İran-ABD görüşmelerini kim sabote ediyor: İsrail mi, Trump yönetimi mi, yoksa Tahran'ın geçmişi mi?

Washington, önemli bir dış politika meselesinde geri adım atıp Obama'nın 2015'te başardığı noktaya geri dönmeye katlanamaz

İran-ABD görüşmelerini kim sabote ediyor: İsrail mi, Trump yönetimi mi, yoksa Tahran'ın geçmişi mi?
TT

İran-ABD görüşmelerini kim sabote ediyor: İsrail mi, Trump yönetimi mi, yoksa Tahran'ın geçmişi mi?

İran-ABD görüşmelerini kim sabote ediyor: İsrail mi, Trump yönetimi mi, yoksa Tahran'ın geçmişi mi?

Hüda Rauf

Tahran ve Washington arasındaki şüphe gölgeleri ve karşılıklı açıklamalar, beşinci tur görüşmelerin etrafında ve nükleer anlaşmaya varılıp varılamayacağı konusunda gergin bir atmosfer olduğunu gösteriyor. Bu açıklamalar ABD'nin sıfır zenginleştirme talebiyle bağlantılı, buna karşılık İran bunu kırmızı çizgi ve vazgeçmeyeceği bir ulusal başarı olarak görüyor. Görüşmeler anlaşmazlık noktasına mı vardı? Zira İran, bu kırmızı çizgiden vazgeçmeyeceğini ve ABD'nin sıfır zenginleştirmede ısrar etmesi halinde anlaşma olmayacağını defalarca açıkladı. Bu anlaşmazlığın sebebi Donald Trump yönetiminin beceriksizliği mi? Yoksa İran'ın geçmiş deneyimleri, Tahran'ın görüşmelere bakışını mı etkiliyor? Yahut sebep İsrail'in bir eylemi mi?

Bunun sebebinin üç faktörün etkileşimi olduğu söylenebilir. İran'ın onu zenginleştirmeden vazgeçmemeye ve yurtdışından zenginleştirilmiş uranyum ithalatını kabul etmemeye yönlendiren geçmişten gelen bir deneyimi var. Keza İsrail'in dolaylı müdahalesi, Trump yönetimini talebini maksimum düzeye, yani sıfır zenginleştirme düzeyine yükseltmeye ve daha önceki zenginleştirmeyi yüzde 3,76'ya düşürme talebini reddetmeye yöneltti. Bu dönemde Trump'ın en acil talebi İran'ın nükleer silah edinmesinin engellenmesiydi, ancak artık durum değişti. Washington ile Tahran arasında beşinci tur görüşmeleri başlamadan önce, her iki taraftan uranyum zenginleştirme konusu etrafında dönen açıklamalar geliyor. İran, ABD'nin kendisi ile vardığı anlaşmaları değiştirdiğini, açıklananların önceki turlarda kararlaştırılanlar ile aynı olmadığını varsayıyor, çünkü ABD tarafı Tahran’ın kabul etmesinin söz konusu olamayacağı sıfır zenginleştirmeye işaret ediyor. İran'ın Dini Lideri, Uzmanlar Meclisi, Dışişleri Bakan Yardımcısı ve İran Enerji Ajansı Müdürü tarafından yapılan açıklamalarda, uranyum zenginleştirmenin ulusların hakkı, “ulusal bir başarı” ve “gelecek nesillerin hakkı” olduğu vurgulandı.

