etik Muamele İçin Mücadele Edenler'in (PETA) dikkatini çekmişti.

2012'de şirkete karşı boykot kampanyası başlatan PETA, dünya çapındaki şubeleri ve diğer hayvan hakları örgütleriyle birlikte primatların taşınmasını engellemeye çalıştı. 

xscdfvgh
Hayvan hakları savunucuları, kafeslere girdikleri eylemlerle Air France'i protesto ediyordu (AFP)

Boykotun yanı sıra eylemciler önemli konferanslarda Air France yöneticilerinin konuşmalarını kesti, şirketin hizmet verdiği havalimanlarına dev afişler astı ve çeşitli ünlülerle işbirliği yaptı. 

Ünlü oyuncu James Cromwell, Los Angeles Uluslararası Havalimanı'nda kendisini bir kafese kapatarak protesto düzenledi.

Bu süreçte PETA, taleplerini gerçekleştirmek adına şirket yöneticileriyle de görüşmeler yürüttü.

10 yıllık boykotun ardından 2022'de Air France, maymunları deney için taşıyamayacağını açıkladı. 

9) Grab Your Wallet

ABD Başkanı Donald Trump'a karşı ülke geneli protestoların düzenlendiği bu günlerde, ilk döneminde muhaliflerin nasıl tepkiler verdiğini hatırlamakta fayda var.

O zaman da Cumhuriyetçi liderin politikalarına karşı çeşitli yürüyüş ve eylemler düzenleniyordu. Ancak bugün Türkiye'de yaşanana benzer bir hareket de başlamıştı: Grab Your Wallet veya Cüzdanını Tut. 

Trump ailesinin ürünlerini, mülklerini ve kendisini destekleyen şirketleri hedefleyen bu boykotu San Francisco'da yaşayan Shannon Coulter, 2016 başkanlık seçimi döneminde başlatmıştı.

ABD Başkanı'nın eski bir konuşmada "kadınları cinsel organından tutmayı" normal bir şey gibi anlatmasına tepki gösteren Coulter, Trump ailesinin ürünlerini satan şirketleri sosyal medyada paylaşmıştı.

Bunun üzerine kısa sürede Grab Your Wallet boykotu başladı ve 2019'da bir sivil toplum kuruluşu halini aldı.

Sosyal medyada epey popülerleşen hareketin tam olarak nasıl bir etki yarattığını söylemek güç. Ancak lüks giyim mağazası Nordstrom'un, 2017'de Ivanka Trump'ın markasını satmayı bırakması boykota bağlanmıştı. Mağaza, ABD Başkanı'nın kızının markasını sattığı için boykot listesindeydi.

Coulter da 2017'de yaptığı bir açıklamada boykotun etkisini "#GrabYourWallet katılımcılarından en çok duyduğum şey 'Bu bana şu anda durum üzerinde biraz kontrol hissi veriyor' sözü" diye değerlendirmişti: 

Sandıkta kaybetmiş olabiliriz ama her gün kasada oy kullanabiliriz.

10) İsrail karşıtı boykot

Apartheid Karşıtı Hareket'ten ilhamla başlayan İsrail boykotu, bugün dünyanın en geniş çaplı boykotları arasında.

Filistinli sivil toplum örgütleri, sendikalar ve direniş komitelerinin 2005'te başlattığı Boykot, Tecrit ve Yaptırımlar (Boycott, Divestment and Sanctions) veya BDS Hareketi, 7 Ekim 2023'ün ardından tekrar büyük bir popülarite kazandı. 

Hareket, İsrail'in Arap topraklarındaki işgalinin son bulmasını, Filistinli Arapların eşit yurttaşlık haklarına sahip olmasını ve Filistinli mültecilerin evlerine dönmesi için gerekli adımların atılmasını talep ediyor.

Bu amaçla İsrail'in ekonomik, kültürel, sportif ve akademik alanlarda boykot edilmesi çağrısı yapıyor. 

BDS çok fazla şirketten ziyade daha sınırlı bir listeyle daha etkili bir sonuç almaya çalışıyor. Diğer yandan İsraille ilişkili şirketleri araştırıp hepsini boykot edenler de var.

Hareket yaklaşık son iki yılda, İsrail merkezli savunma şirketi Elbit Systems'ın ABD'deki bir şirketinin kapanması, bazı üniversite ve sendikaların İsral'le ilişiğini kesmesi gibi kazanımlar elde etti. 

