Cumhurbaşkanı Erdoğan: Netanyahu yönetiminin Gazze'de gerçekleştirdiği katliam tarihe "kara leke "olarak geçti

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, Netanyahu yönetiminin Gazze'de gerçekleştirdiği katliamın tarihe "kara leke "olarak geçtiğini ve bu lekenin ona şartsız, koşulsuz destek veren ülkelerin alnına da yapıştığını bildirdi.

AA
AA
TT

Cumhurbaşkanı Erdoğan: Netanyahu yönetiminin Gazze'de gerçekleştirdiği katliam tarihe "kara leke "olarak geçti

AA
AA

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan Birleşmiş Milletler (BM) İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi 28'inci Taraflar Konferansı kapsamında Expo City Dubai'de düzenlenen Dünya İklim Eylemi Zirvesi'ne katıldıktan sonra Türkiye'ye dönüşünde uçakta gazetecilere değerlendirmelerde bulundu, soruları yanıtladı.

Erdoğan, Türkiye'nin 2053 yılı itibarıyla net sıfır emisyon hedefine ulaşmasını öngördüklerini belirterek, toplam kurulu güç içerisinde yenilenebilir enerji kaynaklarının payını yüzde 55'e çıkardıklarını, bu oranla Türkiye'nin Avrupa'da 5'inci, dünyada 12'nci sırada yer aldığını söyledi.

Buradaki hitabında, ülkelerin iklim finansmanı kaynaklarına ve teknoloji transferi imkanlarına daha adil şekilde erişmeleri gerektiğine dikkat çektiğini anımsatan Erdoğan, "Ülkemizin, dünyamıza, doğamıza olan sorumluluğundan kaynaklanan bilinçle, küresel iklim eylemine katkı sunmaya devam edeceğinin altını çizdik. Ayrıca uluslararası topluma iklim değişikliğiyle mücadelede gereken dayanışmanın sergilenmesi çağrısında bulundum. Hükümetlerarası İklim Değişikliği Paneli'nin 60'ıncı oturumunu inşallah ocak ayında İstanbul'da yapacağız." dedi.

Zirvede 2026'da düzenlenecek 31. Taraflar Konferansı'na ev sahipliği yapmak istediklerini de ifade ettiklerini aktaran Erdoğan, "Adaylığımıza destek talebinde bulunduk. Gazze başta olmak üzere işgal edilmiş Filistin topraklarında yaşanan insanlık dramını da zirve gündemine taşıdım. Liderler Zirvesi’ne katılan muhataplarımın bir kısmıyla ikili görüşmeler de gerçekleştirdim. Dünya İklim Eylemi Zirvesi'nin sonuçlarının ve Dubai'de yaptığımız tüm görüşmelerin hayırlara vesile olmasını diliyorum." şeklinde konuştu.

Gazetecilerin sorularını da yanıtlayan Erdoğan, İsrail ile Hamas arasında kalıcı ateşkesin sağlanmasına dair umudu ve başkenti Doğu Kudüs olan Filistin Devleti'nin kurulması için bir eylem planı olup olmadığına ilişkin soru üzerine, "Şu ana kadar Gazze'deki İsrail saldırılarının sona ermesi ve kalıcı ateşkesin sağlanması için nasıl her mahfilde çabamızı gösterdiysek, bundan sonra da yine aynı istikamette bu gayretleri göstermeye devam edeceğiz." ifadelerini kullandı.

"Barışın peşini bırakmayacağız"

Baştan itibaren çatışmalara "insani ara"dan ziyade ateşkesin kalıcı olarak ilanından yana olduklarını vurgulayan Erdoğan, şöyle konuştu:

"İsrail'in hukuk tanımaz yaklaşımı neticesinde gelinen durum, endişelerimizde haklı olduğumuzu bir kez daha gösterdi. Burada bir barış fırsatı yakalanmıştı ve bu fırsatı maalesef İsrail'in bu uzlaşmaz yaklaşımıyla şimdilik kaybettik. Ancak 'bundan sonrası da böyle olacak, barış fırsatları heba edilecek' yaklaşımı içerisinde değiliz, umudumuzu yitirmeyelim. İnşallah tekrar beklediğimiz kalıcı barış fırsatını yakalarız. Barışın peşini bırakmayacağız. Bu tabloda dahi, 'Durmak yok, yola devam.' diyoruz. 'Ateşkesle ilgili hangi adımları atar ve nereleri zorlarsak, kalıcı barış fırsatını yeniden yakalarız?' bunun arayışı içerisindeyiz. Devlet ve hükümet başkanlarıyla irtibatlarımızı devam ettiriyoruz. Nitekim bugün yaptığımız görüşmelerde de muhataplarımıza bu düşüncemizi ifade ettik. Onlarla birlikte bu gayreti devam ettirerek inşallah bir netice alalım istiyoruz."

Cumhurbaşkanı Erdoğan, İslam İşbirliği Teşkilatı bünyesinde Dışişleri Bakanı Hakan Fidan'ın da içinde olduğu Dışişleri Bakanlarından oluşan Yedililer Grubu'nun da bu çalışmaları devam ettirdiğine işaret ederek, "İnşallah bu çalışmalardan da bir netice alırız." temennisinde bulundu.

