Savaş Ortadoğu'yu nereye götürüyor?

Savaş, İsrail'in üstünlüğünü ve ABD'ye bağımlılığını açığa çıkardı

Fotoğraf: Sara Padovan
Fotoğraf: Sara Padovan
TT

Savaş Ortadoğu'yu nereye götürüyor?

Fotoğraf: Sara Padovan
Fotoğraf: Sara Padovan

Robert Ford

Donald Trump'ın İran'a karşı savaşında İsrail'i ne kadar destekleyeceği belirsizliğini koruyor, ancak tahminler, çatışmanın ivmesinin bu yılın sonlarında gerileyeceği yönünde.

Kendi açısından İran, ABD ile tam ölçekli bir çatışmaya kaymak konusunda istekli görünmüyor. Nitekim 23 Haziran'daki sınırlı misilleme, füze saldırısı öncesinde ABD’ye saldırıyı bildirdi. Trump da bunu daha sonra hesaplı bir adım olarak değerlendirdi. Ancak bu, çatışmanın yakın bir zamanda sona ereceği anlamına gelmiyor.

İran, nükleer ve balistik füze programlarına halen sıkı sıkıya bağlı ve kapsamlı yabancı denetimlere izin vermiyor. İsrail'in İran güvenlik kurumlarını hedef alması ve İsrailli yöneticiler ile Donald Trump'ın tekrarlanan açıklamaları, geride kalan İranlı yöneticiler arasında İsrail ve ABD'nin er ya da geç İslam Cumhuriyeti'ni devirmeye çalıştığına dair inancın pekişmesine yardımcı oldu.

Ancak İran rejimi gerçekte devrilmedi. Gerçek şu ki, ne kadar yoğun ve sürekli olursa olsun, hava ve füze saldırılarının sonucu olarak bir rejim değişikliğine hiç şahit olmadık. İran’da, 2011'de Libya'da veya 2024'te Suriye'de olduğu gibi, hükümet kurumlarının kontrolünü ele geçirebilecek güçlü bir silahlı muhalefet de yok. Aynı biçimde, 1979'da İran'ın kendisinde olduğu gibi, İran nüfusunun büyük bir kesiminin etrafında toplanabileceği net bir muhalif figür de yok.

Washington'u, Irak'ın kitle imha silahlarına sahip olmadığına, ancak Bağdat'ın işgali ve Amerikalı uzmanların doğrudan denetimleri ikna edebilmişti

Bir yıl sonra, İran dini lideri bir din adamı veya İran Devrim Muhafızları'ndan bir subay olabilir, ancak rejimin doğası büyük ölçüde değişmeden olduğu gibi kalacaktır. ABD ve Avrupa’nın desteğini almış bir İsrail saldırısı, sendeleyen İran devletinin İsrail'e olan düşmanlığını sürdürmesini sağlayacaktır. Batı'ya karşı düşmanlığını açıkça ifade etmese de en azından ona karşı derin bir şüphe duymaya devam edecektir.

Tahran, İsrail ve ABD'nin İran hükümetini ve ekonomisini zayıflatmayı bırakacağına güvenmediği için nükleer ve balistik füze programlarından koşulsuz vazgeçmek için hiçbir gerekçe görmüyor. Ayrıca, bu programları kademeli de olsa yeniden inşa etmek için teknolojik kapasiteye sahip. Dahası İslam Cumhuriyeti içinde hızla nükleer silah geliştirilmesini isteyen sesler giderek daha fazla yükselecektir. Kuzey Kore örneğine bakıldığında, hayatta kalan İran liderleri, rejime yönelik ek dış tehditleri yalnızca bir nükleer silahın caydırabileceği sonucuna varabilirler.

