Gazze ateşkesi... Netanyahu hükümeti üzerindeki baskı ateşkes çabalarını güçlendirir mi?

Mısır, kalıcı bir ateşkesin sağlanması konusundaki kararlılığını bir kez daha yineledi

ABD destekli bir kuruluş olan Gazze İnsani Yardım Vakfı tarafından sağlanan gıda ve insani yardım malzemelerinin bulunduğu torbaları taşıyan yerlerinden edilmiş Filistinliler (AFP)
ABD destekli bir kuruluş olan Gazze İnsani Yardım Vakfı tarafından sağlanan gıda ve insani yardım malzemelerinin bulunduğu torbaları taşıyan yerlerinden edilmiş Filistinliler (AFP)
TT

Gazze ateşkesi... Netanyahu hükümeti üzerindeki baskı ateşkes çabalarını güçlendirir mi?

ABD destekli bir kuruluş olan Gazze İnsani Yardım Vakfı tarafından sağlanan gıda ve insani yardım malzemelerinin bulunduğu torbaları taşıyan yerlerinden edilmiş Filistinliler (AFP)
ABD destekli bir kuruluş olan Gazze İnsani Yardım Vakfı tarafından sağlanan gıda ve insani yardım malzemelerinin bulunduğu torbaları taşıyan yerlerinden edilmiş Filistinliler (AFP)

Şarku’l Avsat'a konuşan uzmanlara göre Binyamin Netanyahu hükümeti, görüşmelerin yeniden başlaması ve arabulucuların Gazze Şeridi'nde ateşkes sağlanması için ‘gerçek bir ilerlemeye yaklaşıldığından’ bahsetmeleriyle aynı zamana denk gelen iç ve dış baskılarla karşı karşıya.

Mısır'ın Gazze Şeridi'nde kalıcı bir ateşkes sağlama taahhüdüyle karşılanan bu baskılar, Şarku’l Avsat'a konuşan uzmanlar tarafından Washington'un İsrail'e karşı açık ya da perde arkasından önyargılı olmadan ve herhangi bir manevrasını engelleyerek ciddi bir tutum sergilemesi gerektiği şeklinde değerlendiriliyor. Uzmanlar, Donald Trump yönetiminin ciddi bir şekilde bastırması halinde anlaşmanın önümüzdeki hafta olabileceğine dikkat çektiler.

İsrail parlamentosunun (Knesset) iç anlaşmazlıklar nedeniyle feshedilmesi önerisinin görüşüldüğü dünkü oturumun arifesinde Netanyahu, Gazze Şeridi'nde Hamas tarafından tutulan esirler konusunu gündeme getirerek, sürpriz bir şekilde onlarla ilgili görüşmelerde ‘ilerleme’ kaydedildiğini söyledi. İsrail medyasına göre Netanyahu, “Ancak umutlar hakkında konuşmak için henüz çok erken, umarım ilerleyebiliriz” ifadesini kullandı.

Birleşik Krallık, Avustralya, Kanada, Yeni Zelanda ve Norveç salı günü yaptıkları ortak bir açıklamayla İsrail Ulusal Güvenlik Bakanı Itamar Ben-Gvir ve Maliye Bakanı Bezalel Smotrich'e ‘Batı Şeria'da Filistinlilere karşı şiddeti teşvik ettikleri’ gerekçesiyle yaptırım uygulayacaklarını duyurdu.

İsrail televizyon kanalı iNews24'ün salı günü İsrailli bir kaynağa dayandırdığı haberine göre Katar, Hamas'ın Witkoff planına vereceği güncel yanıtı bekliyor. Kaynak, “Bir anlaşmaya varmak için görüşmelerde ilerleme kaydetme şansı var” dedi.

Hamas lideri Mahmud Merdavi dün basına yaptığı açıklamada, “Netanyahu'nun esir değişimi anlaşmasında ilerleme kaydedildiğine dair açıklamaları halkını yanıltmaya yönelik bir illüzyondur” diyerek bu iddiayı yalanladı. Ancak müzakereler hakkında bilgi sahibi bir kaynak İsrail Kanal 12 televizyonuna yaptığı açıklamada şu ifadeyi kullandı: “Hamas savaşın sona ermesini sağlama konusunda esneklik gösteriyor.”

Katar Uluslararası Medya Ofisi tarafından salı günü yapılan açıklamada, Doha'nın İsrail ile Hamas arasında ateşkes sağlanması için yürüttüğü arabuluculuk çabalarında ‘hassas bir aşamaya’ gelindiği ve ‘gerçek bir ilerlemeye yaklaşıldığı’ ifade edildi.

Witkoff'un önerisi 60 günlük ateşkes, Gazze Şeridi'nde halen tutulmakta olan 56 esirden 28'inin bin 200'den fazla Filistinli mahkûmla takas edilmesi ve Gazze Şeridi'ne insani yardım girişine izin verilmesini öngörüyor.

