Atatürk hilafeti kaldırdı... Talipler yarıştı

Sultan Vahdettin, 17 Kasım 1922'de Dolmabahçe Sarayı'ndan ayrılırken. (Getty)
Sultan Vahdettin, 17 Kasım 1922'de Dolmabahçe Sarayı'ndan ayrılırken. (Getty)
TT

Atatürk hilafeti kaldırdı... Talipler yarıştı

Sultan Vahdettin, 17 Kasım 1922'de Dolmabahçe Sarayı'ndan ayrılırken. (Getty)
Sultan Vahdettin, 17 Kasım 1922'de Dolmabahçe Sarayı'ndan ayrılırken. (Getty)

Sami Mubayyıd

"Halifelik kaldırıldı." Cumhurbaşkanı Mustafa Kemal Atatürk, 3 Mart 1924'te bu güçlü sözlerle, son resmi İslam halifeliğini kaldırdı. Bu, Türkiye Büyük Millet Meclisi'nin (TBMM) Türkiye'nin cumhuriyete dönüştüğünü ve Osmanlı İmparatorluğu'nun Birinci Dünya Savaşı'ndaki yenilgisinden beş buçuk yıl sonra sona erdiğini ilan etmesinden sadece dört ay sonra gerçekleşti. Halifenin bazı görevleri, sorumlulukları ve kalan parası TBMM’ye devredildi. Bir zamanlar İslam birliği ve gücünün sembolü olan halifelik, şimdi neredeyse sembolik ve önemsiz bir dini otorite haline geldi.

Osmanlı Padişahı’nın ihtişamı ve gücü, 1920'lerin başlarında yok olmaya başlamıştı. Atatürk, padişah unvanını da kaldırdı. Son Padişah, Kasım 1922'de görevden alınan 6. Mehmed (Vahdeddin) oldu. Ordusu yenildi ve hüküm sürdüğü imparatorluk yok edildi. Batılı güçler, Birinci Dünya Savaşı'ndan sonra başkentini işgal etti. Eskiden İspanya ve Hindistan'daki Müslümanlar arasında büyük saygı gören mağlup halife, İngiltere ve Fransa'nın emirlerine boyun eğmek zorunda kaldı.

Sultan Vahdeddin. (Corbis/Getty)
Sultan Vahdeddin. (Corbis/Getty)

Sultan Vahdeddin, Anadolu'nun bazı bölgelerini, Suriye ve Irak'ın tamamını ve müttefiklerin tüm mahkumlarını serbest bırakmak zorunda kaldı. Halife ayrıca Osmanlı İmparatorluğu'nun ünlü demiryolu ve telgraf hatlarının kontrolünden de vazgeçti. Sultan Vahdeddin, İstanbul'daki tahtından bir İngiliz gemisine binerek Malta'ya gitti ve asla geri dönmemesi emredildi. Dünyadan ve İslam halifeliğinden tüm izlerini kaybetti. İki gün sonra, amcasının oğlu, Veliaht Abdülmecid, Müslümanların halifesi olarak ilan edildi. Ancak Sultan unvanını taşımadı. Atatürk 1924 yılının mart ayında onu da devirdi. Sultan Vahdeddin, İtalya Rivierası'na sürgün edildi ve Mayıs 1926'da öldüğünde naaşı uçakla Şam'a götürüldü. Türkiye devlet hazinesi boştu. Bu yüzden naaşı, o zamanlar Suriye Cumhurbaşkanı olan Ahmed Nami'nin özel parasıyla taşındı ve defnedildi. Ahmed Nami, aynı zamanda Sultan 2. Abdülhamid’in damadıdır.

Osmanlı Padişahı’nın ihtişamı ve gücü, 1920'lerin başlarında yok olmaya başlamıştı. Atatürk, Padişah unvanını da kaldırdı. Son Padişah, Kasım 1922'de görevden alınan 6. Mehmed'di (Vahdeddin). Ordusu yenildi ve hüküm sürdüğü imparatorluk yok edildi.

