El Kaide bağlantılı Cemaat Nusret el-İslam vel-Müslimin Sahel bölgesinde nasıl siyasi bir aktör haline geldi?

CNIM, İran yayılmacılığının üzerine Taliban modelini taklit ediyor

Mali’nin Timbuktu şehri sokaklarında devriye gezen Barkhane misyonundan Fransız askerleri, 29 Eylül 2021 (AP)
Mali’nin Timbuktu şehri sokaklarında devriye gezen Barkhane misyonundan Fransız askerleri, 29 Eylül 2021 (AP)
TT

El Kaide bağlantılı Cemaat Nusret el-İslam vel-Müslimin Sahel bölgesinde nasıl siyasi bir aktör haline geldi?

Mali’nin Timbuktu şehri sokaklarında devriye gezen Barkhane misyonundan Fransız askerleri, 29 Eylül 2021 (AP)
Mali’nin Timbuktu şehri sokaklarında devriye gezen Barkhane misyonundan Fransız askerleri, 29 Eylül 2021 (AP)

Eman el-Bezre

Sahel bölgesinin sürekli değişen çehresinde hızla stratejik değişimler yaşanıyor. El Kaide bağlantılı Cemaat Nusret el-İslam vel-Müslimin (CNIM), stratejik sınır bölgelerini kontrol ettiği Mali, Nijer ve Burkina Faso'da nüfuzunu artırmaya devam ederken bu kırılgan devletlerin, toplumlarının sosyal dokusunda giderek daha büyük bir yer ediniyor.

Bölgesel ve uluslararası dikkatler süper güç çatışmalarına ve askeri geçit törenlerine çekilmişken cihatçı grup, daha yavaş ama daha popüler ve sürdürülebilir bir hızda ilerlemeye devam ediyor ve ivmesini giderek artırıyor.

Bu durum en çok CNIM'in kötü yönetilen bölgelerde istikrarlı bir ilerleme kaydettiği Burkina Faso'da belirginleşiyor. Nijer ve Burkina Faso arasındaki açık sınır boyunca, CNIM'in yerel topluluklardan seçilen yeni saha komutanları, taktiklerini vur-kaç hareketinden toprak kontrolüne çeviren bir hegemonyaya kaydırmak için bölge ve halkın hoşnutsuzluğu hakkındaki derin bilgilerini kullandılar.

CNIM son haftalarda Burkina Faso’nun Djibo ve Diabaga şehirlerine geniş çaplı saldırılar gerçekleştirdi. Hatta son saldırısında mahkumları serbest bırakarak bazı topluluklar arasında sadece bir milis grup olmadığı, aynı zamanda bir koruyucu ve hatta kurtarıcı olduğu imajını güçlendirdi. Öte yandan Darbeci yönetimin başarısızlığı artık Sahel bölgesiyle sınırlı değil, özellikle CNIM'in gelecekte daha fazla yeri kontrol etmeye yönelik ilk temel taşlarını döşemeye başladığı Togo ve Benin'de daha geniş bir bölgesel alana yayılmış durumda. Zorlayıcı gücü temel hizmetlerin sağlanmasıyla birleştiren ikili bir stratejiye dayandıran CNIM, böylece giderek paralel hükümet sistemlerine benzeyen oluşumlar kuruyor.

Cihatçı örgüt, gözüne kestirdiği bölgeyi önemli ölçüde genişletmiş gibi görünüyor. Katılımların aktif olarak devam ettiği örgüt, artık Sahel’deki savaş alanlarını şekillendiren geleneksel savaşlarla sınırlı değil, daha derin ve daha kapsamlı bir kurumsal nüfuz inşa etmeye yönelik hedeflere sahip.

CNIM'in yükselişi, bölgede popülist, anti-emperyalist liderlerin milliyetçi söylemleri, kötüleşen güvenlik durumu için bir sis perdesi olarak kullandığı dikkat çekici siyasi olguyla ilişkilendirildi. Burkina Faso'da Geçici Askeri Konsey'in başkanlığını yapan Yüzbaşı İbrahim Traoré, ‘Batı'nın yeni sömürgeciliği’ dediği olguya karşı başkaldırırken, devletin egemenliği sahada paramparça ediliyor.

