Afrika’da gölge ekonomi: Hayatta kalma mücadelesinden kesintisiz şiddetin itici gücüne

M23 hareketinden bir asker, Ruanda'nın Kurtuluşu için Demokratik Güçler (FDLR) üyesi yaklaşık 100 kişinin başında nöbet tutarken (AFP)
M23 hareketinden bir asker, Ruanda'nın Kurtuluşu için Demokratik Güçler (FDLR) üyesi yaklaşık 100 kişinin başında nöbet tutarken (AFP)
TT

Afrika’da gölge ekonomi: Hayatta kalma mücadelesinden kesintisiz şiddetin itici gücüne

M23 hareketinden bir asker, Ruanda'nın Kurtuluşu için Demokratik Güçler (FDLR) üyesi yaklaşık 100 kişinin başında nöbet tutarken (AFP)
M23 hareketinden bir asker, Ruanda'nın Kurtuluşu için Demokratik Güçler (FDLR) üyesi yaklaşık 100 kişinin başında nöbet tutarken (AFP)

Sergey Eldinov

Afrika kıtası, onlarca yıl boyunca dünyanın bilinç altında iç savaşlarla özdeşleştirildi. Bugün kıtanın büyük bir bölümüne yayılmış halde olan bu savaşlar, Sahel'deki bölgesel çatışmalardan Sudan'daki açık iç savaşa, Kamerun'daki yerel ayrılıkçılıktan Mozambik'teki cihatçı faaliyetlere kadar kapsam ve şiddet açısından çeşitlilik gösteriyor. Her bir vakanın kendine özgü özellikleri olmasına rağmen, hepsinin bazı ortak özellikleri bulunuyor.

Hükümet karşıtı silahlı grupların faaliyetleri, güvenlik güçlerinin sayısının artmasıyla orantılı olarak artıyor. Aynı şekilde hükümet yanlısı milis grupların oluşması, daha fazla sivil silahlı grubun kurulmasını teşvik ederken bu grupları daha koordineli bir şekilde çalışmaya itiyor.

Üsleri ve kampları ortadan kaldırmayı, ikmal kanallarını kesmeyi ve lojistik ağları bozmayı amaçlayan hükümet politikaları, muhalif güçleri karşı önlemler almaya sevk ediyor. Sonuç olarak, askeri garnizonlara yönelik saldırılar artıyor, toprak ve ulaşım yolları üzerindeki kontrol genişliyor, lojistik ağlar güçleniyor ve yasadışı tedarik yöntemleri ve kanalları çoğalıyor.

Çatışma bölgelerindeki sivillerin durumu hızla kötüleşiyor. Siviller sadece savaş operasyonlarının değil, aynı zamanda derin ekonomik çöküşün de kurbanları oluyor. Üretim düşüyor ve ticaret azalıyor. Toprağa, otlaklara ve suya erişim kısmen kısıtlanıyor, gelir kaynakları ortadan kalkıyor ve emtia fiyatları yükseliyor. Toplum, karşı karşıya olduğu zorluklar yüzünden hayatta kalma mücadelesi veriyor.

Tüm bunların sonucunda, sosyal hareketlilik azalıyor, bireyler arasındaki bağlar kopuyor, geleneksel kurumlar zayıflıyor ve devlete olan güven azalıyor. Devlet ve geleneksel düzenleme mekanizmaları zayıfladıkça, silahlı grupların ve gayri resmi liderlerin nüfuzu artıyor.

Yukarıdakilerle yakından bağlantılı ve akademik ve siyasi söylemlerde sıklıkla göz ardı edilen bir diğer önemli faktörse, silahlı çatışmaların etkilenen bölgelerin kaynaklarını tüketmesine rağmen ekonomik faaliyeti tamamen yok etmemesi. Ekonomik yaşam devam eder, ancak yeni gerçekliğe uyum sağlamak için köklü dönüşümler geçirir. Çatışmalardan etkilenen bölgelerdeki ekonomik manzara yeniden şekillenir, faaliyet merkezleri ve eski merkezler değişir, devlet ve bir dereceye kadar geleneksel kurumlar statülerini kaybeder. Bu değişen bağlamda, yeni bir sosyo-ekonomik fenomen olarak savaş ekonomisi ortaya çıkar.

Gelişmekte olan ülkelerin ekonomilerinin büyük bir bölümünü oluşturan ve hükümet düzenlemeleri ile resmi istatistiklerin dışında faaliyet gösteren kayıt dışı sektörün varlığı yadsınamaz bir gerçek. Bazı durumlarda, ihlaller genellikle vergi ödememe ve resmi devlet düzenleme kurumlarından bağımsız olma ile sınırlı olduğundan, bu sektör yarı yasal olarak kabul edilebilir.