Ayrıca Fransa merkezli sigorta şirketi AXA'ya yönelik özel bir kampanya sonucu şirketin, 2024 yazında tüm büyük İsrail bankalarındaki ve Elbit Systems'daki yatırımlarını sattığı duyuruldu. 

Bu önemli bir dönüm noktası olmasına karşın BDS, diğer şirketlerden tamamen çekilmediği için AXA'yı boykot listesinde tutmayı sürdürüyor.

7 Ekim sonrası başlayan boykot dalgasında en çok dikkati çeken şirketlerden biri de Starbucks oldu. 

BDS listesinde yer almayan kahve zinciri, Filistin'e destek paylaşımı nedeniyle Starbucks Workers United sendikasının kötü muameleye maruz kaldığı iddiaları nedeniyle İsrail karşıtları tarafından boykot ediliyor. 

Şirket, Temmuz 2024'te dünya genelindeki satışların yüzde 7 azaldığını ve toplam uluslararası kârının yüzde 23 oranında düştüğünü bildirmişti.

Independent Türkçe

 



Trump yönetimi, Bolsonaro davasını yöneten yargıca yaptırımı kaldırdı

Moraes, X'e yönelik kapatma davası nedeniyle Elon Musk'la da atışmıştı (Reuters)
Moraes, X'e yönelik kapatma davası nedeniyle Elon Musk'la da atışmıştı (Reuters)
TT

Trump yönetimi, Bolsonaro davasını yöneten yargıca yaptırımı kaldırdı

Moraes, X'e yönelik kapatma davası nedeniyle Elon Musk'la da atışmıştı (Reuters)
Moraes, X'e yönelik kapatma davası nedeniyle Elon Musk'la da atışmıştı (Reuters)

ABD, Brezilya Yüksek Mahkemesi Yargıcı Alexandre de Moraes'e uyguladığı yaptırımı kaldırdı.

ABD Hazine Bakanlığı'ndan cuma günü yapılan açıklamada, Moraes'e 30 Temmuz'da getirilen yaptırımların kaldırıldığı duyuruldu.

Donald Trump yönetimi, Moraes'in eşi Viviane Barci de Moraes ve onun hukuk eğitim şirketi Instituto Lex'i de yaptırım listesinden çıkardı.

Açıklamada, "Moraes'e yaptırımın sürdürülmesi, ABD'nin dış politika çıkarlarıyla bağdaşmamaktadır" dendi.

Moraes, 2022 seçimlerinin ardından darbe planladığı gerekçesiyle eski Devlet Başkanı Jair Bolsonaro hakkında başlatılan hukuki süreci yürütüyordu.

Davada 70 yaşındaki Bolsonaro'ya 27 yıl 3 ay hapis cezası verilmişti. Radikal sağcı siyasetçinin avukatları, sağlık sorunları nedeniyle eski liderin ev hapsinde kalmasını talep etmişti. Ancak Yüksek Mahkeme yargıcı, geçen ay yaptığı açıklamada davanın tüm hukuki süreçlerinin tamamlandığını ve temyiz yolunun bulunmadığını bildirmişti. Hapis cezasının kesinleştiğine ve infazının başlatılmasına hükmetmişti.

Brezilya'da 2022'de düzenlenen devlet başkanı seçimini ikinci turda solcu Lula da Silva kazanmış, 1 Ocak 2023'te parlamentoda yemin ederek göreve başlamıştı.

Ancak radikal sağcı Bolsonaro destekçileri, önce ülkede günlerce süren otoyol kapatma eylemleri yapmış, 8 Ocak 2023'te de Ulusal Kongre binasını basmıştı.

Olaylar, 6 Ocak 2021'de Trump destekçilerinin ABD Kongresi'ni basmasına benzetilmişti.

Trump ise Bolsonaro hakkındaki davayı "cadı avı" diye nitelemiş, yargıç Moraes'e yaptırım kararı almıştı. Washington ayrıca Lula yönetimine yüzde 50 gümrük vergisi de getirmişti.

Brezilya'da Bolsonaro'nun hapis cezasının düşürülmesi için Temsilciler Meclisi'ne sunulan teklif çarşamba günü onaylanmıştı. Tasarının yasalaşması için Senato'dan geçmesi ve Lula tarafından da onaylanması gerekiyor.