Şimdi de İranlılar ABD Özel Temsilcisi Steve Witkoff'un, “Çok net bir kırmızı çizgimiz var, o da uranyum zenginleştirme konusu. Yüzde bir oranında bir zenginleştirme kapasitesine bile izin veremeyiz” şeklindeki açıklamalarını reddediyor. İran Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü İsmail Bekayi, ülkesinin Umman Sultanlığı'nın İran-ABD görüşmelerinin İtalya'nın başkenti Roma'da yeniden düzenlenmesi önerisini kabul ettiğini duyurdu. Ayrıca “Müzakere ekibinin, zenginleştirme ve haksız yaptırımların kaldırılması da dahil olmak üzere, barışçıl nükleer enerjiden yararlanma konusunda en yüksek hak ve çıkarları elde etmeye kararlı olduğunu, bu konuda hiçbir çabadan ve inisiyatiften kaçınmayacağını” vurguladı. İran Dışişleri Bakanı Abbas Arakçi ise “İran'ın tutumu çok net; zenginleştirme, anlaşma olsun veya olmasın devam edecek. Ancak taraflar İran'ın barışçıl programı konusunda şeffaflık istiyorlarsa yaptırımları kaldırmalılar” dedi. “Eğer bundan daha fazla talepleri varsa ve hakkımız olan şeylerden bizi mahrum etmek istiyorlarsa, o zaman bunu kabul etmemiz söz konusu değil” diye ekledi. Trump yönetimi içerisinde İran dosyasıyla ilgili olarak başlangıçta iki farklı akım vardı. Birinci akım Tahran ile barışçıl bir çözüme ve anlaşmaya varılmasından yana iken, diğer grup askeri seçeneği destekliyordu. Witkoff daha önce yüzde 3.67 oranında zenginleştirmeden bahsederken, şimdi kendisi ve Dışişleri Bakanı Marco Rubio'nun dillendirmeye başladığı Amerikan talebi, sıfır zenginleştirme. Sıfır zenginleştirme talebi, İsrail'in Libya çözüm modelinden, yani İran nükleer dosyasının tamamen durdurulmasından bahsetmesinin ardından geldi. Bu talep ise Amerikan medyasında bazı kesimlerin, İran ile varılan yeni anlaşmayı, Barack Obama yönetiminin 2015'te vardığı anlaşmadan farklı görmeyerek önemsizleştirmesinin ardından geldi. Bu noktada ABD'li müzakereci, sıfır zenginleştirmeden söz etmeye başlayarak, bu talebin Trump yönetiminin anlaşmasını Obama yönetimi ile varılan eski anlaşmadan farklılaştıracağını savundu. ABD içindeki İsrail bağlantılı medya çevreleri, Trump'ı Obama ve Joe Biden'ın yapamadığı bir şeyi yapması gerektiğini düşünmeye kışkırtmak için yeni anlaşmayı önemsizleştirmeye çalışarak bu konuda bir şeyler yapmış olabilir.

Bunu muhtemel ve İran nükleer dosyasında hem mevcut hem de yok olan İsrail ile bağlantılı kılan husus, Mike Waltz'un ABD Ulusal Güvenlik Danışmanı olarak görevden alınmasının başlıca nedenlerinden birinin, İran nükleer dosyasında kendisi ile Netanyahu arasındaki koordinasyonun, Trump ile koordinasyondan daha fazla olmasıydı. Belki de Tahran ile Washington arasındaki görüşmeleri sabote edecek kadar kompleks hale getirmek, Waltz'un Netanyahu ile yaptığı anlaşmanın bir parçasıydı. Bazıları Trump'ın aslında Netanyahu'ya, kendisine boş çek sunma ve Ortadoğu'ya yönelik Amerikan dış politikasını İsrail'in önceliklerine tabi kılma niyetinde olmadığı mesajını vermeye çalıştığını ve bu nedenle Waltz'u görevinden aldığını düşünüyor. Ancak Trump'ın, birçok konuda kendisini Obama ve Biden yönetimlerinden ayıracak başarılar elde etme arzusu, onu “sıfır zenginleştirme” uygulamasını talep etmeye yöneltti ve bu da İran ile anlaşmaya varmak için yürütülen müzakerelerde en önemli çekişme noktasına dönüştü.

Şarku’l Avsat’ın CNN'in Amerikan istihbarat kaynaklarına dayandırdığı haberinden aktardığı bilgilere göre, İsrail'in, uranyum zenginleştirmeyi durdurma konusunda bir anlaşmaya varılmaması halinde, İran tesislerini vurma planı olduğunun belirtilmesiydi. Bu İran'a baskı yapmak için bir nevi psikolojik savaş yürütmek gibi görünüyor.