Atatürk'ün danışmanlarından bazıları, halifeliğin, padişahlığın otoritesinden ayrılarak korunabileceğini öne sürerek halifeliğin kaldırılmaması için kendisine tavsiyede bulunmuşlardı. Padişahın ilahi otoritesinden kurtulmak bir şeydi, ancak Sultan Vahdeddin’in taşıdığı unvanı kaldırmak tamamen farklı bir şeydi. Atatürk'ün danışmanları, hilafetin korunmasının yeni Türkiye Cumhuriyeti'nin çıkarlarına hizmet edeceğini ve dünyadaki Müslümanları otoritesi altında birleştireceğini savundu. Halifenin dini otoritesini Vatikan'ın Katoliklik üzerindeki kontrolüne benzetiyorlardı. Cumhuriyet ve hilafet bir araya gelemeyeceği için hilafetin cumhuriyetle keskin bir çelişki içinde olduğuna inanıyordu. Yeni anayasaya göre Türk halkı yasama kaynağıydı, halife değildi.

Atatürk'ün kararı, eskiden halifenin tebaası olan dünyanın her yerindeki Müslümanlar tarafından hoş karşılanmadı. Birçoğu hilafeti kurtarmaya çalıştı ancak çok az başarı elde ettiler. Örneğin, 1919'da Hindistan'da Halifelik Hareketi kuruldu. Bu hareket, Büyük Britanya'ya baskı yapmak için dünya çapında İslami bir destek toplamaya çalıştı. Hareket, Mahatma Gandhi de dahil olmak üzere birçok önemli kişiyi sosyal etkinliklerine çekmeyi başardı. Ancak hareket uzun sürmedi ve diğer halifelik çağrıları gibi başarılı olamadı. Cezayir direnişinin lideri Emir Abdulkadir el-Cezairi'nin torunu olan, önde gelen Cezayir Emiri Said el-Cezairi, Şam'da hilafet hareketini kurdu ancak 1920'lerin sonunda o da dağıldı.

Fotoğraf Altı: Halife unvanını isteyen Kral 1. Fuad. (Hulton Archive/Getty )
Halife unvanını isteyen Kral 1. Fuad. (Hulton Archive/Getty )

Mısır Kralı I. Ahmed Fuad, halifelik için aday olanlardan biriydi. Diğer aday ise Mekke Emiri ve Hicaz Krallığı'nın kralı olan Şerif Hüseyin bin Ali idi. Şerif Hüseyin, kendisini son Osmanlı halifesinin doğal varisi ilan etti ve ailesinin soyunun Hz. Muhammed'e kadar dayandığını savundu. Şerif Hüseyin, 11 Mart 1924'te, halifeliğin Türkiye'de kaldırılmasından sadece iki hafta sonra, Müslümanların boşta kalan halifeliği için adaylığını açıkladı.

Ancak bir yıl sonra, Kral Abdülaziz el-Suud, Şerif Hüseyin'in yönetimini ortadan kaldırdı ve onu Kıbrıs'a sürgün etti. Şerif Hüseyin'in halifeliği talep etmesi, siyasi rolünün kaybolmasıyla birlikte ortadan kalktı. Mısır Kralı, 25 Mart 1924'te İslam'ın geleceğini tartışmak için kapsamlı bir İslam konferansı düzenlemeye çağırdı. Konferansın amacı, Mısır Kralı'nın el-Ezher'den halife unvanını almasını destekleyen bir girişimi olan İslam dünyasını arkasında birleştirmekti. Ancak, girişimi Şerif Hüseyin'in girişimi gibi başarısız oldu.

Bu sorun, sonraki yüzyılda da ortadan kalkmadı. 2007 yılında Gallup tarafından yapılan bir kamuoyu araştırması, ankete katılan Müslümanların yüzde 65'inin İslam devletlerinin hilafet altında birleşmesini istediğini ortaya koydu. ABD Başkanı George W. Bush'un konuşmalarında hilafetten 15 kez, bir konuşmada ise dört kez bahsedildi. ABD Başkan Yardımcısı Dick Cheney, El Kaide'nin ‘hilafeti yeniden kurmak istediği’ konusunda uyardı. Savunma Bakanı Donald Rumsfeld, El Kaide'nin ‘mevcut İslami rejimlerin yerini alacak bir hilafet kurmak istediğini’ ekledi. Bu arada İngiliz Genelkurmay Başkanı Sir Richard Dannatt, İslamcıların gözlerini uzun vadeli ‘tarihi İslami Hilafeti yeniden kurmak’ hedefine diktikleri için Afganistan'da İngiliz kuvvetlerine ihtiyaç olduğunu açıkça belirtti. ABD Temsilcisi Ellen West, de Ağustos 2011 yaptığı açıklamada "Arap Baharı denilen şeyin, İslami hilafeti yeniden kurmanın ilk aşaması olduğu kadar, demokratik bir hareketle hiçbir ilgisi yoktur" demişti.

