Trump ve Netanyahu… ‘Kişisel anlaşmazlıktan’ daha fazlası

İsrail çıkarlarını en iyi temsil eden kişi Netanyahu değil, Trump'tır

Trump, İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu'yu Beyaz Saray'da ağırladı, 7 Nisan 2025 (AFP)
Trump, İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu'yu Beyaz Saray'da ağırladı, 7 Nisan 2025 (AFP)
TT

Trump ve Netanyahu… ‘Kişisel anlaşmazlıktan’ daha fazlası

Trump, İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu'yu Beyaz Saray'da ağırladı, 7 Nisan 2025 (AFP)
Trump, İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu'yu Beyaz Saray'da ağırladı, 7 Nisan 2025 (AFP)

Michael Horowitz

ABD Başkanı Donald Trump, geçtiğimiz iki hafta boyunca İsrail'i diken üstünde durmak zorunda bıraktı. Başkan Trump’ın İsrail hükümetini defalarca kez şaşırtması, ülkenin liderleri arasında perde arkasında belki sessizce ama açıkça hissedilir bir endişenin artmasına yol açtı.

İlk şok, Trump'ın İran destekli Husilerle beklenmedik bir ateşkes ilan etmesiyle yaşandı. Ateşkesin duyurulması, Husilerin İsrail'in Ben Gurion Uluslararası Havaalanı'na düzenlediği füze saldırısına karşılık olarak İsrail'in Sana Havaalanı'na büyük bir saldırı düzenlemesinden sadece birkaç dakika sonraydı. Basında yer alan birçok habere göre İsrail, açıklanmasından önce ateşkesten haberdar edilmedi. Kısa süre sonra anlaşmanın, Husilerin İsrail'e yönelik bugün de devam eden saldırılarının durdurulmasına ilişkin herhangi bir atıfta bulunmadığı anlaşıldı.

Ama bu sadece bir başlangıçtı.

ABD Başkanı’nın Körfez ülkelerine yaptığı ziyaretle birlikte, İsrail'e yönelik sürprizleri de devam etti. Bu sürprizler, İsrail'in uzun süredir güvenliğine tehdit ve Türkiye'nin adamı olarak gördüğü Suriye Cumhurbaşkanı Ahmed eş-Şera ile yapılan görüşme ile doruğa ulaştı. Daha da kötüsü Trump, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ı bir kez daha överken, ABD Dışişleri Bakanı Marco Rubio da Ukrayna konusunu görüşmek üzere Türkiye'yi ziyaret etti. Fakat muhtemelen görüşmeler bunun ötesine geçti.

Trump, Ahmed eş-Şera’yı ‘oldukça çekici biri’ olarak tanımlamakla kalmadı, İsrail tarafının şaşkınlığı arasında Suriye'ye uygulanan yaptırımların kaldırılmasına ilişkin sürpriz bir açıklamada bulundu. Bu kararın öncesinde, açıklamadan önceki günlerde bile ABD yönetiminin böyle bir adım atmaya niyetli olduğuna dair herhangi bir işaret yoktu.

Şara’ya karşı katı bir tutum sergileyen İsrail hükümeti, yaptırımları kaldırmak bir yana, bunu Şam'a karşı bir koz olarak kullanmak için sürdürülmesi gereken hayati bir araç olarak görüyordu. Ancak bu karar, ABD Başkanı'nın İsrail ile Suriye arasında normalleşme sürecini zorlamaya niyetli olduğunu açıkça yansıtıyordu.

Böyle bir gelişme uzun vadede geniş çaplı faydalar sağlayabilir ve büyük bir diplomatik başarı olur. Ancak İsrail’in mevcut hükümeti, İbrahim Anlaşmaları’nı Suriye'yi de kapsayacak şekilde genişletmeye hiçbir zaman ilgi göstermedi.

Böyle bir gelişme uzun vadede geniş çaplı faydalar sağlayabilir ve büyük bir diplomatik başarı olur. Ancak İsrail’in mevcut hükümeti, İbrahim Anlaşmaları’nı Suriye'yi de kapsayacak şekilde genişletmeye hiçbir zaman ilgi göstermedi.

