İsrail, Yemen açıklarında askeri üs arayışında

Kızıldeniz'deki seçenekler arasında Somaliland, Eritre ve Etiyopya yer alıyor

İsrail, Yemen açıklarında askeri üs arayışında
TT

İsrail, Yemen açıklarında askeri üs arayışında

İsrail, Yemen açıklarında askeri üs arayışında

Somaliland, 1991 yılında bağımsızlığını ilan etmesinden bu yana uluslararası tanınma peşinde koşuyor. Bu yüzden de stratejik ortaklıkları bu hedefe ulaşmanın bir yolu olarak görüyor. İsrail'in 2024 yılının sonlarında Somaliland'a gizlice yaklaşarak, resmi olarak tanıması karşılığında topraklarında bir askeri üs kurma teklifinde bulunduğu yönünde haberler basın yer aldı. Diplomatik kaynaklara göre bu yöndeki bir anlaşmaya varılmasını kolaylaştırmak amacıyla iki taraf arasında görüşmeler yapılıyor. Basında çıkan haberlere göre Somaliland, İsrail'in onu tanıması ve ülkeye yatırım yapması şartıyla askeri üs kurma talebini kabul etmeye hazırlanıyor.

Bu müzakereler şimdiye kadar gizli olarak yürütüldü ve bu yılın ortalarına kadar resmi bir anlaşma açıklanmadı. Ancak İsrailli basınında yer alanlar da dahil olmak üzere birçok haber raporunda görüşmelerin devam ettiği ve olası bir anlaşmaya doğru ilerlediği teyit ediliyor. Somaliland yönetimi, bu konuda açıkça olumlu bir tutum sergiliyor. Kısa bir süre önce seçilen Somaliland lideri Abdurrahman Muhammed Abdullahi, ‘yakında’ uluslararası tanınırlığa sahip olacaklarını belirtti ve bu tür bir ilerlemenin güvenlik iş birliğini de içeren büyük güçlerle yapılacak anlaşmalardan kaynaklanabileceğini ima etti.

Sokotra, Sudan ve Eritre

Şarku’l Avsat’ın Al Majalla’dan aktardığı habere göre İsrail'in Kızıldeniz'deki stratejik ilgisini çeken tek yer Somaliland değil. Diğer önemli yerlerden biri de Yemen'in Sokotra takımadaları. Basında yer alan haberlere göre İsrail, Afrika Boynuzu'ndaki ‘stratejik derinliğini güçlendirmek’ için buraya bir askeri ve istihbarat üssü kurmak istiyor. Aynı haberlere göre Socotra'nın bir parçası olan Abdulkuri adasında inşaat çalışmaları devam ediyor ve Yemen'in güneyindeki askeri ihtiyaçları karşılamak için bir liman, pist ve helikopter pisti inşa edildi. İsrail'in bu tesislerden inşaatın tamamlanmasından sonra yararlanıp yararlanmayacağı bilinmiyor.

İsrail'in Eritre'de, özellikle Kızıldeniz'deki Dahlak takımadalarında gizli de olsa eski bir tesise sahip olduğu ve burada, Babu’l Mendeb Boğazı'ndaki deniz trafiğini izlemek ve İran ile Husilerin bölgedeki faaliyetlerini takip etmek için kullanılan bir istihbarat ve deniz üssü bulunduğu düşünülüyor.

Babu’l-Mendeb Boğazı, dünya ticaretinin büyük bir kısmının geçtiği ve Süveyş Kanalı'nın hayati bir kapısı olan, dünyanın en önemli deniz geçitlerinden biri.

İsrail, Kızıldeniz’e erişim sağlayan diğer bölgelere de ilgi gösterdi. Örneğin Sudan, 2020 yılında İsrail ile ilişkilerin normalleşmesini prensipte kabul etmiş ve bu da gelecekte güvenlik alanında iş birliğine kapıyı aralamıştı. Ancak Sudan'daki karışıklıklar bu planların dondurulmasına neden oldu. İran da son zamanlarda devreye girerek, Hızlı Destek Kuvvetleri (HDK) komutanı Muhammed Hamdan Dagalu ile mücadele etmek için Sudan Egemenlik Konseyi Başkanı ve Ordu Komutanı Abdulfettah el-Burhan’a bağlı güçlere silah sağladı.

Tahran'ın Sudan’da bir deniz üssü istediği söyleniyor. Öte yandan Etiyopya kısa bir süre önce Somaliland ile Berbera Limanı’nda bir deniz üssü kiralamak için anlaşma imzaladı. Bu durum, Somaliland'ın kıyılarının stratejik bir hedef haline geldiğini gösteriyor.