İslam İşbirliği Teşkilatı'nın Riyad Zirvesi'nde alınan karardan sonra ilgili temas grubunun, İslam İşbirliği Teşkilatı adına çalışmalarına başladığını da aktaran Erdoğan, şöyle devam etti:

"Burada dikkat edilmesi gereken birkaç husus var. Birincisi, İslam ülkeleri Gazze ve Filistin meselesine yoğunlaşırken diğer taraftan da bugüne kadar olmadık bir şekilde bir araya gelip, bizim uzun yıllardır söylediğimiz 'bölge halklarının kendi sorununa sahip çıkması' prensibini hayata geçirdiler. Bunun kurumsallaşması belki en büyük stratejik kazancımız. Gazze'yle ilgili ortaya konulan bu grubun faydası, İslam İşbirliği Teşkilatı üyelerini ortak politika etrafında birleştirmesi oldu. Bir yandan Gazze'deki ateşkesin sağlanması için çalışırken bunun paralelinde iki devletli çözüme yönelik de çalışmaların sürmesi gerekiyor. Bunu ilk önce kendi aramızda bir başlangıç noktası olarak kabul ettik, daha sonra muhataplarımıza aktarmaya başladık. İkinci nokta, Gazze'yi iki devletli çözümün olmadığı bir ortamda tartışmama konusunda muhataplarımızı bir noktaya getirdik. Ortak baskımız neticesinde Avrupa ülkelerinin bir kısmının hem bizim konumumuzu anladığını, hem de bizim savunduğumuz tezleri sahiplenmeye başladıklarını gördük."

Erdoğan, Londra'da, Paris'te, Barselona'da Akdeniz İşbirliği Toplantısı'nda ve en son New York'ta, Birleşmiş Milletler'de yapılan kapsamlı görüşmelerde grubun çalışmalarının çok ciddi netice vermeye başladığını gördüklerini de vurgulayarak, şu değerlendirmelerde bulundu:

"Grup geldiği yer itibarıyla artık bir yol haritası hazırlanabileceği görüşünde ve bunun için çalışmalar var. Çalışma grubu haftaya da Amerika Birleşik Devletleri ile bir araya gelecek. Başta Amerika Birleşik Devletleri ve İngiltere olmak üzere İsrail'i destekleyen Batılı ülkeler, İsrail'in savaş değerlendirmesinden hareketle iki devletin çözümden ziyade 'Hamas tehdidini ne yapacağız?' diye bir soruyu sürekli hem bizim, hem dünya kamuoyunun önüne getiriyorlar. Biz de diyoruz ki 'Eğer iki devletli çözümü şu anda merkeze alırsak, Gazze ve karşılıklı tehdit konuları da zaten ortadan kalkar. Bunu buradan halletmek lazım. Hamas'ın dışlanması, Hamas'ın yok edilmesi gerçekçi bir senaryo değil.' Bundan etkileniyorlar ve İsrail'e yönelik baskı artıyor."

"Bu soykırımı unutmayacak ve unutturmayacağız"

Bir gazetecinin Lahey Uluslararası Ceza Mahkemesine Filistinlilerin yaptığı başvuruyu hatırlatarak, "Bu başvuru süreci hangi aşamada? Netanyahu'yla ilgili nasıl bir karar almasını öngörüyorsunuz?" şeklindeki sorusu üzerine Erdoğan, 3 bine yakın avukatın Lahey'de Uluslararası Ceza Mahkemesine gerekli başvuruyu yaptığını vurguladı.

AK Parti İstanbul Milletvekili Cüneyt Yüksel'in heyette olduğunu ve Lahey'deki süreci takip edeceklerini aktaran Erdoğan, şunları kaydetti:

"Oradan beklentimiz, Netanyahu başta olmak üzere suçüstü yakalanan bu soykırımcıların, bu Gazze kasaplarının gereken cezayı almalarıdır. Temennimiz odur ki verilecek kararla adaleti bekleyenler, 'İşte şimdi oldu' desinler. Bizler bu davanın üst seviyede takibini yapacağız. Milletvekilimiz Cüneyt Yüksel Lahey'deki görüşmelerinin başarılı geçtiğini ifade etti. Beklentimiz verdiğimiz belgeler, bilgilerle beraber Uluslararası Ceza Mahkemesi’nde inşallah olumlu neticeler alma istikametinde. Peşini bırakmayacağız, takipçisi olacağız. Biz bu soykırımda parmağı olan tüm İsrail yöneticilerinin yargılanıp ceza almasını istiyoruz. Bunun için dünyaya görev düşüyor. Hem rahmetli Aliya'nın dediği gibi 'Unutulan soykırım tekrarlanır.' Biz bu soykırımı unutmayacak ve unutturmayacağız. Er ya da geç, mutlaka İsrail bunun hesabını verecek. Buna sessiz kalmanın utancını, dilini zalime uzatmaya çekinenler muhakkak yaşayacak. 'Bizim kimseye borcumuz yok' derken bunu söylüyorum."

Cumhurbaşkanı Erdoğan, bugün başta İspanya gibi bazı "yürekli" ülkeler hariç, Batılı ülkelerin Filistin'e borçlandığını ve zulme karşı çıkma sorumluluklarını yerine getirmediklerinin altını çizerek, şöyle devam etti:

"Biz tarihin hiçbir döneminde zalim de olmadık, zulme rıza da göstermedik. Bu yüzden alnımız aktır. Ancak bugün sessiz kalanların yüzleri kararmaktadır. Netanyahu yönetiminin Gazze'de gerçekleştirdiği katliam tarihe bir kara leke olarak geçti. Bu leke sadece Netanyahu yönetiminin değil, ona şartsız ve koşulsuz destek veren ülkelerin alnına da yapıştı. Bu devletlerin ve uluslararası kuruluşların kayıtsızlığını dünya asla unutmayacak. Yıllar ve nesiller boyunca bu sessizliklerinin bedelini ödeyecekler. Uluslararası Ceza Mahkemesinin bu soykırıma ceza vermesi için elimizden geleni yapacağız. Ancak küresel sistemin çarpıklığı nedeniyle bir yerde bunun önüne geçmeye çalışanlar olacaktır. Ne yaparlarsa yapsınlar vicdan mahkemelerinden aldıkları cezadan kurtulamayacaklar. Soykırım mağduru diye yıllarca ortalıkta dolaşan İsrailli yöneticiler, artık atalarının katillerine dönüşmüştür. Bu hükmü insanların zihinlerinden de tarihin kayıtlarından da vicdanlardan da silemeyecekler."

