Anket: Amerikalıların İsrail'in Gazze'deki askeri operasyonuna desteği azaldı

İsrail'in Gazze'deki askeri operasyonuna destek, Amerikalı yetişkinler arasında önemli ölçüde azaldı (Reuters)
İsrail'in Gazze'deki askeri operasyonuna destek, Amerikalı yetişkinler arasında önemli ölçüde azaldı (Reuters)
TT

Anket: Amerikalıların İsrail'in Gazze'deki askeri operasyonuna desteği azaldı

İsrail'in Gazze'deki askeri operasyonuna destek, Amerikalı yetişkinler arasında önemli ölçüde azaldı (Reuters)
İsrail'in Gazze'deki askeri operasyonuna destek, Amerikalı yetişkinler arasında önemli ölçüde azaldı (Reuters)

İsrail'in Gazze'deki askeri operasyonuna destek, Amerikalı yetişkinler arasında önemli ölçüde azaldı. Gallup'un yaptığı yeni bir ankete göre operasyon, sadece yaklaşık üçte biri tarafından onaylandı. Bu, Hamas ile savaşın başlangıcında, Amerikalıların yaklaşık yarısının İsrail'in operasyonunu onaylamasına göre önemli bir düşüş.

Şarku’l Avsat’ın Associated Press ajansından (AP) aktardığına göre yeni anket, Amerikalı yetişkinlerin yaklaşık yarısının İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu'ya olumsuz bakış açısına sahip olduğunu ortaya koydu. Bu, Netanyahu'nun 1997 yılında Gallup anketlerine katılmasından beri aldığı en yüksek olumsuz değerlendirme.

Anket, 7-21 Temmuz tarihleri arasında, Gazze'deki kıtlık haberlerinin İsrail'in gıda yardımlarını kısıtlama kararının uluslararası eleştirilere yol açtığı, ancak Başkan Donald Trump'ın insani durumun kötüleşmesinden duyduğu endişeyi dile getirmeden önce gerçekleştirildi.

Bu sonuçlar, İsrail hükümetinin ABD içindeki desteğinin büyük ölçüde azaldığını teyit ediyor. Ancak herkesin görüşü değişmiyor, savaş siyasi olarak daha da kutuplaşıyor.

Artan kınama, demokratlar ve bağımsızlar tarafından yönlendiriliyor. Bu kesimler, 7 Ekim'de Hamas'ın ani saldırısından ve İsrail'in Gazze'deki kara harekatını genişletmesinden sonra, Kasım 2023'te olduğundan daha az İsrail'in eylemlerini onaylama eğiliminde.

Diğer yandan, Cumhuriyetçiler İsrail'in askeri operasyonlarını ve Netanyahu'yu büyük ölçüde desteklemeye devam ediyor.

Amerikalıların çoğu artık İsrail'in Gazze'ye yönelik askeri müdahalesini reddediyor. Yeni anket, yetişkinlerin yaklaşık 10'da 6'sının İsrail'in Gazze'ye yönelik askeri müdahalesini onaylamadığını ortaya koydu; bu oran Kasım 2023'te yüzde 45'ti.

Gallup anketlerinde savaşa verilen destek bir süredir azalıyor. Mart 2024'te, Amerikalı yetişkinlerin yaklaşık yarısı İsrail'in Gazze'deki askeri harekatını reddediyordu ve bu oran yıl içinde biraz azaldı.

Demokratların yalnızca yüzde 8'i ve bağımsızların dörtte biri İsrail'in askeri harekatını onaylıyor. Bu düşüşün bir kısmı yönetimdeki değişikliğe bağlanabilir.

Eski Başkan Joe Biden, İsrail-Filistin çatışmasına yaklaşımı konusunda Demokrat meslektaşlarından şiddetli muhalefetle karşılaşırken, Cumhuriyetçi Trump'ın yaklaşımından daha da hayal kırıklığına uğramış olabilirler.

Gençler ayrıca İsrail'in eylemlerini kınama eğiliminde. 35 yaşın altındaki yetişkinlerin yalnızca onda biri, İsrail'in Gazze'deki askeri tercihlerini onayladığını söylerken, 55 yaş ve üzeri yetişkinlerin yaklaşık yarısı bu kararı onaylıyor.

Gallup'un kıdemli editörü Megan Brennan, son rakamların devam eden partizan bölünmeyi yansıttığını söylüyor. Demokratların İsrail'in askeri harekatına yönelik hoşnutsuzluğu artarken, Cumhuriyetçiler harekatı desteklemeye devam ediyor.