Buna karşılık, Amerikalılar ve İsrailliler, yeni şüpheli nükleer tesisleri ve personelini hedef almak için her zaman doğru olmayabilecek istihbarata dayanacaklar. Bu hava saldırıları, bazı açılardan, Kuveyt Savaşı ile 2003 ABD işgali arasındaki yıllarda Saddam Hüseyin döneminde Irak'a karşı gerçekleştirilen ABD operasyonlarına benzeyecek. Ancak Washington'daki Carnegie Vakfı'nda Nükleer Politika Programı Direktörü ve akademisyen James Acton, 19 Haziran'da New York Times'da, hedef alınan devlet nükleer programı sürdürmeye kararlıysa, hiçbir hava harekatının nükleer programı tamamen durdurmada başarılı olamadığı konusunda uyardı. Hatırlayalım ki, Washington'u Irak'ın kitle imha silahlarına sahip olmadığına, ancak Bağdat'ın işgali ve ABD uzmanlarının doğrudan denetimleri ikna edebilmişti.

cdfg
Fotoğraf: Sara Padovan

Trump'ı İran'a karşı askeri bir saldırı düzenlemeye zorlayanlar, İran'ın dahili nükleer ve füze programlarının tamamen ve garantili olarak ortadan kaldırılmasının ancak kara kuvvetlerinin konuşlandırılmasıyla sağlanabileceği gerçeğini sürekli olarak göz ardı ediyorlar. Ancak Trump, İran ile askeri bir gerilimi tırmandırma peşinde değil; aksine, müzakere masasında İran'ı siyasi olarak teslim olmaya itmeye çalışıyor. Burada soru şu; İran'ı kısa sürede teslimiyet müzakerelerini kabul etmeye zorlama gücüne sahip mi?

Bununla beraber Trump'ın İran'a büyük çaplı bir kara harekâtını onaylaması pek olası değil. Operasyonel koşullar düşük riskli olduğu sürece hava saldırılarını tercih edecektir ama bilindiği gibi, daha önce Yemen'de Husilere karşı yürütülen hava harekatının uzun sürmesinden rahatsızlık duyduğunu da dile getirmişti. Buna ilave olarak, deniz devriyelerinin artırılmasını destekleyeceği ve Çin'e yapılan sevkiyatlar da dahil olmak üzere İran petrol ihracatına fiili bir ambargo uygulama yönünde harekete geçeceği de tahmin ediliyor. Bu adımlarının amacı, düşman İran hükümetini döviz rezervlerinden mahrum bırakmaktır. İran petrol ihracatını durdurmak Tahran'ı daha da zayıflatacak, nükleer ve balistik füze programlarını yeniden inşa etme girişimlerini yavaşlatacak olsa da onu tamamen felç etmeye yetmeyecektir.

İran Devrim Muhafızları Ordusu artık mali ve askeri olarak daha zayıf ve Bağdat ile Güney Irak'ta bir zamanlar sahip olduğu etki seviyesini koruyamayacaktır

İsrail daha güçlü, ancak kısıtlamalar varlığını sürdürecektir.

İran'da bir rejim değişikliği ihtimali azalırken, İsrail her zamankinden daha fazla Amerikan desteğine ihtiyaç duyacaktır. İsrail Hava Kuvvetleri'nin İran hedeflerine karşı elde ettiği kayda değer başarılara rağmen, özellikle de Fordo'daki müstahkem yeraltı İran nükleer tesisini yok edememesi başta olmak üzere, çatışma aynı zamanda gücünün sınırlarını da açığa çıkardı. Buna ilaveten İsrail, kıyılarına bir ABD Donanma muhribi ve sınırlı ABD stoklarından ek THAAD füze savunma sistemi birimleri konuşlandırılması gibi, füze savunma sistemini takviye etmek için ABD’den takviye talebinde bulunmak zorunda da kaldı.

Bu Amerikan örtüsü altında, İsrail sadece İran nükleer programıyla bağlantılı olduğundan şüphelenilen yerleri hedef alan düzensiz saldırılar düzenlemekle kalmayacak, aynı zamanda Filistinlilere yönelik baskıcı politikalarına ve Batı Şeria'nın bazı kısımlarını kademeli olarak ilhak etmeye devam edecektir. Bunun karşısında Filistinliler kendilerini kasvetli bir gelecekle karşı karşıya bulacaklardır. Aynı zamanda, İsrail'in güvenilirliği ve desteklenmesine verilen destek, Demokrat Parti'yi destekleyen genç Amerikalılar arasında azalmaya devam ediyor ve bu yaklaşık on yıldır belirgin olan bir eğilim.