Bir gazetecinin, Erdoğan'ın işgalci yerleşimcileri, "terörist" olarak tanımlamasının büyük yankı uyandırdığını belirterek, "Şimdi bu safhadan sonra İslam ülkeleri yöneticileri, İslam İşbirliği Teşkilatı ve Arap Ligi'nin Filistinlilerin malına mülküne çöken bu yağmacı teröristleri terörist olarak resmi kayıtlara geçirme noktasında iyi bir mesai harcamasını bekliyor musunuz?" sorusu üzerine Erdoğan, "İslam İşbirliği Teşkilatı Zirvesinde işgalci yerleşimcilerin "terörist" olarak ilk defa kayıt altına alındığını söyledi.

Şu anda Batılıların savunamadığı tek şeyin "yerleşimcilerin işledikleri cinayetler" olduğunu belirten Erdoğan, "Bu hukuksuzlukları Amerikalılar dahi açıktan eleştiriyorlar. Bu işgalci teröristler için yerleşimci tabirini terk edip işgalci terörist tanımlamasını kullanıp yaygınlaştırarak işe başlayabiliriz." dedi.

"Bu bir devlet terörüdür. Bu devlet terörü karşısında da suskun duramayız"

Bu kişilerin gasbettiği evler, araziler, iş yerlerinin Filistinlilerin "öz malları" olduğuna dikkati çeken Erdoğan, "Bunu anlayıp, anlatarak mesafe alabiliriz. Hukuki zeminde yapılacaklar, devletlerin alması gereken tutumlar başkadır. Düşünün bir eviniz var, atanız dedeniz o evde yaşamış, yıllarca o toprağı işlemiş, üzerinde yaşamışsınız sonra eli silahlı bu teröristler geliyor ve size, 'Burası artık benim.” diyor. Bu zulüm değil de nedir? Diğer taraftan Tevrat'taki on emir içerisinde sadece 'Öldürmeyeceksin.' emri yok. On emrinden biri de 'Komşunun malına, mülküne göz dikmeyeceksin.' emridir. Bunların böyle bir derdi yok. Netanyahu sürekli dini söylemlerle soykırımlarını temellendirmeye çalışıyor ancak görüyorsunuz bunların yaptıklarının dini bir dayanağı da yok. Bunlar işgalci, bunlar zalim. Ortada çok büyük bir terör vakası var. Bu bir devlet terörüdür. Bu devlet terörü karşısında da suskun duramayız." diye konuştu.

Gazze'deki durum karşısında, Batı'da özellikle de ABD'de gençlerin, Filistin'de ne olduğunu anlayabilmek için Kur'an-ı Kerim okumaya yöneldikleri hatırlatılarak, "İlginç bir insani ve vicdani hareket dünyada karşılık buluyor. Bu durum insanlık vicdanını harekete geçirme yolunda nasıl bir etki uyandırabilir?" sorusu üzerine Erdoğan, "Öncelikle bizlerin vazifesi, hakikati en yalın haliyle ve mümkün olduğunca da çok sayıda kişiye anlatmaktır. Bundan vazgeçmeyeceğiz, tereddüt etmeyeceğiz." değerlendirmesinde bulundu.

Bu konuda yazılı ve görsel medyaya büyük iş düştüğüne işaret eden Erdoğan, sözlerini şöyle sürdürdü:

"Hem ülkemizin hem dünyanın büyük bir çoğunluğuna sizinle ulaşabiliriz. Bizler de ulusal, uluslararası toplantılarımızda bunu yapıyoruz ve buna devam edeceğiz. Şu gerçeği de bilmemiz lazım, hiçbir zaman bunların bu zalimliklerini gizlemeye güçleri yetmeyecektir. Bütün gerçekler su yüzüne çıkıyor. Gazze'de yaşanan vahşet ve oradaki şehitlerimizin fedakarlığı dünyada yeni bir uyanışa, yeni bir silkinişe Allah'ın izniyle vesile olacaktır. Bu vahşet, bu cinayet, bu terör ne kadar yayılırsa yayılsın Gazze'de dökülen tek bir damla kan, akan tek bir damla gözyaşı bile boşa gitmeyecektir.

Buna da yürekten inanıyorum. Bu ödenen bedeller Allah'ın izniyle lehe dönüşecektir, hiç endişeniz olmasın. Bu silkiniş üstat Sezai Karakoç'un bizlere anlattığı o 'Diriliş muştusu'na inanıyorum ki vesile olacaktır. Çünkü diriliş muştusunun bedeli öyle kuru kuruya olmuyor. Bakın Filistin davasını merak edenler şimdi İslam'la şerefleniyor. Yeni bir uyanış, yeni bir diriliş. İsrail Filistin'in sesini, nefesini kesmek için fosfor bombaları dahil binlerce bomba atıyor. Sizler televizyon yayınlarında bunları yakalıyor, bu fosfor bombalarının nasıl atıldığını ispatlıyorsunuz. Amerika başta olmak üzere Batı tüm imkanlarıyla yükleniyor, her türlü desteği veriyor ama nafile…"