İkinci ateşkes, başlamasından iki ay sonra 18 Mart'ta çöktü. Hamas ile Washington arasında bu ayın başlarında Doha'da yapılan doğrudan müzakerelerde herhangi bir ilerleme sağlanamadı.

Mısırlı askeri uzman Tümgeneral Semir Ferec, Netanyahu üzerindeki iç ve dış baskıların onu geçici bir ateşkesi kabul etmeye itebileceğine inanıyor. Ferec, Hamas'ın İsrail propagandasına ve abartmalarına yardımcı olmamak için medyada gündeme getirilen konulara yanıt vermediğini, bu nedenle etkileşimde dikkatli olduğunu ve bunun Netanyahu üzerinde de bir baskı oluşturabileceğini belirtti.

Filistinli siyasi analist Dr. Eymen er-Rakab, Netanyahu'nun açıklamalarının Gazze müzakerelerinin yeniden başarıya ulaşmasına yardımcı olmayabilecek bir manevranın parçası olarak üzerindeki iç ve dış baskıları hafifletme çabası olduğunu düşünüyor. Er-Rakab, “Hamas, İsrail medya makinesinin yaydıklarına tepki vermiyor. Bu da öne sürülenlerin gerçek olmadığını, sadece Netanyahu'nun baskıdan kaçma gündemine hizmet ettiğini gösteriyor” ifadelerini kullandı.

scdfrgthy
Gazze Şeridi'nin orta kesimindeki Nuseyrat'ta bir dağıtım noktasında yiyecek bekleyen Filistinli çocuklar (AFP)

Öte yandan ABD'nin geçici bir ateşkes öneren tutumu son saatlerde bu baskıları reddederken Washington, Birleşik Krallık ve müttefiklerinin iki aşırı sağcı İsrailli bakana uyguladığı yaptırımları eleştirdi. Şarku’l Avsat’ın Reuters'tan aktardığına göre ABD Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Tammy Bruce, “Bunun sürece yardımcı olmadığını düşünüyoruz. Bu, Gazze Şeridi'nde ateşkese yaklaşmak için hiçbir işe yaramıyor” ifadelerini kullandı.

ABD Dışişleri Bakanı Marco Rubio X platformu üzerinden yaptığı paylaşımda şunları söyledi: “Bu yaptırımlar ateşkesin sağlanması, tüm esirlerin evlerine dönmesi ve savaşın sona ermesi için ABD öncülüğünde yürütülen çabaları ilerletmiyor.”

İsrail Kanal 12 televizyonuna göre ABD Başkanı salı günü İsrail Başbakanı ile yaptığı telefon görüşmesinde, Gazze Şeridi'ndeki savaşın sona erdiğini görmek istediğini belirtti.

Kahire el-İhbariyye televizyon kanalına göre Mısır Dışişleri Bakanı Bedr Abdulati dün Oslo Barış Forumu'nda yaptığı açıklamada, “Mısır Gazze Şeridi'ndeki savaşı sona erdirmeye, kalıcı bir ateşkes sağlamaya ve yardımların bölgeye ulaştırılmasını kolaylaştırmaya kararlıdır” dedi.

Semir Ferec'e göre Trump, savaşı sona erdirme konusunda ciddi. Netanyahu üzerindeki bu baskılar ve Hamas'ın elindeki güç kartlarının çoğunu kaybetmesi, yakında kısmi bir anlaşmayı kabul etmesine yol açabilir ki bu da işler aynı şekilde devam ederse önümüzdeki hafta başı olabilir.

Dr. er-Rakab'a göre Amerikalılar, müzakereler konusunda henüz ciddi değil ve İsrail'e doğrudan ve perde arkasından destek var. Er-Rakab, ‘Trump'ın savaşı durdurma talebinin sahada destekleyecek gerçek bir kanıt olmaksızın siyasi zafer arayışı olduğuna, özellikle de Hamas tarafından talep edilen herhangi bir ABD garantisinin, daha önce Ocak anlaşmasında olduğu gibi İsrail Başbakanı tarafından bozulabileceğine’ dikkat çekti.



Suriye ve Lübnan'ı neler bekliyor?

 Bolton: Esed'in devrilmesinden sonra artık hiç kimse Suriye'nin Lübnan'ı ilhak etmesini beklemiyor, ancak Suriye'deki azınlıklarla ilişkilerin nasıl yönetileceği sorusu hâlâ cevapsız (The Independent Arabia)
Bolton: Esed'in devrilmesinden sonra artık hiç kimse Suriye'nin Lübnan'ı ilhak etmesini beklemiyor, ancak Suriye'deki azınlıklarla ilişkilerin nasıl yönetileceği sorusu hâlâ cevapsız (The Independent Arabia)
TT

Suriye ve Lübnan'ı neler bekliyor?