Jeopolitik yansımalar

Babu’l-Mendeb Boğazı, dünya ticaretinin büyük bir kısmının geçtiği ve Süveyş Kanalı'nın hayati bir kapısı olan dünyanın en önemli deniz geçitlerinden biri. Bu boğazın yakınlarında, örneğin Somaliland’da İsrail tarafından bir askeri üs kurulmasının jeopolitik açıdan büyük yansımaları olur. Bir yandan, korsanlık ve isyancı saldırılarının yaşandığı bu bölgede İsrail'in savunma ve keşif kapasitesinin artmasıyla Kızıldeniz'deki deniz trafiğinin güvenliği artırılabilir.

Ancak diğer yandan, Kızıldeniz'in girişinde kurulacak bir İsrail üssü, bölgedeki dengeleri de etkiler. Bu, İsrail'e Afrika Boynuzu'nda bir dayanak noktası sağlayacaktır. Küresel ve bölgesel güçlerin nüfuz için rekabet ettiği bu bölgede bir üs kurulması, İbrahim (Abraham) Anlaşmaları çerçevesindeki ittifakın bir parçası olarak görülebilir. Ayrıca, İsrail'in Hint Okyanusu'ndaki askeri varlığının bir uzantısı olarak da görülebilir. İran ve vekilleri, özellikle Husiler, bu adımı doğrudan bir tehdit olarak görecektir. Bu yüzden saldırı için harekete geçebilirler.

Ekonomisi Süveyş Kanalı’ndan elde ettiği gelirlere büyük ölçüde bağımlı olan Mısır ise bu gelişmeyi dikkatle takip ediyor. Bazı Mısırlılar, İsrail’in Somaliland'da kurması muhtemel askeri üssü Kızıldeniz'in güvenliği ve Mısır'ın güney kanadı için stratejik bir tehdit olarak görüyor. Ayrıca Afrika'da, İsrail'in Somaliland'ı tanımasının diğer ayrılıkçı hareketleri teşvik edebileceği ve bu durumun İsrail'in Afrika ülkeleriyle ilişkilerini karmaşık hale getirebileceği endişesi de hakim.

İsrail ile Husiler arasındaki bu ilk doğrudan çatışma, İsrail'i Kızıldeniz'deki varlığını güçlendirmeye ve Afrika Boynuzu'nda herhangi bir tehdidi izlemek ve önlemek için ileri bir üs kurmaya itti.

İnşaatın gizlice başladığına dair bazı işaretler

İsrail ve Somaliland arasında resmi bir anlaşma açıklanmamış olsa da sahada askeri hazırlıkların yapıldığına dair birtakım işaretler var. Abdulkuri Adası’nda, bir liman, uçak pisti ve helikopter pisti gibi askeri üs kurulmasına uygun tesislerin inşa edildiği gözlemlendi. Ayrıca Somaliland, daha önce Berbera'da bir üssün inşa edilmesine izin vermişti. Bu üs daha sonra İsrail askerlerinin konuşlandırılması için de kullanılabilir.

Kaynaklar, İsrail'in ihtiyaçlarına uygun bir bölge hazırlamak için yerel ortakların gözetiminde inşaat çalışmalarının sürdüğünü ve İsrail yapımı bir radar sisteminin, Husilerin füze saldırılarını izlemek için Somali'nin kuzeyinde (muhtemelen Somaliland'da) konuşlandırılabileceğini belirtti. Bu radarla İsrail, Yemen'den gelebilecek olası saldırılara karşı erken uyarı almayı planlıyor.

Operasyonel açıdan bakıldığında İsrail, 2023 yılı sonlarında Kızıldeniz yakınlarında deniz birimleri konuşlandırdı ve 2024 sonlarına kadar Husilerin füze saldırılarına yanıt olarak Yemen'deki hedeflere hava saldırıları düzenledi. Tüm bunlar, İsrail'in kalıcı bir üs kurmadan önce bile bölgede aktif olarak faaliyet gösterebildiğini kanıtlıyor.

İsrail ile Husiler arasındaki çatışmanın arka planı

Husiler, 2023 ekiminde Gazze Şeridi’ndeki savaşın başlamasından bu yana Gazze'deki müttefiki Hamas ile dayanışmasını göstererek özellikle de Lübnan'daki Hizbullah'ın güçlerinin yok edilmesinden sonra İsrail'e savaş ilan etti, Bu üç örgüt, İran ile uzun süredir devam eden ilişkileriyle birbirine bağlı.

