İsrail'in Batı Şeria'ya saldırısı ve ilhakın başlangıcı

Yahudi yerleşimciler Gazze’deki yıkıma ait görüntülerin yer aldığı ve üzerinde “Sizi bekleyen kader budur” yazan pankartlar asıyor

İsrail işgali altındaki Filistin toprakları Batı Şeria'nın Ramallah kentinin batısında Givat Ze'ev yerleşim biriminde yeni inşa edilen evler, 3 Haziran 2025 (AFP)
İsrail işgali altındaki Filistin toprakları Batı Şeria'nın Ramallah kentinin batısında Givat Ze'ev yerleşim biriminde yeni inşa edilen evler, 3 Haziran 2025 (AFP)
TT

İsrail'in Batı Şeria'ya saldırısı ve ilhakın başlangıcı

İsrail işgali altındaki Filistin toprakları Batı Şeria'nın Ramallah kentinin batısında Givat Ze'ev yerleşim biriminde yeni inşa edilen evler, 3 Haziran 2025 (AFP)
İsrail işgali altındaki Filistin toprakları Batı Şeria'nın Ramallah kentinin batısında Givat Ze'ev yerleşim biriminde yeni inşa edilen evler, 3 Haziran 2025 (AFP)

Muhammed Necib

Batı Şeria artık sadece 1967'den bu yana işgal altında tutulan bir Filistin toprağı değil, aynı zamanda çaresiz bir uluslararası ortam, zayıf bir Filistin Yönetimi ve 21. yüzyılın en kötü apartheid rejimi olarak tanımlanabilecek bir durumla karşı karşıya olan bir halka karşı İsrail’in sistematik askeri operasyonlarının, şiddet olaylarının eşlik ettiği yerleşim birimlerinin genişlemesinin ve sessiz Yahudileştirmenin devam ettiği bir sahne haline geldi.

İsrail’deki aşırı sağcı hükümetin iktidara gelişinden bu yana Batı Şeria son on yılların en tehlikeli saha ve siyasi değişimlerine tanık oluyor. Bu durum sadece yaklaşık üç milyon Filistinlinin günlük yaşamını tehdit etmiyor. Bir yandan da İsrail, dikkatlerin Gazze Şeridi’nde yürüttüğü savaşa odaklanmasından, politikalarına yönelik uluslararası tutumun zayıflığından ve Beyaz Saray'da kendisini destekleyen bir ABD başkanının varlığından yararlanarak Batı Şeria'daki politikalarını ve emellerini ilerletirken, Batı Şeria'nın fiilen ilhakını ve Yahudileştirilmesini hızlandıriyor ve coğrafyayı yeniden şekillendiriyor.

Filistinliler, dönüm noktasının 7 Ekim 2023'te İsrail ordusu ve yerleşimcilerin Batı Şeria'yı ve şu anda en kötü apartheid rejimiyle karşı karşıya olan vatandaşlarını hedef alan saldırılarını tırmandırmasıyla yaşandığını söylüyor. Filistinliler, dönüm noktasının 7 Ekim 2023'te İsrail ordusu ve Yahudi yerleşimcilerin Batı Şeria'yı ve şu anda en kötü apartheid rejimiyle karşı karşıya olan sakinlerini hedef alan saldırılarını tırmandırmasıyla yaşandığını söylüyor.

Filistinliler İsrail'de iktidarda aşırı sağcı bir hükümetin olmasının yerleşim faaliyetlerinin hızlanmasında ve Batı Şeria'nın ilhak edilmesinde büyük etkisi olduğu konusunda hemfikir olsa da Birzeit Üniversitesi'nden siyaset bilimci Dr. Ghassan Al-Khatib Al Majalla’ya yaptığı değerlendirmede, İsrail'deki mevcut hükümet düşse ve değişse bile Filistin topraklarının Yahudileştirilmesinin ve ilhakının durmayacağını belirtti. İsrail'deki demografik değişikliklerin siyasi ve ideolojik değişiklikleri yansıttığını söyleyen Dr. Khatib, 7 Ekim savaşından bu yana siyasi ve ideolojik değişiklikler nedeniyle çok sayıda laik görüşlü yerleşimcinin göç ettiğini, sayıları artan dindarlar da dahil olmak üzere aşırı sağcıların ise hiç göç etmediğini ifade etti.