Resmi ekonominin büyümesindeki yavaşlık, aktif nüfusun büyük bir bölümünü işportacılık, el sanatları, tarım ve hizmet sektörü gibi çeşitli serbest meslek türlerine yönelmek zorunda bırakıyor. Gayri resmi (kayıt dışı) ekonomi, devletin kurumsal zayıflıklarını telafi ederek temel geçim kaynaklarını güvence altına alan bir rol oynuyor. Kendi ekonomik araçları ve mekanizmaları olur ve bunlar arasında finansal sistemler ve güvenlik mekanizmaları da bulunur. Güven, kişisel ağlar ve karşılıklı taahhütlere dayanan bu ekonomi, sosyal çöküş riskini azaltmaya yardımcı oluyor.

Gayri resmi ekonomi oldukça esnek ve uyumludur. Kurumsal çalkantıların yaşandığı dönemlerde bile faaliyetlerini sürdürür. Ayrıca ulusal sınırların ötesine uzanır ve etnik veya dini aidiyetlere bakılmaksızın çeşitli sosyal grupları kapsar.

Çoğu Afrika ülkesinde, kayıt dışı ekonomi ekonomik ve sosyal yaşamın can damarıdır. Hükümetler, bu sektörün istihdamın önemli bir kaynağı olarak sürdürülebilirliğini korumak ve aynı zamanda kayıt dışı ekonomiyi daha iyi yönetmek gibi ikili bir zorlukla karşı karşıyadır.   

Çoğu Afrika ülkesinde, kayıt dışı ekonomi ekonomik ve sosyal yaşamın can damarıdır. Hükümetler, bu sektörün istihdamın önemli bir kaynağı olarak sürdürülebilirliğini korumak ve aynı zamanda kayıt dışı ekonomiyi daha iyi yönetmek gibi çift yönlü bir zorlukla karşı karşıya kalır.

Gayri resmi ekonominin yanı sıra, gelişmekte olan ülkelerde kaçakçılık, doğal kaynakların yasadışı çıkarılması, insan ve mal kaçakçılığı, yolsuzluk planları ve diğer yasadışı ekonomik faaliyetler gibi yasadışı ve hatta suç teşkil eden bir sektör de gelişiyor. Gayri resmi ve yasadışı olan bu iki sektör birlikte, gölge ekonomi olarak bilinen yapıyı oluşturuyor. Yasal ve yasadışı bileşenleri arasındaki denge bölgeden bölgeye değişmekle birlikte, dinamikleri genellikle yaşam standartlarıyla yakından bağlantılı. Gölge ekonomi, devlet baskısı veya diğer faktörler nedeniyle gerilediğinde, sosyal gerilimler artma eğilimi gösterir ve ekonomi daha suçlu hale gelir.

fghyj
Mali'nin Azavad bölgesindeki silahlı siyasi hareket olan Azavad Kurtuluş Hareketi'nden (MSA) silahlı adamlar, bir kamyonetin arkasına monte edilmiş bir uçaksavar silahıyla Menaka dışındaki çöl bölgesinde toplandıkları sırada, 14 Mart 2020 (AFP)

Şarku’l Avsat’ın Al Majalla’dan aktardığı analize göre Mali'deki durum, sığır ticareti, altın madenciliği ve yakıt nakliyesi gibi gayri resmi ekonomik faaliyetlerin, silahlı gruplar tarafından kontrol edilen gölge ağlara nasıl entegre edildiğini ve ekonomik faaliyetlerin niteliğini kökten değiştirdiğini gösteriyor.

Gölge ekonomi, sadece ekonomik faaliyetlerin biçimini ve yoğunluğunu değil, aynı zamanda sosyal güven düzeyini, özellikle de devlet kurumlarına duyulan güveni de yansıtıyor. Devlet, ülkenin dört bir yanında nüfuzunu genişletmekte zorlanınca bu boşluğu kısmen gayri resmi yapılar doldurur. Bölge, idari ve ekonomik merkezlerden ne kadar uzaksa, gölge ekonominin etkisi o kadar büyük olur.

Savaş ekonomisine geçiş

Savaşın etkisi altında, gölge ekonomi sosyal işlevlerini sürdürür, ancak yapısal değişikliklere uğrar ve hızla özerkliğini yitirir. Askeri operasyonlar ve altyapının tahrip edilmesi nedeniyle yerinden edilen siviller, gayri resmi ekonomiden bile dışlanır ve bazıları silahlı gruplar tarafından askere alınır. Diğerleri ise çatışmayla doğrudan veya dolaylı olarak bağlantılı yasadışı faaliyetlere sürüklenir.

Bölgeyi kontrol eden silahlı gruplar, güç merkezleri ve fiili otoriteler haline gelirler ve yarı-hükümet kurumsal bir ortam oluştururlar. Çatışmanın dinamikleri, bu grupları gölge ekonominin başlıca yararlanıcısı haline getirir. Böylece, gayri resmi kurumlar ve geleneksel yapılar, silahlı çatışmanın taraflarıyla iç içe geçer.