Ancak ister CNN'in haberi ister Amerikan pozisyonunda görülen tereddüt ister İsrail'in rolü olsun, yukarıda belirtilenlerin hepsi, İran’ın zihniyetini ele alırken önemli bir faktörü, yani tarihi deneyimleri tamamen göz ardı ediyor. İran, psikolojik yapısı büyük ölçüde geçmişi tarafından yönetilen ve her zaman tarihi referans alan bir ülke. İran, ilk kez 1974 yılında yani, Buşehr Nükleer Santrali’nin inşasına ilişkin sözleşmenin imzalanmasından bir yıl önce, Avrupa'daki nükleer yakıt üretim anlaşmalarına dahil oldu. O dönemde Fransız-İran ortaklı Gaz Difuzyon Uranyum Zenginleştirme Şirketi (SOFIDIF) kuruldu. İran daha sonra Avrupa Gaz Difüzyon Uranyum Zenginleştirme Konsorsiyumu’na (Eurodif) katıldı ve konsorsiyumun toplam hisselerinden yüzde 10'luk pay aldı. Nükleer yakıt üretimi için kurulan bu konsorsiyumun diğer hissedarları Belçika, Fransa, İtalya ve İspanya idi. Tahran, Eurodif'in geliştirilmesi için 1,18 milyar dolar kredi sundu. Fransa'daki tesis faaliyete geçtiğinde İran devrimi çoktan patlak vermişti, dolayısıyla nükleer yakıt İran’a hiç ulaştırılmadı. Fransa daha sonra kendisiyle yapılan sözleşmenin 1990 yılında sona erdiğini ve Eurodif'in artık İran'a zenginleştirilmiş uranyum nakletme yükümlülüğünün bulunmadığını vurguladı. Buradan İran'ın neden sıfır zenginleştirmeyi ve yurtdışından uranyum ithal etmeyi reddettiği ve bu hakkını korumakta ısrar ettiği anlaşılıyor. Aynı zamanda bu, kendi topraklarında bölgesel bir uranyum zenginleştirme birliği kurulmasını önermesinin nedenini de açıklıyor.

Eğer ABD yönetimi İran'ın zihniyetini ve bunun altında yatan motivasyonları daha iyi anlamış olsaydı, Marco Rubio Kongre oturumunda “İran'ın tek seçeneğinin, reaktörleri için ihtiyaç duyduğu zenginleştirilmiş uranyumu ithal etmek olduğu” ifadesini tekrarlamazdı. İsrail'in müzakereleri sabote etme amaçlı rolünden kaynaklandığı düşünülen ABD tutumundaki bu kararsızlık, görüşmeleri temel bir ihtilaf noktasına getirdi. Trump yönetimi bu talebinden geri adım atarsa, göreve geldiğinden bu yana Çin, gümrük tarifeleri, Ukrayna savaşı ve en son İran konularında attığı geri adımlara bir yenisini daha eklemiş olacak. Başka bir açıdan bakıldığında, bugüne kadarki Amerikan yönetimlerinin genel olarak Ortadoğu'da İran ile nasıl başa çıkacaklarına dair bir vizyona sahip olmadıkları düşünülebilir. Bu nedenle bölge ülkelerinin İran'dan ne istedikleri konusunda daha bilinçli olmaları gerekiyor.



Trump yönetimi, Bolsonaro davasını yöneten yargıca yaptırımı kaldırdı

Moraes, X'e yönelik kapatma davası nedeniyle Elon Musk'la da atışmıştı (Reuters)
Moraes, X'e yönelik kapatma davası nedeniyle Elon Musk'la da atışmıştı (Reuters)
TT

Trump yönetimi, Bolsonaro davasını yöneten yargıca yaptırımı kaldırdı

Moraes, X'e yönelik kapatma davası nedeniyle Elon Musk'la da atışmıştı (Reuters)
Moraes, X'e yönelik kapatma davası nedeniyle Elon Musk'la da atışmıştı (Reuters)

ABD, Brezilya Yüksek Mahkemesi Yargıcı Alexandre de Moraes'e uyguladığı yaptırımı kaldırdı.

ABD Hazine Bakanlığı'ndan cuma günü yapılan açıklamada, Moraes'e 30 Temmuz'da getirilen yaptırımların kaldırıldığı duyuruldu.

Donald Trump yönetimi, Moraes'in eşi Viviane Barci de Moraes ve onun hukuk eğitim şirketi Instituto Lex'i de yaptırım listesinden çıkardı.

Açıklamada, "Moraes'e yaptırımın sürdürülmesi, ABD'nin dış politika çıkarlarıyla bağdaşmamaktadır" dendi.

Moraes, 2022 seçimlerinin ardından darbe planladığı gerekçesiyle eski Devlet Başkanı Jair Bolsonaro hakkında başlatılan hukuki süreci yürütüyordu.

Davada 70 yaşındaki Bolsonaro'ya 27 yıl 3 ay hapis cezası verilmişti. Radikal sağcı siyasetçinin avukatları, sağlık sorunları nedeniyle eski liderin ev hapsinde kalmasını talep etmişti. Ancak Yüksek Mahkeme yargıcı, geçen ay yaptığı açıklamada davanın tüm hukuki süreçlerinin tamamlandığını ve temyiz yolunun bulunmadığını bildirmişti. Hapis cezasının kesinleştiğine ve infazının başlatılmasına hükmetmişti.

Brezilya'da 2022'de düzenlenen devlet başkanı seçimini ikinci turda solcu Lula da Silva kazanmış, 1 Ocak 2023'te parlamentoda yemin ederek göreve başlamıştı.