Son zamanlarda, genç Cumhuriyetçiler de İsrail’i daha az destekler oldu ve Kongre'deki İsrail yanlısı grupların hakimiyeti muhtemelen önümüzdeki üç yıl boyunca devam edecek fakat ABD bütçesi üzerindeki artan yük ve yerel sosyal programlara yapılan harcamaların gerilemesi, İsrail'e koşulsuz ABD desteğinin uygulanabilirliği ve sürdürülebilirliği hakkındaki mevcut sorgulamaları yoğunlaştıracak.

İbrahim Anlaşmaları genişletiliyor mu?

Mevcut çatışmanın durmasıyla birlikte, Washington İsrail ile ilişkilerin normalleştirilmesi konusunu yeniden gündeme getirirken, Kuveyt, Katar, Umman ve Suudi Arabistan bir dizi karmaşık hesaplarla yüzleşeceklerdir. Nitekim Trump, 14 Mayıs'ta Riyad'da yaptığı konuşmada, Körfez ülkelerinin bu adımı atmaları umudunu dile getirse de bu adımın zamanlamasının tamamen onlara bağlı olduğunu kabul etti.

Cezayir, Tunus ve Yemen gibi bazı Arap Birliği üyeleri normalleşme sürecine yönelmeyecek olsalar da İsrail, özellikle Suudi Arabistan olmak üzere tüm Körfez ülkeleriyle resmi siyasi ve ticari ilişkiler kurmaya halen istekli ve buna önem veriyor.

Ancak, İran'ın belirgin şekilde zayıflamasıyla birlikte, Körfez ülkelerinin Tahran'ın tehditlerine karşı caydırıcı olarak İsrail ile acil iş birliği ihtiyacı da azalıyor.

Bu hükümetler, İsrail'in Filistinlilere yönelik baskıcı politikalarından rahatsız olurlarsa, açıkça normalleşme adımları atmak yerine, İsrail ile sessiz bir iş birliği seviyesini sürdürmeyi tercih edebilirler.

Bununla birlikte, bu ülkeler ister normalleşme yolunda ilerlemeye ister ilerlememeye karar versinler, özellikle İsrail'in büyüyen askeri gücünün farkında oldukları için Washington ile ilişkilerini güçlendirmeye çalışacaklardır. Aynı zamanda, Çin ve hatta Rusya da dahil olmak üzere diğer küresel güçlerle ilişkilerini güçlendirerek seçeneklerini çeşitlendirmek için gayret edeceklerdir.

7 Ekim'den önce, Akdeniz’den Arap Yarımadası, Hindistan ve belki de Uzak Doğu'ya kadar pazarları birbirine bağlayan bir ulaşım koridoru projesi ile ilgili aktif tartışmalar dönüyordu. Her Körfez ülkesinin, ekonomisini çeşitlendirme ve büyümeyi teşvik etme konusunda kendi vizyonu ve planları var. Ancak, ABD ve İsrail'in İran'a yönelik devam edecek hava harekatı, bölgesel yatırım ortamının çekiciliğini zayıflatacaktır. Sınırlı olsa bile, İran’ın saldırıları da arzu edilen istikrar için sürekli bir tehdit olmaya devam edecektir.

Trump, İran hedeflerine doğrudan saldırılar düzenlemek için ABD üslerini kullanmaya karar verirse Tahran zayıflayacaktır, ancak komşularına karşı daha düşmanca davranacaktır. Böyle bir senaryo, Körfez hükümetlerinin İran'a açılma politikalarıyla oluşturmaya çalıştıkları ve öncelikle yabancı yatırım çekmeyi amaçlayan istikrar ortamını baltalayacaktır. Bu nedenle, yatırım fırsatları, bölgesel olarak daha istikrarlı ve dolayısıyla bazı uzun vadeli yatırım biçimleri için daha cazip görünebilecek Latin Amerika gibi diğer bölgelere kayabilir.

