Burka yasağı Britanya'yı birleştirmez kutuplaştırır

Politikacılar burka veya peçe üzerinden korku yarattığında kamu güvenliğini savunmuyorlar, siyasi çıkar uğruna önyargıları körüklüyorlar

(Reuters)
(Reuters)
TT

Burka yasağı Britanya'yı birleştirmez kutuplaştırır

(Reuters)
(Reuters)

Shaista Gohir 

Yeni seçilen Reform Partisi parlamenteri Sarah Pochin'in burka yasağı çağrısı yapması şaşırtıcı değildi, bu tür çağrılar zaman zaman gündeme gelir.

Ancak şaşırtıcı olan, parlamentodaki ilk soru hakkını bu konuyu gündeme taşımak için kullanmasıydı. Hayat pahalılığı, Ulusal Sağlık Servisi'nin (NHS) üzerindeki baskılar veya artan suç oranları gibi acil sorunlar yerine, Müslüman kadınları hedef almayı ve kamu güvenliğine dair temelsiz iddialarda bulunmayı tercih etti.

Başbakan’a Sorular (her çarşamba Avam Kamarası’nda düzenlenen, Birleşik Krallık Başbakanı’nın parlamenterlerin sorularını yanıtladığı oturumlar -ed.n.) yüksek profilli bir ulusal platform sunarak Müslümanlara yönelik olumsuz bakış açılarını daha da körüklemek için ideal bir sahne oluşturdu.

Geçmişte Müslümanlar hakkında aşağılayıcı ifadeler kullanmasıyla tanınan Suella Braverman da bu çağrıya tahmin edilebileceği gibi ivedilikle destek verdi. 

Müslümanları hedef almak bazı sağcı politikacılar için elverişli bir pazarlama aracı haline geldi; gerçek hayattaki sonuçlarına bakmaksızın destek kazanmak, medyanın ilgisini çekmek ve tanıtım yapmak için kullanılan bir taktik.

Britanya’daki Müslüman kadınların yalnızca küçük bir azınlığı yüzü örten peçe (nikab) takıyor ya da yüz de dahil baştan ayağa tüm vücudu örten uzun bir giysi olan burka giyiyor.

Yaklaşık 4 milyon Müslümanın yaşadığı Britanya'da kaç kadının peçe taktığını ölçmek için resmi bir girişimde bulunulmadı. Ancak tahminler bu sayının yüzlerle ya da binlerle ifade edilebileceğini gösteriyor. Benzer şekilde diğer Avrupa ülkelerinde de tahminler yalnızca 300 ila 2 bin arasında değişiyor. Peki bu kadar küçük bir sayı neden kamuoyunun ve siyasetin bu kadar ilgisini çekiyor?

Kamusal alanda peçenin yasaklanmasını gerekçelendirmek için kullanılan en yaygın argümanlar aslında mantıklı değil. Kadınların peçe takmaya zorlandığı ve “özgürleştirilmeleri” gerektiği, bunun kamu güvenliğine tehdit oluşturduğu, entegrasyona engel olduğu ya da sadece görsel açıdan rahatsız edici olduğu gibi bıktırıcı ve önyargılı klişeler kullanılıyor. 

Bu iddiaları daha yakından inceleyelim.

Peçe takan kadınlarla ilgili tartışmalar genellikle kanıtlardan ziyade varsayımlara dayanıyor. Peçe takmayı tercih eden Müslüman kadınların büyük çoğunluğu aslında bunu gönüllü şekilde ve dini, kültürel ya da kişisel olmak üzere çeşitli nedenlerle yapmaktadır. Birçoğu için bu bir inanç, kimlik, tevazu veya manevi bağlılık ifadesidir. Hatta bazıları, odak noktasını dış görünüşten karaktere kaydırdığı için bunu güçlendirici bulmaktadır.

Evet, kadınların peçe takmaya zorlandığı ya da baskı gördüğü durumlar da var. Ancak bunlar aile içi istismar ve baskıcı kontrol vakalarıdır, kapsamlı yasaklar yerinde hedefe yönelik destek ve farkındalık gerektirir. Müslüman Kadınlar Ağı Yardım Hattı'nı yönetiyorum ve 10 yıllık hizmetimiz boyunca bu tür vakalarla sadece birkaç kez karşılaştık.

Kimliğin gizlenmesi hakkındaki endişeler genellikle kamu güvenliğiyle ilişkilendiriliyor fakat Birleşik Krallık'ta  burkayla güvenlik tehditleri arasında bağlantı kuran inandırıcı bir kanıt bulunmamaktadır.