Filistin Kurtuluş Örgütüne (FKÖ) bağlı Ayrım Duvarı (Utanç Duvarı) ve Yahudi Yerleşim Birimleriyle Mücadele Konseyi yetkilisi Emir Davud, 7 Ekim 2023 tarihinden 2025 haziran ayı başlarına kadar Batı Şeria'da yaklaşık 53 bin dönüm araziye el konulduğunu ve Filistin toprakları üzerinde inşa edilen onlarca yerleşim birimi ileri karakolunun yasallaştırılması ve kalıcı yerleşimlere dönüştürüldüğünü, bunun da İsrail'in Batı Şeria'da gerçek bir ilhak uyguladığını gösterdiğini söyledi.

İsrail ordusu, Batı Şeria'daki köy ve kasabaları coğrafi olarak birbirinden ayıran yüzlerce askeri kontrol noktası ve demir kapı kurarak Batı Şeria'daki Filistinlilerin hayatını zorlaştırıyor.

İsrail, Batı Şeria'yı ilhak etmek istediğini ve bazı yetkilileri aracılığıyla amacının Batı Şeria'da bir Filistin devleti kurulması ihtimalini ortadan kaldırmak olduğunu açıkça ifade ediyor. Bu ilhakı da sadece toprakla sınırladığından bu, Filistinlilere Doğu Kudüs veya işgal altındaki Suriye toprağı Golan Tepeleri sakinleri gibi İsrail kimliği verilmeyeceği anlamına geliyor.

Davud, Batı Şeria'nın hedef alınmasında İsrail ordusu ve yerleşimcilerin rolünü işlevsel bir değiş tokuş olarak tanımlıyor. İsrail ordusunun, Batı Şeria'nın doğusundaki 30 Bedevi topluluğunu, bazılarının avukatlarının tehcir kararlarını durdurmak için İsrail yargısına başvurmasının ardından tehcir edemediğinde, İsrail ordusunun bu görevi Bedevi topluluklarına daha önce eşi ve benzeri görülmemiş bir şiddetle saldıran ve onları topluluklarını terk etmeye zorlayan yerleşimcilere verdiğine dikkati çekti.

İsrail, 2024 yılında 51 yerleşim birimi ileri karakolu kurdu. 7 Ekim 2023'ten 2025 haziran ayı başlarına kadar bu sayı yaklaşık 75’e ulaşırken 22 Filistinli çeşitli şiddet olaylarında yerleşimciler tarafından öldürüldü. Ayrıca Filistinlilere ait 400 mülk, çiftlik ve aracı kundaklayan yerleşimciler, 7 Ekim 2023'ten 2025 haziran ayı başlarına kadar çoğu Nablus'un güneyinde, Ramallah'ın doğusunda, Salfit bölgesinde ve El Halil'in güneyinde olmak üzere Filistinlilere karşı yaklaşık 6 bin saldırı gerçekleştirdi.

İsrail ordusu ise Batı Şeria'daki şehir ve köyleri coğrafi olarak ikiye bölen ve hareket özgürlüğünü engelleyen yüzlerce askeri kontrol noktası ve demir kapıyı konuşlandırıp yeniden faaliyete geçirerek Batı Şeria'daki Filistinlilerin hayatını zorlaştırıyor. Filistinliler iş ve eğitim yerlerine gidip gelebilmek için geçmek zorunda oldukları kontrol noktalarında onlarca saat geçiriyor. İsrail ordusu 7 Ekim'den sonra Batı Şeria’da 170 kontrol noktası daha kurarak toplam kontrol noktası sayısını 898'e çıkardı. İsrail Savunma Bakanlığı'nın işgal altındaki Filistin topraklarını yürütme kolu olan Sivil İdare, Batı Şeria'nın kuzeyindeki güvenlik kontrolünü sıkılaştırırken 7 Ekim 2023'ten 2025 haziran ayı başlarına kadar özellikle Tulkerim, Nur Şems ve Cenin mülteci kamplarında olmak üzere 3 bin 225 yapıyı ve bin 225 evi yıktı, 22 binden fazla Filistinli mülteciyi yerinden etti.