Brennan şöyle diyor: “Geçen sonbahardan bu yana destek oranlarında bir düşüş gözlemliyoruz ve bu düşüşün asıl nedeni Demokratlar ve bağımsızlar. Cumhuriyetçiler ise şu anda bu tutumlarını sürdürecek görünüyor.”

Netanyahu'nun Amerikalı yetişkinler arasındaki popülaritesi tarihsel olarak düşük seviyede ve Netanyahu'nun görüşleri son birkaç yıldır daha da olumsuz hale geldi. Gazze'deki savaşın başlamasından bu yana yapılan anketlerde, Netanyahu'yu olumlu görenlerin sayısı olumsuz görenlerden daha az.

Netanyahu'nun son ABD ziyaretine denk gelen yeni ankette, Amerikalı yetişkinlerin yaklaşık yarısı (yüzde 52) Netanyahu'ya olumsuz bakıyor. Yalnızca yüzde 29'u onu olumlu görüyor ve yaklaşık 10 kişiden 2'si onu duymamış ya da hakkında bir görüşü yok.

gyuık
İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu (DPA)

Bu durum, Aralık 2023'ten bu yana, ABD'li yetişkinlerin %47'sinin Netanyahu'ya olumsuz bakış açısına sahip olduğu ve %33'ünün olumlu bakış açısına sahip olduğu zamana göre büyük olmasa da bir değişikliktir. Ancak bu, Nisan 2019'da ABD'li yetişkinlerin çoğunluğunun Netanyahu'ya olumlu bakış açısına sahip olduğu dönemin tersine bir durumdur.

Cumhuriyetçiler, Demokratlar ve bağımsızlardan çok daha olumlu bir görüşe sahip. Cumhuriyetçilerin yaklaşık üçte ikisi ona olumlu bakıyor ki bu, geçen yılla tutarlı. Demokratların yaklaşık 10'da 1'i ve bağımsızların 10'da 2'si de aynı görüşte.

Brennan, "Amerikalıların çoğunluğunun Netanyahu'ya olumsuz baktığını ilk kez görüyoruz," diyor. "Bu anketteki tüm sorular özünde bize aynı hikayeyi anlatıyor ve bu şu anda İsrail hükümeti için iyi bir hikaye değil."

Trump'ın İsrail'e yaklaşımı konusunda aynı baskıyla karşılaşması pek olası değil. AP-NORC tarafından temmuz ayında yapılan bir ankete göre ABD'li yetişkinlerin yarısından fazlası (%55), Trump'ın Ortadoğu'daki durumu ele alış biçimini onaylamıyor.

Ancak bu çatışma, Demokratların bu konuda bölünmesini izleyen Biden kadar Trump'ı etkilemedi. Bunun nedeni, Trump'ın tabanından bu konuda güçlü bir destek alması ve Cumhuriyetçilerin İsrail askeri harekatını onaylamaya devam etmesidir.

Her 10 Cumhuriyetçiden yaklaşık 8'i Trump'ın Ortadoğu'daki durumu ele alış biçimini onaylıyor. Buna karşılık, her 10 Demokrat'tan sadece 4'ü Biden'ın geçen yaz, başkanlık yarışından çekilmesinden kısa bir süre önce İsrail-Filistin çatışmasını ele alış biçimini onaylıyordu.

AP/NORC'un mart ayında yaptığı bir ankete göre Cumhuriyetçiler, Demokratlar ve bağımsızlara kıyasla İsraillilere daha fazla sempati duyduklarını söyleme eğilimindeydi.



Suriye ve Lübnan'ı neler bekliyor?

 Bolton: Esed'in devrilmesinden sonra artık hiç kimse Suriye'nin Lübnan'ı ilhak etmesini beklemiyor, ancak Suriye'deki azınlıklarla ilişkilerin nasıl yönetileceği sorusu hâlâ cevapsız (The Independent Arabia)
Bolton: Esed'in devrilmesinden sonra artık hiç kimse Suriye'nin Lübnan'ı ilhak etmesini beklemiyor, ancak Suriye'deki azınlıklarla ilişkilerin nasıl yönetileceği sorusu hâlâ cevapsız (The Independent Arabia)
TT

Suriye ve Lübnan'ı neler bekliyor?