Ancak radikal sağcı Bolsonaro destekçileri, önce ülkede günlerce süren otoyol kapatma eylemleri yapmış, 8 Ocak 2023'te de Ulusal Kongre binasını basmıştı.

Olaylar, 6 Ocak 2021'de Trump destekçilerinin ABD Kongresi'ni basmasına benzetilmişti.

Trump ise Bolsonaro hakkındaki davayı "cadı avı" diye nitelemiş, yargıç Moraes'e yaptırım kararı almıştı. Washington ayrıca Lula yönetimine yüzde 50 gümrük vergisi de getirmişti.

Brezilya'da Bolsonaro'nun hapis cezasının düşürülmesi için Temsilciler Meclisi'ne sunulan teklif çarşamba günü onaylanmıştı. Tasarının yasalaşması için Senato'dan geçmesi ve Lula tarafından da onaylanması gerekiyor.

Teklif kapsamında Ulusal Kongre baskınında yer aldıkları gerekçesiyle hapse atılanların da serbest bırakılması veya cezalarının azaltılması isteniyor.

Tartışmalı teklif için Temsilciler Meclisi'nde düzenlenen oturumda siyasetçiler arasında arbede yaşanmıştı. Solcu parlamenter Glauber Braga, meclis başkanının koltuğuna oturup kalkmamış, "darbe girişimi hamlesine karşı protesto düzenlediğini" söylemişti.

Polisin müdahale ettiği olayda bazı parlamenterler ve gazeteciler de dışarı çıkarılmıştı.

Independent Türkçe, New York Times, Washington Post


Erdoğan: İsrail, Gazze'de hayatın normale dönmesine izin vermeli

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, AK Parti'nin düzenlediği bir etkinlikte konuşurken, 9 Aralık 2025 (Cumhurbaşkanlığı)
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, AK Parti'nin düzenlediği bir etkinlikte konuşurken, 9 Aralık 2025 (Cumhurbaşkanlığı)
TT

Erdoğan: İsrail, Gazze'de hayatın normale dönmesine izin vermeli

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, AK Parti'nin düzenlediği bir etkinlikte konuşurken, 9 Aralık 2025 (Cumhurbaşkanlığı)
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, AK Parti'nin düzenlediği bir etkinlikte konuşurken, 9 Aralık 2025 (Cumhurbaşkanlığı)

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan bugün yaptığı açıklamada, İsrail’in verdiği sözleri yerine getirmesi ve Gazze’de ateşkese tam anlamıyla uyması gerektiğini söyledi.

Erdoğan, İsrail’in Gazze Şeridi’nde hayatın yeniden normale dönmesine izin vermesi gerektiğini vurguladı.

Dışişleri Bakanı Hakan Fidan ise İsrail’in Filistin’in birçok kentinde etnik temizlik uyguladığını ifade etti.

İstanbul’da konuşan Fidan, Türkiye’nin Gazze Şeridi’nde ateşkes anlaşmasının ihlallerini durdurmak için çalıştığını belirterek, ülkesinin bu anlaşmaya varılmasında arabulucularla birlikte etkin bir rol oynadığını kaydetti.

İsrail ile Hamas arasında, ABD Başkanı Donald Trump’ın barış planı çerçevesinde Şarm eş-Şeyh’te yapılan görüşmelerde mutabakata varılmış, anlaşma geçtiğimiz ekim ayında yürürlüğe girmişti.

Gazze’de iki yıldır süren çatışmayı sona erdirmeyi amaçlayan Trump planının bir sonraki aşamasını hayata geçirmek için görüşmeler sürüyor.

Plan, Gazze Şeridi'nde uluslararası bir barış konseyi tarafından denetlenen ve çok uluslu bir güvenlik gücü tarafından desteklenen geçici bir Filistin teknokrat yönetimi kurulmasını öngörüyor. Ancak bu gücün oluşturulması ve yetki alanı konusunda yürütülen müzakerelerin zorlu geçtiği belirtiliyor.


