Suveyda’da ateşkes bir ihtiyaç olsa da gerçek bir çözümün yerini tutamaz

Kapsamlı ve sürdürülebilir bir çözüm arayışı için alan hızla daralıyor

Bedevi aşiretlerinden kişiler, Suriye’nin güneyindeki Suveyda ilinin et-Tera beldesinde bir kamyonun üzerinde Dera'ya doğru yol alırken, 21 Temmuz 2025 (AFP)
Bedevi aşiretlerinden kişiler, Suriye’nin güneyindeki Suveyda ilinin et-Tera beldesinde bir kamyonun üzerinde Dera'ya doğru yol alırken, 21 Temmuz 2025 (AFP)
TT

Suveyda’da ateşkes bir ihtiyaç olsa da gerçek bir çözümün yerini tutamaz

Bedevi aşiretlerinden kişiler, Suriye’nin güneyindeki Suveyda ilinin et-Tera beldesinde bir kamyonun üzerinde Dera'ya doğru yol alırken, 21 Temmuz 2025 (AFP)
Bedevi aşiretlerinden kişiler, Suriye’nin güneyindeki Suveyda ilinin et-Tera beldesinde bir kamyonun üzerinde Dera'ya doğru yol alırken, 21 Temmuz 2025 (AFP)

Hayed Hayed

ABD’nin arabuluculuğunda sağlanan ateşkes, Suveyda'da on yıllardır görülen en şiddetli çatışmalar geçici olarak sona erdirdi. Olaylar 13 Temmuz'da Dürzi silahlı gruplar ile Bedevi aşiretlerinden silahlı gruplar arasında yerel bir çatışma olarak başladı. Ancak kısa sürede tırmandı ve Dürzi silahlı gruplarla Şam’daki geçici hükümete bağlı güçler arasında geniş çaplı bir askeri çatışmaya dönüştü.

Şiddet şu anda azalmış olsa da bu durgunluğu istikrarın geri dönüşü olarak yorumlamak yanlış olur. Tüm ilk göstergeler, ateşkesin çatışmanın patlak vermesinden önceki durumu yeniden üretmekten öteye gitmediğini ve bölgedeki Dürzilerin Suveyda’nın fiili olarak kontrolünü geri aldığını gösteriyor. Şiddetin durdurulması gerekli bir ilk adım olsa da bu sağlam bir siyasi çözüme ulaşmak için yeterli değil. Gerginliği tırmandıran temel sorunlar, yani siyasi olarak ötekileştirme ve iktidar mücadelesi, gerçek anlamda köklü bir şekilde çözülmedikçe, bu sükunetin uzun süre devam edemez.

Krizin fitili

Krizin fitilini ateşleyen kıvılcım, bir Dürzi tüccarın Bedevi aşiretleriyle bağlantılı kişiler tarafından kaçırılması olayıydı. Buna misilleme olarak bir dizi kaçırma olayı yaşandı ve bu olaylar daha geniş çaplı bir mezhep çatışmasına dönüştü. Bu olayların Suriye'nin güneyinde sıkça yaşandığını belirtmek gerekiyor. Bu bölgede, karşılıklı güvensizlik ortamında yerel topluluklar arasında gerginlikler halen devam ediyor. Bu olayı diğerlerinden ayıran noktaysa geçici hükümet yetkililerinin askeri müdahale kararı alması oldu.

Şam, güvenlik güçlerini konuşlandırmayı düzeni yeniden sağlamak ve güvenliği sağlamak için gerekli bir görev olarak nitelendirdi. Ancak Suveyda'nın vatandaşları, en azından şiddetle direnenler, bunu bölgedeki iktidarı ele geçirme girişimi olarak gördü. Bu algı, Suveyda'nın önde gelenleri ile geçiş dönemi yetkilileri arasında, özellikle yönetim, güvenlik düzenlemeleri ve Suriye'nin gelecekteki kimliği konusunda süregelen anlaşmazlıklardan kaynaklanıyor.