“Batı Afrika'daki askeri rejimler ve hatta cihatçı örgütlerin liderleri, Taliban'ın isyancı hareketten uluslararası tanınırlığa sahip bir yapıya dönüşme sürecini taklit edilmeye değer bir model olarak incelemeye başladılar.

Traoré, Suriye iç savaşı sırasında, Suriye Elektronik Ordusu'nun Beşşar Esed için yürüttüğü propaganda kampanyalarını anımsatan bir beceriyle dijital varlığını bir tür elektronik kişilik kültüne dönüştürmeyi başardı. Ancak Traoré denomeni ülkesinin sınırlarını aşarak, Batı’nın müdahalelerinin başarısızlığı ve uluslararası normların tutarsızlığı karşısında derin hayal kırıklığı yaşayan Afrikalı bir nesil için ikon haline geldi.

Yükselen siyasi propagandanın ortasında cihatçılar sahada nüfuzlarını genişletmeye devam ederken, rekabet özellikle, yerel ekonominin can damarı olan altın madenlerinin yoğunlaştığı Burkina Faso'nun doğusunda yoğunlaşıyor. CNIM, kilit önemdeki şehirleri işgal edip başkente doğru ilerlerken, rejimin siyasi söylemi ile giderek kötüleşen güvenlik gerçeği arasındaki çelişki derinleşiyor.

Askeri hükümet taktik zaferlerden bahsetmeye devam ederken, sahadaki gerçekler cihatçı örgütün kendi denklemlerini dayatan ve olayların gidişatını belirleyen taraf olduğunu gösteriyor. Yetkililerin söylemleri ile sahadaki gerçekler arasında, bölgenin jeopolitik haritasını yeniden çizebilecek bir uçurum açılıyor.

Taliban sahneye giriyor

Bu kriz, 2020 yılında Mali'de gerçekleşen darbenin ardından bölgedeki daha geniş jeopolitik değişim bağlamında da görülebilir. Mali'de 2020 yılında gerçekleşen darbenin etkileri komşu ülkelere yayılmış, daha sonra Burkina Faso ve Nijer’de de askeri cuntalar iktidara gelmiştir. Bu rejimler, başarısız olarak nitelendirdikleri Batı destekli hükümetlerden ayrıldıklarını savunarak kendilerini reformist güçler olarak gösterdi.

dfrgthy
ABD Afrika Komutanlığı (AFRICOM) tarafından Fildişi Sahili'nin Jacquesville kentinde her yıl düzenlenen özel harekât tatbikatına katılan Nijerya Özel Kuvvetleri askerleri, 11 Mart 2023 (AP)

Bu bağlamda bölgede güç dengeleri değişmiş, Fransa geri çekilmek zorunda kalmıştı. Rus paramiliter grup Wagner (şimdiki adı Afrika Lejyonu) liderliğindeki Rus güçleri ise oluşan güvenlik ve siyasi boşluğu doldurmak için harekete geçti.

Ancak bu jeopolitik değişim istenen sonuçları vermezken, istikrar, uzaklaşan bir hayale dönüştü. Wagner'in gölgede kalan güçleri, çoğu zaman cihatçıların bölgedeki ilerleyişini durdurmaya yetmedi. Aksine, müdahaleleri şiddet döngülerini körükledi, sivillere karşı korkunç ihlaller gerçekleşti ve birçok topluluğun alternatifin olmadığı yerde şimdi 'ehven-i şer’ olarak görülen silahlı gruplara sığınmasına neden oldu.

Yeni ortaklar bulma ve meşruiyetlerini sağlamlaştırma arayışındaki bu rejimler, daha derin bir stratejik değişime işaret eden diplomatik jestler yapmaya başladı. Geçtiğimiz günlerde Tahran'da Burkina Faso Büyükelçisinin Taliban'ın Tahran Büyükelçisi ile bir gerçekleştirdiği görüşme, bu gelişmelerden biriydi. Taliban yanlısı medyaya göre görüşmede ticaret, tarım, madencilik ve mesleki eğitim alanlarında iş birliği ele alındı.