Bu bağlamda, Körfez ülkeleri İran, İsrail ve ABD arasındaki savaş sona erdikten sonra büyük olasılıkla diplomatik ve politik bir çözüm çağrısında bulunmaya devam edeceklerdir. Ancak, böyle bir anlaşmaya varmak, çatışmanın doğrudan taraflarına bağlı kalmaya devam ediyor. Bunun için de Trump'ın 2015 nükleer anlaşmasından aniden çekilmesi, ardından 13 Haziran'da İsrail'in İran'a saldırmasının akabinde yeniden başlayan çatışmalarla baltalanan asgari düzeyde bir karşılıklı güven gerekiyor. Saldırıların sürmesi öngörülebilir, gelecekte daha düşük bir düzeyde de olsa çatışmanın ve yüksek tansiyonun devam etmesini olası kılıyor.

*Bu makale Şarku'l Avsat tarafından Londra merkezli Al Majalla dergisinden çevrilmiştir.



Bölgesel güç dengeleri

 İsrail, ilk kez içeride derin bir darbe aldı ve iç hedefler benzeri görülmemiş şekilde vuruldu (AFP
İsrail, ilk kez içeride derin bir darbe aldı ve iç hedefler benzeri görülmemiş şekilde vuruldu (AFP
TT

Bölgesel güç dengeleri

 İsrail, ilk kez içeride derin bir darbe aldı ve iç hedefler benzeri görülmemiş şekilde vuruldu (AFP
İsrail, ilk kez içeride derin bir darbe aldı ve iç hedefler benzeri görülmemiş şekilde vuruldu (AFP

Mustafa Feki

Ortadoğu, Doğu Akdeniz ve Arap Körfezi, son zamanlarda karşılaştıkları krizlerin büyüklüğünü önemli ölçüde vurgulayan benzeri görülmemiş ve zor koşullar yaşadı. Bu krizler, yalnızca sınırlı bir bölgesel sorun olmaktan çıkıp büyük bir uluslararası sorun haline geldiler.

Bölgedeki kanlı diziyle başlarsak, ki bu nihayetinde Filistin topraklarının İsrail tarafından vahşice işgal edilmesinin beklenen bir sonucu gibi görünüyor, 7 Ekim 2023 tarihinin işgalin dirençli Filistin halkına her düzeyde uyguladığı baskının otomatik ve doğal bir sonucu olduğunu hemen fark ederiz. Söz konusu baskı, şiddet döngüsünün genişlemesine ve Gazze'nin mevcut koşulları altında yaşanmaz bir alana dönüşmesine yol açtı. Öldürülmemesi gereken on binlerce çocuk, kadın ve sivili içeren şehit kafileleri her gün birbirini takip ediyor. Karşı karşıya kaldıkları katliamlar hem kardeşlerinden hem de dostlarından hiçbir insani yardım veya destek alamadan katlandıkları zor yaşam koşulları unutulamaz.

Son İran-İsrail çatışmasındaki ateşkesin, Gazze'deki acı verici duruma olumlu bir yansıması olabilir, ne var ki İsrail'in uzlaşmazlığı ve Netanyahu modelinin sabah akşam yaydığı nefret dolu söylemlerin temsil ettiği güç despotluğu, acıların devam edeceğinin, güven ve barış kıyısından hâlâ uzak olunduğunun en iyi kanıtı.

Belki okuyucuyla birlikte ülkelerin ağırlıklarını, gerçekleşen dönüşümlerin doğasını ve bazı tarafların ağırlıkları açısından bölgesel borsa üzerindeki etkilerini düşünebilir ve aşağıdaki kanıtları gözlemleyebiliriz:

İlk olarak, bir yandan Lübnan'da Hizbullah'ın başına gelenlere, diğer yandan Suriye'de yaşananlara bakıldığında, İran toplamda kaybeden gibi görünüyor. Tahran, Esed ailesinin yönetimi boyunca sadakatini sürdüren itaatkar bir müttefikini kaybetti. Buna ilaveten, ABD'nin tam desteğiyle İsrail, İran'ın nükleer projesinin temellerini büyük ölçüde yok etti. İran ayrıca siyasi yaşamının, askeri mevkilerinin ve bilimsel uzmanlıklarının en ön saflarından onlarca şehit verdi.