Bu sorun, sonraki yüzyılda da ortadan kalkmadı. 2007 yılında Gallup tarafından yapılan bir kamuoyu araştırması, ankete katılan Müslümanların yüzde 65'inin İslam devletlerinin hilafet altında birleşmesini istediğini ortaya koydu. ABD Başkanı George W. Bush'un konuşmalarında hilafetten 15 kez, bir konuşmada ise dört kez bahsedildi. ABD Başkan Yardımcısı Dick Cheney, El Kaide'nin ‘hilafeti yeniden kurmak istediği’ konusunda uyardı.

Ekim 2011’de Tunus'ta gerçekleştirilen Arap Baharı'nın ardından yapılan seçimlerde kazanan Müslüman Kardeşler'in genel sekreteri Hammadi Cibali, "İnşallah biz altıncı halifelik dönemini yaşıyoruz" dedi. Altıncı halifelikten kastettiği, ilk dört halife (Ebu Bekir, Ömer, Osman ve Ali) ile Emevi hanedanından olan beşinci halife Ömer bin Abdulaziz'dir. Müslüman Kardeşler lideri Raşid Gannuşi de halifeliğin Müslümanların ortak umudu ve arzusu olduğunu söyledi. Kıdemli Suriyeli araştırmacı Satih el-Husari'ye bir keresinde 1948 Savaşı’nda yedi Arap ordusunun neden İsrail'i yenemediği sorulduğunda, bunun ortada yedi ordu bulunmasından kaynaklandığını söyledi. İslam devletinin işlerini yönetmek için bir ordu ve bir hilafet kurulmasına ihtiyaç vardı.

Ebu Bekir el-Bağdadi, sahte ve geçersiz bir halifelik görevini üstlendi

Mustafa Kemal Atatürk'ün halifeliği kaldırmasının üzerinden tam 90 yıl geçtikten sonra, ilk ciddi hilafet adayı ortaya çıktı. Iraklı bir Sünni İslamcı olan İbrahim Avvad İbrahim el-Bedri (daha çok Ebu Bekir el-Bağdadi olarak bilinir), 29 Haziran 2014'te Irak ve Suriye'de bir halifelik ilan etti. Sözcüsü, Ebu Bekir el-Bağdadi'nin ‘Halife İbrahim’ unvanını alacağını ve hilafetin yeniden kurulduğunu duyurdu.

20 Eylül 2014'te, 120'den fazla Sünni din adamı, Ebu Bekir el-Bağdadi'ye açık bir mektup imzaladı ve onu Kur’an-ı Kerim ve Sahih Hadis'in yanlış yorumlamasıyla suçladı. Mektupta, "İslam'ı sertlik, zulüm, işkence ve cinayet dini olarak yorumlayarak İslam'ı yanlış yorumladınız. Bu büyük bir hatadır ve İslam'a, Müslümanlara ve tüm dünyaya bir hakarettir" ifadelerine yer verildi.

Fotoğraf Altı: DEAŞ terör örgütü halifesi Ebubekir el-Bağdadi. (Getty)
DEAŞ terör örgütü halifesi Ebubekir el-Bağdadi. (Getty)

Fransa'da bir camide binlerce Müslüman, “Biz bunu kabul etmiyoruz” demek için toplandı. Mısır’daki Daru’l İfta, DEAŞ’ı ‘Irak ve Suriye'deki El Kaide ayrılıkçıları’ olarak adlandırdıkları bir fetva yayınladı. Ekim 2014'te, İngiliz İslami kuruluşları Britanya İslam Topluluğu, İngiliz Müslümanlar Derneği ve Müslüman Barolar Birliği, DEAŞ’ı İslam dışı devlet’ olarak adlandırmayı önerdi.