Filistinliler, ordusu ve yerleşimcileriyle İsrail hükümetinin zamana karşı yarıştığına, Gazze Şeridi’nde yürüttüğü savaştan ve bu savaşın dehşetine odaklanılmasından faydalanarak Batı Şeria'yı ilhak etme ve Yahudileştirme projesini ilerletmek için sahadaki birtakım gerçekler dayattığına inanıyor.

Filistinliler, Filistin Yönetimi'nin İsrail'in Batı Şeria'ya yönelik politikalarının tehlikelerine uluslararası toplumum dikkatini daha fazla çekmek için daha etkili bir diplomatik çaba sarf etmesini bekliyor.

Filistin Ulusal Girişim Hareketi Genel Sekreteri Dr. Mustafa Bergusi, Al Majalla’ya yaptığı açıklamada İsrail'in Batı Şeria'nın yüzde 44'ünü kontrol altına aldığını belirterek, İsrail Savunma Bakanı Yisrael Katz ve Maliye Bakanı Bezalel Smotrich'in Batı Şeria'da İsrail egemenliğini dayatma niyetlerini açıkladıklarını, bunun da bağımsız bir Filistin devleti kurulması ihtimalini yok etmek anlamına geldiğini söyledi.

Bergusi İsrail'in politikasını şöyle özetledi:

“7 Ekim olaylarından sonra Siyonist hareket Filistinlilerle uzlaşmaya hazır olmadığını teyit etti ve Batı Şeria’yı ele geçirmek, ilhak etmek, Yahudileştirmek ve İsrail devletinin yanında bir Filistin devletinin kurulmasını engellemek istiyor.”

Belki de en önemlisi, bu yeni gerçeklik Filistin Yönetimi'ni, güvenlik aygıtını (Batı Şeria'da 35 bin personel görev yapıyor) ve bir Filistin devletinin kurulmasına yönelik umutların azalması ve Batı Şerialıların yaşadığı ciddi ekonomik sıkıntılar nedeniyle Filistinliler arasında zorunlu göç ve siyasi bir çözüme olan güvenin yitirilmesine yönelik artan söylemlerle vatandaşlarını koruma ve hatta meşruiyetini sürdürme kabiliyetini zayıflatıyor.

Batı Şeria’da 3 milyondan fazla Filistinlinin karşı karşıya kaldığı baskı ve acıların ortasında Filistin Yönetimi, Filistin topraklarının Yahudileştirilmesini ve ilhakını durduramamakla suçlanıyor.

frgty
Yakının mezarını ziyarete gelen Filistinli bir kadının işgal altındaki Batı Şeria'da bulunan Cenin mülteci kampındaki mezarlığa ulaşmasını engelleyen bir İsrail askeri, 6 Haziran 2025 (Reutes)

Filistin Yönetimi'nin ve Filistinlilerin kendi topraklarındaki kararlılığını destekleyecek ve yerleşim, ilhak ve toprak hırsızlığı projelerine direnecek bir strateji benimsemesi gerektiğini düşünen Dr. Ghassan Al-Khatib, Al Majalla’ya yaptığı değerlendirmede, “Filistin toprakları üzerindeki çatışmayı çözecek olan bu halk direnişidir” ifadelerini kullandı.

Çoğu Filistinli, ABD Başkanı Donald Trump'ın Beyaz Saray'a yeniden gelişinin İsrail'in Batı Şeria'yı ilhak etme iştahını açtığına ve 1967'de Batı Şeria'yı işgal etmesinden bugüne kadar İsrail ordusu ve yerleşimcilerin davranışlarının aynı olduğu en uzun dönem olmasının da gösterdiği üzere Avrupa ve Arap ülkelerinin İsrail projeleri karşısındaki zayıflığının da verdiği rahatlıkla İsrail'e yeşil ışık yaktığına inanıyor. Sanki İsrail ve ABD’nin Filistinlilere zulmetme ve günlük yaşamlarını taciz etme konusunda birbirlerinin rollerini tamamladıklarını düşünüyorlar.