 Bolton: Esed'in devrilmesinden sonra artık hiç kimse Suriye'nin Lübnan'ı ilhak etmesini beklemiyor, ancak Suriye'deki azınlıklarla ilişkilerin nasıl yönetileceği sorusu hâlâ cevapsız (The Independent Arabia)
Bolton: Esed'in devrilmesinden sonra artık hiç kimse Suriye'nin Lübnan'ı ilhak etmesini beklemiyor, ancak Suriye'deki azınlıklarla ilişkilerin nasıl yönetileceği sorusu hâlâ cevapsız (The Independent Arabia)

John Bolton

Geçtiğimiz Perşembe günü, ABD'nin Türkiye Büyükelçisi, Suriye'de devam eden çatışmayla ilgili olarak “gerilimi yatıştırma ve diyalog başlatma” çabalarından bahsetti. Ancak Cuma günü, ABD özel kuvvetleri Suriye'nin derinliklerinde, Halep yakınlarında saldırılar düzenleyerek üst düzey bir DEAŞ liderini öldürdü. Bu çarpıcı tezat, Suriye'nin geleceğinin karmaşıklığını ve bununla ilişkili bölgesel ve uluslararası çıkarların büyüklüğünü en iyi şekilde ortaya koyuyor. İsrail, Suriye ve Lübnan ile olan kuzey sınırlarını, entegre bir savunma mekanizması gerektiren tek bir sınır olarak gördüğünden, Lübnan içindeki tehditler Suriye'deki tehditlerle veya daha genel olarak İran'ın Ortadoğu genelinde istikrarı baltalamadaki rolüyle yakından bağlantılı.

8 Aralık'ta diktatör Esed rejiminin devrilmesi, Hizbullah ve Hamas'ın daha önce yaşadığı ağır kayıplar ve İsrail ile ABD'nin İran'ın nükleer silah ve balistik füze programlarına yönelik saldırıları, Sovyetler'in bir zamanlar bölgedeki “güç dengesi” olarak adlandırdığı şeyi kökten değiştiren gelişmelerdi. Gerçekten de, İsrail'e karşı “ateş kuşağı” stratejisinin yankı uyandıran başarısızlığının ardından İran ve müttefiklerinin kaderindeki dramatik tersine dönüş, Tahran'ın artık en büyük ve tek tehlike kaynağı olmaktan çıktığını gösteriyor.

Bugünkü sorunların kökeninde 1919 Versay Antlaşması ve Osmanlı İmparatorluğu'nu yeniden şekillendirmeyi amaçlayan sonraki düzenlemeler yatıyor. Osmanlı yönetim yapılarının ideal olmaktan uzak olduğu şüphesiz, ancak Fransa ve Birleşik Krallık (İngiltere), şu anda Türkiye olan bölgenin güneyindeki Arap topraklarını Milletler Cemiyeti bünyesinde manda devletlerine dönüştürerek kendi çıkarlarını etkili bir şekilde gözetmişlerdi. Bu bağlamda Fransa, manda devleti olan Suriye'yi bölmeye devam ederek Büyük Lübnan, Cebel el-Dürzi, Halep, Şam ve Alevi devletlerini kurmaya karar vermişti. Esed'in devrilmesinden sonra hiç kimse artık Suriye'nin Lübnan'ı ilhak etmesini beklemiyor. Ancak daha zor bir soru var; yeni Heyet Tahrir eş-Şam (HTŞ) hükümeti altında Aleviler, Dürziler ve çeşitli Hristiyan gruplar ile ilişkiler nasıl yönetilecek? Lübnan'da, İran'ın kolu olan Hizbullah'ın rolü, Tahran açısından belirsizliğini koruyor.

İran'ın rolü gerilerken ve Suriye'de artık ciddi bir öneme sahip değilken, Recep Tayyip Erdoğan liderliğindeki Türkiye, Arap Baharı'nın patlak vermesinden bu yana kendini güçlü bir şekilde dayattı ve bu da Esed rejimi için ciddi bir tehdit oluşturdu. Arap Baharı'nı takip eden Suriye iç savaşı boyunca Erdoğan, Şam'da bir Müslüman Kardeşler yönetimi kurmayı umarak bir dizi isyancı grubu destekledi. Tahran'dan herhangi bir talimat almayan, Ankara'nın kontrol edebileceği bir Suriyeli lider arayışındaydı.