Batılı gazeteciler, İslam hakkında yeterli bilgiye sahip olmadıkları için genellikle el-Bağdadi'yi yanlışlıkla İslam'ın ilk halifesi olan Ebu Bekir es-Sıddık'ın halefi olarak tanımlarlar. Bu hem gazetecilerin hem de okuyucularının tarihini bilmemesinden kaynaklanmaktadır. Bu nedenle, 2014 yılındaki birçok haber raporunda yer alan ‘İslam hilafeti, Hz. Muhammed'in 632 yılındaki ölümünden sonra kuruldu ve 1924 yılında Birinci Dünya Savaşı'nın ardından Mustafa Kemal Atatürk tarafından kaldırıldı’ şeklindeki tarihsel özete kimse itiraz etmedi. Kasıtlı veya kasıtsız olarak yapılmış olsun, bu yanlış argüman, Ebu Bekir el-Bağdadi'nin Ebu Bekir el-Sıddık'ın ve Ömer ibn el-Hattab, Ali ibn Ebi Talib gibi büyük adamlardan oluşan bir hanedanın ve Kanuni Sultan Süleyman, Abdülmecid ve Abdülhamid gibi Osmanlı padişahlarının doğal halefi olduğunu gösteriyor.

Müslüman Sünnilerin çoğuna göre, Hz. Muhammed'in arkadaşı, komşusu ve en güvendiği sahabe olan Ebu Bekir es-Sıddık, 632 yılında ilk halife oldu. Ona ‘Resulullah'ın halifesi’ unvanı verildi. Sünniler, halifenin, İslam'ın doğum yeri olan Mekke'nin güçlü kabilesi Kureyş veya herhangi bir yan kolundan doğrudan soyundan gelmesi gerektiğini ve oy birliğiyle (şura) seçilmesi gerektiğini savunur. Hz. Muhammed de Kureyş'in Beni Haşim koluna mensuptu. Ancak, İslam'ın Hanefi mezhebi, halifenin Kureyşli olmayanlar tarafından da seçilebileceğini söyler. Bu, Osmanlı padişahlarının İslam imparatorluğunu nasıl yönettiğini açıklar. Osmanlı padişahlarının hiçbiri Mekke'nin soylularından değildi. Şii Müslümanlar ise halife olmak için birinin Mekke'nin soylularından olması yeterli olmadığını, potansiyel rakiplerin Hz. Muhammed'in soyundan, yani Ehl-i Beyt'ten gelmesi gerektiğini savunur. Bu, Ebu Bekir el-Bağdadi'nin, bir açıklama yaptığında veya kamuoyunun önüne çıktığında kullandığı iki önemli ek ismin nedenini açıklar. İlk unvan ‘Kureyşli’ (Kureyş'ten), ikinci unvan ise ‘Haseni’ (Hz. Muhammed'in torunu Hz. Hasan'ın soyundan). Batılı gazeteciler ve gayrimüslimler, pratik nedenlerle genellikle bu iki unvanı göz ardı etme eğilimindedir. Ancak DEAŞ medyası, Ebu Bekir el-Bağdadi'den bahsederken her zaman bu iki aidiyeti belirtir.

Hilafet koşulları: Kimler halife olabilir?

Hilafet şartları, soyundan bağımsız olarak oldukça açıktır. Halifenin bir erkek ve Müslüman olması gerekir. Halifenin Müslüman kitlelere namaz kıldırması gerekiyordu. İslami geleneklere göre kadınlar liderlik pozisyonlarını üstlenemezler, hatta bir camide erkeklere ayrılmış bölümde görünemezler. Halife İslam hakkında bilgili olmalıdır. Adaletli, güvenilir ve yüksek ahlaka sahip olması gerekir. Ayrıca fiziksel ve ruhsal olarak sağlıklı, cesur ve milletini düşmanlarından koruma yeteneğine sahip olmalıdır. Sünniler, halifenin, İslam hukuku sınırları içinde ‘adaletle’ hüküm vermesi beklenen bir dünyevi hükümdar olduğu konusunda hemfikirdir. Bir fakih tarafından onun adına hazırlanması beklenen yasaları onaylamakla ve vatandaşların bunları takip etmesi gerekir. Ancak halifenin gücü Kur’an-ı Kerim hukukunun üstünde değildir. Kur’an-ı Kerim öğretilerini ihlal ederse, Şura Konseyi tarafından sorguya çekilebilir. Şura Meclisi, devlet işlerini tartışmak ve İslam ümmeti adına kararlar almakla görevli eğitimli insanlardan oluşan küçük bir gruptur. Halifenin görevden alınmasının gerekçelerinden biri, örneğin, Müslümanları namaza çağırmamasıdır.

