Didarul İslam... New York'taki silahlı saldırıda ‘başkalarının hayatını kurtaran ve kendi canını feda eden’ Bangladeşli göçmen polis memuru

New York Polis Departmanı’nın X platformundaki hesabında Didarul İslam'ın fotoğrafı paylaşıldı. (Reuters)
New York Polis Departmanı’nın X platformundaki hesabında Didarul İslam'ın fotoğrafı paylaşıldı. (Reuters)
TT

Didarul İslam... New York'taki silahlı saldırıda ‘başkalarının hayatını kurtaran ve kendi canını feda eden’ Bangladeşli göçmen polis memuru

New York Polis Departmanı’nın X platformundaki hesabında Didarul İslam'ın fotoğrafı paylaşıldı. (Reuters)
New York Polis Departmanı’nın X platformundaki hesabında Didarul İslam'ın fotoğrafı paylaşıldı. (Reuters)

ABD medyasında yer alan haberlere göre, dün New York'un Manhattan semtinde bir gökdelene giren silahlı bir kişi, intihar etmeden önce aralarında bir polis memurunun da bulunduğu dört kişiyi öldürdü.

Medya, öldürülen polis memurunun fotoğrafını ve adını yayınladı. Şehir yetkilileri, Bangladeşli bir göçmen olan ve ‘kahraman’ olarak nitelendirdikleri polisin adının Didarul İslam olduğunu, ‘başkalarının hayatını kurtardığını ve kendi hayatını tehlikeye attığını’ belirtti. İslam, iki küçük çocuğu ve üçüncü çocuğuna hamile olan eşini geride bıraktı.

New York Polis Şefi Jessica Tisch, İslam'ın mesai saatleri dışında olduğunu, ancak üniformasını giymiş şekilde binada güvenlik görevlisi olarak çalışırken 27 yaşındaki Shane Devon Tamura tarafından vurularak öldürüldüğünü açıkladı.

vfghyju
New York Polis Şefi Jessica Tisch, dün New York'ta düzenlenen basın toplantısında (AFP)

Tisch dün akşam düzenlediği basın toplantısında, “O, kendisinden istediğimiz görevi yerine getiriyordu. Kendini tehlikeye attı ve büyük bir fedakârlık yaptı. Soğukkanlılıkla vuruldu, bu şehre verdiği sözü simgeleyen resmi üniformasını giyiyordu. Yaşadığı gibi öldü, bir kahraman olarak…” ifadelerini kullandı.

Tisch, İslam'ın silahlı saldırı sırasında binada ücretli güvenlik görevlisi olarak çalıştığını belirterek, bu tür güvenlik görevlerinin ‘şirketlerin ek güvenlik sağlamak için resmi üniforma giyen güvenlik görevlilerini istihdam etmesine’ olanak tanıdığını kaydetti.

New York Belediye Başkanı Eric Adams basın toplantısında, “Bir başka anlamsız silahlı şiddet olayında dört can kaybettik, bunlardan biri de New York Polis Departmanı mensubu İslam'dı” dedi.

Adams sözlerini şöyle sürdürdü: “Didarul İslam, Bronx'taki New York Polis Departmanı'nın 47. bölgesinde üç buçuk yıl görev yaptı... Hayat kurtarıyor ve New York sakinlerini koruyordu. O, bu şehri seviyordu. Konuştuğumuz herkes onun dindar ve Allah'a inanan bir kişi olduğunu söyledi.”

bghyj
New York Belediye Başkanı Eric Adams, dün düzenlediği basın toplantısında (AFP)

Adams, “O hayat kurtarıyordu, New York sakinlerini koruyordu. Bu şehrin özünü temsil ediyordu. O gerçek bir New Yorkluydu” şeklinde konuştu.

Adams, dün akşam polis memurunun ailesiyle görüştüğünü belirtti.

New York Valisi Kathy Hochul ve Los Angeles gibi uzak yerlerden diğer polis teşkilatları da merhum memura saygı mesajları yayınladı.