El-Kaide'nin bir kolu olan ve eskiden Nusra Cephesi olarak bilinen HTŞ, Erdoğan için en iyi seçenek olmasa da, hiç yoktan iyidir diye düşündü. Bu nedenle, Ebu Muhammed el-Colani ile birlikte, 2024 sonlarında ortaya çıkan fırsatı değerlendirerek Esed rejimini hızla devirmeye karar verdiler. Daha önce Esed'i Arap Baharı'nda hep koruyan Rusya ve İran'ın, ilkinin Ukrayna'da, ikincisinin Ortadoğu'da olmak üzere kendi savaşlarıyla meşgul oldukları göz önüne alındığında, bunun için zamanlama uygundu. Dolayısıyla, HTŞ'nin Esed'i devirme çabaları Türkiye'nin desteği olmadan asla başarılı olamazdı. Ancak, Rus nüfuzunun azalması ve İran'ın Suriye'deki rolünün nihai olarak ortadan kalkmasının oynadığı olumlu role rağmen, HTŞ rejiminin beklenen rolü konusunda bir fikir birliği yok. Peki Erdoğan bahsi kazanacak mı? Yoksa rejim tamamen terörist kökenlerine geri mi dönecek? Açıkçası, bilmiyoruz. Ancak, daha önce terör örgütlerine katılmış yabancı savaşçıların şimdi yeni Suriye ordusuna katılması hiç de iç açıcı değil. Bu bağlamda kesin olan şu ki, hiç kimse Osmanlı İmparatorluğu'nun ikinci bir versiyonunu, hatta daha da kötüsü Suriye'nin “Akdeniz kıyısındaki Afganistan”a dönüşmesini istemiyor.

Erdoğan'ın PKK'nın feshedilmesine yönelik yürüttüğü süreç  olumlu görünse de, Türk seçmenler arasında giderek kendisini konsolide eden muhalefete karşı yerel desteği harekete geçirme ihtiyacından kaynaklanıyor olabilir. Kuzeydoğu Suriye'deki Kürtler, özellikle Mazlum Abdi liderliğindeki Suriye Demokratik Güçleri (SDG), HTŞ rejimiyle zorlu müzakerelere girdiler. Erdoğan'ın SDG'ye yönelik politikası ve Fırat Nehri'nin doğusundaki ABD birliklerinin varlığı, şüphesiz Türk ordusunun kuzeydoğu Suriye'ye nüfuz etmesini ve kontrolü ele geçirmesini engelledi.

Bu nedenle, İsrail'in Dürzi ve Hristiyan nüfusu korumak için müdahil olduğu Güney Suriye'deki çatışmaya coşkuyla odaklanmadan önce, Şam'daki HTŞ rejimi hakkında daha fazla bilgi edinmek gerekiyor. Daha önce bu sayfalarda, adını Ahmed eş-Şara olarak değiştiren kişinin ve liderliğini yaptığı HTŞ hükümetinin, Esed rejiminin yabancı rehineler ve kitle imha silahları programlarıyla ilgili dosyalarının tamamen açılması da dahil olmak üzere birçok testten geçmesi gerektiğini açıklamıştım. Dahası, Esed'in Hizbullah ile yaptığı tüm anlaşmaların ifşa edilmesi, şüphesiz zengin bir okuma materyali sunacaktır.

Ancak, doğal olarak bir yandan Esed'in kimyasal ve biyolojik silah üretme çabaları, diğer yandan kayıp Amerikan vatandaşları hakkında bilgilere ulaşma çabasında olan Beyaz Saray, ABD çıkarları pahasına Türkiye ve HTŞ’nin önceliklerini gerçekleştirmeye odaklanmış görünüyor. Örneğin, Büyükelçi Thomas Barrack, İsrail'i Şam'daki Suriye askeri komuta merkezlerine yaptığı saldırılar nedeniyle eleştirdi. Burada, Barrack'ın yorumlarının kişisel görüşlerini mi yansıttığı yoksa Washington'un izniyle mi yapıldığı sorusu ortaya çıkıyor; çünkü bir ABD müttefikini eleştirmek genellikle izin ve yetki gerektirir.

Buna ek olarak, Barrack, Şara'nın İsrail ile tam diplomatik ilişkiler kurmaktan kaçınmasından dolayı kamuoyu önünde özürler diliyor; oysa bir ABD büyükelçisinin başka bir ülkenin eylemlerini meşrulaştırma yetkisi yoktur. Dolayısıyla bu tavır, ABD Dışişleri Bakanlığı'nın aşina olduğu ve bazen alaycı bir şekilde “yerel ortama aşırı uyum” olarak adlandırılan kronik bir hastalık olan “ev sahibi ülkenin gündemine asimilasyon”un tam kalbinde yer almaktadır. Bu bağlamda, Büyükelçi Barrack'ın sergilediği semptomlar konusunda uyarılması gerekir. Zira kendisinin ve Beyaz Saray'ın bölgenin karmaşık yapısını anlamaları için hâlâ kat etmeleri gereken uzun bir yol var.