Trump'ın Katar ziyaretiyle birlikte, İsrail'de Doha'nın ABD Başkanı üzerindeki potansiyel etkisine ilişkin endişeler arttı. Bu endişeler, Amerikan basınında Katar'ın Başkan'a lüks bir uçak hediye ettiğine dair haberler çıktıktan ve özellikle de Trump'ın “Sadece bir aptal böyle bir hediyeyi reddeder” sözlerinden sonra daha da arttı. Bu durum, Katar'ın Trump yönetimindeki karar alma mekanizmalarında yeniden yer edindiğine dair İsrail'in şüphelerini artırdı.

Amerikan basınında, Trump'ın Netanyahu'yu, hükümeti Gazze'deki savaşı sona erdirmezse artık İsrail'in yanında yer almayacağı yönünde tehdit ettiğine dair haberler de yer aldı.

Bu gelişmeler, Gazze Şeridi’ndeki savaşta çok hassas bir döneme denk geldi. Beklenmedik bir başka gelişmeyle ABD yönetimi, savaşı sona erdirmek ve kalan rehineleri kurtarmak için yürütülen müzakerelerin çıkmaza girdiği bir dönemde, ABD vatandaşı İsrailli asker Edan Alexander'ı serbest bırakması için Hamas'a baskı yapmayı başardı. Kısa süre sonra ABD yönetiminin bir kez daha İsrail'i saf dışı bırakarak, Hamas'la doğrudan görüşmeler yaptığı ve yaklaşan ziyaret öncesinde bir iyi niyet jestine ihtiyaç duyduğuna ikna ettiği anlaşıldı.

Ancak iki durumu birbirinden ayırmak önemli. Bunlardan birincisi anlaşma, İsrail hükümetini şaşırtmış ve stratejik çıkarlar arasında büyüyen bir uçurumun altını çizmiş olsa da İsrail halkı tarafından geniş çapta memnuniyetle karşılandı. Ateşkese varılması talebiyle düzenlenen halk protestoları, İsrail'in çıkarlarını Netanyahu'nun değil, Trump'ın daha iyi temsil ettiğine dair sinyaller vermeye başladı. Bu durum, protesto hareketi ve rehinelerin aileleri arasında, çoğu İsraillinin arzuladığı şeyi gerçekleştireceği umuduyla ABD Başkanı’na doğru artan bir eğilim olduğunu da teyit etti.

Kişisel kriz mi?

ABD ile İsrail arasında kamuoyu önünde yaşanan bir dizi gerilim ve Trump'ın İsrail'i seyahat programından çıkarma kararı, Başkan Trump ile Başbakan Binyamin Netanyahu arasında kişisel bir kriz olduğuna dair spekülasyonları körükledi. Her iki lider de ‘şahsi’ diplomasi tarzlarıyla tanınıyor ve bu tarzlarında önemli politikalardan ziyade ‘kişiler arasındaki kimyaya’ önem veriyor ya da en azından ilişkilerini böyle göstermeye çalışıyorlar.

Ancak gerçekte durum muhtemelen daha da karmaşık. Trump ve Netanyahu arasındaki ilişkiyi güçlü bir kişisel ilişki olarak tasvir etmek, her ne kadar kamuoyu önünde öyleymiş gibi davranma konusunda şüphesiz iyi olsalar da birbirleriyle gerçekten dost olmadıklarını gösteren -bu yazarın daha önce belgelediği- birçok göstergeyi göz ardı etmek olur.

Böyle bir tasvir Donald Trump'ı motive eden şeyin özünü gözden kaçırıyor. Trump'ın dış politikaya yaklaşımı geleneksel jeopolitik çıkarlara, köklü ittifaklara ve tutarlı bölgesel dinamiklere değil, ister ‘anlaşmalar’ ister ABD ekonomisine yatırım akışı şeklinde olsun, medya etkisi yüksek ikili ‘kazanımlar’ arayışına dayanıyor.