Ancak toplantının siyasi boyutu, görünürdeki içeriğinden çok daha derindi. Bu sadece rutin bir diplomatik alışveriş değil, uluslararası izolasyondan mustarip ve hayatta kalma stratejilerinde birbirlerinin deneyimlerinden ilham almaya çalışan iki rejim arasındaki dayanışmayı göstermek amacıyla kasıtlı olarak yapılan bir gösteriydi.

Şarku’l Avsat’ın Al Majalla’dan aktardığı analize göre on yıllardır uluslararası izolasyonun sembolü ve El Kaide'nin sığınağı olan Taliban, radikal bir dönüşüm geçirerek Afganistan'ın fiili yöneticisi haline geldi. Batı Afrika'daki askeri rejimler ve hatta cihatçı örgütlerin liderleri, Taliban'ın isyancı bir hareketten uluslararası tanınırlığa sahip bir yapıya dönüşme sürecini taklit edilmeye değer bir model olarak incelemeye başladılar.

Taliban ve Burkina Fasolu yetkililer arasında Tahran'da gerçekleşen benzeri görülmemiş toplantı, yeni yaklaşımlara temkinli bir açılımın zayıf ama anlamlı bir işareti olabilir.

Burada temel olarak ‘sağlam askeri güç, yerel meşruiyetle birleştiğinde, en radikal gruplar bile isyancı bir hareketten şartlı ve sınırlı da olsa tanınmış bir yönetime dönüşmeyi başarabilir’ mesajı açıkça veriliyor.

Bu vizyon, Sahel'de DEAŞ’tan tamamen farklı bir modeli temsil eden CNIM için son derece önemli. DEAŞ, aşırı şiddet yanlısı iken ve yerel halkı yabancılaştırırken, CNIM daha esnek bir yaklaşım benimsiyor ve yerel gerçeklere uyum sağlama becerisi gösteriyor.

fgthyu
Libya'nın doğusundaki Buyrat el-Hassun ilçesinde nöbet tutan Ulusal Mutabakat Hükümeti’ne bağlı güçler, 20 Haziran 2021 (AFP)

CNIM strateji olarak Suriye'de El-Kaide bağlantılı silahlı gruptan yarı-resmi  yapıya başarılı bir şekilde dönüşen Heyet Tahrir’uş-Şam (HTŞ) modelinden ilham almış gibi görünüyor. HTŞ, Beşşar Esed rejiminin çöküşünden sonra nüfuz alanlarında fiili bir otorite olarak faaliyet göstermeye başlarken, halka temel hizmetleri sağlıyor ve alternatif bir güvenlik sistemi uyguluyor. İsyandan yönetime uzanan bu evrimsel süreç, CNIM'in Sahel bölgesinde taklit etmeye çalışabileceği pratik bir model sunuyor.

Artık müzakereler imkânsız değil

Kısa bir süre öncesine kadar siyasi tabu olarak görülen cihatçı gruplarla müzakere fikri, yeniden zihinlerde yerini aldı. Mali'deki darbe en hararetli günlerindeyken CNIM ile olası bir diyalog için bazı girişimler vardı, ancak yeni askeri rejimler, kendilerinden önceki sivil hükümetlerden daha sert ve kararlı olduklarını kanıtlamaya çalışarak bu fikri hızla bastırdılar.

Geleneksel güvenlik yaklaşımları başarısızlığının giderek daha fazla fark edilmesiyle birlikte bölgede değişim rüzgarları esiyor gibi görünüyor. Öyle ki, yıllarca sadece daha fazla istikrarsızlık getiren salt askeri çözümlere bel bağlayan yönetici elitler, stratejik seçeneklerini yeniden değerlendirmek zorunda kalabilir.

Taliban ve Burkina Fasolu yetkililer arasında Tahran'da gerçekleşen benzeri görülmemiş toplantı, yeni yaklaşımlara temkinli bir açılımın zayıf ama anlamlı bir işareti olabilir. Bu görüşmenin öncesinde İranlı üst düzey bir güvenlik heyeti yerel güvenlik ve polis güçlerine ortak eğitim programları sunmak üzere Nijer'i ziyaret etmişti.

Sahel bölgesi, devlet ile gayriresmi aktörler, meşru otorite sahibi ile silah taşıyıcısı arasındaki geleneksel sınırların çözüldüğü köklü bir dönüşüm aşamasına giriyor.

