Abdullah Faysal Âl Rabih
ABD Başkanı Donald Trump’ın geçtiğimiz pazar günü Müslüman Kardeşler’in bazı ülkelerdeki yapılanmalarının ‘yabancı terör örgütleri’ listesine eklenmesini öngören bir başkanlık kararnamesini imzalaması yalnızca cezai bir bürokratik önlem ya da büyük uluslararası değişimlerin bağlamından kopuk bir siyasi tepki değil, aynı zamanda sosyolojik ve siyasi açıdan gri alanların ortadan kalkması olarak tanımlanabilecek tarihi bir dönüm noktasıydı. Kararname aynı zamanda, entelektüel teorileştirme ile fiziksel şiddet arasında ayrım yapan ve onlarca yıldır geçerli olan geleneksel ABD yaklaşımında köklü bir değişimi temsil ediyordu.
Washington bugün bu hukuki ve siyasi süreç aracılığıyla, siyasal İslamcı gruplarla ilişkisini yeniden tanımlamaya karar verdi. İhvan’ın literatürünü karakterize eden, haklar ve demokrasiye odaklanan Batı'ya yönelik söylem ile yönetim ve güçlerin ayrılığı kavramlarına odaklanan başka bir iç söylem arasındaki ikilemin ABD ulusal güvenlik standartları çerçevesinde artık kabul edilemez olduğu düşünülüyor.
Daha önce Al Majalla'da yayınlanan bazı makalelerde, İhvan’ın geleceği ve işleyiş mekanizmaları hakkında analitik sorular sormuştuk. İhvan üyelerinin duygusal ve psikolojik itici gücü olarak halifeliğe duyduğu nostaljik özlemi tartışmış, Demokratlar ve Cumhuriyetçiler arasında ABD seçimlerine bahis oynama sorununu çözümlemiş ve son olarak ‘Müslüman Kardeşler yeniden gizli faaliyetlere başlar mı? sorusunu sormuştuk.
Beyaz Saray'ın bu yeni hamlesi, bu ipleri birbirine bağlayan yeni ve belirleyici bilgiler sağlarken İhvan’ı faaliyetlerini radikal bir şekilde yeniden yapılandırmaya ve belki de bir başlangıç olarak gizli faaliyetlere geri dönmeye itebilecek zorlu varoluşsal seçimlerle karşı karşıya bırakıyor.
Gri bölgenin sosyolojisi ve Batı perspektifindeki değişimler
Bu kararın getirdiği değişimin boyutlarını anlamak için, öncelikle İhvan’ın son on yıllarda Batı'da faaliyet göstermesine olanak tanıyan ortamı incelememiz gerekiyor. Uzun süredir ‘gri bölge’ olarak adlandırılabilecek bir ortamdan yararlanan İhvan, Batılı bazı kurumların siyasal İslamcı hareketlerin doğası hakkında bilgi eksikliği nedeniyle kendisini ılımlı bir alternatif ve ‘cihatçı Selefizm’ ve El Kaide ve DEAŞ gibi terör örgütlerine karşı bir kalkan olarak sundu.
Tarihi ve sosyolojik olarak, totaliter ideolojik hareketler varoluşsal baskılar ve yasal kuşatma ile karşı karşıya kaldıklarında, uyumlarını korumak için savunma mekanizmalarını harekete geçirirler
Bu varsayım, siyasal İslam'ı potansiyel bir işlevsel ortak olarak gören Batılı karar alma çevrelerini yıllarca yönlendirdi. Ancak, Trump yönetiminin mevcut yaklaşımı, bu hipotezin radikal bir şekilde revize edildiğini gösteriyor. Yeni önlemlerin dayandığı belgeler ve soruşturmalar, ABD güvenlik kurumları arasında Müslüman Kardeşler'in savunduğu fikirler ile şiddet yanlısı gruplar arasında ideolojik ve muhtemelen örgütsel bir bağlantı olduğu yönünde artan bir kanaate işaret ediyor. Buradaki değişim, İhvan’ı radikalizmin bir alternatifi olarak değil, geleneksel dindarlıktan sadakat, güçler ayrılığı ve yönetim gibi radikal fikirlerin benimsenmesine geçişi kolaylaştırabilecek bir ortamın parçası olarak görülmesinde yatıyor. Böylelikle, nesnel koşullar sağlandığında şiddete başvurmak için psikolojik ve entelektüel zemin hazırlanıyor.