Cumhurbaşkanı Erdoğan, "nasıl olsa hakikat bir gün ortaya çıkar" diye el kol bağlı durulamayacağını belirterek, "Yapmamız gereken rehavete kapılmadan elimizle, dilimizle bunu anlatmaktır. Bu tür kötülükleri gördüğümüz zaman, elimizle, eğer buna gücümüz yetmiyorsa dilimizle, eğer buna da gücümüz yetmiyorsa, o zaman kalbimizle, gönlümüzle buğzedeceğiz. Bu da imanın en zayıf halidir. Bunları yapmamız lazım ve çok çalışacağız. İsrail, kardeşlerimize yaptıkları karşısında 'Ben bu işi bitirdim.' diyemeyecek. Onun için Lahey önemli. Bunun dışında da attığımız adımlarla bunların nefesini, soluğunu inşallah kestireceğiz. Gayret bizden tevfik Allah'tan."

ABD Hazine Bakanlığı Müsteşarı Nelson'ın açıklamaları

Ankara'da temaslarda bulunan ABD Hazine Bakanlığı Müsteşarı Brian Nelson'ın, Türkiye'nin Hamas'ı desteklemesinden dolayı endişeli olduklarını söylediği hatırlatılarak, "Oysa ABD, PKK gibi terör örgütlerine yıllardır silah, finansman ve siyasi destek sağlayan bir ülke. PKK'ya böyle davranırken, Hamas konusunda Türkiye'den bu konuda beklenti içerisinde olmaları hakkında ne düşünüyorsunuz?" sorusunu Cumhurbaşkanı Erdoğan, şöyle yanıtladı:

"Ben Amerika'ya daha ilk seyahatimde orada Jewish Community ile toplantı yapmıştım. 20 yıl önce bana orada Hamas'ı sormuşlardı. Ben de demiştim ki 'Hamas bir terör örgütü değildir. Onlar sadece 1947'den şu ana kadar elde tutabildikleri bir avuç toprakta mücadelelerini sürdüren insanlardır.' Şu anda ben aynı yerdeyim. Hamas'ı, kim ne derse desin, bir terör örgütü olarak asla kabul edemem. Böyle de tasvir edemem. Siz PKK'yı, YPG'yi, FETÖ'yü ödüllendirirken, hatta hatta bunları Oval Ofis'te ağırlarken, kalkıp da Hamas'ı bu şekilde yorumlamamızı bekleyemezsiniz. Ben bunu ne inancım ne vicdanımla bağdaştırırım."

Hamas'ın içindekileri, El Fetih'i, Amerika gibi değil, gayet iyi tanıdığını, Hamas'ın her şeyden önce Filistin'in bir gerçeği olduğunu ve bir siyasi parti olarak seçime girip kazandığını hatırlatan Erdoğan, şöyle konuştu:

"Terör örgütü' dediler, çamur attılar, 'Tutmasa da iz bırakır.' dediler. Hamas'ı bu şekilde, başta Amerika olmak üzere, Batı, böyle bir konumlandırmayla sürekli olarak anlattı, anlatıyor. Bunu çok iyi bilmemiz lazım. Bizler dış politikamızı Ankara'da oluşturur ve sadece Türkiye'nin menfaatlerine, halkımızın beklentilerine göre dizayn ederiz. Muhataplarımız eminim ki Türkiye'nin bu tip insani krizlerde ve çatışmalardaki tutarlı ve dengeli dış politika adımlarını takdirle karşılamaktadır ancak bunları bambaşka gerekçelerle yüksek sesle dile getirememektedir. Türkiye'nin atacağı adımlara yönelik ülkelerin kendi çıkarları doğrultusunda beklentilerinin olması doğaldır. Ayakları yere basan, reel zeminde düşünüldüğünde bunların gerçekleşme olasılığının ne kadar düşük olduğunu tahmin etmek de güç değildir."

Yunanistan ziyareti

5. Yüksek Düzeyli Stratejik İşbirliği Konseyi toplantısı için 7 Aralık'ta Yunanistan'a bir ziyaret gerçekleştireceği belirtilerek, "Yunanistan Başbakanı Miçotakis'in bir açıklaması oldu son günlerde. 'Türkiye'yle işbirliği şart.' dedi. Miçotakis'in bu açıklaması ne anlama geliyor sizce? Özellikle Yüksek Düzeyli İşbirliği Konsey toplantısı sonrası iki ülke arasında yeni bir dönem başlar mı?" sorusunu da yanıtlayan Cumhurbaşkanı Erdoğan, "Temennimiz odur ki yeni bir dönem başlamış olsun." ifadesini kullandı.

Kendisinin her zaman, "Biz dostları artırmaya, düşmanları azaltmaya çalışıyoruz." dediğini anımsatan Cumhurbaşkanı Erdoğan, konuşmasını şöyle sürdürdü:

"Bunları ikili görüşmemizde de kendisine çok açık net, bundan önce söylediğim gibi yine söylemekte fayda olduğuna inanıyorum. Çünkü Türkiye'den seslendiğiniz zaman Kos Adası'ndan o ses duyuluyor. Arasındaki mesafe bu kadar yakın, bu kadar geçmişi itibarıyla iç içe olan iki ülkenin hala düşmanlığı körükleyen seslerle yürümesi doğru değil. Bir diğer taraftan da bizi kızıştıran kim? Bu noktada baktığımız zaman Başta Amerika Birleşik Devletleri olmak üzere birileri bizi birbirimize düşürmenin gayreti içerisinde. Parasını ödediğimiz halde bize F-16'larımız verilmezken Yunanistan'a hala F-16'ları gönderiyor, mühimmatını gönderiyor. Amerika böyle yapıyor diye bizim de herhalde geri çekilecek bir halimiz yok. Yanı başımızdaki komşumuza ziyaretimizi yaparız, oturur konuşuruz. Eğer birbirimizin çıkarlarına zarar verecek tutumlar içerisine girmiyorsak mesele yok. Yolumuza aynen devam ederiz. Tabii ki görüş ayrılıklarımız var ve çözümü bir çırpıda mümkün olmayan derin meseleler bulunuyor. Fakat hemen çözebileceğimiz ve iş birliği zeminini genişletecek başlıklar da yok değil. Yeni bir dönem başlatır, verilen sözleri tutar ve dış etkilerden arındırılmış bir düzlemde bu ilişkileri geliştirebilirsek eminim ki kazançlı çıkarız. Bizim dış politika anlayışımız 'hep ben kazanayım karşıdaki kaybetsin' değildir. Biz 'kazan-kazan' anlayışı ile Atina'ya gideceğiz. Orada yeni dönemin ruhuna yakışır kararlar almak için hem ikili ilişkilerimizi hem Türkiye-Avrupa Birliği ilişkilerini ele alacağız."

Özgür Özel'in İYİ Parti'yi ziyareti

İYİ Parti Genel Başkanı Meral Akşener'in yerel seçimlere 81 ilde tek başlarına seçime gireceklerini açıklamasına rağmen, CHP Genel Başkanı Özgür Özel'in Akşener'i ziyaret ederek, işbirliği çağrısı yaptığı hatırlatılarak, "İYİ Parti Genel Başkanı ile CHP Genel Başkanı arasındaki görüşmeden sonra süreç biraz değişti. İttifaka açık kapı bırakıldı. Genel İdare Kurulu'nda alınacak karar doğrultusunda karar açıklayacaklarını söylediler. Bu süreç sizin aday belirleme takviminizi etkiliyor mu? Bu süreci nasıl yorumlarsınız?" sorusu üzerine Erdoğan, kendilerinin politikalarını muhalefete göre değil, tamamıyla Cumhur İttifakı'nın çerçevesiyle belirlediklerini bildirdi.

Bu konularda da öncelikle önlerinde büyükşehirler ile ilgili analizler olduğunu ifade eden Cumhurbaşkanı Erdoğan, "Büyükşehirlerle ilgili arkadaşlarımız şu anda yoğun bir çalışmanın içerisindeler. 30 büyükşehrin dışında da 51 normal il belediyesi ile ilgili değerlendirmeleri yine Cumhur İttifakı olarak yapacağız. Buradaki değerlendirmelerle birlikte de yola çıkacağız." dedi.

Cumhurbaşkanı Erdoğan, konuşmasına şu sözlerle devam etti:

"Şu anda seçim işleri başkanlarımız, MHP'den üç arkadaşımız ve AK Parti Genel Başkanvekilimiz Efkan Ala ile görüşmeleri yapıyorlar. 6 kişilik komisyon bu çalışmaları tamamlayıp birkaç gün içinde de bizim üst kurulumuza getirecekler, orda da çalışmalarımızı sürdüreceğiz. CHP ile İYİ Parti veya HEDEP ne yapar? Bizim bunlarla uğraşmak gibi bir derdimiz yok. Biz kendi işimize bakacağız. Bizim altılı masa, on altılı masa vesaire gibi masalarımız yok. Sadece Cumhur İttifakımız var. Bu Cumhur İttifakımızı da en uygun şekilde çalıştırmanın gayreti içerisinde olacağız. Biz yolumuza bakarız. Kimin kiminle görüştüğüne, kimin kimi nerede aday gösterdiğine bakmayız. Karşımıza kim çıkarsa en son seçimde olduğu gibi milletimizin desteğiyle dersini verir ve kendi iç buhranları ile onları baş başa bırakırız. Yeniden masa kurma çabaları varsa kurabilirler. Milletimiz zaten masadan kalkanları, sonra tekrar oturanları, birbirlerini hançerleyenleri, Cumhurbaşkanlığına layık gördüklerini kısa süre sonra Genel Başkanlık koltuğuna layık görmeyenleri çok iyi biliyor. Biz uzun zamandır bu partilerin ne dediğiyle söylemleri birbirini tutmadığı için ilgilenmiyoruz. Ne yaptıkları da bizi ilgilendirmiyor. Biz millete hakkıyla hizmet etmenin, ülkemizi güçlendirmenin, şehirlerimizi kalkındırmanın derdindeyiz. Biz şehirlerimizi en iyi şekilde yönetecek adaylarımızı oluşturmakla, projelerimize son halini vermekle meşgulüz. Onların atacağı ya da atmayacağı hiçbir adım bizi etkilemez."

İstanbul adayı

"İstanbul'u yeniden kazanacak aday konusunda kafanızda herhangi bir profil şekillendi mi? Kabinenizden herhangi bir feragat söz konusu olur mu?" sorusunu Cumhurbaşkanı Erdoğan, "Ne olur ne olmaz, şimdi konuşulmaz. İstanbul'da da, Ankara'da da parti teşkilatımın içerisinde görevli olan arkadaşlarım çalışmalarını yürütüyorlar. Çalışmaları belli bir noktaya getirdikten, müracaat süreleri bittikten sonra biz de açıklamamızı yaparız. Şu an itibariyle bu tür açıklamayı yapmamız asla doğru olmaz. Bırakalım çalışmalar devam etsin. Belli bir noktaya gelsin. Açıkladığımız zaman da mesele bitmiştir. Hepiniz zaten bunları gayet güzel bir şekilde öğreneceksiniz. Ama bizleri mahcup edecek isimleri Allah’ın izniyle biz milletimizin önüne koymayız. Bizim belediyecilik anlayışımız dillerde destandır." diye yanıtladı.