Bu gelişmeler, geleneksel askeri çözümlerin yeterli olmayabileceğinin giderek daha fazla anlaşılmasına yol açıyor. Bir yandan askeri rejimler, Batı çerçevesi dışında yeni destekçiler ararken, diğer yandan cihatçı gruplar, sahadaki kontrollerini ve meşruiyetlerini sağlamlaştırmaya çalışıyor. Her iki tarafın bu hareketliliği, kısa vadede potansiyel diyalog için zemin hazırlamaya yönelik üstü kapalı bir arzuya işaret ediyor olabilir.

Bu girişimlerin resmi müzakerelere dönüşme ihtimali belirsizliğini korusa bile Sahel bölgesinin mevcut stratejisinin başarısızlığı da ortada. Cihatçı hareketleri bastırmak için ezici bir güce dayanma stratejisi, dünyanın pek çok yerinde test edilmiş ve başarısızlığı kanıtlanmıştır. Bazı taraflar askeri envanterlerini güçlendirmeye ve birliklerini konuşlandırmaya odaklanırken, Sahel bölgesinin kırsal kesimlerindeki sosyal ve siyasi yapılardaki temel değişimleri göz ardı ediyorlar. Cihatçı gruplar orada sadece hayatta kalmakla yetinmiyor, genişliyor, çatışmaların çözümünde arabulucu olarak ağırlıklarını koyuyor ve gelecekte siyaset sahnesinde fiili olarak yer almaya kadar uzanabilecek köklü bir nüfuz inşa ediyorlar.

Özetleyecek olursak, Sahel bölgesi, devlet ile gayri resmi aktörler, meşru otorite sahibi ile silah taşıyıcısı arasındaki geleneksel sınırların çözüldüğü köklü bir dönüşüm aşamasına giriyor. Gelecekteki başarı denklemleri sadece ateş gücüyle sınırlı olmayacağı gibi etkin bir şekilde yönetme ve Sahel’de değişen tablodaki karmaşaya uyum sağlama sanatında ustalaşma becerisiyle ölçülebilir.



Savaşlar ve anlaşmalar ABD’si: Karmaşık bir dünyayı basitleştirmek

 6 Haziran 2025'te Ukrayna Acil Durum İdaresi tarafından yayınlanan ve Boltava'da bir Rus hava saldırısından sonra yanan binaları gösteren fotoğraf (AFP)
6 Haziran 2025'te Ukrayna Acil Durum İdaresi tarafından yayınlanan ve Boltava'da bir Rus hava saldırısından sonra yanan binaları gösteren fotoğraf (AFP)
TT

Savaşlar ve anlaşmalar ABD’si: Karmaşık bir dünyayı basitleştirmek

 6 Haziran 2025'te Ukrayna Acil Durum İdaresi tarafından yayınlanan ve Boltava'da bir Rus hava saldırısından sonra yanan binaları gösteren fotoğraf (AFP)
6 Haziran 2025'te Ukrayna Acil Durum İdaresi tarafından yayınlanan ve Boltava'da bir Rus hava saldırısından sonra yanan binaları gösteren fotoğraf (AFP)

Refik Huri

ABD, “uluslar inşa etme” başlıklı savaş döneminden Ukrayna, Gazze ve İran nükleer dosyasında acil uzlaşılar dönemine geçişi tamamlıyor. Her iki durumda da ABD dünyadaki komplikasyonları anlamaktan aciz gibi görünüyor.

Savaşlar döneminde, Başkan George W. Bush başkanlığında neo-muhafazakarlar, el-Kaide’nin New York'taki Dünya Ticaret Merkezi’ne yönelik saldırısını Afganistan'ı, ardından Irak’ı istila etme, Taliban ile Başkan Saddam Hüseyin rejimlerini devirme, dönemin ulusal güvenlik danışmanı Condoleezza Rice’ın, “Yeni Ortadoğu” olarak adlandırdığı planı gerçekleştirmeye çalışarak dünyayı zorla değiştirme hırsları için kullandılar.

Başkan Donald Trump'ın varmaya çalıştığı uzlaşılar döneminde ise itici güç anlaşmalar politikasıdır. Dünya Trump'ın ve etrafındaki oligarşinin gözünde savaş alanı değil, bir borsadır. Ukrayna, Gazze ve nükleer dosyada zor uzlaşılar için müzakereleri yürüten kişi ise krizler, savaşlar, jeopolitik ve stratejik çatışmalar dünyasında deneyimsiz olan gayrimenkul geliştiricisi Steve Witkoff'tur.