Avrupa askeri ulusal hizmeti yeniden başlatıyor: Barış geliri dönemi sona erdi

Almanya'nın batısındaki Ahlen'de bulunan Alman Silahlı Kuvvetleri'nin (Bundeswehr) Westphalen-Kassern Kışlası'nda, Bundeswehr acemi erleri için temel eğitim bilgilendirme gününde, erler tank imha eğitimine katılıyor 13 Kasım 2025 (AFP)
Almanya'nın batısındaki Ahlen'de bulunan Alman Silahlı Kuvvetleri'nin (Bundeswehr) Westphalen-Kassern Kışlası'nda, Bundeswehr acemi erleri için temel eğitim bilgilendirme gününde, erler tank imha eğitimine katılıyor 13 Kasım 2025 (AFP)
TT

Avrupa askeri ulusal hizmeti yeniden başlatıyor: Barış geliri dönemi sona erdi

Almanya'nın batısındaki Ahlen'de bulunan Alman Silahlı Kuvvetleri'nin (Bundeswehr) Westphalen-Kassern Kışlası'nda, Bundeswehr acemi erleri için temel eğitim bilgilendirme gününde, erler tank imha eğitimine katılıyor 13 Kasım 2025 (AFP)
Almanya'nın batısındaki Ahlen'de bulunan Alman Silahlı Kuvvetleri'nin (Bundeswehr) Westphalen-Kassern Kışlası'nda, Bundeswehr acemi erleri için temel eğitim bilgilendirme gününde, erler tank imha eğitimine katılıyor 13 Kasım 2025 (AFP)

Christopher Phillips

Fransa, artan Rus askeri tehdidi karşısında zorunlu askerlik hizmetini yeniden canlandırmak için ciddi adımlar attıktan sadece birkaç gün sonra Almanya da aynı yolu izledi. Kasım ayı sonlarında, Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron, genç erkek ve kadınlara on aylık askeri eğitim karşılığında maaş teklif eden, gönüllülük esaslı bir program başlatma niyetinde olduğunu açıkladı. Birkaç gün sonra aralık ayı başlarında, Bundestag (Alman Parlamentosu), 18 yaşındaki tüm gençlere silahlı kuvvetlere katılmaya hazır olup olmadıklarını soran bir anket göndermeyi içeren benzer programı oyladı. Bu, her iki hükümetin de zorunlu askerlik hizmetini çok uzun zaman önce kaldırmış olduğu göz önüne alındığında, radikal bir değişim. Zorunlu askerlik yapan son Fransız erleri 2001 yılında terhis edilirken, Angela Merkel Almanya'da askerlik hizmetini 2011 yılında sona erdirdi. Her iki ülke de Soğuk Savaş sonrası “barış geliri” programından faydalandı; bu dönem savaş tehdidinin azalmasıyla Batı ordularının küçülmesine sahne oldu. Barış geliri, bir ülkenin askeri harcamalarının azalmasından elde ettiği ekonomik fayda olarak tanımlanır; bu da fonların sosyal programlara, altyapıya ve eğitime yönlendirilmesine veya vergilerin düşürülmesine olanak tanıyarak, çatışmaya odaklanmak yerine büyüme ve kalkınmayı teşvik eder. Ancak Rusya'nın Ukrayna'yı işgali, Avrupa başkentlerinde on yıllarca süren göreceli gevşeme dengelerini alt üst etti. Anormal olmaktan çok uzakta Paris ve Berlin’in planları, kıta genelinde savunma stratejilerinin temel bir bileşeni olarak “ulusal hizmete” dönüşe doğru yönelimi yansıtıyor.

1950'lerde RAND Corporation, Batı Avrupa'da yaklaşık 900 bin NATO askerinin konuşlandırıldığı, bunların yarısının ABD’den, geri kalanının ise çoğunlukla diğer Avrupa ülkelerinden olduğu tahmininde bulunmuştu

Yükselme ve gerileme arasında Avrupa'da ulusal hizmet

Bir ülkenin silahlı kuvvetlerine zorunlu veya gönüllü olarak katılma anlamına gelen ulusal hizmet, Avrupa'da binlerce yıl öncesine dayanan bir kavram. Örneğin, Roma lejyonları zorunlu askerlik yapan erlerden oluşurken, orta çağ orduları büyük ölçüde feodal beyler tarafından savaşmaya zorlanan köylülerden oluşuyordu. Avrupa'nın 19. ve 20. yüzyıllarda imparatorluk hanedanlarının egemen olduğu bir kıtadan ulus devletler topluluğuna dönüşümü, zorunlu askerliğin doğasını değiştirdi, ancak savaşın temel bir yönü olmayı sürdürdü. Toprak sahiplerinin kiracılarını savaşmaya zorlaması yerine, ulusal hükümetler vatandaşların ülkeleri için savaşma görevi anlayışını yerleştirdi. 1789'daki Fransız Devrimi'nin liderleri, “Özgürlük, Eşitlik, Kardeşlik” sloganlarıyla, “kardeşliğin” tüm Fransız halkını Fransa için savaşmaya mecbur kıldığına inanıyorlardı; böylece “vatandaş askerlere” yönelik zorunlu askerlik uygulaması resmileştirildi. Bu, sonraki on yıllarda diğer birçok Avrupa ülkesi tarafından da izlenen bir model oldu.