New York Polis Departmanı’nın X platformundaki hesabı üzerinden yapılan paylaşımda, “Polis memuru Didarul İslam, teşkilatımızın en yetenekli mensuplarından biriydi. Bugün trajik bir şekilde hayatını kaybettiğinde New York sakinlerini tehlikeden koruyordu. Bu zor ve acı dolu zamanda dualarımızı onunla paylaşıyoruz. Onun anısını sonsuza kadar yaşatacağız” denildi.

Saldırı, geçen yılın sonlarında United Healthcare CEO'sunun bir otelin önünde vurularak öldürüldüğü Manhattan'ın aynı bölgesinde gerçekleşti. Güvenlik kameralarının kaydettiği görüntülerde, adamın saat 18:30'dan biraz önce park halindeki BMW arabasından M-4 tüfeği ile indiği, ardından bir meydandan geçerek binaya girdiği görülüyor. Tisch, adamın daha sonra ateş etmeye başladığını ve Didarul İslam'ı öldürdüğünü, lobiyi kurşun yağmuruna tutarken saklanmaya çalışan bir kadını da yaraladığını söyledi.

zsdfrg
New York polisi dün Manhattan'daki silahlı saldırı mahallinde (AFP)

Tisch, adamın daha sonra asansöre doğru gittiğini, güvenlik masasında oturan bir güvenlik görevlisine ateş açtığını ve ardından lobide başka bir adama ateş ettiğini bildirdi. Tisch, adamın asansörle binanın sahibi olan Rodin Management şirketinin ofislerinin bulunduğu 33. kata çıktığını ve o katta bir kişiyi vurarak öldürdüğünü söyledi. Tisch, adamın daha sonra kendini vurduğunu ifade etti. Park Avenue'deki 345 numaralı binada, finans hizmetleri şirketi KPMG'nin ofisleri de bulunuyor. Yetkililer, silahlı adamın üzerinde, Las Vegas'tan alınmış gizli silah taşıma izni de dahil olmak üzere bir kimlik kartı buldu. Bu bilgi, devam eden soruşturma sırasında ayrıntıları açıklamaya yetkili olmadıkları için kimliklerinin açıklanmaması koşuluyla konuşan iki kaynak tarafından verildi.



Suriye ve Lübnan'ı neler bekliyor?

 Bolton: Esed'in devrilmesinden sonra artık hiç kimse Suriye'nin Lübnan'ı ilhak etmesini beklemiyor, ancak Suriye'deki azınlıklarla ilişkilerin nasıl yönetileceği sorusu hâlâ cevapsız (The Independent Arabia)
Bolton: Esed'in devrilmesinden sonra artık hiç kimse Suriye'nin Lübnan'ı ilhak etmesini beklemiyor, ancak Suriye'deki azınlıklarla ilişkilerin nasıl yönetileceği sorusu hâlâ cevapsız (The Independent Arabia)
TT

Suriye ve Lübnan'ı neler bekliyor?

 Bolton: Esed'in devrilmesinden sonra artık hiç kimse Suriye'nin Lübnan'ı ilhak etmesini beklemiyor, ancak Suriye'deki azınlıklarla ilişkilerin nasıl yönetileceği sorusu hâlâ cevapsız (The Independent Arabia)
Bolton: Esed'in devrilmesinden sonra artık hiç kimse Suriye'nin Lübnan'ı ilhak etmesini beklemiyor, ancak Suriye'deki azınlıklarla ilişkilerin nasıl yönetileceği sorusu hâlâ cevapsız (The Independent Arabia)

John Bolton

Geçtiğimiz Perşembe günü, ABD'nin Türkiye Büyükelçisi, Suriye'de devam eden çatışmayla ilgili olarak “gerilimi yatıştırma ve diyalog başlatma” çabalarından bahsetti. Ancak Cuma günü, ABD özel kuvvetleri Suriye'nin derinliklerinde, Halep yakınlarında saldırılar düzenleyerek üst düzey bir DEAŞ liderini öldürdü. Bu çarpıcı tezat, Suriye'nin geleceğinin karmaşıklığını ve bununla ilişkili bölgesel ve uluslararası çıkarların büyüklüğünü en iyi şekilde ortaya koyuyor. İsrail, Suriye ve Lübnan ile olan kuzey sınırlarını, entegre bir savunma mekanizması gerektiren tek bir sınır olarak gördüğünden, Lübnan içindeki tehditler Suriye'deki tehditlerle veya daha genel olarak İran'ın Ortadoğu genelinde istikrarı baltalamadaki rolüyle yakından bağlantılı.