Yüzü örten kıyafetlerin kimlik tespiti amacıyla geçici olarak çıkarılmasının gerekebileceği hassas ortamlarda (örneğin bankalar, havaalanları ve mahkemeler) güvenlik protokolleri zaten mevcut. Bu tür durumlar saygılı ve olaysız bir şekilde yönetiliyor. Kamu güvenliği söylemi gerçek risklerin ele alınmasıyla değil korku yaratmakla ilgili görünüyor. 

Ayrıca özellikle de iletişimimizin büyük bir kısmının artık çevrimiçi (e-postalar, sosyal medya ve dijital platformlar aracılığıyla) gerçekleştiği ve anonimliğin olağan hale geldiği bir dünyada, örtülü Müslüman kadınların anonimliği konusunda neden bu kadar endişe duyuluyor?

Pek çok kişi yanlış bilgi yaymak ya da başkalarını taciz etmek için internette kimliklerini gizliyor fakat aynı politikacılar bu tür bir anonimliği nadiren aynı düzeyde bir incelemeye tabi tutuyor.  

Burka yasağının toplumsal uyumu ve entegrasyonu teşvik edeceği yönündeki iddialar muhtemelen tam tersi bir etki yaratarak bölünmeleri derinleştirecektir. Herhangi bir grup kendini tehdit altında hissettiğinde ya da bu tür düşmanca önlemlerle uyum sağlamaya zorlandığında, kimliklerini nasıl ifade ettiklerine daha da bağlı hale gelmeleri muhtemeldir.

Peçe takan azınlıktaki kadınlar için bu durum kişisel, sosyal veya ekonomik zorluklar getirebilir ancak bu, onların tercihi olarak kalmaktadır. Bu arada peçe takmayan Müslüman kadınların büyük çoğunluğu, genellikle göz ardı edilen önemli sosyal ve ekonomik engellerle karşılaşmaya devam ediyor.
Entegrasyon ve toplumsal uyumla ilgili kaygılar gerçek olsaydı, siyasetçiler bu kadınların düzenli olarak maruz kaldığı sistematik ayrımcılık ve eşitsizlikleri ele almaya öncelik verirdi.

Bazıları burkanın rahatsız edici görüldüğü için yasaklanması gerektiğini savunuyor. Rahatsız edici olan her şey yasak değildir.

Örneğin Birleşik Krallık'ta rencide etme hakkı ifade özgürlüğünün bir parçası olarak koruma altındadır, başkasına zarar verilmediği ve yasalar çiğnenmediği sürece popüler olmayan veya tartışmalı görüşlerin ifade edilmesine izin verilmektedir.

Benzer şekilde, bazıları burkayı görsel açıdan rahatsız edici bulsa da Müslüman kadınların kimliklerini bu şekilde ifade etme hakkına da saygı gösterilmelidir zira kıyafetlerinin kimseye zararı yok. 

Müslüman kadınlar için, özellikle de kıyafetleriyle görünür şekilde tanımlanabilenler için korkutucu bir zaman olduğu açık.

Siyasetçilerin Müslümanlara yönelik düşmanlığı normalleştiren kapalı dili korku ve nefreti körüklüyor, toplumsal hoşgörüsüzlüğü derinleştiriyor ve Müslümanların kendilerini güvensiz hissetmelerine yol açıyor.

Bu nedenle tüm siyasi partilerden parlamenterleri bölücü söylemleri reddetmeye ve bunun yerine toplumsal cinsiyet temelli Müslüman karşıtlığını ele alan politikalara bağlı kalmaya çağırıyorum.

Müslüman kadınlar kendi bedenleri hakkında bağımsız seçimler yapabilmeli (bu seçimler her ne olursa olsun), onurlu ve eşit şekilde yaşayabilmelidir.
 

Independent Türkçe, independent.co.uk/voices



Ortadoğu'da Dürziler: Gizemli doktrin ve önemli siyasi rol

Suriye’de bir cenaze sırasında Dürzi şeyhleri (AFP)
Suriye’de bir cenaze sırasında Dürzi şeyhleri (AFP)
TT

Ortadoğu'da Dürziler: Gizemli doktrin ve önemli siyasi rol

Suriye’de bir cenaze sırasında Dürzi şeyhleri (AFP)
Suriye’de bir cenaze sırasında Dürzi şeyhleri (AFP)

Dürziler, dini ve sosyal gizliliğini korumaya çalışırken, Ortadoğu'da Lübnan, İsrail ve Suriye gibi yayıldığı ülkelerde siyasi roller oynayan bir azınlığı oluşturuyorlar.

Son birkaç gün boyunca, Güney Suriye'deki Suveyda şehrinde Dürzi milisler, Bedevi milislerle çatışmaya girdiler ve bunun sonucunda yaklaşık 100 kişi hayatını kaybetti. Suriye hükümeti güçleri salı günü Suveyda şehrine girip ateşkes ilan ederken, İsrail Suriye güçlerini hedef alan hava saldırıları düzenlediğini duyurdu. Zira Tel Aviv daha önce azınlık Dürzi halkını korumaya ve Güney Suriye'de asker konuşlandırmayı önlemeye çalışacağına söz vermişti.