Burada, İran'ın direndiğini ve inkar edilmesi zor birçok güçlü karşılık verdiğini dolaylı olarak kabul etmeliyiz. İsrail'e gönderdiği füze ve insansız hava araçlarının, on binlerce sakinini İran saldırılarından kaçmak için sığınaklara yönelmeye zorladığını itiraf etmeliyiz. Ancak, bu elbette, İsrail Hava Kuvvetleri'nin İran'ın kalelerini vurması, İran içindeki bir dizi önemli ekonomik ve askeri konumda hayati öneme sahip arterleri hedef almasıyla kıyaslanamaz.

ABD Başkanı Donald Trump, başlangıcından itibaren İran-İsrail çatışmasının baş vaftiz babası rolünü oynadı. Gelişmelerin ayrıntılarına doğrudan kişisel olarak müdahale etti. Öyle ki hem İran hem de İsrail tarafı kazandıklarını iddia ettikleri bir zafer veya rakiplerine karşı sağladıklarını iddia ettikleri bir üstünlükle gururlanarak savaştan çıktılar. Her halükarda durum ve medyatik gelişmeler alanı yorumlara açık, tüm tarafların bakış açılarının kabul edilmesine olanak tanıyor. Zira silahlı çatışmalar geride bir kazanan bırakmaz, aksine kayıp ve zararları tüm taraflara dağıtır.

Burada, İran nükleer programının geçici bir süreliğine de olsa çökertilmesinin, Netanyahu için gurur duyacağı yanıltıcı bir zafer olduğuna dikkat etmeliyiz. Bu zafer, onu siyasi durumunu ve İsrail hükümetinin başkanı olarak konumunu güçlendirebilecek bir erken genel seçim çağrısında bulunmaya itebilir. Tahran ve Tel Aviv arasında yaklaşık iki hafta süren bu askeri çatışma hakkında ne söylenirse söylensin, İsrail'in imajına bir çizik atıldığını, her koşulda etkilendiğini dürüstçe belirtmeliyiz. İran, bölgedeki en büyük askeri cephaneliğe karşı mücadelede kahramanlıktan veya cesaretten yoksun olmayan bir duruş sergiledi. İsrail'e verilen Amerikan desteği, o savaşta gerçek belirleyici faktördü, kimsenin itiraz edemeyeceği ve olaylar tarafından gölgede bırakılmış gibi görünen bir kriterdi. Zira İsrail ilk kez içeride derin bir darbe aldı, iç hedefler benzeri görülmemiş bir şekilde vuruldu. Şarku’l Avsat’ın Independent Arabia’dan aktardığı analize göre bu da yenilmez ordu efsanesinin ve son on yıllarda yarattığımız büyük putun ne sandığımız kadar sağlam ne de hayal ettiğimiz kadar güçlü olmadığını teyit etti.

İkincisi; eğer şimdi uzun bir geçmişe ve geniş topraklara sahip bir İslam devleti olarak İran'dan bahsedeceksek, kendisinin üstünden atlanması zor birkaç hatasını kaydetmeliyiz. Bunların ilki, arenalar birliği dediğimiz şey ve son kırk yıldır komşu ülkelerde onlar aracılığıyla savaştığı çeşitli kollardır. Lübnan'daki Hizbullah ile başlayıp Suriye ve Irak'tan geçerek Yemen'deki Ensarullah-Husi grubuna kadar uzanan bu kollar, kanlı çatışmaların ve tekrarlanan çekişmelerin bir tarafı olarak kendini dayattı. Böylece İran Batı'nın, Batı Asya, Arap Yarımadası, Arap Körfez bölgesi ve hatta Kuzey Afrika'daki Araplar, Türkler, Kürtler ve diğer etnik gruplara karşı kullandığı bir korkuluğa dönüştü.