"Kim hukuksuzluk yapıyorsa cezasını çeker"

Bazı sosyal medya fenomenlerinin kara para aklama, vergi kaçırma gibi suçlamalarla tutuklandıkları hatırlatılarak, "Ayrıca DenizBank'ın bir şube müdürü, saadet zinciri dedikleri yöntemle para toplamış böyle bir iş yaptığı ortaya çıkıyor. Bu olayla ilgili yorumunuz nedir?" sorusunu Erdoğan, şu şekilde cevapladı:

"Türkiye hukuk devletidir ve kim hukuksuzluk yapıyor ise cezasını çeker. Konu yargıdadır ve yargı bununla ilgili gerekli araştırmasını yapmaktadır. Vatandaşlarımız kolay para vaadiyle, kısa zamanda yüksek kar sunan dolandırıcıların türlü tuzaklarına düşmemelidir. Devlet tabii ki bunların peşindedir ve oyunları bozmaktadır. Ancak bu illegal fon vaatlerine, yasal olmayan yollarla elde edileceği söylenen karlara karşı halkımız çok dikkatli olmalıdır. Bu konularla ilgili kararlar inanıyorum ki yargı tarafından en ideal şekilde verilecektir. Buradan sakınma diye bir şey söz konusu değil. Bu olayda adı geçen şüphelilerle ilgili araştırmalar devam ediyor. Futbolcu arkadaşlarla ilgili de aynı şekilde süreç devam ediyor. Bankanın en üst düzey yöneticileri ile ilgili de şu anda bütün soruşturmalar devam ediyor. Öyle zannediyorum ki kısa zamanda burada da inşallah neticeleri alacağız."

Asgari ücret

Yeni asgari ücretin belirlenmesi çalışmalarına ilişkin bir soruyu da yanıtlayan Cumhurbaşkanı Erdoğan, asgari ücretle ilgili Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Vedat Işıkhan'ın çalışmalarını yaptığını ve bu çalışmalarını olgunlaştırdıktan sonra nihai tabloyu önlerine koyacağını söyledi.

Cumhurbaşkanı Erdoğan, şunları kaydetti:

"Çünkü burada işçi, işveren temsilcileri ile görüşmelerini bitirdikten sonra bize neticeyi getirecek. Biz de kendisini dinleyeceğiz. Ondan sonra en uygun asgari ücret neyse bunun kararını vereceğiz. Bütün mesele tarafları mağdur etmeden bir neticeye varabilmek. Asgari ücret artışı zaten biliyorsunuz yıl içinde bir kezdir. Bir kez verilecek zamla bu iş biter. Bunun da sorumlusu birinci derecede Çalışma Bakanımız Vedat Işıkhan'dır. Biz vatandaşımızı bugüne kadar enflasyona ezdirmedik ve ezdirmeyiz. Ekonomi yönetimimiz bir yandan da enflasyonu dizginleyici adımlar attı, bunlar da sürüyor. İşaretler olumlu, yakında enflasyonun kalıcı bir şekilde dizginleneceğini göreceğiz. Enflasyon sorununu da tarihe karıştıracağız."



Eski Cumhurbaşkanı Abdullah Gül Ortadoğu ve dünyadaki son gelişmelerle ilgili açıklamalarda bulundu

Eski Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, Al-Majalla’ya röportaj verdi (Al-Majalla)
Eski Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, Al-Majalla’ya röportaj verdi (Al-Majalla)
TT

Eski Cumhurbaşkanı Abdullah Gül Ortadoğu ve dünyadaki son gelişmelerle ilgili açıklamalarda bulundu

Eski Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, Al-Majalla’ya röportaj verdi (Al-Majalla)
Eski Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, Al-Majalla’ya röportaj verdi (Al-Majalla)

İstanbul: İbrahim Hamidi

Türkiye'deki önemli siyasetçilerden biri olan Abdullah Gül, ülkesini hem içeriden hem de dışarıdan iyi tanıyor. Hem yurtiçinde hem yurtdışındaki okullarda eğitim alan Gül, aynı şekilde yurtiçinde ve yurtdışında profesyonel olarak çalıştı. Necmettin Erbakan'la birlikte Refah Partisi'nde (RP) siyaset yapan Gül, daha sonra Recep Tayyip Erdoğan'la birlikte Adalet ve Kalkınma Partisi'ni (AK Parti) kurdu.

Abdullah Gül, Dışişleri Bakanlığı, Başbakanlık ve Cumhurbaşkanlığı gibi çeşitli mevkilerde görev aldı. 2007-2014 yılları arasında Çankaya Köşkü'nde ikamet etti ama buranın tutsağı olmadı. Görev süresinin sonunda cumhurbaşkanlığı görevini dostu Recep Tayyip Erdoğan'a devretti.

Akademisyen, siyasetçi, ekonomist, diplomat ve eski Cumhurbaşkanı olan Gül, Ortadoğu'daki birçok kritik kavşağın yaşandığı, Türkiye tarihinin önemli aşamalarından geçti. ABD'nin 2003 yılında Irak'ı işgali sırasında Başbakanlık görevinde olan Gül, Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin (TBMM) Irak’ta savaşın patlak vermesi halinde, ABD askerlerinin Türkiye’deki üsleri kullanmasına izin verilmemesi kararı almasında öncü bir rol oynadı. Aynı şekilde 2008-2009 yılları arasında İsrail'in Gazze Şeridi’ne karşı yürüttüğü savaş ve 2011 yılında başlayan ‘Arap Baharı’ sırasında Cumhurbaşkanlığı görevindeydi.