Beyaz Saray'daki karar alıcıya gelince, temsilcisinden daha deneyimli değil ve kararlarında içgüdü ile basit algıya güveniyor, bu şekilde ABD'yi değiştirmek istedi ve karmaşık bir dünyaya tosladı. Kendilerine hizmet eden anlaşmalara açık olsalar bile, ideoloji tarafından yönlendirilen üç oyuncu ile canlı yayında dilediği iyi dilekler ve iyi niyetli çağrılarla başa çıkmaya çalıştı. Bunlardan ilki, yorumcu Nahum Barnea tarafından “iki ayak üzerinde yürüyen bir yanlış anlama” olarak tanımlanan Binyamin Netanyahu’dur. İkincisi, İmam Humeyni'nin dediği gibi, ABD'ye düşmanlığı devrimin temellerinden biri saymaya bağlı kalan, İslam Cumhuriyeti'nin güçlü bir devlet ve Devrim Muhafızları’nın anayasaya göre ihraç etme görevini üstlendiği bir devrim olduğunda ısrar eden İran'ın Dini Lideri Ali Hamaney’dir. Sonuncusu, istihbarattan Kremlin liderliğine yükselen, ABD, Avrupa ve Soğuk Savaş’ın sona ermesi, Sovyetler Birliği'nin devrilmesinden sonra “tarihin sonu” olduğunu hayal ederek muzaffer gibi davranan herkesten Rusya’nın intikamını almaya başlayan tecrübeli Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin’dir.

ABD Taliban’ı devirdikten sonra en uzun Amerikan savaşı haline gelen Afganistan'da 18 yıl boyunca savaştı ve “uluslar inşa etme” planını uygulamaya çalıştı.  General Stanley Allen McChrystal’ın dediği gibi, ABD, “geleneksel yollarla devrimci hedeflere ulaşmak istedi.” Yine ABD’nin en önemli komutanlarından olan McChrystal’a göre “başarı ölçeği öldürdüğümüz Taliban unsurlarının sayısı değil, aksine koruduğumuz nüfus sayısıdır.” Bir görgü tanığına göre, ABD’den yardımlar alanlar ve gündüz polikliniklerinde tedavi edilenler, geceleri ona karşı savaşıyorlardı. ABD, eski istihbarat direktörü Richard Helms'in şu sözlerini okumadı: “Ortadoğu politikaları ile ilgili tüm saçmalıkları unutun ve yüzyıllık ömürleri olan hususlara, dini mezhepler, aşiretler, kabileler ve etnik kökenlere dikkat edin.” Yine ABD, “Bir Afgan'ı kiralayabilirsiniz ama satın alamazsınız” diyen kişinin tavsiyesini dikkate almadı ve savaş Taliban’ın iktidara dönmesi ve kendisinin Kabil'den aşağılayıcı bir biçimde çekilmesiyle sona erdi.

ABD Irak'ı da kısa bir fırtınalı savaşın ardından işgal etti, Saddam Hüseyin rejimini devirdi ama çok geçmeden sokaklarında boğuldu. Terör diye adlandırdığı eylemlerle şiddetli bir direnişle karşı karşıya kaldı. Demokrasinin Irak'tan bölgeye yayılarak onu kaplayacağını hayal etti. Richard Perle'in dediği gibi saf bir şekilde “Saddam'ın devrilmesinin İranlıları Mollalar diktatörlüğünden kurtulmaya motive edeceğine” inandı. Ama bunun yerine Irak'ı “şer ekseni” içinde yer alan İslam Cumhuriyeti'ne altın bir tabakta sundu.

