Ahmet Mahir
7 Ekim saldırılarından bu yana, İsrail'in suikast politikası, hedef alınan kişinin haleflerinin politikalarını etkilemeye çalışmak yerine, hasmın düşmanca eylemler gerçekleştirme kabiliyetini zayıflatmaya veya baltalamaya odaklandı. Hizbullah'ta Hasan Nasrallah’tan, Hamas'ta Yahya Sinvar, İran Genelkurmay Başkanı Muhammed Bakiri ve Sana'daki Husi hükümetinin Başbakanı Ahmed Galib el-Rahvi'ye kadar, İsrail'in odak noktası her zaman beceri, bilgi, liderlik ve askeri kabiliyetlere, önemli birikim ve deneyime sahip kişileri etkisiz hale getirmek oldu.
İsrail'in temel mantığı, bu oluşumlarda öldürülen kişilerin halefleri aynı ideolojik pozisyonları korusalar bile, bu kişilerin kaybıyla politikaları etkili bir şekilde uygulama kabiliyetlerinin zayıflayacağıdır. Bu durumda son iki yıldır uygulanan bu suikast politikası, öldürülen kişinin halefinin İsrail'e karşı daha dostane politikalar benimseyeceği umuduna dayanmıyordu. Aksine bu oluşumlardaki halefler, İsrail'e karşı genellikle daha da düşman oluyorlar.
Nitekim Hizbullah'ın yeni Genel Sekreteri Naim Kasım, Hasan Nasrallah suikastının ardından İsrail'in ağır bir bedel ödeyeceğini ve “bedelin Tel Aviv'in kalbinin hedef alınması” olacağını söylemişti. Hamas ise Sinvar'ın ölümünün ardından, hareket içinde kaçınılmaz olarak “kararlılık, sabır, azim ve direniş ruhu aşılayacağını” duyurmuştu. Bunlar, suikasta uğrayan liderler tarafından benimsenen aynı söylem ve politikaların devam ettiğinin sadece örnekleri.
Bu oluşumların liderlerinden birinin etkisiz hale getirilmesinin ardından, halefi yerleşik kurumsal yapıyı, hakim normları ve mevcut siyasi yönelimleri devralır ve bu da radikal bir değişim için alanı neredeyse imkânsız hale getirir.
Bu oluşumların temelinde yatan ve yerleşik siyasi ve ekonomik çıkarlar, liderlik değişikliklerinden bağımsız olarak genellikle sistemin devamlılığını sağlar
Dahası bu oluşumların temelinde yatan yerleşik siyasi ve ekonomik çıkarlar, liderlik değişikliklerinden bağımsız olarak genellikle sistemin devamlılığını sağlar. Hiçbir zaman Hamas, Hizbullah, Husiler ve hatta İran gibi bir ülkede söz konusu olan tek bir lider olmadı. Bu durum, İsrail'in suikast politikasının temel bir dış politika aracı olarak etkinliği hakkında soru işaretleri yaratıyor.
Bir lidere yönelik suikast, silahlı bir hareketin veya İsrail'e düşman olanların politikalarında köklü değişikliklere yol açmadığında ve bunun yerine düşmanca ideolojilerin devamına, hatta artmasına yol açtığında, bu tür İsrail suikastları boşuna bir önlem olarak kabul edilebilir. Dahası, bu suikastları İsrail'e karşı düşmanlığı pekiştirmenin ve yoğunlaştırmanın bir gerekçesi olarak gören hakim sistem içindeki daha radikal grupları güçlendirmeye hizmet eder, bu da çatışmayı hafifletmek yerine daha da büyütür.
Nesma Muharrem/Dergi
Ağustos ayında İsrail hava saldırılarında başbakan ile birkaç bakanın öldürülmesinin ardından Husi Yüksek Siyasi Konsey Başkanı Mehdi el-Meşat'ın “intikam alacağız” açıklaması buna bir örnek. Suikastların ardından düşmanca faaliyetlerin devam etmesi ve hatta tırmanması, bu politikanın belirtilen şiddeti azaltma veya bu örgütlerin davranışlarını değiştirme hedefine ulaşmadığına işaret ediyor. Hamas, 8 Eylül'de Kudüs'te 6 İsraillinin ölümüne yol açan ve şehrin son yıllarda tanık olduğu en şiddetli saldırılardan biri olan silahlı bir saldırının sorumluluğunu üstlenmişti.
Bu eyleme karşılık olarak İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu, Başkan Trump'ın Gazze Şeridi'nde ateşkes için yaptığı baskı sonucunda ortaya çıkan ABD önerisini görüşmek üzere, Katar'ın başkenti Doha'da bulunan üst düzey Hamas siyasi liderlerini hedef alan hava saldırıları düzenlenmesi talimatını vermişti.
İsrail, onlarca yıldır askeri komutanlardan siyasi liderlere kadar önde gelen Filistinli şahsiyetleri ortadan kaldırma uygulamasıyla, rakiplerini zayıflatmayı ve şiddeti caydırmayı amaçlayan stratejik bir araç olarak suikast eylemlerine sıklıkla başvurdu.
Buna rağmen tarihsel kanıtlar, bu tür eylemlerin genellikle en iyi ihtimalle kısa vadeli taktiksel kazanımlar sağladığını, ancak uzun vadeli şiddet döngülerini körüklediğini, çünkü şiddetin yalnızca daha fazla şiddeti beslediğini gösteriyor. Şarku’l Avsat’ın Independent Arabia’dan aktardığı analize göre buna ilave olarak, bu suikastlar bölgede kalıcı barışı sağlamaya yönelik diplomatik çabaları zorlaştırıyor ve sıklıkla İsrail'i bugün daha da yalnızlaşmasına yol açan uluslararası eleştirilere maruz bırakıyor.
Görünen o ki, halihazırda İsrail'de genel olarak karar alma sürecinin “niteliği” sorgulanıyor
Karar vericiler, bu operasyonların faydalarını abartırken maliyetlerini küçümsüyor, hedefli bir öldürme politikasının radikal söylemleri nasıl güçlendirebileceğini ve bu örgütleri ortak bir dış tehdit karşısında nasıl birleştirebileceğini göz ardı ediyor gibi görünüyor.
Suikast politikasından bağımsız olarak, görünen o ki, halihazırda İsrail'de genel olarak karar alma sürecinin “niteliği” sorgulanıyor.
Son haftalarda İsrail basını, hükümet ile ordu komutanlığı arasında açık bir ayrışma olduğunu ortaya koydu. Bu, taktik veya strateji konusunda yüzeysel bir mesleki anlaşmazlıktan ziyade, Netanyahu'nun devletin çıkarları ve güvenliği pahasına olsa bile, iktidarda kalma ve yolsuzluk suçlamalarından hüküm giymesi halinde hapis cezasından kaçınma hırsıyla körüklenen kişisel bir çatışmadır.
Nesma Muharrem/Dergi
Aynı durum, İsrail'in ısrarcı suikast politikasına ilişkin karar alma süreci için de geçerlidir. İsrail’in bu politikası, bu tür operasyonların doğası gereği gizli olması ve karar alma sürecine dahil olan kişi sayısının sınırlı olması nedeniyle sıklıkla kusurludur; zira bu gizlilik ve sınırlılık, bugün İsrail'deki karar alma sürecini iyileştirebilecek farklı bakış açılarından, farklı deneyimlerden ve ilgili bilgilerden yararlanma olanağını kısıtlamaktadır.
*Bu analiz Şarku’l Avsat tarafından Independent Arabia’dan çevrilmiştir.