Mustafa Kemal Atatürk'ün halifeliği kaldırmasının üzerinden tam 90 yıl geçtikten sonra, ilk ciddi hilafet adayı ortaya çıktı. Iraklı bir Sünni İslamcı olan İbrahim Avvad İbrahim el-Bedri (daha çok Ebu Bekir el-Bağdadi olarak bilinir), 29 Haziran 2014'te Irak ve Suriye'de bir halifelik ilan etti. Sözcüsü, Ebu Bekir el-Bağdadi'nin ‘Halife İbrahim’ unvanını alacağını ve hilafetin yeniden kurulduğunu duyurdu.

İlk halife Ebu Bekir es-Sıddık'ın 634 yılındaki ölümünden sonra, yerine Ömer bin Hattab halife seçildi. Ömer bin Hattab, İslam tarihinde olağanüstü bir şahsiyetti. Bilge, adil ve dindar biriydi ve yüksek siyasi zekaya sahipti. Ömer bin Hattab konuşurken, sözleri yasalara dönüşürdü ve bunlar Müslümanların nesiller boyunca aktardığı sözler olurdu. Aynı zamanda Peygamber'in eski bir arkadaşı ve eşi Hz. Hafsa'nın babasıydı. ‘Resulullah'ın halifesinin halifesi’ ifadesindeki tekrar yerine Ömer bin Hattab, ‘Müminlerin Emiri’ unvanını aldı. Bu unvan, kendisi ve halefleri Osman bin Affan ve Ali bin Ebu Talib'in de unvanı oldu. Her ikisi de Mekke'nin soylularındandı ve Peygamber'in kızlarıyla evliydiler. Sünni hadislere göre Peygamber ilk dört halifeyi ahirette cennetle müjdelemiştir. Bu müjde, Peygamber'in ne ilk eşi olan sevgili eşi Hatice ne kızı Fatıma ne de en sevdiği eşi Ayşe de dahil olmak üzere hiçbir yakınına verilmedi. Bu halifelerin tarihi, İslam dünyasının kalbinde yer almaktadır. Ebu Bekir el-Bağdadi, bu tarihi ezbere biliyordu. İlk dört halife, her Müslümanın takip ettiği ideal bir örnektir ve el-Bağdadi, onların yolunu takip ettiğini iddia etti.

Ancak Bağdadi iyi bir Müslüman değildi. Aksine bir zorba ve şarlatandı. Emir Said el-Cezairi, 1924'te Suriye'de hilafet hareketi kurulduğunda, Atatürk'ün kararıyla boş kalan pozisyonu bir sahtekar ortaya çıkmadan hemen önce uygun bir halefin doldurması gerektiği konusunda Müslüman ümmetini uyarmıştı. 90 yıl sonra bu sahtekar, Ebu Bekir el-Bağdadi ve onun halefi olduğunu iddia eden herkes, 2019'daki ölümünün ardından ortaya çıktı.

*Bu makale Şarku’l Avsat tarafından Majalla’dan çevrildi.



Fidan: SDG İsrail'den cesaret alıyor, Esed rejimine karşı hiçbir zaman harekete geçmedi

Dışişleri Bakanı Hakan Fidan (Reuters)
Dışişleri Bakanı Hakan Fidan (Reuters)
TT

Fidan: SDG İsrail'den cesaret alıyor, Esed rejimine karşı hiçbir zaman harekete geçmedi

Dışişleri Bakanı Hakan Fidan (Reuters)
Dışişleri Bakanı Hakan Fidan (Reuters)

Türkiye Dışişleri Bakanı Hakan Fidan dün yaptığı açıklamada, Suriye Demokratik Güçleri'nin (SDG) cesaretini İsrail'den aldığını belirterek, devrik Cumhurbaşkanı Beşşar Esed rejimine karşı muhalefetle hiçbir zaman birlikte hareket etmediklerini kaydetti.