Teklif kapsamında Ulusal Kongre baskınında yer aldıkları gerekçesiyle hapse atılanların da serbest bırakılması veya cezalarının azaltılması isteniyor.

Tartışmalı teklif için Temsilciler Meclisi'nde düzenlenen oturumda siyasetçiler arasında arbede yaşanmıştı. Solcu parlamenter Glauber Braga, meclis başkanının koltuğuna oturup kalkmamış, "darbe girişimi hamlesine karşı protesto düzenlediğini" söylemişti.

Polisin müdahale ettiği olayda bazı parlamenterler ve gazeteciler de dışarı çıkarılmıştı.

Independent Türkçe, New York Times, Washington Post


Erdoğan: İsrail, Gazze'de hayatın normale dönmesine izin vermeli

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, AK Parti'nin düzenlediği bir etkinlikte konuşurken, 9 Aralık 2025 (Cumhurbaşkanlığı)
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, AK Parti'nin düzenlediği bir etkinlikte konuşurken, 9 Aralık 2025 (Cumhurbaşkanlığı)
TT

Erdoğan: İsrail, Gazze'de hayatın normale dönmesine izin vermeli

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, AK Parti'nin düzenlediği bir etkinlikte konuşurken, 9 Aralık 2025 (Cumhurbaşkanlığı)
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, AK Parti'nin düzenlediği bir etkinlikte konuşurken, 9 Aralık 2025 (Cumhurbaşkanlığı)

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan bugün yaptığı açıklamada, İsrail’in verdiği sözleri yerine getirmesi ve Gazze’de ateşkese tam anlamıyla uyması gerektiğini söyledi.

Erdoğan, İsrail’in Gazze Şeridi’nde hayatın yeniden normale dönmesine izin vermesi gerektiğini vurguladı.

Dışişleri Bakanı Hakan Fidan ise İsrail’in Filistin’in birçok kentinde etnik temizlik uyguladığını ifade etti.

İstanbul’da konuşan Fidan, Türkiye’nin Gazze Şeridi’nde ateşkes anlaşmasının ihlallerini durdurmak için çalıştığını belirterek, ülkesinin bu anlaşmaya varılmasında arabulucularla birlikte etkin bir rol oynadığını kaydetti.

İsrail ile Hamas arasında, ABD Başkanı Donald Trump’ın barış planı çerçevesinde Şarm eş-Şeyh’te yapılan görüşmelerde mutabakata varılmış, anlaşma geçtiğimiz ekim ayında yürürlüğe girmişti.

Gazze’de iki yıldır süren çatışmayı sona erdirmeyi amaçlayan Trump planının bir sonraki aşamasını hayata geçirmek için görüşmeler sürüyor.

Plan, Gazze Şeridi'nde uluslararası bir barış konseyi tarafından denetlenen ve çok uluslu bir güvenlik gücü tarafından desteklenen geçici bir Filistin teknokrat yönetimi kurulmasını öngörüyor. Ancak bu gücün oluşturulması ve yetki alanı konusunda yürütülen müzakerelerin zorlu geçtiği belirtiliyor.


Avrupa askeri ulusal hizmeti yeniden başlatıyor: Barış geliri dönemi sona erdi

Almanya'nın batısındaki Ahlen'de bulunan Alman Silahlı Kuvvetleri'nin (Bundeswehr) Westphalen-Kassern Kışlası'nda, Bundeswehr acemi erleri için temel eğitim bilgilendirme gününde, erler tank imha eğitimine katılıyor 13 Kasım 2025 (AFP)
Almanya'nın batısındaki Ahlen'de bulunan Alman Silahlı Kuvvetleri'nin (Bundeswehr) Westphalen-Kassern Kışlası'nda, Bundeswehr acemi erleri için temel eğitim bilgilendirme gününde, erler tank imha eğitimine katılıyor 13 Kasım 2025 (AFP)
TT

Avrupa askeri ulusal hizmeti yeniden başlatıyor: Barış geliri dönemi sona erdi

Almanya'nın batısındaki Ahlen'de bulunan Alman Silahlı Kuvvetleri'nin (Bundeswehr) Westphalen-Kassern Kışlası'nda, Bundeswehr acemi erleri için temel eğitim bilgilendirme gününde, erler tank imha eğitimine katılıyor 13 Kasım 2025 (AFP)
Almanya'nın batısındaki Ahlen'de bulunan Alman Silahlı Kuvvetleri'nin (Bundeswehr) Westphalen-Kassern Kışlası'nda, Bundeswehr acemi erleri için temel eğitim bilgilendirme gününde, erler tank imha eğitimine katılıyor 13 Kasım 2025 (AFP)