Trump, Ahmed eş-Şara’yı ‘oldukça çekici biri’ olarak tanımlamakla kalmadı, İsrail tarafının şaşkınlığı arasında, Suriye'ye uygulanan yaptırımların kaldırılmasına ilişkin sürpriz bir açıklamada bulundu.

Trump, Ortadoğu turunun sonunda Abu Dabi'den ayrıldıktan sonra Air Force One uçağında gazetecilere açıklamalarda bulunurken, 16 Mayıs 2025 (AFP)Trump, Ortadoğu turunun sonunda Abu Dabi'den ayrıldıktan sonra Air Force One uçağında gazetecilere açıklamalarda bulunurken, 16 Mayıs 2025 (AFP)

Aslında Başkan Trump'ın, uluslararası ilişkiler uzmanlarının uzun vadede hayati önem taşıdığını düşündüğü birçok konuda belirli bir ideolojisi yok. Eğer somut bir ‘sonuç’ elde etme olasılığı varsa ister Husiler ister Taliban ister Hamas isterse İran ya da Rusya olsun, herhangi bir tarafla diyalog kurmaya hazır. Şarku’l Avsat’ın al Majalla’dan aktardığı analize göre Trump için önemli olan, niteliği ne olursa olsun ve nereden gelirse gelsin ‘anlaşmalar’ ve ‘zaferler’ elde etmektir.

Bu anlayışla Trump ve Netanyahu arasındaki anlaşmazlık, -yakın ilişkileri aslında medya tüketimi için olduğundan- şahsi hayal kırıklığından değil, Netanyahu'nun Trump'a istediğini, yani ‘kazanımlar’ ve ‘anlaşmalar’ sunamamasından kaynaklanıyor. ABD Başkanı, İsrail'in Gazze Şeridi ve Suriye ile ilgili anlaşmaları reddettiğini, İran ile bir anlaşma ihtimaline karşı çıktığını ve Suudi Arabistan ile normalleşme şansını azaltan tutumlar sergilediğini düşünüyor. Dolayısıyla Trump'ın Ortadoğu turunda İsrail'i görmezden gelmesi şaşırtıcı değildi. Bunun sebebi rekabet değil, daha ziyade orada ‘zafer’ olarak sayılabilecek bir şey bulamamış olmasıydı.

Tavizler vermek

Trump yönetimi, mevcut İsrail hükümetini memnun eden konuların ötesinde bile fırsatlar aramaya istekli olduğunu gösterdi. Diplomatik açıdan, ideolojik olmayan yaklaşımı ona başkalarının düşünmeye bile cesaret edemeyeceği inisiyatifler sunma ve anlaşmalar yapma esnekliği veriyor. Ancak Trump'ın dış politikasının temel sorunu başka bir yerde, yani açıklamalara, sembolizme ve medya manşetlerine odaklanıyor olmasında yatıyor ve genellikle içerik, tutarlılık ve süreklilik eksikliğiyle öne çıkıyor.

Netanyahu muhtemelen bunun farkında ve bunu kendi lehine kullanmaya çalışabilir. Gazze konusunda Trump'ın, özellikle de Ortadoğu turunun sona ermesinin ardından, başka bir haber başlığına geçmesini beklemekle yetinebilir. İran konusunda ise ABD'nin İran'ın nükleer programının azaltılması mı yoksa ortadan kaldırılması mı gerektiği konusundaki kararsızlığı, her iki taraf da bir anlaşmayı tercih etse bile müzakereleri rayından çıkarabilir. Bu tam da Netanyahu'nun o bilindik; ‘baskılara hemen yanıt vermek yerine zaman kazanmak, değişen koşullar üzerine bahis oynamak’ stratejisiyle örtüşüyor.

Ancak bu yaklaşımın risksiz olduğu söylenemez. Trump yönetiminin beklenenden daha hedef odaklı olduğu ortaya çıkarsa, Netanyahu kendisini taviz vermek, sadece bir engelden ibaret olmadığını ve yeni ABD yönetiminin alışılmadık düşünce ve yaklaşımına uymaya istekli bir ortak olduğunu kanıtlamak zorunluluğuyla karşı karşıya bulabilir. Bu durumda İsrail hükümeti, nerede esneklik gösterebileceğini ve nerede dokunulmaz kırmızı çizgiler çizmesi gerektiğini belirleyerek önceliklerini yeniden tespit etmek zorunda kalabilir.