Suriye'nin güneyinde yaşananlar hakkında Fidan şu ifadeleri kullandı: “Özellikle Güney meselesi fevkalade önemli. Şu anda bizim belki en büyük risk alanımız o. Güney'deki sıkıntı tek başına çok fazla büyük risk oluşturduğu için değil. O da yönetilebilir bir konu. İsrail'in ona müdahil olmasından dolayı ortaya çıkan bir risk alanı var. Bu risk alanını çok iyi yönetmek gerekiyor. Çünkü daha büyük riskleri de beraberinde getirebilir. "

PKK'nın silahsızlanma sürecinin "Türkiye tarafından çok şeffaf ve çok iyi bir şekilde" yönetildiğini  vurgulayan Fidan “Ancak örgütün ne yapmayı planladığı konusunda henüz bir kelime bile duymadık” dedi.

Türkiye Savunma Bakanlığı sözcüsü Zeki Aktürk cuma günü yaptığı açıklamada, bazı ülkelerin SDG'yi silahsızlanmayı reddetmeye ve Suriye ordusuna entegre olmamaya teşvik ettiğini belirterek, ülkesinin Suriye'de askeri bir operasyon başlatma niyetinde olmadığını söyledi.

Ankara'da düzenlenen basın toplantısında konuşan sözcü, "SDG'nin zaman kazanma girişimleri boşuna ve Suriye ordusuna entegre olmaktan başka seçenekleri yok" diyerek, SDG’nin faaliyetlerinin Suriye'de istikrar ve güvenliğin sağlanmasına yönelik çabalara zarar verdiğinin altını çizdi.

Sözcü, Türk ordusunun Suriye'de askeri bir operasyona hazırlandığı iddialarını yalanlayarak, Türk ordusunun son hareketlerinin "rutin birlik rotasyonlarının" parçası olduğunu belirtti.

Sözcü, Türkiye'nin daha önce SDG'nin Suriye ordusuna entegrasyonunu istediğini ifade ettiğini ve SDG'nin hareketlerinin ve Suriye ordusunun faaliyetlerinin izlenmesi gerektiğinin altını çizdi.

Suriye Cumhurbaşkanı Ahmed eş-Şara, 10 Mart'ta SDG lideri Mazlum Abdi ile Suriye'nin kuzeydoğusundaki sivil ve askeri kurumları entegre etme konusunda bir anlaşma imzaladı, ancak bu anlaşma henüz uygulanmadı.


Erdoğan, Terörsüz Türkiye sürecine desteğini yineledi

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, 29 Kasım gecesi İstanbul'da yaptığı konuşmada, ‘çözüm sürecini’ başarıya ulaştırma kararlılığını vurguladı. (Cumhurbaşkanlığı)
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, 29 Kasım gecesi İstanbul'da yaptığı konuşmada, ‘çözüm sürecini’ başarıya ulaştırma kararlılığını vurguladı. (Cumhurbaşkanlığı)
TT

Erdoğan, Terörsüz Türkiye sürecine desteğini yineledi

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, 29 Kasım gecesi İstanbul'da yaptığı konuşmada, ‘çözüm sürecini’ başarıya ulaştırma kararlılığını vurguladı. (Cumhurbaşkanlığı)
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, 29 Kasım gecesi İstanbul'da yaptığı konuşmada, ‘çözüm sürecini’ başarıya ulaştırma kararlılığını vurguladı. (Cumhurbaşkanlığı)

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, Kürt tarafının ‘barış ve demokratik toplum süreci’ olarak adlandırdığı ve terör örgütü PKK’nın tasfiyesi ile silahsızlanmasını öngören ‘terörden arındırılmış Türkiye’ hedefini başarıya ulaştırma kararlılığını dile getirdi.

Bu açıklama, PKK yönetiminin, cezaevinde bulunan örgüt lideri Abdullah Öcalan’ın serbest bırakılması ve hükümetin Kürtlerin haklarını genişletecek ciddi yasal adımlar atması yönündeki talepleri karşılanmadığı takdirde sürece dair yeni bir adım atmayacaklarını söylemesinin ardından geldi.

Erdoğan, “Türkiye, terörün ortadan kalktığı; kardeşliğin ve istikrarın her karış toprağa hâkim olduğu bir döneme doğru ilerliyor” dedi.