Christopher Phillips

Fransa, artan Rus askeri tehdidi karşısında zorunlu askerlik hizmetini yeniden canlandırmak için ciddi adımlar attıktan sadece birkaç gün sonra Almanya da aynı yolu izledi. Kasım ayı sonlarında, Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron, genç erkek ve kadınlara on aylık askeri eğitim karşılığında maaş teklif eden, gönüllülük esaslı bir program başlatma niyetinde olduğunu açıkladı. Birkaç gün sonra aralık ayı başlarında, Bundestag (Alman Parlamentosu), 18 yaşındaki tüm gençlere silahlı kuvvetlere katılmaya hazır olup olmadıklarını soran bir anket göndermeyi içeren benzer programı oyladı. Bu, her iki hükümetin de zorunlu askerlik hizmetini çok uzun zaman önce kaldırmış olduğu göz önüne alındığında, radikal bir değişim. Zorunlu askerlik yapan son Fransız erleri 2001 yılında terhis edilirken, Angela Merkel Almanya'da askerlik hizmetini 2011 yılında sona erdirdi. Her iki ülke de Soğuk Savaş sonrası “barış geliri” programından faydalandı; bu dönem savaş tehdidinin azalmasıyla Batı ordularının küçülmesine sahne oldu. Barış geliri, bir ülkenin askeri harcamalarının azalmasından elde ettiği ekonomik fayda olarak tanımlanır; bu da fonların sosyal programlara, altyapıya ve eğitime yönlendirilmesine veya vergilerin düşürülmesine olanak tanıyarak, çatışmaya odaklanmak yerine büyüme ve kalkınmayı teşvik eder. Ancak Rusya'nın Ukrayna'yı işgali, Avrupa başkentlerinde on yıllarca süren göreceli gevşeme dengelerini alt üst etti. Anormal olmaktan çok uzakta Paris ve Berlin’in planları, kıta genelinde savunma stratejilerinin temel bir bileşeni olarak “ulusal hizmete” dönüşe doğru yönelimi yansıtıyor.

1950'lerde RAND Corporation, Batı Avrupa'da yaklaşık 900 bin NATO askerinin konuşlandırıldığı, bunların yarısının ABD’den, geri kalanının ise çoğunlukla diğer Avrupa ülkelerinden olduğu tahmininde bulunmuştu

Yükselme ve gerileme arasında Avrupa'da ulusal hizmet

Bir ülkenin silahlı kuvvetlerine zorunlu veya gönüllü olarak katılma anlamına gelen ulusal hizmet, Avrupa'da binlerce yıl öncesine dayanan bir kavram. Örneğin, Roma lejyonları zorunlu askerlik yapan erlerden oluşurken, orta çağ orduları büyük ölçüde feodal beyler tarafından savaşmaya zorlanan köylülerden oluşuyordu. Avrupa'nın 19. ve 20. yüzyıllarda imparatorluk hanedanlarının egemen olduğu bir kıtadan ulus devletler topluluğuna dönüşümü, zorunlu askerliğin doğasını değiştirdi, ancak savaşın temel bir yönü olmayı sürdürdü. Toprak sahiplerinin kiracılarını savaşmaya zorlaması yerine, ulusal hükümetler vatandaşların ülkeleri için savaşma görevi anlayışını yerleştirdi. 1789'daki Fransız Devrimi'nin liderleri, “Özgürlük, Eşitlik, Kardeşlik” sloganlarıyla, “kardeşliğin” tüm Fransız halkını Fransa için savaşmaya mecbur kıldığına inanıyorlardı; böylece “vatandaş askerlere” yönelik zorunlu askerlik uygulaması resmileştirildi. Bu, sonraki on yıllarda diğer birçok Avrupa ülkesi tarafından da izlenen bir model oldu.

