Haşdi Şabi Güçleri: Irak'ın kaderi

Fotoğraf: AFP
Fotoğraf: AFP
TT

Haşdi Şabi Güçleri: Irak'ın kaderi

Fotoğraf: AFP
Fotoğraf: AFP

Rüstem Mahmud

Irak'ın, “Haşdi Şabi Güçleri Yasası”nın Temsilciler Meclisi’nden geçirilmesi önerisi nedeniyle, hamisi ve içinde nüfuz sahibi taraf olan ABD ile siyasi, ekonomik ve hatta güvenlik/askeri açıdan karşı karşıya gelme olasılığına rağmen, bu örgütü destekleyen siyasi, kültürel ve sosyal elitler, söz konusu silahlı örgütün yasallaştırılması ısrarları için hiçbir mantıklı gerekçe sunmuyorlar. Irak’ın güvenliğini, yapısını, geleceğini ve ana sivil bileşenleri arasındaki ilişki düzenini etkileyebilecek gelecekteki boyutlarını ve etkilerini bile tartışmıyorlar.

Haşdi Şabi Güçleri, ülkedeki en yüksek otorite olan başbakana bağlı ve ona tabi görünse de gerçekte bağımsız silahlı örgütlerdir. Belirli bir ideolojik yapı ve örgütsel mekanizmalar etrafında örgütlenmişlerdir. Irak devletinin siyasi ve askeri doktrinine ya da ülkedeki her güvenlik veya askeri kurumun uyması gereken yasal, örgütsel ve davranışsal şartlara bağlı değillerdir. Özellikle “meşru şiddet kurumları” için geçerli olan denetleme, eleştiri, yargılama ve hatta cezalandırma mekanizmalarına tabi değillerdir. Bu kurumlar ister toplum ister devlete bağlı denetim kurumları olsun, kamuoyuna açık, şeffaf kurumlar oldukları için denetleme ve hesap sormaya açıktırlar. Ancak Haşdi Şabi güçleri böyle değildir.

Gerekçe gösterilememesi, Irak'taki yaşam koşullarının bu örgütlerin varlığı için elverişsiz olmasından kaynaklanıyor ki bu koşullar, bu elitlerin dayanabileceği bir temel de sunmamaktadır. Irak herhangi bir dış tehdit ile karşı karşıya değildir, topraklarının hiçbir bölümünü yabancı bir ülke işgal etmemektedir ve hatta şiddetli iç çatışmalar yaşamamaktadır. Dahası, hükümeti ve iktidar yapıları demokratik olarak seçilmiştir. 2005 yılındaki halk oylamasıyla onaylanan anayasası, ülkeyi sivil ve demokratik bir devlet olarak tanımlamaktadır ve tüm askeri ve güvenlik kurumlarının sivil otoriteye tabi olduğunu açıkça belirtmektedir. Ulusal çerçevede paralel silahlı örgütler kurmayı mümkün kılan örtük motivasyonlar bile (örneğin, bir mezhep veya azınlık olan yerel grubun sahip olduğu iktidarı kaybetme korkusu) Irak örneğinde mevcut değildir. Ulusal ve mezhepsel çoğunluk, demokratik mekanizmalara göre yönetmektedir.

Bu askeri oluşumun kimliğini kanıtlayan ve her biri, korunması ve meclis tarafından yasallaştırılması için “zorunlu gerekçeler” olarak sunulan bir dizi gerekçeyle çelişen ve onaylamayan çok sayıda Irak gerçeği bulunmaktadır. Bu gerçekler arasında şunlar sayılabilir; Haşdi Şabi’nin ülkenin ve konuşlandığı bölgelerin -özellikle de Sünni bölgelerin- kamu hayatı üzerindeki ekonomik, güvenlik ve hatta sosyal kontrolü, askeri gücü sayesinde hassas konularda dizginleri elinde tutması, 2019'daki “Ekim Devrimi” sırasında olduğu gibi sivil nitelikteki herhangi bir halk ayaklanmasını bastırma gücüne, Kasım 2022'de eski başbakan Mustafa el-Kazimi'nin başına geldiği gibi, iktidar piramidinin tepesindeki ve kendisinin “başkomutanı” olması gereken kişileri tehdit etme, suikast girişiminde bulunma gücüne, Ağustos 2022'de mecliste en büyük bloğa sahip olmasına rağmen, Sadr hareketine karşı yaptığı gibi, ülkenin siyasi yöneticisini şiddet ile belirleme gücüne sahip olması, Kürdistan Bölgesi'ne yönelik sürekli bombalama ve tehditlerle ulusal bağları yerle bir etmesi.