*Bu analiz Şarku’l Avsat tarafından Londra merkezli al Majalla dergisinden çevrilmiştir.



Doğu Akdeniz'deki gerginlikler ve Mısır’ın Türkiye, Yunanistan ve Güney Kıbrıs kararsızlığı

Tek taraflı ilan edilen Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti'nin (KKTC) kuzeyindeki Girne şehri açıklarındaki bir savaş gemisinin üzerinde uçan Türk savaş uçakları Fotoğraf: Birol Bey/AFP
Tek taraflı ilan edilen Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti'nin (KKTC) kuzeyindeki Girne şehri açıklarındaki bir savaş gemisinin üzerinde uçan Türk savaş uçakları Fotoğraf: Birol Bey/AFP
TT

Doğu Akdeniz'deki gerginlikler ve Mısır’ın Türkiye, Yunanistan ve Güney Kıbrıs kararsızlığı

Tek taraflı ilan edilen Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti'nin (KKTC) kuzeyindeki Girne şehri açıklarındaki bir savaş gemisinin üzerinde uçan Türk savaş uçakları Fotoğraf: Birol Bey/AFP
Tek taraflı ilan edilen Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti'nin (KKTC) kuzeyindeki Girne şehri açıklarındaki bir savaş gemisinin üzerinde uçan Türk savaş uçakları Fotoğraf: Birol Bey/AFP

Amr İmam

Mısır, yaklaşık on yıldır ilk kez, Doğu Akdeniz'in bölgesel gerginlikte yeni sahne haline gelmesiyle kritik bir kavşakta duruyor.

Bu durum, özellikle son iki yılda İsrail'in Gazze'de yürüttüğü savaş ve ardından İsrail ile İran arasındaki askeri çatışmaların ardından yatışan deniz sınırları konusundaki anlaşmazlıkların yeniden alevlenmesine bağlanabilir.

Bu yeni gerginlik haziran ayı sonlarında başladı. Libya Ulusal Petrol Kurumu (NOC) Akdeniz'de Libya kıyıları açıklarında yaklaşık 10 bin kilometrekarelik bir alanda sismik araştırma yapmak üzere Türkiye Petrolleri Anonim Ortaklığı (TPAO) ile bir mutabakat imzaladı.

Ancak Yunanistan bu mutabakata karşı çıkarak, kesin bir dille ‘kabul edilemez’, ‘yasadışı’ ve ‘dayanaksız’ olduğunu öne sürdü.

Türkiye’nin Libya kıyıları açıklarında Yunan savaş gemilerinin konuşlandırılmasına vereceği tepki, önümüzdeki haftalar ve aylar içinde bölgede yaşanacak gelişmelerin seyrini belirleyecek önemli bir faktör olacak.

Yunanistan, Türk şirketiyle imzalanan mutabakat zaptı konusunda Libya ile zaten anlaşmazlığa girmiş ve konuyu BM Güvenlik Konseyi'ne taşımıştı.

Yunanistan Başbakanı Kiriakos Miçotakis 24 Haziran’da Lahey'de düzenlenen NATO zirvesinde konuyu gündeme getirdi. Sadece iki gün sonra Brüksel'de düzenlenen Avrupa Konseyi zirvesinde, konuyu yeniden gündeme getirdi.

İlgili tarafların itidalini koruyup korumayacağı kısa sürede belli olacak. Doğu Akdeniz'deki deniz sınırlarının belirlenmesi konusundaki anlaşmazlıkların daha kötüye gidip gitmeyeceği de bundan sonra anlaşılacak.

Ortak düşman

Bu olası gerilimi büyük bir şaşkınlık ve endişeyle izleyen tek bir ülke var, o da Mısır.