Söz konusu gruplar için savaş, sadece varlıklarını sürdürmek için bir alan değil, aynı zamanda birincil gelir kaynağıdır ve istikrarsızlığı sürdürmek için ekonomik bir teşvik oluşturuyor.

Söz konusu gruplar için savaş, sadece varlıklarını sürdürmek için bir alan değil, aynı zamanda birincil gelir kaynağıdır ve istikrarsızlığı sürdürmek için ekonomik bir teşvik oluşturuyor. Demokratik Kongo Cumhuriyeti, bu dönüşümün açık bir örneğidir. On yıllardır süren koltan, altın ve elmas madenciliği, silahlı grupların finanse edilmesine yardımcı olarak savaş ekonomisini kendi kendini sürdürebilen bir sisteme dönüştürdü.

Savaş sürdükçe vergi kaçakçılığı, mal kaçakçılık, silahlı gruplara malzeme temini ve halkla ilişkiler için aynı kanalların kullanılması nedeniyle gölge ekonomi ile savaş ekonomisi arasındaki sınırlar bulanıklaşıp ayırt edilemez oluyor. Zaman geçtikçe gölge ekonomi, savaş ekonomisinin içine giderek daha fazla çekiliyor. Gayri resmi ekonomiyi resmi ekonomiye entegre etme fırsatları büyük ölçüde azalıyor.

hy
Afrika'nın en büyük mülteci kamplarından biri olan Kenya'daki Dadaab Mülteci Kampı’nda kurulan geçici barınaklara dönerken bidonları yuvarlayan Somalili bir kadın ve çocuğu, 23 Mart 2023 (AFP)

Ayrıca, savaşlardan kaynaklanan uygulamalar yayılma ve genişleme eğiliminde olur. Meşru faaliyetlerin ekonomik olarak azalan uygulanabilirliği, yasadışı ekonomiye doğru daha da kaymaya yol açar. Bu da şiddetin tırmanmasına neden olan bazı etkileşim zincirleri yaratır.

Savaş ekonomisinin yıkıcı doğası

Gölge ekonomi, resmi ekonomi ve devlet kurumlarıyla bir arada var olabilir ve performansı dış koşullara göre dalgalanır. Ancak çatışma ekonomisi, devletle çatışması bakımından temelde farklıdır. Resmi kurumları zayıflatır. Doğası gereği açıkça yıkıcı olan büyüme dinamiklerine dayanır.

Ulusal ordular ve güvenlik kurumları tarafından çatışma ekonomisine dahil olan aktörlere karşı alınan baskıcı önlemler, bu ekonomiyi azaltmak veya ortadan kaldırmak yerine, onun yeniden üretilmesine ve güçlenmesine katkıda bulunuyor. Dahası, şiddetin tırmanması bu ekonominin hızını artırıyor. Böylece şiddet, olumsuz ekonomik süreçlerin kuluçkası haline gelirken, savaş ekonomisi silahlı çatışmaların devam etmesinin itici gücü olarak işlev görüyor.

‘Yönetilen savaş ekonomisi’ olabileceği teorisi, ‘yönetilen silahlı çatışma’ kavramı gibi, pratik testlere dayanamaz. Bu olgular hızla kendi başlarına bir hayat sürmeye başlarlar.

Sudan'daki iç savaş, devlet kurumlarının felç olduğu ve işlevini yitirdiği bir dönemde altının savaşan taraflar için önemli bir finansman kaynağı haline gelmesiyle, savaş ekonomisinin yıkıcı doğasının açık bir örneği olarak karşımıza çıkıyor.

Savaş ekonomisi, toplumun çöküşü için yapısal bir mekanizma görevi görür. Bu, yalnızca istikrarsızlığın bir sonucu değil, giderek bu gerçeğin sürmesine ve derinleşmesine katkıda bulunan bağımsız bir faktöre dönüşür.

Çatışma ekonomisi, toplumun çöküşü için yapısal bir mekanizma görevi görür. Bu, yalnızca istikrarsızlığın bir sonucu değil, giderek bu gerçekliğin devam etmesine ve derinleşmesine katkıda bulunan bağımsız bir faktöre dönüşür.

Uluslararası toplumun Afrika'daki çatışma ekonomisini ele almak için sistematik önlemler almaması, bu ekonominin varlığını ve gelişimini dolaylı olarak desteklediği şeklinde yorumlanabilir.

Şu anda, AB ülkeleri, kıtadaki stratejilerinin çöküşünün şokundan ve ABD'nin insani yardımındaki azalmadan henüz yeni yeni kurtulmaya başlıyorlar. Bugün birincil hedefleri, ne pahasına olursa olsun mevcut ekonomik konumlarını koruyor.

Afrika ekonomilerinin en büyük yatırımcısı olan Çin, iç işlerine karışmama politikası uygulamakta ve buna bağlı kalmakta olup, genellikle silahlı çatışmalardan etkilenmeyen alanlarda yapısal yatırım projelerinin uygulanmasına odaklanıyor. Ancak, bazı Çinli aktörler, kaynağı bilinmeyen veya şüpheli doğal kaynakların ticari olarak sömürülmesinde rol oynuyor.