Bunun sayısız küresel örneği mevcuttur ve bunların her birinde, bu tür milis gruplar, uzun süreli iç savaşların öncüsü ve kurucu mekanizması olmuş, yuvalandıkları devletlerin birliğinin dağılmasına sebep olmuşlardır. Bu sonuç, milislerin yıllar ve on yıllar boyunca sahada kurdukları yapının kaçınılmaz bir yansımasıdır.

Sadece son yarım yüzyılda, Suriye, Afganistan, Filipinler, Kolombiya, Nikaragua, Sudan, Libya, Lübnan, Sırbistan ve Endonezya gibi ülkeler buna örnek teşkil etmiştir. Bu savaşlar, silahlı örgütler devlet kurumlarının himayesinden ve yasalarından ne kadar çok yararlanıyorsa, o kadar hızlı patlak vermiş ve şiddetli olmuştur; özellikle de bu örgütlerin varlığının açık bir siyasi veya güvenlik amacının olmadığı ve yine özellikle bir tür rant ekonomisine dayanan ülkelerde. Tüm bu koşullar, Irak modelinde azami ölçüde mevcuttur.

Küresel deneyimler, silahlı örgütlerin başındakilerin “sonsuz hırslarına” bir örnek teşkil etmiştir

Bu küresel modellerin tümü, farklı tarihsel gelişimlerine rağmen, meşruiyetlerinin “güvenlik sağlamaya” dayandığını iddia etmişlerdir. İçinden çıktıkları yerel toplulukların bir kısmının onayını ve kabulünü kazanmayı başarmışlardır. Ancak zamanla, bu hedefin zorunlu olarak düzenli/meşru güvenlik ve koruma kurumlarını -ordu ve güvenlik güçlerini- zayıflatma çabaları gerektirdiğini kanıtlamışlardır. Nedeni de bu örgütlerin, bahsi geçen güçleri, uzak gelecekte de olsa, sahada kendisini tehdit eden rakip olarak görmeleridir. Bu nedenle ulusal askeri ve güvenlik kurumlarını ya etkili bir şekilde dağıtmışlar ya da kaçınılmaz olarak onlarla silahlı çatışmalara girmişlerdir. Her iki durumda da vatandaşları kendilerine vaat ettikleri güvenlikten geri dönülmez bir şekilde mahrum bırakmışlardır. Fiili olarak da ülkenin birliğini korumakla görevli kurumları etkili bir şekilde ortadan kaldırmışlardır.

Bu küresel deneyimler, silahlı örgütlerin başındakilerin “sonsuz hırslarına” da bir örnek teşkil etmiştir. Örgütlerin hepsi, aşırı ideoloji ve öz savunma sistemiyle yüklü askeri birimler olarak kurulmuş ve zamanla, özellikle ekonomik ve politik alanlarda toplumsal kontrol ağlarına dönüşmüştür. Daha sonra, kendileriyle toplum ve hatta en yakın destekçileri arasında bile büyük farklılıklar üzerine kurulu, bir tür kapalı siyasi güvenlik feodalizmi olan hegemonik bir genel sınıf oluşturmaya çalışmışlardır. Şarku’l Avsat’ın al Majalla’dan aktardığına göre bu durum, zamanla toplumsal tabanlarında bir tür kayırmacı bağımlılık yaratmıştır. Örgüte katılımları ve şiddete başvurma istekleri karşılığında tabanlarına para, bir tür geçim kaynağı ve koruma teklif etmişlerdir. Bunu yapmalarının nedeni, zamanla kaçınılmaz iç dönüşümlere maruz kalmaları ve giderek daha fazla kendi konumlarını ve liderlerinin çıkarlarını her şeyin üstünde tutmaya eğilimli hale gelmeleridir. Bu ise zorunlu olarak istikrarlı mali kaynaklar, katılmaya hazır yoksul kitleler ve kamusal alanın sürekli kontrolünü gerektirmektedir.

Son ve tüm bu küresel deneyimlerle tutarlı olarak, bu örgütler söylemlerini ve meşruiyetlerini, içinden çıktıkları sivil toplumu etkileyebilecek “varoluşsal bir tehlike” tehdidine tepki mantığına dayandırmışlardır. Askeri eylem yoluyla sürdürülebilir güvenliği sağlamaya çalıştıklarını savunan bir söylem ortaya koymuşlardır. Ancak pratikte, askeri yapılarını devletin güvenli çerçevesinin dışında kurduklarında, diğer sivil toplum gruplarını da bu yapılara muadil yapılar kurmaya zorlamışlardır. Böylece, sıklıkla açık iç savaşlara ve ülkelerin bölünmelerine yol açan sıfır toplamlı bir denklemin kapısını ardına kadar açmışlardır.