Filistinliler, Filistin Yönetimi'nin İsrail'in Batı Şeria'ya yönelik politikalarının tehlikelerine ve Batı Şeria'daki gerilimi İsrail'in lehine çözme girişimlerine uluslararası toplumum dikkatini daha fazla çekmek için daha etkili bir diplomatik çaba sarf etmesini bekliyor.

Batı Şeria’da yerleşimciler ve İsrail ordusu tarafından kullanılan ortak yollarda seyahat eden Filistinliler, yerleşimciler tarafından asılan ve üzerinde Gazze Şeridi'ndeki yıkıma dair resimlerin olduğu ‘Bu sizin kaderiniz, burada bir geleceğiniz yok, Ürdün'e göç edin!’ yazılı pankartları görüyorlar.

Batı Şeria bugün, statükonun devamının apartheid rejimi ile tek devletli bir gerçekliğin kökleşmesi ve iki devletli çözümün kesin olarak sona ermesi anlamına geldiği tehlikeli bir kavşakta bulunuyor.

İsrail’in aşırı sağcı hükümetinin İsrail ordusu, yerleşimciler ve Sivil İdaresi tarafından sahada uygulanan politikası, Batı Şeria topraklarının daha büyük bölümünün yerleşim birimlerini genişletme projeleri için kullanılması amacıyla en fazla sayıda Filistinliyi en küçük toprak parçasına hapsetmeye dayanıyor gibi görünüyor.

1954'ten beri Tulkerim Mülteci Kampı’nda yaşayan emekli Tümgeneral Adnan ed-Damiri, Al Majalla’ya yaptığı açıklamada, İsrail ordusunun Tulkerim, Nur Şems ve Cenin mülteci kamplarında yaşayanları sınır dışı etmesinin amacının Filistinli mülteciler sorununu, bu sorunun sembolleri olan BM Yakın Doğu'daki Filistinli Mültecilere Yardım ve Bayındırlık Ajansı (UNRWA) faaliyetlerini ve mülteci kamplarını sona erdirerek bitirmek olduğunu söyledi. Emekli Tümgeneral Bu saldırıların gelecekte Batı Şeria’daki diğer mülteci kamplarına yayılacağı tahmininde bulundu.

Ramallah'ın doğusundaki Deyr Dibvan beldesinde yaşayan bir Bedevi olan Halil Melihat ve onunla birlikte hayvancılıkla uğraşan 200 aile, yerleşimcilerin İsrail ordusunun koruması altında kendilerine defalarca kez saldırması ve hayvanlarını çalması üzerine 23 Mayıs'ta bölgeyi terk etmek zorunda kaldı. Şarku’l Avsat’ın Al Majalla’dan aktardığı habere göre  Melihat, “Yerleşimcilerin gece gündüz tacizlerine ve saldırılarına maruz kaldık, en sonuncusu da ailemizin mensubu olduğu topluluğun içinde bir yerleşim karakolu kurulmasıydı. İsrail polisine ve Sivil İdaresi'ne şikayette bulunduk, ancak yerleşimcilerin bize ve hayvanlarımıza yönelik saldırılarını engellemek için hiçbir şey yapmadılar, bu yüzden ayrılmak zorunda kaldık” ifadelerini kullandı. Yerleşimcilerin kendilerine fiziksel saldırıda bulunduğunu söyleyen Melihat, altı erkeğin yaralanarak hastaneye kaldırıldığını aktardı.

Melihat, ‘çoban yerleşimi’ olarak bilinen yerleşimciler tarafından komşu arazilerde otlamalarının engellenmesi nedeniyle 4 bin olan koyun sayısının 100'e düştüğünü belirtti.

ukı
İşgal altındaki Batı Şeria’nın Deyr Dibvan beldesine İsrailli yerleşimciler tarafından düzenlenen saldırıdan bir gün sonra yanmış bir araç, 5 Haziran 2025 (AFP)