Tartışmalı yetki

Şarku’l Avsat’ın Al Majalla’dan aktardığı analize göre Suveyda'nın önde gelenleri, merkezi olmayan bir yönetim modelinin (adem-i merkeziyet) ve toplumun ihtiyaçlarına uygun olarak yerel olarak yönetilen güvenlik yapılarının kurulmasını talebini her zaman dile getirdiler. Ancak Şam, kararların en üst düzeyde alındığı ve daha sonra aşağıya doğru uygulandığı hiyerarşik bir yapıya dayanan katı bir merkezi yaklaşımı sürdürdü. Tekrarlanan müzakerelerin başarısızlıkla sonuçlanmasıyla daha da tırmanan bu gerilimler, birçok kişinin devletin müdahalesinin barışı korumak için değil, merkezi otoritesini zorla yeniden dayatmak için yapıldığına dair inancını pekiştirdi.

Bu gerginlikler, hükümet güçleri ile Dürzi mezhebinin önde gelen ruhani liderlerinden Şeyh Hikmet el-Hicri'ye bağlı silahlı gruplar arasında çatışmaların patlak vermesiyle doruğa ulaştı. Taraflar birbirlerini suçladı. Şam, Hicri'ye bağlı silahlı grup üyelerini önceki anlaşmaları ihlal ederek güvenlik güçlerine saldırmakla suçlarken, Hicri'nin destekçileri hükümetin sözlerini tutmadığını ve sahada ciddi ihlallerde bulunduğunu iddia etti.

Dürzi karşıtı kışkırtıcı söylemler, İsrail'in saldırılarını, bu mezhebi İsrail ile iş birliği içinde veya ayrılıkçı olarak gösterme amacıyla kullandı.

Ateşkes var barış yok

Olaylar, İsrail'in çatışmalara yanıt olarak Suriye hükümet güçlerini ve ülkenin bir dizi hayati tesisini, başta Savunma Bakanlığı binası olmak üzere, hava saldırılarıyla hedef almasıyla tehlikeli bir dönemece girdi. Gerginliğin tırmanmasından endişe eden ABD, Türkiye'nin yardımıyla ateşkes anlaşması sağlanması için arabuluculuk yaptı. Geçici Cumhurbaşkanı Ahmed Şara, devlet televizyon ekranlarından yaptığı konuşmada ateşkes anlaşmasına varıldığını duyurdu ve ‘bu anlaşmayı durumun daha fazla kötüleşmesini önlemek için atılan gerekli bir adım’ olarak nitelendirdi.

dfrgthyu
Suriye'nin güneyindeki Suveyda ili yakınlarındaki Dera ilinin Busra el-Harir beldesinde konuşlanan Suriye hükümetine bağlı güvenlik güçleri, tampon bölge olarak kurdukları toprak setin yanında duruyorlar, 21 Temmuz 2025 (AFP)

Ateşkes, şiddeti kontrol altına almak için gerekli ve memnuniyetle karşılanan bir adımdır, ancak krizin temel nedenlerine müdahale etmezken çatışmaların patlak vermesinden önceki duruma geri dönülmesini sağladı, ancak uzun vadeli bir siyasi çözüme yönelik ciddi ve somut adımlar atılmadı. Fakat bu adımların atılmaması, gerçekleri ciddi şekilde göz ardı etmek anlamına geliyor. Geçtiğimiz haftaki olayların Suriye'deki siyasi ortamı derinden değiştirdiği şüphe götürmez bir gerçekti. Bu olaylar, toplumda var olan bölünmeleri ortaya çıkarmış ve aynı zamanda yeni bölünmelere yol açtı.

Dürzi karşıtı kışkırtıcı söylemler, İsrail'in saldırılarını, bu mezhebi İsrail ile iş birliği içinde veya ayrılıkçı olarak gösterme amacıyla kullandı. Bu da mezhepçi söylemleri güçlendirirken toplu cezalandırma çağrılarını alevlendirdi ve nihayetinde Dürzi azınlığa karşı kışkırtma endişe verici bir boyuta ulaştı. Öyle ki Dürzi tüccar ve iş adamlarını boykot etme çağrıları yapıldı, birçok ilde Dürzi öğrenciler üniversite yurtlarından atıldı. Buna karşın, mezhebin geniş bir kesiminin, özellikle de Şeyh el-Hicri'ye bağlı olanların, devlete ve devlet kurumlarına olan güvensizlikleri arttı. Bu durum, geçiş hükümetinin meşruiyetini daha da zayıflattı.