*Bu analiz Şarku’l Avsat tarafından Londra merkezli al Majalla dergisinden çevrilmiştir.



İsrail’in arkeoloji propagandası: Filistin tarihi siliniyor

Netanyahu, Rubio ve Huckabee, Ağlama Duvarı Tüneli'ni de ziyaret etmişti (Reuters)
Netanyahu, Rubio ve Huckabee, Ağlama Duvarı Tüneli'ni de ziyaret etmişti (Reuters)
TT

İsrail’in arkeoloji propagandası: Filistin tarihi siliniyor

Netanyahu, Rubio ve Huckabee, Ağlama Duvarı Tüneli'ni de ziyaret etmişti (Reuters)
Netanyahu, Rubio ve Huckabee, Ağlama Duvarı Tüneli'ni de ziyaret etmişti (Reuters)

İsrail, ABD'nin desteğini kazanmak için arkeolojik kalıntıları propaganda amacıyla kullanıyor.

Guardian'ın analizinde, Binyamin Netanyahu yönetimi ve ABD'deki destekçilerinin, bölgedeki çok katmanlı tarihi silerek yeniden inşa etmeye çalıştığı yazılıyor.

ABD Dışişleri Bakanı Marco Rubio geçen hafta Kudüs'ü ziyaret ettiğinde, İsrail yönetiminin hazırladığı program özellikle arkeolojik çalışmalara odaklandı.

Ziyaretin ilk gününde Netanyahu, Rubio'yu Ağlama Duvarı yakınlarındaki kazı alanlarına götürdü. İkinci günse İsrail başbakanı, ABD'li bakana işgal altındaki Filistin topraklarının altından geçen, "Hac Yolu" diye adlandırılan Roma döneminden kalma cadde boyunca kazılmış bir tünelin açışını yaptırdı. Sözkonusu bölge, İsrailli yerleşimci örgüt Elad tarafından kurulan "Davud Şehri" adlı arkeoloji alanının parçası.

Radikal sağcı örgüt, bu yolun İsa'nın yaşadığı dönemde Yahudilerin mabede çıktığı güzergah olduğunu savunuyor. Öte yandan Birleşmiş Milletler (BM), Elad'ın arkeoloji projesini Filistinlileri mülksüzleştirmeye yönelik bir girişim diye nitelemiş ve yasadışı ilan etmişti.

Bağımsız arkeologların kurduğu İsrail merkezli sivil toplum kuruluşu Emek Şaveh'ten Alon Arad, "Hac Yolu" tünelinin açılışının halihazırda ABD Başkanı Donald Trump'ın ilk döneminde yapıldığını hatırlatıyor. Bu törende dönemin İsrail Büyükelçisi Dvid Friedman, duvarı balyozla kırarak açılış yapmıştı.

Netanyahu, Rubio'nun ziyaretinde yaptığı açıklamada Kudüs'ü "ebedi ve bölünmez başkentimiz" diye nitelemişti. Ancak aynı gün İsrail ordusuna ait savaş uçakları, Gazze'deki en önemli arkeolojik eserlerin saklandığı depoyu vurarak neredeyse 30 yıllık çalışmayı yok etmişti.

Emek Şaveh, İsrail ordusunun saldırısını kınayan bir açıklama yayımlamıştı:

Savaşın başından bu yana İsrail, koruma altındaki yüzlerce kültürel miras alanına ve esere zarar verdi, bunların bir kısmını da yok etti. Bu depoda Gazze Şeridi'nde yaklaşık 30 yıllık arkeolojik çalışmalardan elde edilen onbinlerce eser bulunuyordu. Bazıları kurtarıldı ancak çoğu hasar gördü.

Analize göre Netanyahu yönetimi, Kudüs merkezli bir ortak Yahudi-Hristiyan mirası anlatısı kurarak, Cumhuriyetçi Parti'nin evanjelist tabanıyla İsrail arasındaki bağı pekiştirmeyi amaçlıyor.

Ziyarette Rubio ve Netanyahu'ya eşlik eden isimlerden biri de evanjelist bir papaz olan ABD'nin İsrail Büyükelçisi Mike Huckabee'di. Huckabee, 2008'de yaptığı açıklamada "Gerçekte Filistinli diye bir şey yoktur" sözleriyle büyük tepki çekmişti.