İran'ın benimsediği kollar inşa etme politikası, İran'da İslam Devrimi'nin patlak vermesi ve Şah'ın Şubat 1979'da devrilmesi ile başlayan geniş çaplı bir kaosa yol açtı. Ama iş bununla bitmedi. İran, Arap Körfez bölgesindeki Amerikan hedeflerini vurmaya çalışarak ve Katar hava sahasını ihlal ederek de büyük bir hata yaptı. İlave olarak, İran'ın hatalarına sık sık tahammül eden, işlerine karışmasını ve yanlışlarını görmezden gelen Körfez'de de tahribat yaratmaya çalıştı. İşleri daha da kötüleştiren ise İran parlamentosunun, bu hayati bölgede dünya petrol nakliyatının yüzde 20'sinin geçtiği, büyük öneme sahip bir ticaret ve deniz yolu olan Hürmüz Boğazı'nı kapatma kararı almasıydı.

İran'ın son eylemleriyle Körfez’in duygularını geçici de olsa kendisine karşı yabancılaştırarak kaybettiğine şüphe yok. Oysa Körfez ülkeleri, Maşrık (Levant) ülkeleri, Mısır ve diğerleri, İsrail'in İran'a yönelik saldırganlığını en başından kınadılar. Tahran, düşman listesine geçici de olsa başka ülkeler eklemek yerine dostlarının desteğini almaya çalışmalıydı.

Bu nedenle, İran'ın çok şey kaybettiğine, yalnızca Beyaz Saray'daki güçlü adamın, Tahran ve Tel Aviv arasındaki savaşı sona erdirme başarısını kendisine nispet etmeye çalışan Donald Trump'ın göreceli, geçici memnuniyetini elde ettiğine inanıyorum. Trump daha önce de Pakistan ve Hindistan arasındaki ateşkesi kendisine mal etmişti. Buna bir de ABD’nin Tahran'daki rejimi devirmeye çalışmadığını, bunun yerine yalnızca İran nükleer projesini yok etmeyi ve onu en azından gelecekte aciz hale getirmeyi amaçladığını defalarca dile getirenin de o olduğunu eklemeliyiz.

Üçüncüsü; nükleer programını kaybeden İran'ın, siyasi rejiminin devamı ve onu zayıflatma girişimlerini durdurma konusunda geçici bir kabul kazandığı açıkça ortaya çıktı. İran’ın artık sona eren bu çatışmada en önemli ve en öne çıkan devlet olduğuna şüphe yok. Ancak, Trump'ın gözdesi Recep Tayyip Erdoğan liderliğindeki Türk tarafını da göz ardı etmemeliyiz. Türkiye'nin bir Avrupa-Asya, Akdeniz ve Ortadoğu ülkesi, NATO'nun aktif bir üyesi, bölgede ve genel olarak güç denkleminde hem İsrail hem de İran ile birlikte hesaba katılması gereken bir güç olduğunu aklımızda tutmalıyız. Türkiye de Suriye'de yaptıkları ve Körfez'de elde ettikleri sayesinde ve ayrıca ABD’nin bölgedeki politikalarından duyduğu memnuniyet sayesinde yaşananlardan kazançlı çıktı.

Güç dengesinin, Körfez ülkelerinin de şu ana kadar kazandığını gösterdiğine inanıyorum, çünkü İran tarihsel olarak dost bir ülke ancak onlarla ilişkileri varlığı inkar edilemez veya görmezden gelinemez endişelerden yoksun değil. Biz Araplar olarak, İranlı ve Türk komşularımızın, akıllardan hiç çıkmayan adil Arap davası, yani tüm sonuçları, tarihsel gelişmeleri ve onu çevreleyen koşullarıyla Filistin davası için kalıcı bir çözüme ulaşmada aktif oyuncular olmalarını umut ediyoruz.

*Bu analiz Şarku’l Avsat tarafından Independent Arabia’dan çevrilmiştir.