Ateşkes silah seslerini susturmuş olabilir, ancak Suriye'nin kanayan yaralarını sadece gerçek ve kapsamlı bir siyasi geçiş süreci sarabilir.

Yıllardır kabuğun altında kaynayan mezhepçilik patlak verdi ve açık bir düşmanlığa dönüştü. Marjinal bir konuma hapsolmuş olan nefret söylemi, kuru otların ateşe verilmesi gibi yayıldı, sesini yükselterek diğer sesleri bastırdı ve her yönde yankılandı. Mevcut ateşkes anlaşmasını kırılgan ve riskli hale getiren de işte bu. Çünkü siyasi ve toplumsal alanda meydana gelen derin dönüşümü hesaba katmıyor. Kriz öncesi duruma geri dönmek, barışın sağlandığı anlamına gelmiyor, aksine galip ve mağlup olmayan, değişken bir çatışmada yeni bir tıkanıklık anlamına geliyor.

Ateşkes silah seslerini susturmuş olabilir, ancak Suriye'nin kanayan yaralarını sadece gerçek ve kapsamlı bir siyasi geçiş süreci sarabilir. Suveyda'daki şiddetin temelindeki nedenleri ele almak için acil adımlar atılmazsa, bu kırılgan ateşkes uzun sürmez. Suriye'nin daha fazla bölünme ve parçalanmaya doğru sürüklenmesini önlemek için bir umut ışığı olsa da kapsamlı ve sürdürülebilir bir çözüm arayışı için alan hızla daralıyor.



Trump üzerindeki karşıt baskılar

Fotoğraf: AP
Fotoğraf: AP
TT

Trump üzerindeki karşıt baskılar

Fotoğraf: AP
Fotoğraf: AP

Vahid Abdulmecid

Amerika Birleşik Devletleri'ndeki dış politika yapım süreci, uzun süredir gözlemciler için açık bir kitap gibiydi. Bu politika yapıcıların kabul ettikleri girdileri gözlemlemek ve bunların sonuçlar, yani belirli bir konuda alınan kararlar üzerindeki etkilerini takip etmek kolaydı.

Şimdi ise durum farklı ve bunun nedeni de karar alım sürecinde gücün, eşi benzeri görülmemiş bir ölçüde Başkan Donald Trump'ın elinde yoğunlaşmış olması. Zira üst düzey ve etkili yetkililerin kendisiyle aynı fikirde olmadığı ve bunun çok sayıda kişinin istifasına veya görevden alınmasına yol açtığı önceki yönetimi (2016-2020) sırasında bile bu kadar yoğun değildi. Mevcut yönetiminde ise durum farklı, çünkü Başkana tam sadakatin, üst düzey yetkililerin seçilmesinde en önemli kriterlerden biri olduğu açıkça görülüyor.

Bu nedenle, şu veya bu konudaki kararlar yönetim içinde sürekli istişarelerle alınmak yerine, genellikle tek başına Trump tarafından alınıyor. Üst düzey yardımcılarının dış politika yapım sürecine katılımı, değerlendirmelerini, görüşlerini ve tavsiyelerini sunmaktan öteye gitmiyor; Trump bunları dinliyor ve ardından tek taraflı olarak karar alıyor. Amerikan ithalatına gümrük vergisi uygulanması veya artırılması kararlarında olduğu gibi, kimi zaman ekibinin üyeleri bile karar açıklanana kadar kendisinden haberdar olmayabiliyorlar.

Bir karar derhal veya hızlı bir şekilde uygulamaya tabi olmadığında, geri çekilebilir veya değiştirilebilir ve bu da bazen Trump'ın çelişkili açıklamalar yapmasına yol açabiliyor. Ancak, İsrail-İran savaşına katılımla ilgili karar alma süreci, diğer çoğu karar alma sürecinden daha zordu çünkü Trump, Amerikan politika yapımını etkileyen en önemli iki tarafın karşıt baskılarına maruz kaldı. Birincisi Netanyahu hükümeti tarafından temsil edilen İsrail, ikincisi ise ana siyasi-popüler tabanını oluşturan MAGA (ABD'yi Yeniden Harika Yap) hareketi içindeki güçlü akımdı. Netanyahu, Trump'ı, savaşı kısaltmanın ve İsrail'in sızamadığı en güçlü Fordow tesisi de dahil olmak üzere İran'ın nükleer kapasitesini yok etmenin yolunun doğrudan ABD müdahalesi olduğuna ikna etmeyi başardı.