Benzer bir model, resmi olarak tarafsız olarak sınıflandırılan ulaştırma ve lojistik sektörlerine yönelen Körfez yatırımlarında da gözlemlenebilir. Ancak, Çin örneğinde olduğu gibi, bu yatırımlar genellikle başta altın olmak üzere doğal kaynakların ithalatıyla bağlantılı olur ve bunların gerçek kaynağı doğrulanmadan ithalatı gerçekleştirilir. Bu da savaş ekonomisini beslemeye katkıda bulunur.

sdfrgt
Zem Zem Mülteci Kampı’nın kontrolü HDK’nın eline geçtikten sonra kamptan kaçan yerinden edilmiş kişiler, Sudan'ın batısındaki Darfur bölgesindeki Tavila beldesi yakınlarındaki açık bir alanda kurulan geçici kampta dinlenirken, 13 Nisan 2025 (AFP)

Afrika Birliği (AfB) veya Batı Afrika Devletleri Ekonomik Topluluğu (ECOWAS) gibi bölgesel kuruluşların, kurumsal zayıflıkları ve bürokratik verimsizlikleri nedeniyle pratik adımlar atma umutları sınırlı görünüyor.

ABD’nin dış politikası ise halen şekillenme aşamasında. Açıklamalar ve anlaşmalar dışında, henüz somut adımlara dönüşen bir gelişme yok. Buna karşılık, Rusya, Afrika'da devlet dışı silahlı gruplara karşı askeri operasyonlara doğrudan katılan tek ülke olmaya devam ediyor.

Moskova’nın Afrika’daki müttefiklerinin desteğiyle ‘güvenlik ihracı’ olarak tanımladığı olgu, gerilimin azaltılması ve istikrarın sağlanmasına yönelik koordineli bir önlem olarak sunuluyor. Bu yaklaşım, askeri varlığın yanı sıra gıda güvenliği, enerji ve ekonomi alanlarındaki girişimleri de içeriyor. Ancak, askeri yönüne çok fazla odaklanmak çatışmanın çözülmesine yol açmaz, aksine şiddet ve aşırılık düzeylerinin artmasına katkıda bulunur. Uygulamada, bu durum çatışma ekonomisini besleyen ve güçlendiren bir faktör haline gelir.

Afrika hükümetleri bugün, Afrika birliği gibi genel sloganlar dışında, net bir ideolojik çerçeve olmadan faaliyet gösteriyor. Odak noktaları öncelikle bağımsızlık ve ekonomik egemenlik ile karşılıklı fayda temelinde ortaklıklar kuruyor. En iyi koşulları sunan jeopolitik aktör, ulusal politikaların ve sivil toplum yönelimlerinin şekillenmesinde başlıca ortak haline gelebilir.

İnsani yardım girişimlerinin geliştirilmesi, en geniş anlamıyla ‘kılıçları saban demirlerine dönüştürme’ fikrinin pratik bir testi olabilir. Bu fikir, gıda dağıtımının ötesine geçerek eğitim, kültür ve sağlık hizmetlerini de kapsar. Bu tür girişimler, vatandaşları birbirine yaklaştırır ve silahlı çatışmaların yol açtığı bölünmeleri çözmeye yardımcı olur.

Ancak kapsamlı programlar olmazsa savaş ekonomisinin dinamikleri hız kesmeden yoluna devam eder. Bunu engelleyecek etkili önlemler arasında savaşın çözümü, devlet kurumlarına olan güvenin yeniden tesis edilmesi, yaşam koşullarının iyileştirilmesi ve kayıt dışı ekonominin kayıtlı ekonomiye entegre edilmesi yer almalı. Bu tür adımlar atılmadığında, silahlı çatışmaların yayılması kaçınılmaz hale gelir ve bunun sonucunda devlet daha da kötüye gider.

Modern küresel bağlantılar, tüm uluslararası toplumu etkileyen sınır ötesi savaş ekonomilerinin ortaya çıkma olasılığını beraberinde getiriyor. Kayıt dışı mallar, silahlar, mali akışlar ve göç, ulusal sınırları aşar ve küresel ticaretin giderek artan bir parçası haline gelir.

Kısa vadede, çatışma ekonomisi küresel ekonomide aksaklıklara ve daha geniş çaplı uluslararası istikrarsızlığa yol açabilecek gerçek riskler oluşturuyor.



Doğu Akdeniz bir kavşakta: Artan gerilimler mi yoksa yenilenen nüfuz mu?

Tek taraflı deklare edilmiş Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti'nin Girne semalarındaki Türk helikopterleri ve savaş gemileri  (AFP)
Tek taraflı deklare edilmiş Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti'nin Girne semalarındaki Türk helikopterleri ve savaş gemileri  (AFP)
TT

Doğu Akdeniz bir kavşakta: Artan gerilimler mi yoksa yenilenen nüfuz mu?