8 Aralık'ta diktatör Esed rejiminin devrilmesi, Hizbullah ve Hamas'ın daha önce yaşadığı ağır kayıplar ve İsrail ile ABD'nin İran'ın nükleer silah ve balistik füze programlarına yönelik saldırıları, Sovyetler'in bir zamanlar bölgedeki “güç dengesi” olarak adlandırdığı şeyi kökten değiştiren gelişmelerdi. Gerçekten de, İsrail'e karşı “ateş kuşağı” stratejisinin yankı uyandıran başarısızlığının ardından İran ve müttefiklerinin kaderindeki dramatik tersine dönüş, Tahran'ın artık en büyük ve tek tehlike kaynağı olmaktan çıktığını gösteriyor.

Bugünkü sorunların kökeninde 1919 Versay Antlaşması ve Osmanlı İmparatorluğu'nu yeniden şekillendirmeyi amaçlayan sonraki düzenlemeler yatıyor. Osmanlı yönetim yapılarının ideal olmaktan uzak olduğu şüphesiz, ancak Fransa ve Birleşik Krallık (İngiltere), şu anda Türkiye olan bölgenin güneyindeki Arap topraklarını Milletler Cemiyeti bünyesinde manda devletlerine dönüştürerek kendi çıkarlarını etkili bir şekilde gözetmişlerdi. Bu bağlamda Fransa, manda devleti olan Suriye'yi bölmeye devam ederek Büyük Lübnan, Cebel el-Dürzi, Halep, Şam ve Alevi devletlerini kurmaya karar vermişti. Esed'in devrilmesinden sonra hiç kimse artık Suriye'nin Lübnan'ı ilhak etmesini beklemiyor. Ancak daha zor bir soru var; yeni Heyet Tahrir eş-Şam (HTŞ) hükümeti altında Aleviler, Dürziler ve çeşitli Hristiyan gruplar ile ilişkiler nasıl yönetilecek? Lübnan'da, İran'ın kolu olan Hizbullah'ın rolü, Tahran açısından belirsizliğini koruyor.

İran'ın rolü gerilerken ve Suriye'de artık ciddi bir öneme sahip değilken, Recep Tayyip Erdoğan liderliğindeki Türkiye, Arap Baharı'nın patlak vermesinden bu yana kendini güçlü bir şekilde dayattı ve bu da Esed rejimi için ciddi bir tehdit oluşturdu. Arap Baharı'nı takip eden Suriye iç savaşı boyunca Erdoğan, Şam'da bir Müslüman Kardeşler yönetimi kurmayı umarak bir dizi isyancı grubu destekledi. Tahran'dan herhangi bir talimat almayan, Ankara'nın kontrol edebileceği bir Suriyeli lider arayışındaydı.

El-Kaide'nin bir kolu olan ve eskiden Nusra Cephesi olarak bilinen HTŞ, Erdoğan için en iyi seçenek olmasa da, hiç yoktan iyidir diye düşündü. Bu nedenle, Ebu Muhammed el-Colani ile birlikte, 2024 sonlarında ortaya çıkan fırsatı değerlendirerek Esed rejimini hızla devirmeye karar verdiler. Daha önce Esed'i Arap Baharı'nda hep koruyan Rusya ve İran'ın, ilkinin Ukrayna'da, ikincisinin Ortadoğu'da olmak üzere kendi savaşlarıyla meşgul oldukları göz önüne alındığında, bunun için zamanlama uygundu. Dolayısıyla, HTŞ'nin Esed'i devirme çabaları Türkiye'nin desteği olmadan asla başarılı olamazdı. Ancak, Rus nüfuzunun azalması ve İran'ın Suriye'deki rolünün nihai olarak ortadan kalkmasının oynadığı olumlu role rağmen, HTŞ rejiminin beklenen rolü konusunda bir fikir birliği yok. Peki Erdoğan bahsi kazanacak mı? Yoksa rejim tamamen terörist kökenlerine geri mi dönecek? Açıkçası, bilmiyoruz. Ancak, daha önce terör örgütlerine katılmış yabancı savaşçıların şimdi yeni Suriye ordusuna katılması hiç de iç açıcı değil. Bu bağlamda kesin olan şu ki, hiç kimse Osmanlı İmparatorluğu'nun ikinci bir versiyonunu, hatta daha da kötüsü Suriye'nin “Akdeniz kıyısındaki Afganistan”a dönüşmesini istemiyor.