Ne var ki, MAGA hareketi içindeki güçlü bir grup, savaşa doğrudan katılıma karşı çıkıyor ve liderleri ve destekçileri, hareketin temel sloganı olan “Önce ABD”ye sıkı sıkıya tutunuyor. ABD'nin, İsrail de dahil olmak üzere başka hiçbir ülke adına savaşa girmemesi gerektiğine inanıyor. ABD'nin girmesinin gerekli olmadığı ve kendisine bir faydası dokunmayacak savaşlara dahil olmaktan kaçınılması çağrısında bulunuyor.

MAGA hareketi içindeki ikinci bir grubun Washington'un savaşa katılımını desteklediği doğru. Fakat bu, Trump için iyi bir haber değil çünkü onu Beyaz Saray'a taşıyan hareketin bölünmesi riskini taşıyor

Bu destekçiler arasında Ulusal Güvenlik Konseyi üyeleri, Temsilciler Meclisi ve Senato üyeleri, çeşitli sosyal örgütlerin liderleri, gazeteciler, medya çalışanları ve sosyal medya fenomenleri yer alıyor. Savaşa doğrudan müdahil olmaya karşı çıkan bu kesimin başını, Trump'a yakın olan veya yakınlığını sürdüren politikacılar çekiyor. Bunlardan biri de, birinci döneminde stratejik danışmanı olan Steve Bannon. Bannon, Irak deneyiminin tekrarı olarak gördüğü duruma şiddetle karşı çıkıyor ve gereksiz savaşların ABD’yi güçlendirmediğine, aksine zayıflattığına inanıyor. Bu akımın Temsilciler Meclisi'ndeki bazı üyeleri de, Kongre onayı olmadan ABD güçlerinin savaşa müdahil olmasını yasaklayan bir yasa tasarısını desteklemeyi kabul ettiler. Bunlar arasında Temsilciler Meclisi'ndeki MAGA hareketinin lideri Marjorie Greene de bulunuyor. Yasa tasarısının hazırlanmasında Cumhuriyetçi Temsilciler Meclisi üyesi Thomas Massie ile Demokrat üye Rohit Khanna arasında alışılmadık bir iş birliği yaşandı. MAGA hareketi içinde ikinci bir akımın ise ABD'nin savaşa doğrudan katılımını desteklediği de doğru. Fakat bu, Trump için iyi bir haber değil, çünkü Beyaz Saray'a dönüşünde kilit rol oynayan hareketin bölünmesi riski taşıyor. Dolayısıyla, Trump'ın iki zor seçenek arasında seçim yaparken büyük bir ikilemle karşı karşıya kaldığı anlaşılıyor; savaşa doğrudan müdahale ederek MAGA hareketinin bölünmesi ve tabanının önemli bir bölümünü kaybetme riskini almak ya da İsrail'i desteklemek ve ona yardım etmekle yetinmek, ardından İran'ın nükleer kapasitesinin tamamen yok edilmesi riskini almak.

Bu nedenle, doğrudan çatışmaya karşı çıkanların esasında Afganistan ve Irak'ta olduğu gibi yeni bir savaşa sürüklenmekten korktuklarına dayanarak, savaşa tam anlamıyla dahil olmadan üç nükleer tesisi yoğun hava saldırılarıyla bombalamaya karar vererek, orta yol seçeneğine başvurdu. Trump, operasyondan kısa bir süre sonra belirttiği gibi, yalnızca üç tesisi bombalamakla yetindiyse, bu, karşıt baskılarla başa çıkmada başarılı olduğu anlamına gelmektedir.

*Bu makale Şarku’l Avsat tarafından Londra merkezli Al Majalla dergisinden çevrilmiştir.