İsrail'in Batı Şeria'ya yönelik saldırıları, bir yandan iki devletli bir çözümü imkânsız hale getirirken, diğer yandan Batı Şeria'da yaşayan üç milyon Filistinlinin, Yahudileştirme, toprak gaspı, yerleşim birimleri inşası, cinayetler, tutuklamalar, askeri kontrol noktaları ve İsrail'in daha önce hiç olmadığı kadar kendilerine karşı yürüttüğü ekonomik savaşın hedefinde böyle bir çözümün gerçekleşme ihtimaline dair umutlarını tamamen yitirmelerine neden oldu. İsrail'in politikaları Batı Şeria'daki Filistinliler için bir beka tehdidi haline gelirken İsrail'i bu politikalardan geri adım atmaya zorlayacak kararlı bir uluslararası duruş olmadan bu politikaları durdurmanın mümkün olmadığını düşünüyorlar. Bu durum aynı zamanda birçoğunu İsrail'e karşı tutumlarını ve inançlarını radikalleştirmeye ve belki de yerleşimcilerin şiddetine ve ordunun baskısına karşı silahlı eylemleri desteklemeyi ve gerçekleştirmeyi düşünmeye itiyor.

Mevcut durumun devam etmesi, tek devlet realitesinin apartheid rejimi ile pekiştirilmesi ve iki devletli çözümün kesin olarak sona ermesi anlamına geldiğinden, Batı Şeria bugün tehlikeli bir kavşakta duruyor. Bu gerçeklik sadece Filistinliler için geçerli bir felaketin değil, aynı zamanda topyekûn bir intifadadan, güvenliğin çöküşüne ve hatta Filistin şehirlerinde bölgesel istikrarı tehdit edecek toplumsal bir ayaklanmaya kadar beklenmedik şekillerde ortaya çıkabilecek bir patlamanın da habercisidir.



Husiler İsrail ile İran arasındaki doğrudan çatışmadaki yeri

Gazze Şeridi'nin orta kesimlerindeki Nuseyrat Mülteci Kampı’ndan çekilen fotoğrafta, İsrail'e doğru giden İran füzelerinin gökyüzündeki izleri görülüyor 13 Haziran 2025 (AFP)
Gazze Şeridi'nin orta kesimlerindeki Nuseyrat Mülteci Kampı’ndan çekilen fotoğrafta, İsrail'e doğru giden İran füzelerinin gökyüzündeki izleri görülüyor 13 Haziran 2025 (AFP)
TT

Husiler İsrail ile İran arasındaki doğrudan çatışmadaki yeri

Gazze Şeridi'nin orta kesimlerindeki Nuseyrat Mülteci Kampı’ndan çekilen fotoğrafta, İsrail'e doğru giden İran füzelerinin gökyüzündeki izleri görülüyor 13 Haziran 2025 (AFP)
Gazze Şeridi'nin orta kesimlerindeki Nuseyrat Mülteci Kampı’ndan çekilen fotoğrafta, İsrail'e doğru giden İran füzelerinin gökyüzündeki izleri görülüyor 13 Haziran 2025 (AFP)

Enver el-Ansi

İsrail'in İran'a yönelik yıkıcı saldırısının ve İran'ın buna verdiği yanıtın ardından, gözler Yemen'e çevrilerek Tahran yanlısı Husilerin tepkisi ve İran'ın askeri yanıtına katılmaya hazır olup olmadıklarına dair değerlendirmeler yapıldı. Ancak İran’a ve onun karşılık verme hakkına yönelik pasif dayanışma ifadelerinin dışında, Husiler bu tür bir karşılıkta yer almaktan uzak durdular.

İsrail’in İran’a yönelik saldırılarına Yemenli tarafların çoğu ya sessiz kalarak ya da coşku ve intikam duygusuyla tepki verdi. Çünkü onlardan bazıları İran'ın Yemen’e ve bazı Arap ülkelerinin iç işlerine ‘açıkça’ müdahale ederek 30 yıldır ‘savaş suçu’ işlediğini düşünüyordu. Bazıları ise olanları ‘yenilgiden daha büyük, aşağılanmadan daha korkunç’ olarak nitelendirerek İran’ın komutanların ve bilim adamlarının öldürülmesine ve altyapısının tahrip edilmesine nasıl tepki verebileceği sorusunun yanıtını aradı. ‘Yenilgi’ olarak gördükleri bu gelişmenin ‘İran halkının eliyle de olsa, rejimin ve devletin sonu olacağını’ düşünüyorlar.