ABD anayasa uzmanı Noah Feldman'ın “hızlı seçimler yapmak demokrasiye hizmet etmeye kendisini adamamış, yanlış kişileri iktidara getirir” sözünü görmezden geldi. Irak'ın mutlak yöneticisi olarak atanan, ordunun ve Baas Partisi'nin dağıtılmasını emreden bilgisiz Paul Bremer da en azından şu itirafta bulundu: “Zaferden sonra Irak'taki güvenlik tehditlerine karşı koymaya hazır değildik.” Irak hükümetinin Amerikan güçlerinin yardımına ihtiyacı olmasına rağmen, Suriye'de Esed rejiminin devrilmesinden sonra İran’ın taraftarlarının bu güçlerin ülkeden hızla çekilmesi talebinin gerileyeceğini gösteren hiçbir şey yok. Artık Ahmet eş-Şara’nın başkanlığı konusunda rahatlamış olan Amerikan güçleri de kendisine karşı eylemlerde bulunan İran ve Suriye rejimleri arasında sıkışmış değil.

Steve Coll, “Aşil Tuzağı: Saddam Hüseyin, CIA ve ABD’nin Irak İşgalinin Kökenleri” kitabında: “Saddam'ın dayısı, eğitimcisi ve öğretmeni Hayrullah Kifah’ın, ailenin felsefesini ‘Allah üç şeyi yaratmamalıydı; Persler, Yahudiler ve sinekler’ şeklinde özetlediğini” anlatır.

Rusya'nın Ukrayna'yı işgaline gelince, Başkan Vladimir Putin bunu NATO’nun Rusya sınırlarına yaklaşmasına ve neo-Nazilerin Kiev’i kontrol etmesine karşı kendini savunmak olarak tasvir ediyor. Ukraynalı gazeteci Illia Ponomarenko ise “Sana nasıl olduğunu göstereceğim” kitabında böyle olmadığına inanıyor ve şöyle diyor: “Ukrayna savaşının NATO ve hayali Batı tehditleriyle hiçbir ilgisi yok. Aksine, bu işgal, devleti Rus halkının çıkarlarına değil, kendi çıkarlarının hizmetine sunan bir diktatörün deliliğiyle ilgilidir.” Şarku'l Avsat'ın Independent Arabia'dan aktardığı analize göre buna ilave olarak, Putin Gürcistan'dan iki bölgeyi koparıp aldı, oğul Bush ve Obama ile bağları iyi olduğunda da Kırım'ı ilhak etti.

Kimse Trump'ın üç karmaşık sorunu çözecek anlaşmalarda nasıl başarılı olabileceğini bilmiyor. Bu sorunların ilki, İran'ın uranyum zenginleştirmesini ve yaptırımlara katlandıktan, nükleer eşikteki devlet olmak için milyarlarca dolar harcadıktan sonra nükleer silah sahibi olmasını önlemektir. İkincisi, Putin’in üçüncü yılında olmasına rağmen halen “özel operasyon” olarak adlandırdığı kapsamlı savaşı durdurmayı kabul etmesi için Cumhurbaşkanı Zelenskiy’yi, Kırım ve çoğu şu anda Rusya tarafından işgal edilmiş dört bölgenin kaybını kabul etmeye zorlamaktır. Üçüncüsü, Netanyahu’yu, savaşı bitirmeye ve Hamas hareketi ile İsrail'deki aşırı radikal hükümet arasındaki bir anlaşmayla rehineleri geri getirmenin bedeli olarak yıktığı Gazze'den çekilmeye zorlamaktır. Ama İsrail’in aşırı radikal hükümeti, Filistin devletini reddediyor ve Batı Şeria'yı ilhak etmekte diretiyor, eski rejimin silahlarının yok edilmesinden, onunla imzalanan güçleri ayırma anlaşması bölgesinin işgalinden sonra Suriye'deki yeni durumdan memnun, ayrıca Lübnan'daki Hizbullah'a şiddetli darbeler indirmeye de devam ediyor.

İronik olan, bu anlaşmalarda varsayılan başarının sadece statükoyu kabul etme ve “hakkın gücünden güç ile dayatılan hakka geçiş”ten ibaret olmasıdır.

Pascal De Sutter “Bizi Yönetenler” kitabında şöyle der: “En çılgın insanlara, kibirli ve yalancılara oy veriyoruz, çünkü hataları bize kendimiz hakkında güven veriyor. Bu yüzden bizim gibi olanlara oy veriyoruz.” ABD de bu konuda ilk değil, aksine listenin sonunda.

*Bu analiz Şarkul Avsat tarafından Independent Arabia’dan çevrilmiştir.