Yaklaşık on yıl önce, o dönemde 2011 yılından sonra yaşanan siyasi ve güvenlik sorunlarının etkilerinden kurtulmak için zamanla yarışan Kahire için durum daha netti. Aynı zamanda, Doğu Akdeniz'de Türkiye'nin artan emellerine karşı kıyılarını güvence altına almaya çalışıyordu. O dönemde Mısır'ın herhangi bir bölgesel tarafın yanında yer alması oldukça kolaydı.

Türkiye o dönemde, Mısır'da yaşanan siyasi dönüşümlere, özellikle de 2013 yılında Müslüman Kardeşler'in iktidardan düşürülmesine karşı çıktı ve ardından Kahire’deki yeni iktidara karşı yoğun bir medya kampanyası başlattı.

Yine o dönemde Kahire’deki bazı yetkililer, Ankara'yı, Gazze Şeridi ve İsrail'e komşu olan bu hassas bölgede bir İslam devleti kurmak amacıyla Sina Yarımadası'nda faaliyet gösteren DEAŞ’ın bir kolunu desteklemekle suçladı.

"Kahire ve Atina, Ankara'nın kendi bölgesel sularını ihlal etmesini önlemek için bazı önlemler aldılar. Bu önlemlerin en önemlisi, deniz sınırlarının belirlenmesi için anlaşmalar imzalanmasıydı. Bu anlaşmalar, Kıbrıs adasını da kapsıyordu.

Buna paralel olarak Türkiye, Müslüman Kardeşler Teşkilatı’nın bazı liderlerine kapılarını açarak, Müslüman Kardeşler yönetiminin devrilmesinden sonra Mısır hükümetine karşı medya kampanyalarının platformu haline geldi.

Bir yandan da sismik araştırma yapan Türk gemileri, umut vaat eden hidrokarbon kaynaklarına dair ipuçları bulmak için Akdeniz'de hummalı bir şekilde dolaşıyordu.

Tüm bunlar Kahire'yi Ankara'yı bir rakip olarak görmeye itti. Bu da onun bakış açısını Türkiye'nin geleneksel rakibi olan ve bölgedeki deniz sınırlarının belirlenmesi konusunda giderek artan anlaşmazlıklar nedeniyle Ankara ile ilişkilerinde büyük bir gerilim yaşayan Yunanistan'la yakınlaştırdı.

Kahire ve Atina, Ankara'nın kendi bölgesel sularını ihlal etmesini önlemek için bazı önlemler aldılar. Bu önlemlerin en önemlisi, deniz sınırlarının belirlenmesi için anlaşmalar imzalanmasıydı. Bu anlaşmalar, Kıbrıs adasını da kapsıyordu.

Deniz tatbikatlarından ticaret ve yatırım anlaşmalarına kadar Mısır, Yunanistan ve Güney Kıbrıs Rum Yönetimi (GKRY) son yıllarda Türkiye'yi kuşatmak ve Doğu Akdeniz'de artan emellerini frenlemek amacıyla aralarındaki iş birliğini yoğunlaştırdı.

Ankara Kahire, Atina ve Lefkoşa tarafından oluşturulan bu bölgesel kuşatmayı kırmak amacıyla 2019 Kasım’ında Libya'nın batısındaki Ulusal Birlik Hükümeti (UBH) ile Deniz Yetki Alanlarının Belirlenmesine İlişkin Mutabakat Muhtırası imzaladı.

İttifaklarda dönüşümler

Ancak, 2021 yılının sonlarından itibaren bölgede hakim olmaya başlayan uzlaşı ortamı, bölgesel manzarada gözle görülür değişikliklere yol açtı.

Mısır ve Türkiye arasında 2022 yılından bu yana, özellikle Ankara'nın Mısır'ın iç işlerine müdahalesini durdurma ve Müslüman Kardeşlerle bağlantılı muhalefete verdiği desteği askıya alma taahhüdünün ardından, anlaşmazlıkları aşmaya yönelik kademeli bir süreç başladı.

İki ülke Müslüman Kardeşler dönemini geride bırakırken, Kahire ve Ankara, aralarındaki yakınlaşmanın getireceği kazanımların giderek daha fazla farkına varmaya başladı.