Peki Dürziler kimdir ve inançları, siyaset ve toplumdaki rolleri hakkında ne biliyoruz?

Dini inançları

Dürzilik, 11’inci yüzyılın başında, İmamiye’den (İsna Aşeriye) sonra Şiiliğin ikinci en büyük dalı olan İsmâiliyye mezhebinin bir fırkasıdır.

Kendilerine Muvahhidun diyen Dürziler, Lübnan'daki en yüksek dini otorite olan el-Akl Şeyhliğinin web sitesine göre, “Bir ve tek olan, yeri ve göğü yaratan Allah’a” meleklerine, peygamber ve resullerine, ahiret gününe inanırlar.

Mezhep mensupları ile sınırlı olan öğretilerinin gizliliğini açıklar şekilde, ritüellerine aşina olan ve adının açıklanmasını istemeyen birinin AFP’ye vurguladığı gibi, Dürziler inançlarında “zahiri mesaj ile batini mesaj”ı temel alırlar.

Bahsi geçen kişi, tek tanrılı dinlerin uzun bağlamlarına dayanan, dini kavramları felsefe ile karıştırma yoluyla Platon'un fikirlerinden etkilenen, “Allah’ın gerçek tevhidinde olgun bir aşamaya” dayanan öğretilerden bahsediyor.

Dürzilik, sözde doğruluk, iman kardeşlerini koruma ve karşılıklı yardım, İblis'i ve bütün şer güçleri tanımama gibi yedi temel tavsiyeyi (esası) benimser ve reenkarnasyonun “mezhebin bir parçası” olduğuna inanır.

Dini günler

Dini günleri, diğer mezhepler ile aynıdır. Ek olarak, kurban bayramından önceki on gün boyunca yapılan günlük toplantılar vardır. Bu toplantılarda dini okumalar, bazı ibadetler, bazı şiirler ve manevi okumalar yapılır. Bunlar Muvahhid birisinin yerine getirmesi halinde gerçek tevhidi uygulamış kabul edileceği yedi esası pekiştirmektedir.

Aynı şekilde, Hicri yeni yılı ihya ederler ve herkes gücü yettiğince zekat öder.

Şeyhleri iman kardeşlerini koruma ve iletişimi koruma ilkesini yerine getirmek için perşembe-cuma gecesi ritüelleri ve ibadetleri eda etmek, dini okumalar yapmak amacıyla toplanırlar.

Mezhebin öğretileri mensupları arasında gizli kalır ve bazı karma evliliklerin varlığına rağmen, genellikle Dürzilerin kendilerine mezhep mensuplarının dışında hayat arkadaşı seçmeleri hoş karşılanmaz.

Yayıldıkları bölgeler

Dindar erkeklerinin siyah kıyafetler giyinip başlarına beyaz sarık sardıkları, kadınlarının ise yine siyah kıyafetler giyip, başlarını ve yüzlerinin bir kısmını örten beyaz bir başörtü taktıkları Dürzilerin sayısının 1 milyondan fazla olduğu tahmin ediliyor.  

Dürzi mezhebi mensupları çoğunlukla Lübnan, Suriye, Filistin toprakları ve Ürdün'deki dağlık bölgelerde yoğun bir şekilde yaşıyorlar.

Suriye'deki nüfuslarının 700 bin olduğu tahmin ediliyor ve çoğu kaleleri sayılan Suveyda şehrinin bulunduğu ülkenin güneyinde yaşıyor. Ayrıca Şam kırsalındaki Ceramana ve Sahnaya ilçeleri ile ülkenin kuzeybatısındaki Idlib'de sınırlı sayıda bulunuyorlar.

Lübnan'da sayılarının yaklaşık 200 bin olduğu tahmin ediliyor ve yoğun olarak ülkenin merkezindeki dağlarda, özellikle de Şuf, Aliya ve el-Metn el-Ala bölgelerinde, ayrıca Cebel el-Şeyh’in batı eteklerindeki Hasbaya ve Raşiya gibi bölgelerde yaşıyorlar.

İsrail'de ise Celile, Karmel Dağı ve işgal altındaki Golan Tepeleri'nde 20'den fazla köyde dağınık bir şekilde yaşıyorlar. Merkezi İstatistik Bölümü'ne göre, İsrail vatandaşlığına sahip olanların sayısı 153 bin. Ek olarak, Golan'da yaşayan yaklaşık 23 bin Dürzi’nin büyük çoğunluğu kalıcı İsrail ikametgah belgesine sahip.