Amerikan kurumları üzerine girilen bahsin düşüşü
Daha önce kaleme aldığımız “ABD’deki İslamcılar: Trump mı Harris mi?” başlıklı makalemizde, Amerikan sahnesinde büyük ölçüde kurumsal koruma üzerine bahse giren siyasal İslamcı hareketin benimsediği yoruma değinmiştik, İhvan’ın Batı'daki liderleri ve destekçileri arasında derin devlet sistemi ve Washington koridorlarındaki halkla ilişkiler ağının, Demokrat Parti ve araştırma merkezlerindeki akımlarla açık kanalların yanında herhangi bir başkan tarafından ‘terör örgütü’ olarak sınıflandırılmasını engelleyen yasal ve siyasi bir fren oluşturacağı yönünde bir inanç hakim olduğunu ifade etmiştik.

Ancak, Başkan Trump'ın son hamlesi bu hesapların yanlış olduğunu kanıtladı. İhvan, Batı kamuoyundaki, özellikle de ABD'deki değişimlerin boyutunu doğru bir şekilde kavrayamamış gibi görünüyor. Grup içindeki geleneksel anlaşmazlıkları aşan geniş bir kesim, siyasal İslam’ı artık sadece doğrudan bir güvenlik tehdidi olarak değil, aynı zamanda liberal değerlere ve genel olarak toplumsal güvenliğe bir meydan okuma olarak görüyor. Bu bakış açısındaki değişim, konuyu dar kapsamlı terörle mücadeleden, anayasal kimlik ve değerlerin korunması gibi daha geniş bir bağlama taşıyor.
Ancak bu sınıflandırma, ABD'nin son dönemde yaşadığı gergin sosyo-politik iklimden ayrı olarak tutularak anlaşılamaz. Zira ülkede göçmenlere ve genel olarak Müslümanlara karşı yükselen nefret dalgasını görmezden gelmek mümkün değil. Bu nefret kendini, Michigan eyaletindeki Hamtramck ve Dearborn gibi şehirlerde ezan okunması konusuna medyada ve popülist kesimlerde gösterilen şiddetli itirazlar gibi çeşitli şekillerde gösteriyor. Bu düşmanca atmosfer, İhvan’a istemeden propaganda için bir can simidi sunarak, örgütsel yapısına yönelik cezai tedbirleri İslam ve Müslümanlara karşı topyekûn bir savaşın parçası olarak yeniden çerçeveleme fırsatı veriyor. Güvenlik ve kimlik konularını karıştıran bu anlatı, kendilerini tehdit altında hisseden Müslüman kesimlerde yankı bulabilir ve bu da İhvan’ı Müslüman toplumdan ayırma görevini zorlaştırabilir.
Özel düzenlemeye geri dönüşün kaçınılmazlığı olarak savunma dinamikleri
Fransa ve Ürdün'ün aldığı önlemleri daha önce analiz ettiğimizde, olası bir senaryo olarak gizli faaliyetlere dönüş hipotezini ortaya koymuştuk. Bugün, ABD’nin sınıflandırma konusunda hukuki ve mali ağırlığını ortaya koymasıyla, bu senaryo sadece bir olasılıktan, örgütün hayatta kalma içgüdüsünün dikte ettiği neredeyse kaçınılmaz bir yola dönüşüyor. Tarihi ve sosyolojik olarak, totaliter ideolojik hareketler varoluşsal baskılar ve yasal kuşatma ile karşı karşıya kaldıklarında, uyumlarını korumak için savunma mekanizmalarını harekete geçirirler.