Tek taraflı deklare edilmiş Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti'nin Girne semalarındaki Türk helikopterleri ve savaş gemileri  (AFP)
Tek taraflı deklare edilmiş Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti'nin Girne semalarındaki Türk helikopterleri ve savaş gemileri  (AFP)

Michael Harari

Doğu Akdeniz'de son 15 yılda yapılan doğal gaz keşifleri, bölgede bir dizi önemli siyasi gelişmeye yol açtı ve benzersiz bir bölgesel yapının oluşmasına katkıda bulundu. Bu yapının özü, İsrail-Yunanistan-Kıbrıs üçgeni arasındaki yakın iş birliğinin yanı sıra, Ocak 2019'da Mısır'ın öncü rol oynadığı Doğu Akdeniz Gaz Forumu'nun kurulmasıdır.

Forum, yukarıda belirtilen ülkelere ek olarak Ürdün, İtalya ve Filistin'i de içeriyor ve merkezi Kahire'de bulunuyor. Türkiye'nin bu çerçevedeki yokluğu tesadüf değil, zira bu bölgesel blok, birçok açıdan, bölgedeki çoğu ülkenin ve kendi çıkarlarıyla uyuşmadığını düşündüğü Türk politikalarına bir tepki olarak ortaya çıktı. Lübnan'ın foruma katılma daveti aldığını, fakat (açıkça duyurulmadığı gibi) gözlemci olarak bile foruma katılamamasının şaşırtıcı olmadığını belirtmek gerekir. O zamandan beri bölgenin sahne olduğu çalkantılara rağmen, bu bölgesel mutabakat büyük ölçüde bir arada kaldı; bu, özellikle Gazze Savaşı'nın tetiklediği derin gerilimler göz önüne alındığında dikkat çekicidir.

Son birkaç yıl boyunca Türkiye, bu bölgesel gerçekliğe meydan okumaya çalıştı. Son zamanlarda da Mısır ve Körfez ülkeleriyle, özellikle Suudi Arabistan ve BAE ile ilişkilerini yeniden kurmayı başardı. Ankara ve Atina arasındaki ilişkilerde de belirgin bir iyileşme görüldü. Bilhassa Esed rejiminin çöküşü ve Ahmed eş-Şara'nın Şam'da iktidara gelmesi, Başkan Trump'ın ikinci bir dönem için Beyaz Saray'a dönmesi de dahil olmak üzere, bölgesel ve uluslararası gelişmeler Türkiye'nin yeni bir güven kazanmasını sağladı.

Türkiye, 2019'da Libya ile münhasır ekonomik bölgeyi belirleyen bir anlaşma imzalayarak yeni bölgesel düzenlemelere daha erken bir dönemde yanıt vermeye çalıştı. 2011'de Kaddafi'nin devrilmesinden bu yana Libya, uluslararası alanda tanınan Trablus'taki ile General Halife Hafter liderliğinde Tobruk'taki iki rakip otorite arasında bir iç savaş ve siyasi bölünmenin pençesinde. Trablus hükümetiyle imzalanan deniz yetki alanlarının sınırlandırılması anlaşması, Girit Adası'nı göz ardı ederek Akdeniz'in büyük bir bölümünü Türkiye ve Libya arasında bölüyordu. Dolayısıyla diğer bölge ülkeleri ve daha geniş ölçüde uluslararası toplumun bu anlaşmayı tanımayı reddetmesi şaşırtıcı değildi.

Son aylarda Ankara, 2019 anlaşmasını onaylamaya her zamankinden daha yakın görünen Tobruk hükümetiyle ilişkilerinde önemli ilerleme kaydetti. Yunanistan, bu hamleyi hemen engellemeye çalıştı ve Dışişleri Bakanı yakın zamanda iki kez Libya'yı ziyaret ederek, Türkiye-Libya deniz yetki alanlarının sınırlandırılması anlaşmasını zaten reddeden Kahire'yi ikna etmeye çalıştı. Ancak bu çabaları şimdiye kadar pek başarılı olamadı. Hesaplı bir politika izleyen Türkiye, henüz deniz yetki alanlarının sınırlandırılması anlaşmasını resmen onaylamamış olmasına rağmen, General Hafter ile temaslarını güçlendirdi. Ankara, Libya geleneksel olarak Mısır'ın ulusal güvenlik hesaplarında en önemli önceliklerden biri olmasına rağmen, halihazırda nispeten alt sıralara gerilemiş olmasından faydalandı. Türkiye-Mısır ilişkileri son yıllarda iyileşmiş olduğu için de Kahire bu olumlu gidişatı şu anda tersine çevirme riskine girmeye istekli gibi görünmüyor.