Arkeolog Alon Arad, radikal sağcı yerleşimcilerin "Davud Şehri" projesinin "arkeoloji veya kültürel mirasla alakası olmadığını" söylüyor. Arad, Netanyahu yönetiminin tutumunu eleştirerek, "Hac Yolu'nun açılışı, bölgenin mirasını tamamen Yahudileştirme girişimidir" diyor.

Independent Türkçe, Guardian, New York Times


Trump, Ukrayna savaşında arabuluculuktan çekilecek mi?

Zelenski, Trump'la ilişkisinin "artık daha iyi olduğunu" söylemişti (Reuters)
Zelenski, Trump'la ilişkisinin "artık daha iyi olduğunu" söylemişti (Reuters)
TT

Trump, Ukrayna savaşında arabuluculuktan çekilecek mi?

Zelenski, Trump'la ilişkisinin "artık daha iyi olduğunu" söylemişti (Reuters)
Zelenski, Trump'la ilişkisinin "artık daha iyi olduğunu" söylemişti (Reuters)

ABD Başkanı Donald Trump, Rusya-Ukrayna savaşının çözümünü Avrupa'ya devredebilir.

Trump, uzun süredir Rusya'yla müzakerelerde Ukrayna'nın toprak tavizleri vermesi gerektiğini savunuyordu. Ancak Fransa Cumhurbaşkanı Macron'la Birleşmiş Milletler Genel Kurulu'nda (BMGK) yaptığı ikili görüşmede, Ukrayna'nın savaşta kaybettiği toprakları geri almasını istediğini belirtmesi gündem olmuştu.

Rusya'nın aradan geçen 4 yıla yakın sürede halen savaşı kazanamadığını ve "aslında göründüğü kadar güçlü olmadığını" savunan ABD Başkanı, "Bırakın Ukrayna topraklarını geri alsın" ifadelerini kullanmıştı.

Ukrayna Devlet Başkanı Volodimir Zelenski de Cumhuriyetçi liderin savaşla ilgili tutumunu değiştirmesine şaşırdığını söylemişti.

New York Times'ın analizinde, Trump'ın Rusya lideri Vladimir Putin'le istediği ilerlemeyi kaydedemediğine ve arabulucu rolünü üstlenme ihtimalinin azaldığına dikkat çekiliyor. ABD Başkanı'nın "Ukrayna çatışmasından elini çekmek istediği" savunuluyor.

Trump'ın açıklamasının ardından ABD Dışişleri Bakanı Marco Rubio da Ukrayna'daki savaşın "askeri yolla sona eremeyeceğini" belirtmiş, müzakere çağrısı yapmıştı.

ABD merkezli düşünce kuruluşu Yeni Amerikan Güvenliği Merkezi'nden Richard Fontaine, Trump'ın selefi Joe Biden'ın izinden gitmeye başladığına işaret ediyor:

Trump, ABD politikasında herhangi bir değişiklik önermiyor. Ateşkes veya barış anlaşması için yeni bir çağrı, yeni yaptırımlar, yeni son tarihler açıklamıyor.

Seçim kampanyasında çatışmaları 24 saatte bitirme vaadiyle gündem olan ABD Başkanı, savaştan Kiev yönetimini sorumlu tutmasıyla Avrupalı liderlerden eleştiri almıştı.

Öte yandan analizde, Biden dönemine kıyasla Beyaz Saray'ın Kiev'e desteği azalttığı da belirtiliyor.

Biden yönetiminde Pentagon'da görev yapan üst düzey yetkili Laura Cooper, Trump öncesi dönemde Ukrayna'ya yardımın ABD ve Avrupa arasında "yarı yarıya" paylaşıldığını söylüyor. Cooper, son dönemde ABD'nin yardımları iyice azalttığını ve bu yükü Avrupalılara devrettiğini savunuyor. Yetkili, Rusya'yı caydırabilecek tek gücün ABD olduğunu ifade ediyor.

Ancak Trump, ağustostaki Alaska zirvesi de dahil Putin'i barış anlaşmasına yönlendirecek herhangi bir somut kazanım sağlayamadı.

ABD Başkanı'nın toprak tavizine yer verilmeyeceği açıklamasına Moskova'dan tepki gelmişti. Kremlin Sözcüsü Dmitri Peskov, "Ukrayna'nın savaşarak bir şeyleri geri kazanabileceği iddiası yanlıştır" demişti.