 Alman ordusu (Bundeswehr) askerleri, Berlin'deki Reichstag binasının önünde düzenlenen bir askere alma töreninde saf halinde duruyorlar, 20 Temmuz 2011 (Reuters)Alman ordusu (Bundeswehr) askerleri, Berlin'deki Reichstag binasının önünde düzenlenen bir askere alma töreninde saf halinde duruyorlar, 20 Temmuz 2011 (Reuters)

Bu, iki dünya savaşındaki büyük oyuncuların çoğunun erlerden oluşan büyük ordular ile savaştığını gösteriyor. İngiltere, 1914'te tamamen gönüllü birliklere güvenerek bir istisna oluştursa da ağır kayıplar, 1916'da askerlik hizmetini zorunlu hale getirmesine neden oldu. İkinci Dünya Savaşı'nın başlangıcında da zorunlu askerliği yeniden uygulamaya koydu. Fransa, Almanya ve İtalya gibi diğer büyük oyuncular ise savaş boyunca zorunlu askerlik uygulamasını sürdürdüler. Sovyetler Birliği 1945'ten sonra Doğu Avrupa'ya yayılmış devasa ordularını korurken, ABD ve Kanada ile NATO'yu kuran Batı Avrupa ülkeleri zorunlu askerlik sistemini sürdürdü. 1950'lerde RAND Corporation, Batı Avrupa'da yaklaşık 900 bin NATO askerinin konuşlandırıldığı, bunların yarısının ABD’den, geri kalanının ise çoğunlukla diğer Avrupa ülkelerinden olduğu tahmininde bulunmuştu.

Trump'ın askerlerini geri çekmesi durumunda, Batı Avrupa'da konuşlandırılmış yaklaşık 84 bin Amerikan askerinin yerine yenilerinin konuşlandırılması gerekecek

Gelgelelim değişen koşullar ulusal hizmete yönelik tutumları da yavaş yavaş değiştirdi. İngiltere, zorunlu askerliği kaldıran ilk NATO üyesi oldu ve 1960 yılında, İngiltere içinde zorunlu askerliğe halk desteğinin düşük olması ve nükleer çağda savaşın değişen doğası nedeniyle daha küçük, profesyonel gönüllülerden oluşan bir ordunun daha tercih edilebilir olduğu sonucuna vardı. Diğer Avrupa ülkeleri, belki de Sovyet güçlerine karşı Manş Denizi gibi doğal bir savunmadan yoksun oldukları için benzer adımları atma konusunda Soğuk Savaş'ın sonuna kadar beklediler. Belçika 1992'de zorunlu askerliği askıya aldı ve 1995'te tamamen gönüllülerden oluşan bir orduya geçiş yaptı. Fransa ve Hollanda aynı yıl 1997'de zorunlu askerliği askıya aldı. İspanya 2001'de, İtalya 2005'te ve Almanya 2011'de onları takip etti. Avusturya ve Yunanistan gibi bazı Batı Avrupa ülkeleri ile Danimarka, Norveç, İsveç ve Finlandiya ise bu uygulamayı sürdürdü. Rusya'nın 2022'de Ukrayna'yı işgal ettiği zamana kadar çoğu Avrupa ülkesi daha küçük, daha profesyonel orduları tercih etti.

Fransız ordusunun yeni erleri, Marsilya yakınlarındaki Carpienne askeri üssünde bir yeterlilik eğitimi sırasında AMX tankları ile eğitim yapıyor, 15 Ekim 2001 (Reuters)Fransız ordusunun yeni erleri, Marsilya yakınlarındaki Carpienne askeri üssünde bir yeterlilik eğitimi sırasında AMX tankları ile eğitim yapıyor, 15 Ekim 2001 (Reuters)

Ufukta yeni bir tehlike beliriyor

Ukrayna savaşı, Avrupa liderleri arasında askeri hazırlık konusunda alarm zillerini çalmış olsa da Donald Trump'ın 2024 sonlarında yeniden seçilmesi, durumun aciliyetini ve ciddiyetini daha da artırdı. Trump, seçim kampanyası sırasında ABD birliklerini Avrupa'dan tamamen çekmekle defalarca tehdit etti ve Beyaz Saray'a döndüğünden beri NATO müttefiklerinin korkularını gidermekten çok uzak kaldı. Trump güçlerini geri çekerse, Batı Avrupa'da konuşlanmış yaklaşık 84 bin ABD askerinin yerine yenilerinin konuşlandırılması gerekecek. Vladimir Putin Ukrayna'da zafer ilan eder ve emellerini diğer Avrupa ülkelerini de kapsayacak şekilde genişletirse, bu sayı da yetersiz kalabilir.