Türkiye, 2019 yılında Libya ile münhasır ekonomik bölgeyi belirleyen bir anlaşma imzalayarak yeni bölgesel düzenlemelere daha erken bir dönemde yanıt vermeye çalıştı

Aynı zamanda, son aylarda Yunanistan ve Türkiye arasındaki gerginlikte bir yükseliş yaşandı. Ankara, Yunanistan ve Kıbrıs arasındaki elektrik bağlantısı projesine, güzergahının kendi ekonomik sınırları içindeki bölgelerden geçtiğini iddia ederek itiraz etti. Bu anlaşmazlık, Atina'nın Türkiye'ye kısıtlamalar getirmesi için Avrupa Birliği'nden (AB) destek almaya çalışmasıyla Brüksel'de bir dizi diplomatik hamleye yol açtı.

Türkiye'nin temel amacının, son 15 yıldır dışlandığı bölgesel yapıyı zayıflatmak olduğu aşikar. Ankara'nın stratejik konumunun, özellikle Suriye'deki dönüşümler, Başkan Trump'ın iktidara dönüşü, ABD'nin kıtaya ve NATO'ya olan bağlılığındaki gerileme ile birlikte Avrupa’nın artan güvenlik ihtiyaçları gibi bir dizi radikal gelişme sayesinde son iki yılda iyileştiği göze çarpıyor. Ankara ayrıca, bölgesel konumunu güçlendirmek için göç kartını da kullanıyor ve Libya'dan artan düzensiz göç dalgaları ile ilgili Avrupa'nın ve özellikle de İtalya'nın endişelerinden yararlanıyor.

6u7ı8
ABD Başkanı Donald Trump, 25 Eylül 2025'te Washington D.C.'deki Beyaz Saray'ın Oval Ofisi'nde Türkiye Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ile el sıkışıyor (AFP)

Buna ek olarak, Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın Washington'a yaptığı başarılı ziyaret ve Başkan Trump ile arasındaki kişisel uyum, Ankara'nın Doğu Akdeniz'deki rolünü yeniden kazanma gücüne olan güvenini artırdı. Ziyaret, Türkiye'nin 2045 yılına kadar ABD'den sıvılaştırılmış doğal gaz ithal etmeye devam etmesi ve 225 adet Boeing yolcu uçağı satın alınması konusunda bir anlaşmaya varmasıyla sonuçlandı. F-35 meselesi henüz çözüme kavuşmamış olsa da Başkan Trump, sorunun çözülebileceğini ima ederek, “Ama önce Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın bizim için bir şey yapması gerekiyor” dedi. İki taraf, İsrail ile Suriye'deki Kürtler konusunda da anlaşmazlıkları aşmayı başardı.

Bu hamlelerin, özellikle Ankara ve Atina arasındaki bölgesel gerginlikleri daha da kötüleştirebileceği endişesi devam ediyor. Bu durum, esas olarak Akdeniz ve özellikle de Girit adası yakınlarındaki tartışmalı sularda arama ruhsatları konusundaki anlaşmazlıklara ek olarak, AB için hayati önem taşıyan ve 670 milyon avroluk finansman sözü verdiği elektrik bağlantısı projesi konusundaki anlaşmazlıklardan kaynaklanıyor. Bu bağlamda, Türkiye birkaç hafta önce, planlanan bağlantı için deniz tabanı araştırmaları yapan Cebelitarık bandıralı bir araştırma gemisini durdurdu ve gemiyi geri dönmeye zorladı.

Suriye ve Lübnan arasındaki sınırların belirlenmesi

Şarku’l Avsat’ın Al Majalla’dan aktardığı analize göre Suriye ve Lübnan'da yaşanan köklü dönüşümler, bölgesel rekabeti de etkileyecektir. Şam'da Şara rejiminin istikrara kavuşmasıyla birlikte, iki ülkenin yakında kara ve deniz sınırlarını belirlemek için anlaşmalar imzalamaya çalışması bekleniyor. Akdeniz'deki bu deniz sınırları büyük ekonomik ve stratejik öneme sahip. Ankara'nın Şara ile yakın bağları ve artan özgüveni, Doğu Akdeniz'deki rolünü güçlendirmek için bu müzakerelerin gidişatını etkilemeye çalışacağını gösteriyor. Bu gelişmelerin, başta İsrail, Yunanistan, Kıbrıs ve Mısır olmak üzere bölgedeki çeşitli ülkeler ve Avrupa üzerinde doğrudan etkileri olacaktır.

Filistin tarafının ve özellikle de Gazze Deniz Gaz Sahası'nın bölge enerji sektöründeki rolüne de işaret etmek önemlidir

Bu taraflar arasında Kıbrıs ve Lübnan, 2007 yılında imzalanan ve henüz onaylanmamış olan deniz anlaşmasının tamamlanması için yakın zamanda müzakerelere yeniden başladı. İki taraf da büyük engeller oluşturması beklenmeyen nihai bir anlaşmaya varmayı hedefliyor ve bu anlaşma her iki ülke için de büyük önem taşıyor.