Husiler, İsrail'e özellikle de Kızıldeniz kıyısındaki Eilat şehrine insansız hava araçları (İHA) ve füzelerle saldırmaya başladı. Husilere ait bir İHA, 27 Ekim 2023'te Eilat semalarına ulaştı ve orada infilak etti. Bu, İsrail ordu kademesi için beklenmedik bir gelişmeydi. Daha sonra saldırılarını yoğunlaştırarak Eilat şehrini birçok kez hedef alan Husiler, İsrail'e giden veya İsrail'den gelen her geminin meşru bir hedef olduğunu duyurdular. Husiler, 2023 yılının aralık ayında, ticari gemilere füze saldırısı düzenlediler. Bu saldırılar, Maersk ve Hapag-Lloyd gibi büyük şirketlerin Babu’l-Mendeb Boğazı'ndan geçişleri geçici olarak askıya almasına neden oldu.

İsrail bu saldırılara karşı, 2024 aralığında Hudeyde ve Sanaa'da Husilere ait tesisleri hedef alan hava saldırıları düzenledi. Bu saldırılar, ABD'nin Kızıldeniz’deki seyrüsefer güvenliğini sağlamak için yürüttüğü güvenlik çabalarıyla eş zamanlı olarak gerçekleşti. ABD Donanması, Husilerin füzelerini ve İHA’larını düşürerek etkisiz hale getirdi.

İsrail ile Husiler arasındaki bu ilk doğrudan çatışma, İsrail'i Kızıldeniz'deki varlığını güçlendirmeye ve Afrika Boynuzu'nda herhangi bir tehdidi izlemek ve önlemek için ileri bir üs kurmaya itti.

İsrail, Somaliland'da bir üs kurarsa donanması Kızıldeniz'in güneyinde kalıcı bir stratejik konuma sahip olacak ve bu da ticari geçişleri izleme, güvenliğini sağlama ve Husiler ile İran tarafından gelebilecek tehditleri püskürtme kabiliyetini artıracak.

İsrail'in deniz gücü

İsrail donanması her zaman Akdeniz'de konuşlu olsa da Yemen'den artarak gelen tehditler onu, başta Dome-C sistemi ile donatılmış modern Sa'ar 6 sınıfı korvetler olmak üzere güçlerini Kızıldeniz'e kaydırmaya zorladı. Bu korverlerden biri geçtiğimiz yıl nisan ayında Kızıldeniz üzerinde Husilere ait bir İHA’yı düşürdü. Böylece Dome-C sistemi ilk kez başarıyla kullanılmış oldu. Ayrıca, İsrail'in uzun menzilli füzeler taşıyabildiği söylenen Dolphin denizaltılarının Kızıldeniz'de devriye gezdiği düşünülüyor. Mısır, daha önce birkaç kez Dolphin denizaltıların Süveyş Kanalı'ndan geçmesine izin vermişti.

İsrail donanması, ABD liderliğindeki Birleşik Deniz Gücü'nün Birleşik Görev Gücü (CTF) 153 gibi uluslararası ittifaklara da katılıyor ve bazı Körfez ülkeleriyle ortak tatbikatlar gerçekleştiriyor. Bu faaliyetler, İsrail'in Kızıldeniz'in güvenliğini sağlamada merkezi bir rol oynamaya çalıştığını gösteriyor.

İsrail, Somaliland'da bir üs kurarsa donanması Kızıldeniz'in güneyinde kalıcı bir stratejik konuma sahip olacak ve bu da ticari geçişleri izleme, güvenliğini sağlama, Husiler ile İran tarafından gelebilecek tehditleri püskürtme ve bu hayati öne sahip seyrüsefer güzergahında hem kendisinin hemde müttefiklerinin çıkarlarını koruma kabiliyetini artıracak.