Bunun ötesinde, bazıları İran'ın yaptıklarının en kötüsünün Müslümanları ve Arapları bu çatışmada tarafsız bırakmak olduğuna inanıyor. Çünkü onlar İran'ın İslam'a bir güç kattığını hiç hissetmediler, aksine İsrail'in Arapları uğrattığı yıkımla İran'ın yaptıkları arasında hiçbir fark olmadığına emin oldular. Bunun özellikle Yemenliler için çok geçerli nedenleri olabilir. Birincisi, İran'ın Husileri benimsemesi ve desteklemesiydi. Bu destek onların silah zoruyla Yemen devletine darbe yapmasını sağladı. Devletin silahlarını, küçük bir mezhep grubunun çıkarları için tüm halkın iradesini bastırmak ve zulmetmek için kullanmasına yardımcı oldu. İkinci neden, Husilerin İran'ın desteğiyle, bazı komşu ülkeleri hedef aldıktan sonra tüm bölgenin istikrarını bozan bir faktör haline gelmesiydi. Suudi Arabistan, Yemen'de meşru devletin yeniden kurulmasını desteklemek için bir askeri ittifak kurmak ve liderlik etmek zorunda kaldı. Üçüncü neden ise, Husiler ve onun arkasında duran Tahran'ın, Yemen'i çevreleyen denizlerdeki seyrüsefer hatlarına yönelik saldırılarının ardından daha geniş çaplı savaşlar başlatması ve ardından İsrail'in Yemen’deki şehirleri ve hayati bölgeleri hedef almasıydı. Tüm bunlar Gazze'deki Filistinlilere destek olmak adına yapıldı, ancak hiçbir etkisi olmadı. Tek bir İsrailli dahi zarar görmedi. Buna karşın ABD, İsrail ve İngiltere'nin sadece Husilerin çıkarlarına yönelik değil, ülkenin kazanımlarının ve altyapısının büyük bir kısmını kaybetmesine ve on yıllar geriye gitmesine neden olacak saldırılar düzenlemesinin önünü açtı.

Yemen’de İran devrimine iyimser ve umutlu bakanlar, bu devrimin Husiler dışında birçoklarının umutlarını boşa çıkardığını açıkça gördüler. Bu konunun yeniden gözden geçirilmesi gerekiyor. Duygusal öncüller değil, devrimden yaklaşık elli yıl sonra İran deneyiminin ulaştığı pratik sonuçlar esas alınmalı.

Tarihsel bakış

İran’ın Yemen ile ilişkisi, Farsların İslam dinini benimsemesinden önce, onunla birlikte çağlar boyunca ve İslam İnkılabı Rehberi Ruhullah Humeyni'nin ve ardından İslam İnkılabı Rehberi Ali Hamaney'in gelişine kadar, tarihin hiçbir döneminde, eski, orta ve modern dönemlerde normal olmamıştır. Bunu anlamak çok fazla çaba sarf etmeye ve çok zeki olmaya gerek yok. Ancak araştırma, inceleme ve derinlemesine düşünme, mantık, sabır ve tarafsız olarak bakıldığında İran'ın İslam'ı anlaması ile Yemenlilerin ve birçok Arap halkının İslam'ı anlaması arasında teoride ve uygulamada farklılıklar olduğu görülüyor. İran, İslam öncesi tarihine dayanan kendine özgü bir felsefeye sahip ve bu felsefe, özellikle düşünce ve çalışma tarzı açısından, Arap ve İslam dünyasının felsefesinden büyük ölçüde farklılık gösteriyor.

İran, Arap ülkelerine yönelik politikalarında çok fazla karışıklık ve ortak ya da karşılıklı yanlış anlaşılmalar olduğunu ya bilmiyor ya da bilmezlikten geliyor.

Öncelikle İran, yüzlerce yıldır İslam dünyasına kendi İslam anlayışını dayatamamaktan hoşnutsuz. İran, Osmanlı İmparatorluğu'nun yaptığı gibi, çevresindeki geniş Sünni İslam dünyasına, özellikle de Arap dünyasına hakimiyet kurarak kendi İslam anlayışını dayatamamıştır.