Filistin tarafının ve özellikle de Gazze Şeridi'ne yaklaşık 35 kilometre uzaklıkta bulunan Gazze Deniz Gaz Sahası'nın bölge enerji sektöründeki rolüne de işaret etmek önemlidir. Bu saha, ticarileştirilmesi için uygun koşullar sağlandığı takdirde Filistin için büyük bir potansiyel taşımaktadır.

dfrg
Mısır Cumhurbaşkanı Abdulfettah es-Sisi, Mısır Petrol Bakanı Tarık el-Molla, İsrail Enerji Bakanı Yuval Steinitz ve ABD Enerji Bakanı Rick Perry, 25 Temmuz 2019'da Kahire'de düzenlenen Doğu Akdeniz Gaz Forumu'nda (EMGF) bir araya geldi (AFP)

İsrail, bölgesel sahneyi stratejik bir bakış açısıyla yorumladığını kanıtladı. Türkiye ile yaşadığı anlaşmazlık ve medyada Arap Baharı olarak adlandırılan olayların yansımalarının ardından, hızla inisiyatif alarak Doğu Akdeniz'de ortaya çıkan bölgesel yapıya entegre oldu. Bu strateji hem siyasi hem de ekonomik düzeyde etkinliğini kanıtladı; Mısır ve Ürdün ile ilişkilerinde mevcut gerginliklere rağmen, şimdiye kadar önemli bir kopuş yaşanmadı. Benzer şekilde, Yunanistan ve Kıbrıs, Brüksel'de İsrail'i desteklemeye devam ediyor. Buna ilaveten İsrail, Mısır ve Ürdün için kritik bir doğal gaz kaynağı.

Bölgenin geleceğinin, Gazze'de devam eden savaşın kaderinden ve yakın gelecekte sona erme ihtimalinden büyük ölçüde etkileneceği aşikar. Trump'ın Gazze planı, bölgenin tamamı için yeni ufuklar açabilir. Son 15 yılda Doğu Akdeniz, uluslararası alanda geniş ilgi gören kritik bir alt bölge haline geldi. Ancak, bu ilgiye rağmen gerilimin artması ve bir çatışmanın patlak vermesi riski hâlâ devam ediyor.


İsrail, Greta Thunberg'i gözaltındayken kendi bayrağını öpmeye zorladı

İsveçli aktivist Greta Thunberg, Filistin bayrağıyla (Reuters)
İsveçli aktivist Greta Thunberg, Filistin bayrağıyla (Reuters)
TT

İsrail, Greta Thunberg'i gözaltındayken kendi bayrağını öpmeye zorladı

İsveçli aktivist Greta Thunberg, Filistin bayrağıyla (Reuters)
İsveçli aktivist Greta Thunberg, Filistin bayrağıyla (Reuters)

İsveçli aktivist Greta Thunberg, Gazze Şeridi'ne yiyecek ve ilaç ulaştırmaya çalışan Küresel Sumud Filosu'na katıldığı için diğer aktivistlerle birlikte gözaltına alındıktan sonra İsrail'de sert muameleye maruz kaldığını İsveçli yetkililere bildirdi.

Şarku’l Avsat’ın İngiliz gazetesi The Guardian'dan aktardığı habere göre, İsveç Dışişleri Bakanlığı'nın Thunberg'in arkadaşlarına gönderdiği e-postada, aktivisti hapishanede ziyaret eden bir yetkili, Thunberg'in tahtakuruları ile istila edilmiş bir hücrede tutulduğunu ve yiyecek ve su sıkıntısı çektiğini iddia ettiğini söyledi.

E-postada şöyle yazıyordu: “Büyükelçilik Greta ile görüşebildi. Bize susuz kaldığını ve yeterli miktarda su ve yiyecek alamadığını söyledi. Ayrıca vücudunda, tahtakurularının neden olduğundan şüphelendiği bir kızarıklık geliştiğini de belirtti. Kendisine kötü muamele edildiğini ve sert yüzeylerde uzun süre oturmaya zorlandığını söyledi.”

Greta ile görüşen İsveçli yetkili, “Başka bir aktivist, Greta'nın fotoğrafı çekilirken İsrail bayrağını öpmeye zorlandığını gördüğünü söyledi” dedi.

Bu iddia, İsrail güçleri tarafından gözaltına alınan ve dün serbest bırakılan filodaki iki aktivist tarafından da doğrulandı.

Küresel Sumud Filosu katılımcılarından Ersin Çelik, Anadolu Ajansı'na (AA) şunları söyledi: “Greta'yı gözlerimizin önünde saçlarından sürüklediler, dövdüler ve İsrail bayrağını öpmeye zorladılar. Diğerlerine ibret olsun diye ona akla gelebilecek her şeyi yaptılar.”

Filoya katılan gazetecilerden Lorenzo D'Agostino, İstanbul'a döndükten sonra yaptığı açıklamada, Thunberg'in “İsrail bayrağını öpmeye zorlandığını ve askerlerin onunla alay ettiğini” belirtti.