 Alman ordusu (Bundeswehr) askerleri, Berlin'deki Reichstag binasının önünde düzenlenen bir askere alma töreninde saf halinde duruyorlar, 20 Temmuz 2011 (Reuters)Alman ordusu (Bundeswehr) askerleri, Berlin'deki Reichstag binasının önünde düzenlenen bir askere alma töreninde saf halinde duruyorlar, 20 Temmuz 2011 (Reuters)

Bu, iki dünya savaşındaki büyük oyuncuların çoğunun erlerden oluşan büyük ordular ile savaştığını gösteriyor. İngiltere, 1914'te tamamen gönüllü birliklere güvenerek bir istisna oluştursa da ağır kayıplar, 1916'da askerlik hizmetini zorunlu hale getirmesine neden oldu. İkinci Dünya Savaşı'nın başlangıcında da zorunlu askerliği yeniden uygulamaya koydu. Fransa, Almanya ve İtalya gibi diğer büyük oyuncular ise savaş boyunca zorunlu askerlik uygulamasını sürdürdüler. Sovyetler Birliği 1945'ten sonra Doğu Avrupa'ya yayılmış devasa ordularını korurken, ABD ve Kanada ile NATO'yu kuran Batı Avrupa ülkeleri zorunlu askerlik sistemini sürdürdü. 1950'lerde RAND Corporation, Batı Avrupa'da yaklaşık 900 bin NATO askerinin konuşlandırıldığı, bunların yarısının ABD’den, geri kalanının ise çoğunlukla diğer Avrupa ülkelerinden olduğu tahmininde bulunmuştu.

Trump'ın askerlerini geri çekmesi durumunda, Batı Avrupa'da konuşlandırılmış yaklaşık 84 bin Amerikan askerinin yerine yenilerinin konuşlandırılması gerekecek

Gelgelelim değişen koşullar ulusal hizmete yönelik tutumları da yavaş yavaş değiştirdi. İngiltere, zorunlu askerliği kaldıran ilk NATO üyesi oldu ve 1960 yılında, İngiltere içinde zorunlu askerliğe halk desteğinin düşük olması ve nükleer çağda savaşın değişen doğası nedeniyle daha küçük, profesyonel gönüllülerden oluşan bir ordunun daha tercih edilebilir olduğu sonucuna vardı. Diğer Avrupa ülkeleri, belki de Sovyet güçlerine karşı Manş Denizi gibi doğal bir savunmadan yoksun oldukları için benzer adımları atma konusunda Soğuk Savaş'ın sonuna kadar beklediler. Belçika 1992'de zorunlu askerliği askıya aldı ve 1995'te tamamen gönüllülerden oluşan bir orduya geçiş yaptı. Fransa ve Hollanda aynı yıl 1997'de zorunlu askerliği askıya aldı. İspanya 2001'de, İtalya 2005'te ve Almanya 2011'de onları takip etti. Avusturya ve Yunanistan gibi bazı Batı Avrupa ülkeleri ile Danimarka, Norveç, İsveç ve Finlandiya ise bu uygulamayı sürdürdü. Rusya'nın 2022'de Ukrayna'yı işgal ettiği zamana kadar çoğu Avrupa ülkesi daha küçük, daha profesyonel orduları tercih etti.

Fransız ordusunun yeni erleri, Marsilya yakınlarındaki Carpienne askeri üssünde bir yeterlilik eğitimi sırasında AMX tankları ile eğitim yapıyor, 15 Ekim 2001 (Reuters)Fransız ordusunun yeni erleri, Marsilya yakınlarındaki Carpienne askeri üssünde bir yeterlilik eğitimi sırasında AMX tankları ile eğitim yapıyor, 15 Ekim 2001 (Reuters)

Ufukta yeni bir tehlike beliriyor

Ukrayna savaşı, Avrupa liderleri arasında askeri hazırlık konusunda alarm zillerini çalmış olsa da Donald Trump'ın 2024 sonlarında yeniden seçilmesi, durumun aciliyetini ve ciddiyetini daha da artırdı. Trump, seçim kampanyası sırasında ABD birliklerini Avrupa'dan tamamen çekmekle defalarca tehdit etti ve Beyaz Saray'a döndüğünden beri NATO müttefiklerinin korkularını gidermekten çok uzak kaldı. Trump güçlerini geri çekerse, Batı Avrupa'da konuşlanmış yaklaşık 84 bin ABD askerinin yerine yenilerinin konuşlandırılması gerekecek. Vladimir Putin Ukrayna'da zafer ilan eder ve emellerini diğer Avrupa ülkelerini de kapsayacak şekilde genişletirse, bu sayı da yetersiz kalabilir.