 Bolton: Esed'in devrilmesinden sonra artık hiç kimse Suriye'nin Lübnan'ı ilhak etmesini beklemiyor, ancak Suriye'deki azınlıklarla ilişkilerin nasıl yönetileceği sorusu hâlâ cevapsız (The Independent Arabia)
Bolton: Esed'in devrilmesinden sonra artık hiç kimse Suriye'nin Lübnan'ı ilhak etmesini beklemiyor, ancak Suriye'deki azınlıklarla ilişkilerin nasıl yönetileceği sorusu hâlâ cevapsız (The Independent Arabia)

John Bolton

Geçtiğimiz Perşembe günü, ABD'nin Türkiye Büyükelçisi, Suriye'de devam eden çatışmayla ilgili olarak “gerilimi yatıştırma ve diyalog başlatma” çabalarından bahsetti. Ancak Cuma günü, ABD özel kuvvetleri Suriye'nin derinliklerinde, Halep yakınlarında saldırılar düzenleyerek üst düzey bir DEAŞ liderini öldürdü. Bu çarpıcı tezat, Suriye'nin geleceğinin karmaşıklığını ve bununla ilişkili bölgesel ve uluslararası çıkarların büyüklüğünü en iyi şekilde ortaya koyuyor. İsrail, Suriye ve Lübnan ile olan kuzey sınırlarını, entegre bir savunma mekanizması gerektiren tek bir sınır olarak gördüğünden, Lübnan içindeki tehditler Suriye'deki tehditlerle veya daha genel olarak İran'ın Ortadoğu genelinde istikrarı baltalamadaki rolüyle yakından bağlantılı.

8 Aralık'ta diktatör Esed rejiminin devrilmesi, Hizbullah ve Hamas'ın daha önce yaşadığı ağır kayıplar ve İsrail ile ABD'nin İran'ın nükleer silah ve balistik füze programlarına yönelik saldırıları, Sovyetler'in bir zamanlar bölgedeki “güç dengesi” olarak adlandırdığı şeyi kökten değiştiren gelişmelerdi. Gerçekten de, İsrail'e karşı “ateş kuşağı” stratejisinin yankı uyandıran başarısızlığının ardından İran ve müttefiklerinin kaderindeki dramatik tersine dönüş, Tahran'ın artık en büyük ve tek tehlike kaynağı olmaktan çıktığını gösteriyor.

Bugünkü sorunların kökeninde 1919 Versay Antlaşması ve Osmanlı İmparatorluğu'nu yeniden şekillendirmeyi amaçlayan sonraki düzenlemeler yatıyor. Osmanlı yönetim yapılarının ideal olmaktan uzak olduğu şüphesiz, ancak Fransa ve Birleşik Krallık (İngiltere), şu anda Türkiye olan bölgenin güneyindeki Arap topraklarını Milletler Cemiyeti bünyesinde manda devletlerine dönüştürerek kendi çıkarlarını etkili bir şekilde gözetmişlerdi. Bu bağlamda Fransa, manda devleti olan Suriye'yi bölmeye devam ederek Büyük Lübnan, Cebel el-Dürzi, Halep, Şam ve Alevi devletlerini kurmaya karar vermişti. Esed'in devrilmesinden sonra hiç kimse artık Suriye'nin Lübnan'ı ilhak etmesini beklemiyor. Ancak daha zor bir soru var; yeni Heyet Tahrir eş-Şam (HTŞ) hükümeti altında Aleviler, Dürziler ve çeşitli Hristiyan gruplar ile ilişkiler nasıl yönetilecek? Lübnan'da, İran'ın kolu olan Hizbullah'ın rolü, Tahran açısından belirsizliğini koruyor.

İran'ın rolü gerilerken ve Suriye'de artık ciddi bir öneme sahip değilken, Recep Tayyip Erdoğan liderliğindeki Türkiye, Arap Baharı'nın patlak vermesinden bu yana kendini güçlü bir şekilde dayattı ve bu da Esed rejimi için ciddi bir tehdit oluşturdu. Arap Baharı'nı takip eden Suriye iç savaşı boyunca Erdoğan, Şam'da bir Müslüman Kardeşler yönetimi kurmayı umarak bir dizi isyancı grubu destekledi. Tahran'dan herhangi bir talimat almayan, Ankara'nın kontrol edebileceği bir Suriyeli lider arayışındaydı.