Al-Majalla, Abdullah Gül ile İstanbul'da ormana bakan bir tepede bulunan ofisinde, Türkiye'deki iç siyasi ve ekonomik durumdan Ortadoğu'daki bölgesel savaş ihtimallerine kadar geniş bir yelpazede görüşlerini aktardığı kapsamlı bir röportaj gerçekleştirdi.

İşte Şarku’l Avsat’n Al-Majalla‘dan aktardığı Eski Cumhurbaşkanı Abdullah Gül röportajının tam metni:

*Önce Türkiye'deki gelişmeleri, ardından bölgesel ve uluslararası gelişmeleri konuşacağız. İç meseleler çerçevesinde geçtiğimiz yıl Türkiye'de cumhurbaşkanlığı ve milletvekili seçimleri yapıldı, bu yıl ise yerel seçimler. Milletvekilliği, cumhurbaşkanlığı ve yerel seçimlerin sonuçlarını nasıl değerlendiriyorsunuz?

Biliyorsunuz Cumhurbaşkanı (Recep Tayyip Erdoğan) geçtiğimiz yılki seçimlerde yeniden seçildi. Seçilmesiyle birlikte dış politikada ve ekonomik konularda bir değişim yaşandı. Seçimlerden sonra hem dış meselelerde hem de içeride ekonomik konularda benimsemeye başladığı pragmatik bakış açısıyla uyumlu olarak hükümette bazı yeni bakanlar atamaya başladı.

Yerel seçimlerde ise muhalefet partileri, özellikle nüfusun yoğun olduğu büyük şehirlerde ciddi oranda oy aldı. Bu sonuç, iktidar ile muhalefet arasında bir güç dengesi oluşmasına yol açtı.

*Muhalefetin kazançlı çıktığı yerel seçimlere bakıldığında, Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın bazı ekonomik reformları hayata geçirmesi kendisine pahalıya mal olmuş gibi görünüyor. Türkiye'de seçmenlerin en büyük kaygısı ekonomi mi?

Ekonomi, insanların hayatındaki en önemli faktördür. Bu açıdan bakıldığında, son seçimlerden önceki beş yılın ekonomik açıdan ve halkın ekonomik sorunlarıyla ilgilenilmesi açısından kötü geçtiğini söyleyebilirim.

Türkiye’nin iki yılda aldığı mülteci sayısı, Almanya'nın otuz yılda aldığından daha fazla.

Olan oldu ve enflasyon neredeyse yüzde 100'lere çıkmaya başladı.

*Bu reformlar bilinip kamuoyuna duyurulsa da sizce bunlar yeterli mi, yoksa ekonomik duruma dair hızla alınması gereken başka tedbirler olduğunu düşünüyor musunuz?

Başlatılan sürecin doğru bir süreç olduğunu ama daha önceki politikaların yanlış olduğunu düşünüyorum. Bu yüzden hukukun üstünlüğü ve adaletin güçlendirilmesinin yanı sıra ekonominin ve halkın taleplerinin doğru şekilde ele alınması gibi yeni ve önemli pratik adımlar atılmalı.

xcdfrtg
Eski Cumhurbaşkanı Abdullah Gül (Al-Majalla)

Sizce şu an Türkiye’de hukukun üstünlüğü yok mu?

Ankara’da 2016 yılındaki başarısız darbe girişimi ve çeşitli dış siyasi ve ekonomik faktörler bu alandaki ilerlemeyi önemli ölçüde etkiledi. Cumhurbaşkanlığı görevimden ayrıldığım 2014 yılına kadar ciddi bir ilerleme kaydetmiştik, fakat o tarihten bu yana çeşitli faktörlerden dolayı bir gerileme yaşandı. Bu aksaklıkların etkili bir şekilde giderilmesi için doğru ve akılcı politikalara dönülmesi gerektiğinde şüphe yok. Şu an olan da bu.

*Toplumsal durumun her ülkede olduğu gibi Türkiye'de de önemli olduğuna şüphe yok. Türkiye'deki toplumsal durumu nasıl görüyorsunuz? Sizce mülteciler, Türkiye'deki toplumsal durumda nerede yer alıyor?

Bu konular Türkiye'de oldukça garip karşılanıyor. Ancak bildiğiniz üzere Türkiye iki yıl gibi kısa bir sürede, Almanya'nın otuz yılda aldığından daha fazla mülteci aldı. Böylece Türkiye en çok mülteci alan ülkelerden biri haline geldi. Elbette bu durum, ülkedeki sosyal dokuyu etkiledi.

*Geçtiğimiz yıl Türkiye'ye yaptığım ziyaret sırasında Zafer Partisi Genel Başkanı Ümit Özdağ ile görüştüm. Sizce Suriyeli mülteciler gerçek bir sorun mu yoksa bu mesele Türkiye'deki siyasi güçler tarafından siyasi amaçlarla kullanılıyor mu?

Türk halkı bu konuda önemli ve ortak bir tutum sergiledi. Mültecilerle ilgili büyük çaplı bir tartışma yaşanmadı, sadece birkaç münferit olay meydana geldi. Geçtiğimiz yıllarda Türkiye'de yerel seçimler, cumhurbaşkanlığı ve milletvekilliği seçimleri yapıldı. Hiçbir siyasi parti mülteci sorununu istismar etmedi. Son seçimlerde bu konu bir ölçüde öne çıksa da Türk halkı konuyu ele alışında genel olarak insancıl davrandı.