Farklı tutumlar

Erdoğan, İstanbul’daki Atatürk Kültür Merkezi’nde (AKM) düzenlenen 4. İlim Yayma Ödülleri töreninde yaptığı konuşmada, “Terörden arındırılmış Türkiye hedefine yaklaştıkça, sabotaj girişimleri, medya kampanyaları ve siyasi-sosyal mühendislik faaliyetleri artıyor” ifadelerini kullandı.

cdf
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, 29 Kasım gecesi İstanbul'da düzenlenen İlim Yayma Ödülleri töreninde konuştu. (Cumhurbaşkanlığı)

Erdoğan, “Terörsüz Türkiye sürecinin başarısı için iktidarımızın da, ittifakımızın da, devletimizin de kararlılığının tam olduğunun bilinmesini isterim” dedi.

Aynı dönemde PKK yönetimi, Abdullah Öcalan serbest bırakılmadığı ve Ankara somut, kapsamlı yasal adımlar atmadığı sürece ‘çözüm süreci’ kapsamında yeni bir adım atmayacağını belirterek tehditlerini artırdı. PKK, geçtiğimiz mayıs ayında, Öcalan’ın 27 Şubat’ta İmralı Cezaevi’nden yaptığı ‘barış ve demokratik toplum’ çağrısına yanıt olarak kendini feshettiğini duyurmuştu.

xcdf
Terör örgütü PKK’nın 11 Temmuz'da Irak'ın kuzeyindeki Kandil Dağı'nda düzenlenen silah yakma töreninden (Reuters)

PKK’lı 30 militanın 11 Temmuz’da Kandil Dağı’nda düzenlenen sembolik bir törenle silah bırakmasının ardından, örgüt 26 Ekim’de tüm mensuplarını Türkiye’den Kuzey Irak’a çektiğini açıkladı. Ardından örgütün Zap bölgesindeki güçleri de olası çatışmaları önlemek amacıyla geri çekildiğini duyurdu. Bu adımların tamamı, örgüt lideri Abdullah Öcalan’ın talimatları doğrultusunda PKK tarafından tek taraflı olarak atılmıştı. Ancak PKK yöneticilerinden Amed Malazgirt cumartesi günü AFP’ye yaptığı açıklamada, Öcalan’ın öncülüğünde atılan bu adımlara rağmen örgütün ‘çözüm süreci’ kapsamında artık yeni bir adım atmayacağını söyledi. Malazgirt, Ankara’nın iki temel şartı karşılamaması halinde sürecin ilerlemeyeceğini vurguladı: ‘Öcalan’a özgürlük’ ve ‘Türkiye’de Kürt halkının anayasal olarak tanınması’.

Bu açıklamalar, KCK Yürütme Konseyi Eş Başkanı Bese Hozat’ın, Türkiye’nin Kürt meselesi demokratik temelde çözülmediği ve Öcalan ‘baş müzakereci’ olarak muhatap alınmadığı takdirde ‘ciddi risklerle’ ve bir ‘beka sorunu’ ile karşı karşıya kalacağı yönündeki uyarılarının üzerinden sadece birkaç gün sonra geldi.

Kürt televizyonlarından birine konuşan Bese Hozat, Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin (TBMM) geçtiğimiz ağustos ayında kurduğu Milli Dayanışma, Kardeşlik ve Demokrasi Komisyonu üyelerinin 24 Kasım’da İmralı’da Öcalan ile gerçekleştirdiği görüşmeyi ‘olumlu ve iyi bir adım’ olarak nitelendirdi, ancak ‘güçlü bir adım olarak değerlendirilemeyeceğini’ söyledi.

PKK yöneticisi Hozat, aynı röportajda, “Türkiye, Kürt meselesini demokratik bir zeminde çözmezse; Kürtlerin varlığını ve kimliğini tanımazsa, köklü yasal reformlar ve değişiklikler yapmazsa, ülkenin geleceği gerçekten karanlık olur” ifadelerini kullandı.

xcvfg
Terör örgütü PKK’nın silahsızlandırılması için yasal bir çerçeve oluşturmakla görevli Milli Dayanışma, Kardeşlik ve Demokrasi Komisyonu 4 Aralık'ta toplanacak. (Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin resmi X hesabı)

Milli Dayanışma, Kardeşlik ve Demokrasi Komisyonu’nda yer alan siyasi partiler, sürecin işleyişine ilişkin raporlarını hazırlayarak 4 Aralık’ta yapılması planlanan toplantıda sunmak üzere çalışıyor. Öcalan’ı ziyaret eden heyetin (AK Parti, MHP ve DEM Parti’den üç milletvekili) görüşmeye dair bir bilgilendirme yapması bekleniyor.