İran ve müzakereler öncesinde kartları toplama

Fotoğraf: İran Dışişleri Bakanı Abbas Arakçi (AFP)
Fotoğraf: İran Dışişleri Bakanı Abbas Arakçi (AFP)
TT

İran ve müzakereler öncesinde kartları toplama

Fotoğraf: İran Dışişleri Bakanı Abbas Arakçi (AFP)
Fotoğraf: İran Dışişleri Bakanı Abbas Arakçi (AFP)

Hasan Fahs

Tahran ve Moskova arasında pozisyon ve hedeflerde bir ayrışma veya uzaklaşma olduğunu düşündüren atmosfere ve Rusya'nın ihaneti, İsrail saldırılarına karşı koymak için gerekli desteği sağlamayı reddetmesi nedeniyle İran sokaklarını saran hayal kırıklığı hissine rağmen, iki taraf arasında perde arkasında yaşananlar bu hissin ve görüntüye dayalı tutumların ötesine geçiyor. Zira Tahran'ın düşüşü, her şeyden önce Moskova'yı kuşatma, hatta devirme yolunun artık açık olduğu anlamına geliyor. Bu durum, özellikle Rus mevkidaşı Vladimir Putin'in tutumundan duyduğu derin rahatsızlığı dile getiren Başkan Trump başta olmak üzere, ABD yönetiminin tutumlarındaki tırmandırma ile birlikte netleşmeye başladı. Trump son olarak Washington'un bunların bedelini ödemeyeceğini vurgulayarak, Ukrayna'ya silah sevk etme kararı ile birlikte Rusya'ya yönelik vergileri artırma kararı aldı.

Tahran'ın düşmesi, ikinci olarak, Çin'in Kuşak ve Yol Girişimi’ne trajik bir şekilde son verecek ve Trump'ın Çin'i kuşatma ve ekonomik ve siyasi emellerine nokta koyma hedefini daha gerçekçi ve ulaşılabilir kılacaktır. Zira İran toprakları, Batı Asya’daki kara bağlantısı projesindeki en önemli ve jeo-ekonomik bağlantıyı oluşturuyor. Buradan yola çıkarak, Çin'in Şanghay İşbirliği Örgütü Dışişleri Bakanları Konferansı kapsamında Çin'in başkenti Pekin'de İran Dışişleri Bakanı Abbas Arakçi ile Rusya Dışişleri Bakanı Sergey Lavrov arasında bir görüşme gerçekleşmesini kolaylaştırma çabası anlaşılabilir. Bu görüşme, Arakçi'nin Çinli mevkidaşı Dışişleri Bakanı Wang Yi ile yaptığı ön görüşmenin akabinde, Çin Devlet Başkanı Şi Jinping ile yaptığı görüşmenin ardından gerçekleşti.

Rus bakanın belirli bir tutum benimsememe konusundaki ısrarı -veya başka bir deyişle, İran-Amerikan nükleer krizi konusunda açık ve net bir tavır beyan etme konusundaki isteksizliği- ile Lavrov'un Rusya'nın barışçıl nükleer enerji hakkı konusunda İran'ın yanında durduğu açıklaması göz önüne alındığında, Lavrov, ülkesinin İran'ın kendi topraklarında zenginleştirme faaliyetlerinde bulunma hakkı talebine ilişkin tutumunu bir şekilde belirsiz bıraktı. Bu durum, Moskova'nın bu ilişkiyi, Washington ile yaşanan krize çözümler ve çıkış yolları sunmak için kullanmasına olanak tanıyor. En azından İran'ın zenginleştirilmiş uranyum stoku ve Rusya'ya nakledilerek İran'ın gelecekteki ihtiyaçlarını karşılamak üzere elektrik üretimi için yakıta dönüştürülmesi olasılığı konusunda.

Ancak, her iki yöndeki bu ikili görüşmeler, yeni bir diplomatik çerçeve oluşturabilir. Söz konusu çerçevenin de 16 Ekim'de, BM Güvenlik Konseyi'nin 2231 sayılı kararının sona ermesinden, 7. Bölüm kapsamında İran'a karşı uluslararası yaptırımların yeniden devreye alınmasına yönelik “tetik mekanizmasının” çökmesinden önceki üç ay boyunca, bir sonraki aşamanın şekillenmesine katkıda bulunması bekleniyor.

Her iki tarafın, yani Amerikalılar ile İranlıların, bu sefer doğrudan müzakere masasına döneceğine şüphe yok. Bu nedenle, her iki taraf da müzakere masasına oturmadan önce gücünü pekiştirecek kartları toplamaya çalışıyor. Washington askeri eyleme başvurmakla tehdit ederken ve askeri seçeneğe geri dönebileceğini deklare ederken, aynı zamanda Güvenlik Konseyi'ne başvurma ve tetik mekanizmasını aktifleştirme hakkına sahip olan Avrupa “troykası”ndaki (üçlüsü) müttefiklerinin nüfuzuna güveniyor.