Erdoğan'ın PKK'nın feshedilmesine yönelik yürüttüğü süreç  olumlu görünse de, Türk seçmenler arasında giderek kendisini konsolide eden muhalefete karşı yerel desteği harekete geçirme ihtiyacından kaynaklanıyor olabilir. Kuzeydoğu Suriye'deki Kürtler, özellikle Mazlum Abdi liderliğindeki Suriye Demokratik Güçleri (SDG), HTŞ rejimiyle zorlu müzakerelere girdiler. Erdoğan'ın SDG'ye yönelik politikası ve Fırat Nehri'nin doğusundaki ABD birliklerinin varlığı, şüphesiz Türk ordusunun kuzeydoğu Suriye'ye nüfuz etmesini ve kontrolü ele geçirmesini engelledi.

Bu nedenle, İsrail'in Dürzi ve Hristiyan nüfusu korumak için müdahil olduğu Güney Suriye'deki çatışmaya coşkuyla odaklanmadan önce, Şam'daki HTŞ rejimi hakkında daha fazla bilgi edinmek gerekiyor. Daha önce bu sayfalarda, adını Ahmed eş-Şara olarak değiştiren kişinin ve liderliğini yaptığı HTŞ hükümetinin, Esed rejiminin yabancı rehineler ve kitle imha silahları programlarıyla ilgili dosyalarının tamamen açılması da dahil olmak üzere birçok testten geçmesi gerektiğini açıklamıştım. Dahası, Esed'in Hizbullah ile yaptığı tüm anlaşmaların ifşa edilmesi, şüphesiz zengin bir okuma materyali sunacaktır.

Ancak, doğal olarak bir yandan Esed'in kimyasal ve biyolojik silah üretme çabaları, diğer yandan kayıp Amerikan vatandaşları hakkında bilgilere ulaşma çabasında olan Beyaz Saray, ABD çıkarları pahasına Türkiye ve HTŞ’nin önceliklerini gerçekleştirmeye odaklanmış görünüyor. Örneğin, Büyükelçi Thomas Barrack, İsrail'i Şam'daki Suriye askeri komuta merkezlerine yaptığı saldırılar nedeniyle eleştirdi. Burada, Barrack'ın yorumlarının kişisel görüşlerini mi yansıttığı yoksa Washington'un izniyle mi yapıldığı sorusu ortaya çıkıyor; çünkü bir ABD müttefikini eleştirmek genellikle izin ve yetki gerektirir.

Buna ek olarak, Barrack, Şara'nın İsrail ile tam diplomatik ilişkiler kurmaktan kaçınmasından dolayı kamuoyu önünde özürler diliyor; oysa bir ABD büyükelçisinin başka bir ülkenin eylemlerini meşrulaştırma yetkisi yoktur. Dolayısıyla bu tavır, ABD Dışişleri Bakanlığı'nın aşina olduğu ve bazen alaycı bir şekilde “yerel ortama aşırı uyum” olarak adlandırılan kronik bir hastalık olan “ev sahibi ülkenin gündemine asimilasyon”un tam kalbinde yer almaktadır. Bu bağlamda, Büyükelçi Barrack'ın sergilediği semptomlar konusunda uyarılması gerekir. Zira kendisinin ve Beyaz Saray'ın bölgenin karmaşık yapısını anlamaları için hâlâ kat etmeleri gereken uzun bir yol var.