Barzani’den destek

Diğer yandan Kürdistan Demokrat Partisi (KDP) lideri Mesud Barzani, Türkiye’deki çözüm sürecine destek verdiğini açıkladı. Barzani, “Bizden ne istenirse yapmaya hazırız” dedi.

Şırnak’ın Cizre ilçesinde yaptığı konuşmada Barzani, Türkiye’deki çözüm sürecini ‘bölge için köklü bir değişim’ olarak nitelendirdi.

dfgr
Kürdistan Demokrat Partisi (KDP) lideri Mesud Barzani, 29 Kasım'da Şırnak'ta düzenlenen bir etkinlikte konuştu. (Türk medyası)

Barzani, 2013’te başlayan ve 2015’te sona eren barış sürecine daha önce de destek vermiş bir lider olarak, bu kez sürecin halkın, parlamentonun ve siyasi partilerin devlete verdiği destek sayesinde ‘daha organize bir şekilde’ yürütüldüğünü söyledi.

Kürt lider, Türkiye’de barış kapısının açılmasına katkıları nedeniyle Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’a, TBMM’ye ve Türk halkına teşekkür ederken, süreç kapsamında attığı olumlu adımlar nedeniyle Öcalan’a da teşekkür etti. Barzani, Irak Kürt Bölgesel Yönetimi’nin (IKBY) sürece ‘tüm gücüyle destek vereceğini’ vurguladı.


İstanbul'da tatil yaparken hayatını kaybeden ailenin odasında zehirli gaz bulundu

Ölen üç Alman turistin kaldığı Fatih ilçesindeki otelin yakınına İstanbul polisi tarafından güvenlik kordonu oluşturuldu (DPA)
Ölen üç Alman turistin kaldığı Fatih ilçesindeki otelin yakınına İstanbul polisi tarafından güvenlik kordonu oluşturuldu (DPA)
TT

İstanbul'da tatil yaparken hayatını kaybeden ailenin odasında zehirli gaz bulundu

Ölen üç Alman turistin kaldığı Fatih ilçesindeki otelin yakınına İstanbul polisi tarafından güvenlik kordonu oluşturuldu (DPA)
Ölen üç Alman turistin kaldığı Fatih ilçesindeki otelin yakınına İstanbul polisi tarafından güvenlik kordonu oluşturuldu (DPA)

Anadolu Ajansı'nda dün yer alan habere göre, İstanbul'da hayatını kaybeden Hamburg’dan tatil için gelen Türk ailenin otel odasında zehirli gaz fosfin bulundu.

Adli tıp raporuna atıfta bulunan ajans, maddenin odadan alınan sürüntü örneklerinde ve otel havlularında da tespit edildiğini belirtti. Ancak ölüm nedeni henüz bilinmiyor.

Alüminyum fosfit, zararlılarla mücadelede yaygın olarak kullanılır. Suyla veya yeterli miktarda atmosferik nemle temas ettiğinde, zehirli bir gaz olan fosfin üretir. Bu gaz, memelilerde hücrelere zarar verir ve yüksek konsantrasyonlarda kanda oksijen taşınmasını engeller.

İnsanlarda fosfin, kuru öksürük, kusma ve karaciğer ve böbrek fonksiyonlarında bozulma gibi semptomlara neden olabilir ve solunduğunda ölümcül olabilir.

Hamburg’dab gelen Türk ailenin dört üyesi, kasım ayının ortasında İstanbul'da tatildeyken hayatını kaybetti.

Adli tıp ön raporuna göre ailenin odasının altındaki odada bulunan pestisitler ölümlerine neden olmuş olabilir, ancak bu henüz doğrulanmadı.

AA’nın haberine göre, ailenin yemek yediği yerlerde yapılan tetkiklerde herhangi bir anormalliğe rastlanmaması üzerine ölüm nedeninin gıda zehirlenmesi olduğu yönündeki ilk şüpheler de reddedildi.