Thunberg, Gazze Şeridi'ne yönelik İsrail deniz ablukasını kırmak amacıyla insani yardım taşıyan 40'tan fazla gemi ve tekneden oluşan Küresel Sumud Filosu'na katılan 437 aktivist, milletvekili ve avukat arasında yer aldı.

Perşembe ve cuma günleri İsrail güçleri tüm tekneleri durdurdu ve mürettebatını gözaltına aldı. Mürettebatın çoğu, Negev Çölü’nde bulunan ve İsrail tarafından ‘silahlı veya terörist faaliyetlere karışmakla’ suçlanan Filistinli mahkumları tutmak için kullanılan yüksek güvenlikli Ktziot Hapishanesi'nde tutuluyor.

Birleşik Krallık merkezli insan hakları ve hukuk reformu örgütü Adalah'ın avukatlarına göre, aktivistler ‘sistematik ihlallere’ maruz kaldı. Aktivistlere su, tuvalet, ilaç ve avukatlarıyla acil görüşme hakkı verilmedi; yasal süreç, adil yargılama ve hukuki temsil gibi temel hakları açıkça ihlal edildi.

Filoyu temsil eden İtalyan hukuk ekibi, tutukluların ‘Greta'ya verilen ve kameraya gösterilen bir paket cips’ dışında ‘saatlerce yiyecek ve su verilmeksizin’ bırakıldıklarını doğruladı. Avukatlar ayrıca, sözlü ve fiziksel istismar vakaları da bildirdi.


Hindistan, Taliban yönetiminin dışişleri bakanını bu ay içinde ilk kez ağırlayacak

 Afganistan Geçici Hükümet Dışişleri Bakan Vekili Emirhan Muttaki, Tahran'da düzenlenen Filistin Uluslararası Konferansı'na katılmıştı (Reuters)
Afganistan Geçici Hükümet Dışişleri Bakan Vekili Emirhan Muttaki, Tahran'da düzenlenen Filistin Uluslararası Konferansı'na katılmıştı (Reuters)
TT

Hindistan, Taliban yönetiminin dışişleri bakanını bu ay içinde ilk kez ağırlayacak

 Afganistan Geçici Hükümet Dışişleri Bakan Vekili Emirhan Muttaki, Tahran'da düzenlenen Filistin Uluslararası Konferansı'na katılmıştı (Reuters)
Afganistan Geçici Hükümet Dışişleri Bakan Vekili Emirhan Muttaki, Tahran'da düzenlenen Filistin Uluslararası Konferansı'na katılmıştı (Reuters)

Afganistan Geçici Hükümet Dışişleri Bakan Vekili Emirhan Muttaki Fransız Haber Ajansı AFP'ye yaptığı açıklamada, bu ay Yeni Delhi'yi ziyaret edeceğini söyledi. Ziyaretin, Taliban hükümetinden üst bir yetkilinin Hindistan'a yapacağı ilk ziyaret olacağını belirten Bakan Vekili Muttaki, diğer ülkelerin de Rusya'nın izinden giderek Afganistan hükümetini tanımasını umduğunu ifade etti.

Dışişleri Bakanlığı, Muttaki'nin 7 Ekim'de yapılması planlanan Moskova zirvesinden sonra Hindistan'ı ziyaret edeceğini duyurdu.

Taliban’ın birçok üst düzey yetkilisi gibi, Bakan Vekili Muttaki de Birleşmiş Milletler (BM) tarafından seyahat yasağı ve mal varlığının dondurulması şeklinde birtakım yaptırımların uygulanan isimler arasında. Ancak bu yaptırımların geçici olarak kaldırılmasına izin verildi.

Bu duyuru, Taliban liderinin emriyle ülkedeki iletişimlerin tamamen kesilmesinden iki gün sonra geldi. Lider, bu önlemle ilgili henüz herhangi bir açıklama yapmadı.

GTHY
Taliban'ın internet ve telefon ağlarını aniden kesmesinin ardından Afganistan'da hayat iki gün boyunca tamamen durma noktasına gelirken, Kabil'de 4G internet hizmetlerini tanıtan bir reklam panosunun altından geçen araçlar, 30 Eylül 2025 (AFP)

Afganistan’ın Batı destekli hükümetini devirerek 2021 yılında yeniden iktidara gelen Taliban'ın Afganistan'da kurduğu emirliği bugüne kadar yalnızca Moskova tanıdı.

Taliban, o tarihten beri uluslararası taraflarca tanınma ve yatırım arayışında olmuş ve sonunda ABD ve İngiltere vatandaşı olan bazı tutukluları serbest bırakmıştı.

Ancak, eğitim ve kamusal yaşamdan dışlanan kadınlara ve kız çocuklarına uygulanan kısıtlamalar, Batı ülkeleri için büyük bir engel teşkil ediyor. Çoğu ülke şu anda vatandaşlarına Afganistan'a seyahat etmekten kaçınmalarını tavsiye ediyor.