El-Kaide'nin bir kolu olan ve eskiden Nusra Cephesi olarak bilinen HTŞ, Erdoğan için en iyi seçenek olmasa da, hiç yoktan iyidir diye düşündü. Bu nedenle, Ebu Muhammed el-Colani ile birlikte, 2024 sonlarında ortaya çıkan fırsatı değerlendirerek Esed rejimini hızla devirmeye karar verdiler. Daha önce Esed'i Arap Baharı'nda hep koruyan Rusya ve İran'ın, ilkinin Ukrayna'da, ikincisinin Ortadoğu'da olmak üzere kendi savaşlarıyla meşgul oldukları göz önüne alındığında, bunun için zamanlama uygundu. Dolayısıyla, HTŞ'nin Esed'i devirme çabaları Türkiye'nin desteği olmadan asla başarılı olamazdı. Ancak, Rus nüfuzunun azalması ve İran'ın Suriye'deki rolünün nihai olarak ortadan kalkmasının oynadığı olumlu role rağmen, HTŞ rejiminin beklenen rolü konusunda bir fikir birliği yok. Peki Erdoğan bahsi kazanacak mı? Yoksa rejim tamamen terörist kökenlerine geri mi dönecek? Açıkçası, bilmiyoruz. Ancak, daha önce terör örgütlerine katılmış yabancı savaşçıların şimdi yeni Suriye ordusuna katılması hiç de iç açıcı değil. Bu bağlamda kesin olan şu ki, hiç kimse Osmanlı İmparatorluğu'nun ikinci bir versiyonunu, hatta daha da kötüsü Suriye'nin “Akdeniz kıyısındaki Afganistan”a dönüşmesini istemiyor.

Erdoğan'ın PKK'nın feshedilmesine yönelik yürüttüğü süreç  olumlu görünse de, Türk seçmenler arasında giderek kendisini konsolide eden muhalefete karşı yerel desteği harekete geçirme ihtiyacından kaynaklanıyor olabilir. Kuzeydoğu Suriye'deki Kürtler, özellikle Mazlum Abdi liderliğindeki Suriye Demokratik Güçleri (SDG), HTŞ rejimiyle zorlu müzakerelere girdiler. Erdoğan'ın SDG'ye yönelik politikası ve Fırat Nehri'nin doğusundaki ABD birliklerinin varlığı, şüphesiz Türk ordusunun kuzeydoğu Suriye'ye nüfuz etmesini ve kontrolü ele geçirmesini engelledi.

Bu nedenle, İsrail'in Dürzi ve Hristiyan nüfusu korumak için müdahil olduğu Güney Suriye'deki çatışmaya coşkuyla odaklanmadan önce, Şam'daki HTŞ rejimi hakkında daha fazla bilgi edinmek gerekiyor. Daha önce bu sayfalarda, adını Ahmed eş-Şara olarak değiştiren kişinin ve liderliğini yaptığı HTŞ hükümetinin, Esed rejiminin yabancı rehineler ve kitle imha silahları programlarıyla ilgili dosyalarının tamamen açılması da dahil olmak üzere birçok testten geçmesi gerektiğini açıklamıştım. Dahası, Esed'in Hizbullah ile yaptığı tüm anlaşmaların ifşa edilmesi, şüphesiz zengin bir okuma materyali sunacaktır.

Ancak, doğal olarak bir yandan Esed'in kimyasal ve biyolojik silah üretme çabaları, diğer yandan kayıp Amerikan vatandaşları hakkında bilgilere ulaşma çabasında olan Beyaz Saray, ABD çıkarları pahasına Türkiye ve HTŞ’nin önceliklerini gerçekleştirmeye odaklanmış görünüyor. Örneğin, Büyükelçi Thomas Barrack, İsrail'i Şam'daki Suriye askeri komuta merkezlerine yaptığı saldırılar nedeniyle eleştirdi. Burada, Barrack'ın yorumlarının kişisel görüşlerini mi yansıttığı yoksa Washington'un izniyle mi yapıldığı sorusu ortaya çıkıyor; çünkü bir ABD müttefikini eleştirmek genellikle izin ve yetki gerektirir.

Buna ek olarak, Barrack, Şara'nın İsrail ile tam diplomatik ilişkiler kurmaktan kaçınmasından dolayı kamuoyu önünde özürler diliyor; oysa bir ABD büyükelçisinin başka bir ülkenin eylemlerini meşrulaştırma yetkisi yoktur. Dolayısıyla bu tavır, ABD Dışişleri Bakanlığı'nın aşina olduğu ve bazen alaycı bir şekilde “yerel ortama aşırı uyum” olarak adlandırılan kronik bir hastalık olan “ev sahibi ülkenin gündemine asimilasyon”un tam kalbinde yer almaktadır. Bu bağlamda, Büyükelçi Barrack'ın sergilediği semptomlar konusunda uyarılması gerekir. Zira kendisinin ve Beyaz Saray'ın bölgenin karmaşık yapısını anlamaları için hâlâ kat etmeleri gereken uzun bir yol var.