Jeopolitik düzeyde, Trump'ın kararı Washington ile Ortadoğu'daki müttefikleri arasında görüşlerin önemli ölçüde yakınlaştığını yansıtıyor.
Şu an İhvan’ın literatürde ‘zorlukların hukuk bilimi’ olarak adlandırılan ve yeniden uyarlanabilir stratejilere başvurması bekleniyor. Bu stratejiler, gözetim ve güvenlik ihlallerinin olasılığını azaltmak için büyük, kamuya açık örgütsel yapılardan küçük hücreler veya kapalı aileler sistemine kademeli bir geçiş yoluyla yapısal daralma, sıkı denetime tabi olacak resmi finansal kanallardan ve kayıtlı derneklerden uzak alternatif finansman kaynakları arama ve gayri resmi ekonomiye güvenme veya kripto para birimleri kullanmayı içeriyor. Lider kadrosu, tereddütlü unsurları ayıklamak ve ideolojik olarak en sadık çekirdek kadroyu korumak için örgütsel filtreleme yöntemine de başvurabilir.
Uluslararasıcılık ve hukuki gerçeklik arasında kimlik krizi
Her zaman tarihe seçkin referanslarla duygusal çağrılarda bulunan ulusötesi kavramlara dayanan ve Müslümanların geçmişini tamamen pembe bir tablo olarak resmeden bir söylem benimseyen İhvan’ın İslam dini ve Müslümanların geçmişteki gücü ve ihtişamının en önemli nedeni olan ‘halifeliğe’ nostaljik bir anlatısı vardır. Bu anlatı, sömürgecilerin çizdiği sınırları tanımaz, ulusal aidiyetin ötesine geçen dini bağlara odaklanır. Batı'daki çokkültürlülük ve fikir özgürlüğü şemsiyesi altında ifade alanı bulan bu söylem, şimdi yeni bir hukuki gerçeklikle çarpışıyor. İhvan’ın ve bazı yapılanmalarının ‘terör örgütü’ olarak sınıflandırılması kararı, sınırların kaldırılması veya rejimlerin aforoz edilmesi gibi fikirlerin savunulmasını, salt siyasi görüş olmaktan çıkarıp, terörizmi destekleme veya kışkırtma suçunun delili olarak kullanılabilecek bir materyale dönüştürüyor.

Bu kimlik krizi sadece gerilemede değil, aynı zamanda diğer Müslüman gruplarla, bunların geçmişleri yahut ister İslamcı ister laik yönelimleri olsun, birleştirici bir çatı altında bir araya gelmek için kurulan siyasi ittifakların etrafındaki kafa karışıklığında da kendini gösteriyor. Bu çelişkinin belki de en belirgin tezahürü, Zahran Mamdani'nin New York Belediye Başkanlığı zaferinin İhvan tarafından memnuniyetle karşılanmasıydı. Buradaki sosyolojik paradoks dikkati çekti. Çünkü Müslüman Kardeşlerin ilkeleri Mamdani'nin Şii kökeninden kaynaklanan mezhepsel kimliğini ve aşırı sol ile kesişen ve muhafazakar siyasal İslam literatürüyle taban tabana zıt bir çelişki içinde olan sosyalist ideolojik kimliğini göz ardı ediyor.
Bu memnuniyet, tek kriterin Cumhuriyetçi Parti ve Başkan Trump'ın değerleriyle çelişen bir siyasi müttefik arayışı olduğu, bu müttefikin İhvan’ın fikri temelleriyle uyumlu olmayan bir değer sistemini benimsemiş olsa bile, ideolojik akışkanlık durumunu ortaya koyuyor. Bu durum, hesaplı bir siyasi esneklikten ziyade, varoluşsal çıkmazın derinliğini yansıtan, karşıtla ittifak aşamasının bir göstergesidir. Bu yaklaşım, İhvan’ın pragmatik yönünü yansıtıyor. Zira İsrail ile yakın ilişkiler kuran Türkiye'yi yüceltirken, Mısır ve Birleşik Arap Emirlikleri (BAE) gibi ülkeleri İsrail ile ilişkileri nedeniyle eleştiriyor. İlkeler, pragmatizm lehine ortadan kalkıyor.