Buna karşılık, Tahran'ın elindeki seçeneklerden biri, bir ay önce 13 Haziran'da şafak vaktinde düzenlenen saldırıda olduğu gibi hazırlıksız yakalanmamak için olası bir askeri çatışmaya hazırlık seviyesini yükseltmektir. Tahran ayrıca, Avrupa üçlüsünün Washington ile koordinasyon halinde başvurabileceği herhangi bir kararı engellemek için diplomatik seçeneği de aktifleştirecektir. Yani hem Moskova'yı hem de Pekin'i 5 Ağustos'tan önce nükleer anlaşmadan çekildiklerini açıklamaya ikna etmek için çalışması gerekecektir. Bu durumda iki ülke, 2015 anlaşmasına bağlı kalmaları halinde kaybettikleri veto haklarını geri kazanacak, böylece Washington ve üçlünün alabileceği herhangi bir karara karşı bu hakkı kullanabileceklerdir.

Tahran, eşzamanlı füze kabiliyetlerini yeniden değerlendirerek askeri hazırlıklarının seviyesini yükseltiyor ve bu kabiliyetleri müzakere masasında görüşmeye zorlayabilecek herhangi bir baskıyı kabul etmeyi reddediyor. Bununla birlikte bakım ve muharebe kabiliyetleri açısından, gelişmiş SU-35 savaş uçaklarının kendi istediği koşullar altında tedariki konusunda Moskova ile yaşadığı mevcut anlaşmazlığı, ihtiyaçlarını karşılayabilecek Çin savaş uçaklarına yönelerek aşmaya çalışıyor. Zira Çin'in koşulları daha az karmaşık ve daha dinamik. Bu hazırlıklar veya Tahran'ın deyimiyle “parmağını tetikte tutmak”, özellikle de güçlü bir konumda olduğunu hissettiği için diplomatik sürece geri dönmeyi reddettiği anlamına gelmiyor. Eski Dışişleri Bakanı Muhammed Cevad Zarif'in, rejimin ve İran'ın tarihindeki bu kritik anda Dini Lider'in diplomasinin rolü hakkındaki sözlerini tekrarlaması, İran rejiminin diplomatik ve siyasi seçeneği destekleme ve askeri seçeneğe geri dönme ihtimalini savuşturma arzusunun birçok göstergesini taşıyor olabilir. Zarif'in de dediği gibi, Dini Lider diplomatik çabaları İran’ın gücünün temel taşlarından biri olarak nitelendirdi ve bunlara başvurmanın diğer tüm seçeneklerin veya güç yapılarının yokluğu veya kaybı anlamına gelmediğini belirtti. Çünkü “diplomasiyle elde edilebilecek bir şey savaşla elde edilmemelidir ve diplomatik seçenek kesinlikle daha az maliyetlidir.” Bakan Arakçi de tüm temaslarında, Şanghay İşbirliği Örgütü, BRICS ülkeleri ve hatta Avrupa üçlüsündeki mevkidaşlarıyla yaptığı çeşitli toplantı ve istişarelerde bu seçeneğe bağlı kalıyor. Washington ile müzakere masasına dönme olasılığını, Güvenlik Konseyi ve Avrupa üçlüsü tarafından İran nükleer tesislerine yönelik ABD-İsrail ortak saldırısının açıkça kınanmasına ilave olarak, yaptırımların yeniden uygulanması seçeneğinin, yani “tetik mekanizmasının” geri çekilmesi koşuluna bağlıyor. Zira tetik mekanizmasının aktifleştirilmesi “troyka” ülkelerini müzakerelerin dışında bırakabilir. Bu durum da İran'ı Uluslararası Atom Enerjisi Kurumu ve müfettişleriyle iş birliğini askıya alma kararının ardından tansiyonu daha da yükseltecek adımlar atmaya zorlayabilir.

Arakçi'nin belirgin sert tutumu, İran'ın müzakereler konusunda isteksiz olduğu anlamına gelmiyor. Aksine, İran’ın müzakerelere güçlü bir konumda katılmaya çalıştığını gösteriyor. Çünkü İran, herkese güç ve kudrete sahip olduğunu ve bu gücü kullanabileceğini kanıtladığına, ABD-İsrail saldırısına verdiği yanıtla da bunu gösterdiğine inanıyor. Dolayısıyla, diplomatik fırsat, bu gücü ve elde ettiği başarıları pekiştirmek için en uygun yol ve en etkili mekanizmadır.

*Bu makale Şarku’l Avsat tarafından Independent Arabia’dan çevrilmiştir.