İsrail'deki Dürzi Mirası Merkezi'ne göre, İsrail mezhebi “kendi mahkemeleri ve bağımsız manevi liderliği ile tek başına bir oluşum olarak” tanıyor.

Tarihçi Sami Nesib Makarem, “Dürzi İnancı” adlı kitabında, özellikle Lübnan ve Kuzey Suriye'deki bazı Dürzilerin “16. yüzyıldan itibaren Cebel-i Havran'a göç ettiğini” ve bölgenin “Cebel-i Dürzi” olarak anılmaya başladığını belirtiyor.

Buradan bazıları, özellikle kuzeyde yaklaşık 15 bin ila 20 bin Dürzi'nin yaşadığı Ürdün'e göç etti.

Az sayıda Dürzi de Latin Amerika, Güneydoğu Asya ve Avustralya gibi dünyanın çeşitli bölgelerine ve ayrıca Amerika Birleşik Devletleri, Kanada ve Meksika'ya göç etti.

Sosyal ve politik rol

Dürziler, farklı ülkelere yayılmalarına rağmen yakın bağlarını sürdürmeye çalıştılar.

Beyrut Amerikan Üniversitesi'nden tarihçi Profesör Makram Rabah, Dürziler, Maruniler ve Lübnan Dağı'ndaki çatışmalar üzerine yazdığı bir diğer kitapta şu açıklamayı yapıyor: “Karma evlilikler ve Dürziler arasında ilişkiler var ve din adamları bu ilişkinin sürdürülmesinde önemli bir rol oynuyorlar. Sınırlar çizilmiş olsa da, Dürziler onları gerçekte tanımadılar.”

Makram'a göre, bir azınlık olmalarına rağmen, Ortadoğu'da Dürziler “bölgenin siyasi ve sosyal yaşamında, ekonomik ve sosyal meselelerinde önemli ve bazen öncü bir rol” oynadılar.

Bu durum genellikle, azınlığın rolünü, büyüklüğünün ötesinde şekillendirmede önemli bir etkiye sahip olan feodal liderlerden veya aile liderlerinden kaynaklanıyordu.

Örneğin Lübnan'da lider Kemal Canbolat, 1950'lerden iç savaşın başlangıcı (1975-1990) ve 1977'deki suikastına kadar önemli bir siyasi rol oynadı.

Suriye'de Fransız manda yönetimi, 1921'de Cebel el-Dürzi bölgesine idari bağımsızlık verdi ve bu statü 1937'ye kadar devam etti. Ancak bu dönemde, en önde gelen Dürzi liderlerinden biri olan Sultan Paşa el-Atraş, 1925'te Fransızlara karşı patlak veren büyük bir ayaklanmaya liderlik etti.

İsrail'e gelince, Makram Rabah, Dürzilerin “devlete tamamen entegre olduklarını ve orduda görev yaptıklarını, bunun da onlara devlet nezdinde daha fazla nüfuz sağladığını” açıklıyor.

Suriye'de çatışmanın patlak vermesinin ardından Dürziler, kendilerini çatışmadan ve sonuçlarından uzak tuttular. Birkaç istisna dışında, genellikle rejime karşı silahlanmadılar veya muhalefete katılmadılar. Bulundukları bölgelerde çeşitli silahlı grupların parçası olan Dürziler, Beşşar Esed'in devrilmesinden sonra iktidara gelen yeni yetkililerle henüz bir anlaşmaya varamadılar.

Nisan ayı sonlarında Şam kırsalındaki iki bölgede patlak veren ve Suveyda'ya uzanan çatışmalar, Dürzi milisler ile güvenlik güçlerinin de aralarında olduğu en az 119 kişinin ölümüne yol açtı. Bu kanlı çatışmaya İsrail hava saldırılarıyla müdahale etti ve Şam’ı, Dürzilere zarar verilmemesi konusunda uyardı.

Nadir görülen bir siyasi ayrışmayla, Dürziler arasında son olaylara ilişkin tutumlar farklılaştı. Kemal Canbolat’ın oğlu Lübnanlı lider Velid Canbolat, Dürzileri Müslümanlar ile “sonsuz bir savaşa” sürüklemek konusunda uyarıda bulunurken, dini otoriteler ve Suriyeli Dürzi askeri gruplar, Dürzilerin ülkenin “ayrılmaz bir parçası” olduğunu vurguladılar.Şarku'l Avsat'ın Independet Arabia'dan aktardığı analize göre buna karşılık, Suriyeli din adamları ve İsrail’deki Dürzilerin dini lideri Şeyh Muvaffak Tarif, İsrail'e Suriye Dürzilerini koruma çağrısında bulundular.

Rabah, bu tarafların “farklı ajandalara sahip olduğunu ve daha da önemlisi, üç ülkeye uzanan bir nüfuz mücadelesi olduğunu” belirtti.