Yeni jeopolitik: Görüşlerin yakınlaştırılması
Şarku’l Avsat’ın Al Majalla’dan aktardığı analize göre jeopolitik düzeyde, Trump'ın kararı Washington ile Ortadoğu'daki müttefikleri arasında görüşlerin önemli ölçüde yakınlaştığını yansıtıyor. Yıllardır, ABD ile Suudi Arabistan, Mısır ve BAE gibi Arap ülkelerinden bazı müttefikleri arasında terör tehdidinin tanımında bir uyuşmazlık vardı. Washington genellikle doğrudan şiddet uygulayan örgütlerle mücadeleye odaklanırken, müttefikleri bu şiddeti besleyen entelektüel ve siyasi kuluçka merkezlerinin hedef alınması gerektiğini düşünüyor.
Müslüman Kardeşler'i terör örgütü olarak sınıflandırma kararı, siyasal İslamcı hareketlerle mücadele tarihinde bir dönüm noktası oldu. Bu karar, yapıcı belirsizlik döneminin sonu ile netlik ve sınırların belirginleştiği bir dönemin başlangıcına işaret ediyor.
Trump tarafından imzalanan başkanlık kararnamesi, bahsi geçen Arap ülkelerinin bu boşluğu doldurmak ve terörle mücadelenin sadece askeri yapısını değil, ideolojik ve örgütsel yapısını da ortadan kaldırmayı gerektirdiği fikrine dayanan benimsediği yaklaşımın geçerliliğinin dolaylı olarak kabul edildiği anlamına geliyor. Bu yeni uyumun uluslararası arenada İhvan’a yönelik baskıyı artıracağına, liderlerinin sınır ötesi hareketlerini ve faaliyetlerini koordine etmelerini zorlaştıracağına ve etkin bir şekilde faaliyet gösterme kabiliyetini zayıflatacağına şüphe yok.
Peki sıradaki ne?
Sonuçları tahmin etmek açısından, bu değişimin potansiyel güvenlik etkilerinin dikkate alınması önemli. Örgütsel yapılar üzerindeki yoğun baskı ve kamusal siyasi eylem kanallarının engellenmesi, ideolojik olarak yüklü gençlik tabanları arasında stratejik bir hayal kırıklığı yaratabilir. Bu durum, Seyyid Kutub ve Mevdudi'nin yazılarından etkilenen bazı bireyleri, bireysel olarak şiddet içeren seçenekleri benimsemeye itebilir. Tehditlerin yapısında, örgütlü eylemlerden merkezi olmayan şiddete, yani yalnız kurt fenomenine doğru bir kayma görebiliriz. Örgütsel merkezileşme bozulduğunda, parçalar öngörülemeyen şekillerde dağılabilir.
Ancak bu tehlike, ciddiyetine rağmen, Amerikan karar alıcıları ve müttefiklerinin gözünde, totaliter örgütlerin kurumlar ve toplumlar içinde yayılmasına ve demokratik araçları içten içe zayıflatmak için kullanmasına izin vermekten uzun vadede daha az maliyetli olmaya devam ediyor.
Müslüman Kardeşler'in bazı yapılarını ‘yabancı terör örgütü’ olarak tanıma kararı, siyasal İslamcı hareketlerle mücadele tarihinde bir dönüm noktası oldu. Bu karar, yapıcı belirsizlik döneminin sonu ile netlik ve sınırların belirginleştiği bir dönemin başlangıcına işaret ediyor. Bu dönemde, ulus devletlerin ulusötesi projeler karşısında egemenliklerini ve yasal standartlarını dayatma yetenekleri test edilecek.