Rusya'nın şu anda 1,5 milyon aktif personele ilave olarak 2 milyon yedek personele sahip olduğu tahmin ediliyor. NATO güçlerinin toplam sayısı ise yaklaşık 3,4 milyon, yani sayı olarak Rus ordusundan daha fazla. Ancak ABD ordusu 1,3 milyon askeriyle ve Türk ordusu da (Ankara'nın Rusya ile iyi ilişkileri ve Ukrayna savaşındaki tarafsız duruşu göz önüne alındığında) 355 bin askeriyle Avrupa'yı kurtarmak için müdahale etmezse, kalan kuvvetlerin sayısı 1,75 milyonu geçmeyecektir. Bunun anlamı kalan 30 NATO üyesinin tam kadro silahlı kuvvetleriyle katılması gerektiğidir ki, bunu başarmak zor olabilir.

Batı Avrupa liderleri, zorunlu askerlik hizmetini yeniden canlandırmanın, toplumlarını Rus tehdidinin ciddiyetine ikna etmeye katkıda bulunmasını da umuyorlar

Bu hesaplara dayanarak, Fransa ve Almanya gibi büyük güçler daha fazla personele ihtiyaç duydukları sonucuna vardılar. Alman ordusu (Bundeswehr) şu anda 182 bin personelden oluşuyor; bu sayı, nüfusu Almanya'nın yarısı ve ekonomisi Almanya'nınkinin beşte birinden daha küçük olan komşusu Polonya'dan yaklaşık 20 bin daha az. Berlin, silahlı kuvvetlerini yılda 20 bin personel artırarak 2035 yılına kadar 250 ila 260 bin arasına çıkarmayı hedefliyor. Ayrıca 200 bin personelden oluşan ek bir yedek kuvvet oluşturmayı da amaçlıyor. Bu, iki adımda gerçekleştirilecek; birincisi, büyük ölçekli bir askere alma kampanyası yürütülecek (Almanya şu anda Alman ordusu için yoğun pazarlama çalışmaları yürütüyor). İkincisi, yeni bir “ulusal hizmet” uygulaması yürürlüğe konulacak. Alman parlamentosu tarafından onaylanan mevcut teklif, erkekler için zorunlu, kadınlar için ise isteğe bağlı kaydolma şartıyla gönüllülük esasına dayanıyor. Yasa tasarısı ayrıca, hükümetin Alman ordusu için belirlediği hedeflere ulaşılmaması durumunda, parlamentonun bazı 18 yaşındaki gençler için zorunlu askerlik uygulamasını görüşmesine olanak tanıyan hükümler de içeriyor.

Benzer şekilde, Fransa'nın şu anda 47 bin yedek personele ek olarak yaklaşık 200 bin aktif görevli personeli bulunuyor. Ancak Macron, öncelikle yeni bir “ulusal hizmet” uygulaması yoluyla bu sayıya önümüzdeki on yılda 50 bin personel daha eklemeyi hedefliyor. Bu hizmet şimdilik isteğe bağlı olacak ve 18 yaşındakiler bu hizmete karşılık aylık en az 800 avro maaş alacaklar. Bu arada, Belçika da Eylül 2026'dan itibaren gönüllülük esasına dayalı olarak ulusal hizmeti yeniden yürürlüğe koymayı tercih etti; Hollanda'daki milletvekilleri de aynı şeyi yapmayı düşünüyor.

Asker sayısını artırmak birincil amaç olsa da Batı Avrupa liderleri ulusal hizmeti yeniden canlandırmanın toplumlarını Rus tehdidinin ciddiyetine ikna etmeye katkıda bulunmasını da umuyorlar. Örneğin, BBC'ye göre, yeni atanan Fransa Genelkurmay Başkanı Orgeneral Fabien Mandon, Fransa'nın fedakarlık ruhundan yoksun olduğunu ve halkın savaşta çocuklarını kaybetmeye hazır olması gerektiğini belirtti. Ayrıca, Fransız askeri planlamasının üç veya dört yıl içinde Rusya ile bir savaş varsayımına dayandığını da söyledi.