İran'ın İslam dünyasına karşı bu zihniyeti bugün de devam ediyor. Bu zihniyeti anlamak veya inkar etmek zor, çünkü Tahran'ın Humeyni'den bu yana izlediği politikalar, iki tarafın da üzerinde hemfikir olduğu bir şekilde, bazı aktörlerin görüşüne göre ‘adaleti’ sağlamaya yönelik başarısız uygulamalar veya çaresiz girişimlerden ibaret. Ancak birçok kişi, bu durumda tarihten ‘intikam’ alınmasının ve Tahran'ın izlediği yolun, tarihin ve coğrafyanın gerçeklerine uygun bir şekilde Arap dünyasıyla olan ilişkilerin ‘düzeltilmesi’ için değil, ‘barbarlığa varan intikamcı bir adalet duygusu’ olduğunu düşünüyor!

dfgth
İsrail saldırısı sonrası İran'ın Tebriz Havaalanı’ndan yükselen dumanlar, 13 Haziran 2025 (Reuters)

Bu iki sorundan ikincisi, Saddam Hüseyin'in Irak'ıyla savaşın sonunda bıraktığı miras. Humeyni, 20 Temmuz 1987 tarihinde oybirliğiyle kabul edilen Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi'nin (BMGK) 598 sayılı kararının ardından, “Kararı kabul ederek zehirli kadehi içmek zorunda kaldım ve utanç duyuyorum” demişti. Bu askeri ve hukuki yenilgiye rağmen, bu durum Tahran'da, bu yenilginin utancını silip İran'ı bir ulus olarak yeniden haritaya koyacak ‘topyekun yıkım’ gücüne sahip stratejik bir silaha sahip olma konusunda ölümcül bir hırsa yol açtı.

Bir araştırmacı olarak İran deneyiminde karşılaştığım tüm zorlukların ardından bu ‘ulusun’ karmaşık ve iç içe geçmiş bir coğrafi ve tarihsel bağlamda yer aldığını gördüm. Bu makale sadece sabit bir metin değil, çelişkili, ani ve tekrarlanan etkileşimleriyle içinden şiddetle hareket eden bir metin oldu. İran dış dünyaya o kadar sıkı bir şekilde kapalı ki, öngörülebilir gelecekte veya orta vadede bile olası sonuçlarının doğasını tahmin etmek imkansız.

Bölgesel rekabet

Şarku’l Avsat’ın Al Majalla’dan aktardığı analize göre Suudi Arabistan ve İran, yüzölçümü ve zenginlikleri açısından birbirine yakın olsa da bugün Suudi Arabistan jeopolitik açıdan sınırlarının ötesinde daha etkili ve dünya ekonomisinde daha büyük bir etkiye sahip görünüyor. İran ise giderek daha fazla kendi içine kapanıyor ve köklerine dönüyor. Günümüz dünyasında, piyasada talep olmayan halıları dokumaya daha fazla zaman harcamanın bir anlamı yok.

İran devrimi, başlangıçta bazı Arapların büyük ve yeni bir İslam dünyası hayali kurmasını sağladı. Ancak gerçekte, iç tarafları ile dış kolları arasında performansın ritmini ayarlayan bir denge kurmada başarısız oldu.

İran devrimi, başlangıçta bazı Arapların büyük ve yeni bir İslam dünyası hayali kurmalarını sağladı. Ancak gerçekte, İranlıların diğerlerinden daha iyi bildiği nedenlerden dolayı, iç tarafları ile dış kolları arasında performansın ritmini ayarlayan bir denge bulmakta başarısız oldu. İran deneyimini inceleyen bazı araştırmacılara göre bunun ilk nedeni, tarihsel ‘sentimentalizm’ veya kronik bir romantizm içinde kalma ısrarıydı. İran’ın çevresindeki birçok ülke, en yakın komşusu Türkiye, Almanya, İtalya ve Japonya gibi İkinci Dünya Savaşı'ndan sonra savaşlarda yenilgiye uğramış olsa da İran bu ülkelerin çoğunun gösterdiği esnekliği gösteremedi.

juı
İran'ın İsrail'e füze saldırısı sonrası İsrail'in Rişon LeTsiyon şehrindeki hasar, 14 Haziran 2025 (Reuters)