Independent Türkçe, New York Times, Fox News


İsrail harekatı sürerken, Hamas “nihai savaşa” hazırlanıyor

Gazze Şeridi'nin kuzeyindeki Beyt Lahiya'da yemek dağıtımı için bekleyen Filistinliler, 29 Nisan 2025. (AP)
Gazze Şeridi'nin kuzeyindeki Beyt Lahiya'da yemek dağıtımı için bekleyen Filistinliler, 29 Nisan 2025. (AP)
TT

İsrail harekatı sürerken, Hamas “nihai savaşa” hazırlanıyor

Gazze Şeridi'nin kuzeyindeki Beyt Lahiya'da yemek dağıtımı için bekleyen Filistinliler, 29 Nisan 2025. (AP)
Gazze Şeridi'nin kuzeyindeki Beyt Lahiya'da yemek dağıtımı için bekleyen Filistinliler, 29 Nisan 2025. (AP)

İsrail tankları Gazze şehrinin merkezine doğru ilerlerken, Hamas savaşçıları da kentte yeniden örgütleniyor.

BBC'nin aktardığına göre İsrail tankları, Gazze şehrinin merkezine yaklaşık 1 kilometre mesafede.

Birleşik Krallık'ın kamu kuruluşunun görüştüğü bir Hamas yetkilisi, binlerce savaşçıyı şehre transfer etmeye hazırlandıklarını söylüyor.

Hamas'ın silahlı kanadı İzzeddin Kassam Tugayları'nın lideri İzzeddin el-Haddad'ın Gazze Şeridi'ndeki tüm savaşçıları şehre çağırdığı aktarılıyor. Militanlara "nihai bir savaş" için hazırlık yapmalarının söylendiği belirtiliyor.

İsrail Savunma Kuvvetleri'nin (IDF) geçen hafta paylaştığı rakamlara göre şehirde 3 bine yakın Hamas militanı var. Filistinli örgütse kentteki savaşçı sayısının 5 bini bulduğunu söylüyor. BBC rakamların bağımsız olarak doğrulanamadığını aktarıyor.

IDF'nin, Hamas mevzilerine saldırmak için patlayıcılarla dolu ve uzaktan kullanılabilen zırhlı araçları sahaya gönderdiği belirtiliyor. İsrail ordusu, ağustosun ortasından bu yana şehirden 640 bin Filistinli sivilin çıkarıldığını öne sürüyor. Birleşmiş Milletler'e (BM) göreyse bu rakam 321 bin civarında.

Şehirde hâlâ yüzbinlerce kişinin olduğu, yiyecek ve su kaynaklarının da yakında tükeneceği belirtiliyor. BM, bölgede kıtlık yaşandığını ağustos sonunda duyurmuştu.

Trump'ın Gazze planı

ABD Başkanı Donald Trump'ın Özel Temsilcisi Steve Witkoff, dünkü açıklamasında Gazze savaşının sonlanması için 21 maddelik bir plan hazırlandığını belirtti.

Temsilci, Trump'ın planı salı gecesi düzenlenen BMGK toplantısında sunduğunu söyledi. Görüşmede Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın yanı sıra Endonezya, Katar, Suudi Arabistan, Birleşik Arap Emirlikleri, Ürdün, Pakistan ve Mısır'ı temsilen devlet veya hükümet başkanlarının yer aldığı aktarılıyor.

Witkoff, "Umutluyuz ve hatta önümüzdeki günlerde bir ilerleme kaydedildiğini duyurabileceğimizden eminim diyebilirim” ifadelerini kullandı. Temsilci, planın detaylarına dair bilgi paylaşmadı.

Diğer yandan Batılı ülkelerin Filistin'i tanımasının yankıları sürüyor. İsrail Ordu Radyosu'nun haberine göre ülkedeki güvenlik yetkilileri, buna misilleme olarak Filistin Devlet Başkanı Mahmud Abbas'a yaptırım uygulanmasını istiyor. Abbas'ın yanı sıra Filistin Ulusal Yönetimi'ndeki üst düzey yetkililerin de yaptırım listesine alınması talep ediliyor.

Filistinli yetkililerin Batı Şeria'daki hareketlerinin kısıtlanması ve ekonomik yaptırım uygulanması gibi seçeneklerin masaya getirildiği aktarılıyor.

Birleşik Krallık, Avustralya, Kanada ve Portekiz pazar günü; Fransa, Belçika, Lüksemburg, Malta, Monako ve Andorra ise pazartesi günü Filistin Devleti'ni resmen tanımıştı.

Independent Türkçe, BBC, Times of Israel, Reuters