Gelecekteki meydan okumalar

Bu açıklamalar, ulusal hizmeti yeniden canlandırmak isteyen liderlerin karşılaştığı en büyük engellerden birine işaret ediyor, yani kamuoyuna. Macron ve diğer Avrupalı ​​liderlerin de bu tür önlemlerin, 1960'taki İngilizler örneğinde olduğu gibi, hiçbir şekilde halk tarafından desteklenmeyeceğinin farkında oldukları açıkça görülüyor. Bu nedenle tüm yeni planlar zorunluluk değil, gönüllülük esasına dayanıyor. Fransa'da, öneriler genel olarak iyi karşılandı; Elabe gazetesinin bildirdiğine göre, ankete katılanların yüzde 73'ü önerileri destekledi. Hatta bu önerilerden en çok etkilenecek olan 25-34 yaş arası gençler bile, önerileri yüzde 60 oranında destekliyor. Şarku'l Avsat'ın al Majalla'dan aktardığı analize göre Almanya'da durum farklı. Bundestag'ın yeni yasayı onaylamasının ertesi günü, öğrenciler 90'dan fazla şehirde greve gitti ve birçok kişi gençlerin muhalefet düzeyinin yüksek olduğuna inanıyor. Almanya'nın askeri faaliyetlerle ilişkisinin Nazizm mirası nedeniyle daha karmaşık olduğu ve özellikle sol kesimdeki birçok kişinin Rusya ile mücadele etmeyi amaçlayan yeni yeniden silahlanma çabalarına şüpheyle yaklaştığı unutulmamalı.

Paris ve Berlin, diğer Batı Avrupa ülkeleri gibi, “barış geliri” döneminin geri dönmemecesine sona erdiğine inanıyor

Başka meydan okumalar da var. Fransa ve Almanya'nın attığı adımlara rağmen, diğer iki büyük Batı Avrupa gücü olan Birleşik Krallık ve İspanya henüz benzer adımlar atmadı. Birleşik Krallık da şüphesiz ordusunu genişletmeyi umuyor, ancak önceki Muhafazakar hükümetin yeni bir ulusal hizmet oluşturma önerisine rağmen, mevcut İşçi Partisi hükümeti bu yönde ilerlememeyi tercih etti. İspanya'nın da şu anda zorunlu askerlik hizmetini yeniden canlandırma planı yok. Hem İngiltere'nin hem de İspanya'nın bu adımı atmakta isteksiz olması, Avrupa silahlı kuvvetlerinin büyümesini sınırlayabilir ve aynı zamanda Fransa ve Almanya'daki zorunlu askerlik hizmeti karşıtlarına kullanabilecekleri alternatif modeller sunabilir.

Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron (ortada), Fransız Alpleri'ndeki Varces askeri üssünde yeni zorunlu askerlik hizmetini açıklayan konuşmasını yapmadan önce birlikleri denetliyor, 27 Kasım 2025 (AFP)Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron (ortada), Fransız Alpleri'ndeki Varces askeri üssünde yeni zorunlu askerlik hizmetini açıklayan konuşmasını yapmadan önce birlikleri denetliyor, 27 Kasım 2025 (AFP)

Maliyet de göz ardı edilemeyecek meydan okumalardan biri olarak öne çıkıyor. Macron'un planının, Fransız ekonomisinin önemli meydan okumalar ile karşı karşıya olduğu bir dönemde, yaklaşık 2 milyar avroya mal olacağı tahmin ediliyor. Fransız gönüllülerin, Alman (2.600 avro) veya Belçikalı (2.000 avro) meslektaşlarına kıyasla çok daha düşük bir aylık maaş olan 800 avro alacaklarını da belirtmek gerekiyor. Bu eşitsizlik ve maaşın asgari ücretten de önemli ölçüde daha az olması birçok gönüllüyü bundan caydırabilir.

Doğal olarak, Macron, Alman Şansölyesi Friedrich Merz gibi, başka seçeneği olmadığını düşünüyor olabilir. Yaklaşan bir tehdit olarak algıladığı durum karşısında Fransa'nın yeniden silahlanması, asker sayısını artırması ve halkını gelecekteki olası bir çatışmaya karşı seferber olmaya ikna etmesi gerekiyor. 2022 sonrası yeni savunma ortamında, Paris ve Berlin, diğer Batı Avrupa ülkeleri gibi, “barış geliri” döneminin geri dönmemecesine sona erdiğini düşünüyor. Nitekim savunma bütçeleri gittikçe artıyor ve askerlik hizmeti güçlü bir geri dönüş yaptı.

*Bu analiz Şarku’l Avsat tarafından Londra merkezli al Majalla dergisinden çevrilmiştir.