Irak ile sekiz yıl süren trajik savaş boyunca, birçok Arap aydın ve politikacı, İran'daki ‘devrim’ ile ilişkilerde stratejik bir hata olduğunu ve bunun düzeltilmesi gerektiğini savundu. Cezayir'in merhum Cumhurbaşkanı Huari Bumedyen, bu ilişkinin düzeltilmemesi halinde ‘İslam Devleti’ İran'ın ‘alternatif bir sömürgeci’ olacağı konusunda uyarmıştı. Hatta Arap siyasi entelektüeller, gelecekteki olası bölgesel savaşların Arap-İsrail değil, Arap-Fars savaşları olacağını öngörmüştü. Ancak Irak'ın merhum lideri Saddam Hüseyin, başta‘devrim düşünürü’ Humeyni'yi Neauphle-le-Château’da ağırlayan Fransa olmak üzere Batılı ülkelerin açık teşvikiyle İran'daki ‘devrim’ sloganlarının Arap sokaklarında yarattığı etkiye karşı koymakta kararlı ve hevesliydi. Bu durum, İran'daki ‘devrimden’ yıllar sonra Cezayir'deki İslami Kurtuluş Cephesi lideri Abbasi Medeni'nin Cezayirlilere İslam hukukunun uygulanması için kademeli bir geçişe hazır olmaları çağrısında bulunmasıyla daha da belirgin hale geldi. Medeni bir Sünni lider olmasına rağmen, bu çağrısı İran'daki İslam devriminin zaferinden esinlenerek yapılmıştı. İran devrimi, o dönemde çoğu Arap liderin düşüncelerini domine eden tehlikeli bir faktöre dönüştü.

İran'ın niyetleri, bölgedeki sahnenin başlıklarında yeniden atılım yapmaya başladığı yıllar sonra ortaya çıktı. Suudi Arabistan’ın merhum Kralı Abdullah bin Abdulaziz'in hükümdarlığı döneminde Suudi Arabistan'a karşı en açık tavır sergileyen İran’ın eski cumhurbaşkanlarından Mahmud Ahmedinejad’dı. Ancak bu tavır, İran'daki seçim hedefleriyle daha çok ilgili olan saf popülist bir dilde ifade edildi. Ortak çıkarları ve komşuluk ilişkileri olan ülkeler arasındaki geleneksel ilişkilerin nasıl olması gerektiğine dair farkındalıkla ilgisi olduğu pek söylenemez.

Tahran'daki politika yapıcıların kararları, ister reformist ister muhafazakar kanattan olsun cumhurbaşkanlarının değil, Hamaney ve DMO’nun elindeydi.

Onlarca yıldır İran ve Arap ülkeleri arasındaki ilişkileri inceleyen biri olarak, Tahran'daki politika yapıcıların kararlarını Hamaney ve Devrim Muhafızları Ordusu’nun (DMO) verdiğini ister reformist ister muhafazakar kanattan olsun cumhurbaşkanlarının ise sadece ‘sivil cephe’ rolünü oynadıklarını, oynamaya devam ettiklerini ve İran'ın içinde olan biteni örtbas etmek için önce Humeyni ardından Hamaney ve iki döneminin DMO tarafından kullanıldıklarını kesin olarak söyleyebilirim.

rgbbhyuj
Tahran'daki bir köprüde, 13 Haziran sabahı İsrail’in düzenlediği saldırıda öldürülen İranlı komutanlar ve nükleer bilim adamlarının fotoğraflarının yer aldığı bir afiş, 14 Haziran 2025 (AFP)

Burada sıradan İranlılardan bahsetmiyorum, hayatı boyunca yıllarını kütüphanelerde geçirip, hayatının sonunda İslam'ın özünü düzelttiğini düşündüğü şeylerle ortaya çıkan ‘fıkıhçılardan’ ve ‘müfekkirlerden’ bahsediyorum. Ali Şeriati ve onun gibi birçok etkili isim de bunu yaptı, ancak sonunda onların İranlı insan modelinden bahsettikleri, Humeyni'nin İslam devriminin kendi İslam anlayışına göre kalıplaştırmaya çalıştığı karakterden bahsetmedikleri ortaya çıktı.