Rusya'nın şu anda 1,5 milyon aktif personele ilave olarak 2 milyon yedek personele sahip olduğu tahmin ediliyor. NATO güçlerinin toplam sayısı ise yaklaşık 3,4 milyon, yani sayı olarak Rus ordusundan daha fazla. Ancak ABD ordusu 1,3 milyon askeriyle ve Türk ordusu da (Ankara'nın Rusya ile iyi ilişkileri ve Ukrayna savaşındaki tarafsız duruşu göz önüne alındığında) 355 bin askeriyle Avrupa'yı kurtarmak için müdahale etmezse, kalan kuvvetlerin sayısı 1,75 milyonu geçmeyecektir. Bunun anlamı kalan 30 NATO üyesinin tam kadro silahlı kuvvetleriyle katılması gerektiğidir ki, bunu başarmak zor olabilir.

Batı Avrupa liderleri, zorunlu askerlik hizmetini yeniden canlandırmanın, toplumlarını Rus tehdidinin ciddiyetine ikna etmeye katkıda bulunmasını da umuyorlar

Bu hesaplara dayanarak, Fransa ve Almanya gibi büyük güçler daha fazla personele ihtiyaç duydukları sonucuna vardılar. Alman ordusu (Bundeswehr) şu anda 182 bin personelden oluşuyor; bu sayı, nüfusu Almanya'nın yarısı ve ekonomisi Almanya'nınkinin beşte birinden daha küçük olan komşusu Polonya'dan yaklaşık 20 bin daha az. Berlin, silahlı kuvvetlerini yılda 20 bin personel artırarak 2035 yılına kadar 250 ila 260 bin arasına çıkarmayı hedefliyor. Ayrıca 200 bin personelden oluşan ek bir yedek kuvvet oluşturmayı da amaçlıyor. Bu, iki adımda gerçekleştirilecek; birincisi, büyük ölçekli bir askere alma kampanyası yürütülecek (Almanya şu anda Alman ordusu için yoğun pazarlama çalışmaları yürütüyor). İkincisi, yeni bir “ulusal hizmet” uygulaması yürürlüğe konulacak. Alman parlamentosu tarafından onaylanan mevcut teklif, erkekler için zorunlu, kadınlar için ise isteğe bağlı kaydolma şartıyla gönüllülük esasına dayanıyor. Yasa tasarısı ayrıca, hükümetin Alman ordusu için belirlediği hedeflere ulaşılmaması durumunda, parlamentonun bazı 18 yaşındaki gençler için zorunlu askerlik uygulamasını görüşmesine olanak tanıyan hükümler de içeriyor.

Benzer şekilde, Fransa'nın şu anda 47 bin yedek personele ek olarak yaklaşık 200 bin aktif görevli personeli bulunuyor. Ancak Macron, öncelikle yeni bir “ulusal hizmet” uygulaması yoluyla bu sayıya önümüzdeki on yılda 50 bin personel daha eklemeyi hedefliyor. Bu hizmet şimdilik isteğe bağlı olacak ve 18 yaşındakiler bu hizmete karşılık aylık en az 800 avro maaş alacaklar. Bu arada, Belçika da Eylül 2026'dan itibaren gönüllülük esasına dayalı olarak ulusal hizmeti yeniden yürürlüğe koymayı tercih etti; Hollanda'daki milletvekilleri de aynı şeyi yapmayı düşünüyor.

Asker sayısını artırmak birincil amaç olsa da Batı Avrupa liderleri ulusal hizmeti yeniden canlandırmanın toplumlarını Rus tehdidinin ciddiyetine ikna etmeye katkıda bulunmasını da umuyorlar. Örneğin, BBC'ye göre, yeni atanan Fransa Genelkurmay Başkanı Orgeneral Fabien Mandon, Fransa'nın fedakarlık ruhundan yoksun olduğunu ve halkın savaşta çocuklarını kaybetmeye hazır olması gerektiğini belirtti. Ayrıca, Fransız askeri planlamasının üç veya dört yıl içinde Rusya ile bir savaş varsayımına dayandığını da söyledi.