Türk Silahlı Kuvvetleri ile yapılan anlaşma kapsamında İç Güvenlik Eğitim ve Tatbikat Merkezi'nde eğitim gören Libyalı askerler (Getty)Türk Silahlı Kuvvetleri ile yapılan anlaşma kapsamında İç Güvenlik Eğitim ve Tatbikat Merkezi'nde eğitim gören Libyalı askerler (Getty)

Diplomatik ve siyasi normalleşme yolunda büyük mesafe kat eden iki ülke, bugün ortak yatırım ve ticaret alanlarında iş birliğini geliştirme olanaklarını araştırıyor. Daha da önemlisi, Mısır'ın Türkiye'nin gelişmiş askeri teknolojilerini ithal etmesiyle somutlaşabilecek, askeri iş birliği olanakları da gündemde.

Bazı bölgesel konularda iş birliği yapan iki ülke, aralarındaki siyasi ve diplomatik istişareleri güçlendirmeye devam ediyor. Bölgesel ve uluslararası gündemdeki sıcak konularda, özellikle de daha önce Kahire ile Ankara arasındaki siyasi rekabetin sembolü olan Libya konusundaki görüşlerini giderek daha fazla uyumlu hale getiriyorlar.

Bu gelişmelerin ortasında Türkiye, Doğu Akdeniz'de kararlı adımlarını sürdürdü. Doğalgaz zenginliklerindeki hızlı artışı değerlendirmek için büyük umutlar besleyen Türkiye, bölgeyi küresel bir enerji tedarik deposuna dönüştürme sözü verdi.

Deniz sınırları anlaşmazlığında üstünlük sağlamak amacıyla Kahire’yi kendi tarafına çekmeye çalışan Ankara, Mısır'ın deniz sınırlarını belirleyen bir anlaşma imzalamayı kabul etmesi halinde, Yunanistan ve GKRY’nin önerdiğinden çok daha geniş bir kıta sahanlığı teklif etti.

İnce çizgi

Gazze'de devam eden savaş ve İsrail ile İran arasındaki silahlı çatışma gibi bölgede art arda yaşanan bazı gelişmeler, bölgedeki üst düzey liderlerin siyasi tavrında belirgin bir değişime yol açtı.

Bu değişiklik, bölgesel ittifakların haritasında köklü ve ani bir değişime yol açmayabilir. Ancak yeni nesil karar vericilerin zihninde, geçmişteki ittifakların gelecekte ağır yük haline gelebileceği yönünde giderek artan bir inanç oluşturacağına da şüphe yok.

Mısır şu an Doğu Akdeniz'de deniz sınırlarının belirlenmesi ve hidrokarbon kaynaklarının arama hakları konusunda çatışmaların çıkma olasılığının artmasıyla birlikte, çifte baskı altında bulunuyor.

Kahire, Ankara ile gelişen ortaklığını feda etme lüksüne sahip değil, çünkü bu yakınlaşmada umut verici bir iş birliği potansiyeli görüyor. Aynı zamanda, son on yıldır Yunanistan ve GKRY ile ilişkilerini sağlamlaştırmak için izlediği yoldan da geri adım atamaz, çünkü bu iki ülke vazgeçilmez stratejik ortaklar haline geldi.

Dünün ittifakları yarının ağır yükleri haline gelebilir.

Nadir bir fırsat

Yunan liderler, son günlerde Mısır Cumhurbaşkanı ve Dışişleri Bakanı ile yaptıkları yoğun temaslar sırasında, sismik araştırmalara ilişkin mutabakat zaptına ilişkin endişelerini Mısırlı meslektaşlarına ilettiler.

Bu konu, haziran ayı sonlarında Kahire'de Mısır Genelkurmay Başkanı Korgeneral Ahmed Fethi ile Libya Ulusal Ordusu (LUO) Kara Kuvvetleri Komutanı Korgeneral Saddam Hafter arasında yapılan görüşmelerin de ana gündem maddesi olmuş olabilir.

Mısır, sahip olduğu önemli askeri ve donanma gücü ile Türkiye ve Yunanistan arasında olası bir siyasi veya askeri çatışma senaryosunda belirleyici faktör olarak görülüyor.

Libya açıklarında, Akdeniz'in ortasında, Bahri Selam Gaz Sahası ve el-Buri Petrol Sahası bölgesinde bulunan petrol ve gaz platformu, 25 Şubat 2022 (Getty)Libya açıklarında, Akdeniz'in ortasında, Bahri Selam Gaz Sahası ve el-Buri Petrol Sahası bölgesinde bulunan petrol ve gaz platformu, 25 Şubat 2022 (Getty)

Ancak Kahire’nin taraflardan birine katılma konusundaki kararını verirken, her iki tarafı destekleyen uluslararası güçleri de şüphesiz dikkate alacağına ve öncelikle ulusal çıkarlarını güvence altına almaya özen göstereceğine şüphe yok.

Yunanistan, yıllardır Rusya’dan tedarik ettiği doğalgaza olan bağımlılığını azaltmak ve alternatif kaynaklarını güçlendirmek için çaba gösteren Avrupa Birliği'nden (AB) güçlü destek görüyor.

Buna karşın Türkiye, Avrupa kıtasına şimdiye kadar pek ilgi göstermeyen ABD Başkanı Donald Trump'ın desteğinden yararlanıyor. Avrupa ise Trump yönetimi ile zorlu ticaret müzakerelerine girmeye hazırlanıyor.

Bununla birlikte, bu ikilem Mısır'a Yunanistan ve Türkiye'yi ortak bir anlayış zemini üzerinde bir araya getirme ve her iki tarafla dengeli ilişkilerini kullanarak jeostratejik konumunu güçlendirme konusunda nadir bir fırsat sunuyor. Avrupa'nın enerji ihtiyacını karşılayan bölgesel bir enerji merkezi haline gelmeye çalışan Mısır’ın, bölgedeki çatışmaların gölgesinden uzaklaşmasında büyük çıkarları bulunuyor.

Öte yandan Mısır'ın iki ülke arasında etkili bir arabulucu rolü üstlenmek için yeterli nüfuza ve esnekliğe sahip olup olmadığı halen belirsizliğini koruyor. Hem Türkiye hem de Yunanistan hassas stratejik hesaplamalar doğrultusunda hareket ediyor. Şarku’l Avsat’ın al Majalla’dan çevirdiği analize göre iki ülkenin de münhasır ekonomik bölge sınırlarının belirlenmesi konusunda ne kadar esnek bir müzakereye hazır oldukları henüz bilinmiyor.

Her iki ülke de ihtilaflı bölgesel sularda haklarını kanıtlamak için dayandıkları çok sayıda belge ve haritaya sahip ve her iki taraf da daha sonra değiştirilmesi zor bir fiili durum yaratmaya çalışıyor.

Uluslararası hukuk kurallarına sıkı sıkıya bağlı kalmak, bu anlaşmazlıkları çözmek için etkili bir yol olabilir. Burada Mısır'ın, herhangi bir tarafın mevcut durumu manipüle etme girişimlerini engellemede üstlenebileceği rolün önemi ortaya çıkıyor.

Doğu Akdeniz'de çatışmanın yerini iş birliğinin alması, sadece bölgede değil, küresel enerji haritasında da enerji arzının geleceği üzerinde geniş kapsamlı olumlu etkilerin önünü açabilir.

Bu iş birliğinin pekiştirilememesi ise ciddi sonuçlar doğurup, kaynaklar üzerinde şiddetli çatışmalara neden olabilir. En iyi senaryoda, devam eden gerginlik, petrol şirketlerini yatırım yapmaktan vazgeçirebilir. Bu da bu zenginliklerin kullanımının dondurulmasına yol açabilir. En kötü senaryo ise bu kaynakların tamamen yok olması veya kaybolmasına sebep olabilir.

*Bu analiz Şarku’l Avsat tarafından Londra merkezli al Majalla dergisinden çevrilmiştir.