Gelecekteki meydan okumalar

Bu açıklamalar, ulusal hizmeti yeniden canlandırmak isteyen liderlerin karşılaştığı en büyük engellerden birine işaret ediyor, yani kamuoyuna. Macron ve diğer Avrupalı ​​liderlerin de bu tür önlemlerin, 1960'taki İngilizler örneğinde olduğu gibi, hiçbir şekilde halk tarafından desteklenmeyeceğinin farkında oldukları açıkça görülüyor. Bu nedenle tüm yeni planlar zorunluluk değil, gönüllülük esasına dayanıyor. Fransa'da, öneriler genel olarak iyi karşılandı; Elabe gazetesinin bildirdiğine göre, ankete katılanların yüzde 73'ü önerileri destekledi. Hatta bu önerilerden en çok etkilenecek olan 25-34 yaş arası gençler bile, önerileri yüzde 60 oranında destekliyor. Şarku'l Avsat'ın al Majalla'dan aktardığı analize göre Almanya'da durum farklı. Bundestag'ın yeni yasayı onaylamasının ertesi günü, öğrenciler 90'dan fazla şehirde greve gitti ve birçok kişi gençlerin muhalefet düzeyinin yüksek olduğuna inanıyor. Almanya'nın askeri faaliyetlerle ilişkisinin Nazizm mirası nedeniyle daha karmaşık olduğu ve özellikle sol kesimdeki birçok kişinin Rusya ile mücadele etmeyi amaçlayan yeni yeniden silahlanma çabalarına şüpheyle yaklaştığı unutulmamalı.

Paris ve Berlin, diğer Batı Avrupa ülkeleri gibi, “barış geliri” döneminin geri dönmemecesine sona erdiğine inanıyor

Başka meydan okumalar da var. Fransa ve Almanya'nın attığı adımlara rağmen, diğer iki büyük Batı Avrupa gücü olan Birleşik Krallık ve İspanya henüz benzer adımlar atmadı. Birleşik Krallık da şüphesiz ordusunu genişletmeyi umuyor, ancak önceki Muhafazakar hükümetin yeni bir ulusal hizmet oluşturma önerisine rağmen, mevcut İşçi Partisi hükümeti bu yönde ilerlememeyi tercih etti. İspanya'nın da şu anda zorunlu askerlik hizmetini yeniden canlandırma planı yok. Hem İngiltere'nin hem de İspanya'nın bu adımı atmakta isteksiz olması, Avrupa silahlı kuvvetlerinin büyümesini sınırlayabilir ve aynı zamanda Fransa ve Almanya'daki zorunlu askerlik hizmeti karşıtlarına kullanabilecekleri alternatif modeller sunabilir.

Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron (ortada), Fransız Alpleri'ndeki Varces askeri üssünde yeni zorunlu askerlik hizmetini açıklayan konuşmasını yapmadan önce birlikleri denetliyor, 27 Kasım 2025 (AFP)Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron (ortada), Fransız Alpleri'ndeki Varces askeri üssünde yeni zorunlu askerlik hizmetini açıklayan konuşmasını yapmadan önce birlikleri denetliyor, 27 Kasım 2025 (AFP)

Maliyet de göz ardı edilemeyecek meydan okumalardan biri olarak öne çıkıyor. Macron'un planının, Fransız ekonomisinin önemli meydan okumalar ile karşı karşıya olduğu bir dönemde, yaklaşık 2 milyar avroya mal olacağı tahmin ediliyor. Fransız gönüllülerin, Alman (2.600 avro) veya Belçikalı (2.000 avro) meslektaşlarına kıyasla çok daha düşük bir aylık maaş olan 800 avro alacaklarını da belirtmek gerekiyor. Bu eşitsizlik ve maaşın asgari ücretten de önemli ölçüde daha az olması birçok gönüllüyü bundan caydırabilir.

Doğal olarak, Macron, Alman Şansölyesi Friedrich Merz gibi, başka seçeneği olmadığını düşünüyor olabilir. Yaklaşan bir tehdit olarak algıladığı durum karşısında Fransa'nın yeniden silahlanması, asker sayısını artırması ve halkını gelecekteki olası bir çatışmaya karşı seferber olmaya ikna etmesi gerekiyor. 2022 sonrası yeni savunma ortamında, Paris ve Berlin, diğer Batı Avrupa ülkeleri gibi, “barış geliri” döneminin geri dönmemecesine sona erdiğini düşünüyor. Nitekim savunma bütçeleri gittikçe artıyor ve askerlik hizmeti güçlü bir geri dönüş yaptı.

*Bu analiz Şarku’l Avsat tarafından Londra merkezli al Majalla dergisinden çevrilmiştir.