Aslında muhalefet partilerini- özellikle de ana muhalefet partisini- seçimler sırasında bu konuyu silah olarak kullanmadıkları için takdir ediyorum. Mülteci konusunun son derece politize edildiği Avrupa'da ise aynı şeyi söylemek mümkün değil.

Erdoğan, Esed ve mülteciler

Suriyelilerin ülkelerine geri dönmesi meselesi sık sık gündeme getiriliyor. Siz bu konuda ne düşünüyorsunuz? Suriyelilerin bir kısmının geri dönmesi gerçekten bir çözüm olabilir mi?

Bu konuda birçok kez konuştum. Mültecilerin hangi ülkeye giderlerse gitsinler kendilerini evlerinde hissetmediklerini söyledim, elbette vatanlarını, evlerini, tarlalarını, okullarını özlüyorlar. Bununla birlikte bu insanlar ev sahibi ülkede de bir süreliğine misafir ediliyorlar. Daha sonra örneğin, yabancıların yerel halkla rekabeti konusunda sosyal gerilimler ortaya çıkıyor. Dolayısıyla mülteciler, kendilerini bu konuda rahat ve güvende hissedecekleri uygun bir şekilde geri dönmeli.

Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın Suriye Devlet Başkanı Esed ile görüşme önerisi beni mutlu etti. Ancak her şeyden önce bölgede ve söz konusu ülkede barışın sağlanması önem taşıyor.

Ancak bu mültecilerden bazıları sığındıkları ya da yerlerinden edildikleri ülkede kalabiliyor. Bu durum ender değil, birçok kez görüldü. Ancak önemli olan bu insanların kendi ülkelerine ve rahat ettikleri gerçek orijinal ortamlarına nasıl döndükleri. Herkesin kendi vatanında, ülkesinde ve yakınları arasında rahat etmesini temenni ediyorum. Bu bakımdan ilgili tüm tarafları tatmin edecek şekilde, bu amaç doğrultusunda önemli girişimler ve projeler başlatılmalı.

*Cumhurbaşkanı Erdoğan son zamanlarda Suriye Devlet Başkanı Beşşar Esed ile görüşmeye hazır olduğu yönünde açıklamalarda bulundu. Esed ile görüşmek istemesinin nedenlerinden birinin de mültecilerin geri dönüşü meselesi olduğu söyleniyor. Siz bu yaklaşım hakkında ne düşünüyorsunuz?

Öncelikle Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın Suriye Devlet Başkanı Esed ile görüşme önerisi beni mutlu etti. Ancak her şeyden önce bölgede ve söz konusu ülkede barışın sağlanması önem taşıyor. Eğer o ülkede barış ve sosyal uyum varsa, elbette yerinden edilenlerin çoğu gönüllü olarak ülkelerine dönmek isteyecektir. Ama eğer istikrar ve toplumsal barış yoksa, bu konuya öncelik verilebilir mi? Tabii bu konuda karar alma sorumluluğuna sahip bir konumda değilim.

*Esed-Erdoğan görüşmesi sizi memnun eder mi, yoksa birtakım çekinceleriniz var mı?

Eğer her iki taraf da samimi olarak bu görüşmenin gerçeklemesini istiyorsa, süreç dikkatle yönetilmeli. Taraflar arasında iletişime geçme iradesi varsa, geçmişteki anlaşmazlıkların üstesinden gelebilir ve ilişkilerinde yeni bir sayfa açabilirler. Ancak görüşmenin verimli geçmesi için kapsamlı bir ön hazırlık yapılması şart. Bunun için öncelikle tansiyonu düşürmek ve verimli görüşmelere zemin hazırlamak üzere diplomatik, bakanlık, siyasi ve güvenlik gibi farklı düzeylerde toplantılar yapılması gerekebilir. Esed ve Erdoğan ancak bu şekilde bir araya geldiklerinde, düğüm halinde bekleyen meselelerin çözümünde somut ilerleme kaydedebilirler. Eğer görüşme söz konusu hazırlıklar yapılmadan gerçekleşirse, çözüm bekleyen konuların tartışıldığı görüşme süreci rayından çıkarabilir.

Türkiye, Suriye topraklarının bütünlüğüne bağlı, bu birçok kez ifade edildi. Bu konuda hiçbir tereddüt yok.

*Kamuya açık ve kapalı kapılar ardında olmak üzere çeşitli toplantılar yapıldığını ve güvenlik teşkilatlarının başkanları arasında önemli gizli toplantılar gerçekleştiğini biliyoruz. Sanırım bu tür toplantılar Bağdat'ta, Moskova'da ve sınır bölgelerinde halen yapılmaya devam ediyor. Siyasi düzeyde temaslar da var. Esed'in, en azından Türk ordusunun Suriye topraklarından çekilmesi şartı yerine getirilmeden Erdoğan ile görüşmeyeceğini söylediği biliniyor. Esed'in Türk ordusunun Suriye topraklarından çekilmesi şartı hakkında ne düşünüyorsunuz?

Her şeyden önce Türkiye’nin Suriye topraklarının bütünlüğüne bağlı olduğunun, bunun birçok kez ifade edildiğinin ve bu konuda hiçbir tereddüdün olmadığının bilinmesi gerekiyor. ‘Yeni Osmanlıcılık’ ve benzeri konularda ortaya atılan bazı söylentiler hakkında konuşmaya gerek yok. Türkiye, Suriye'nin egemenliği, toprak ve toplumsal bütünlüğü ile özgür olmasını istiyor.

Bu konuda hiçbir şüpheye yer yok. Dolayısıyla bu noktaya takılmadan sürece başlamalıyız. Çünkü bu konu zaman içinde bir noktada buluşmayı kolaylaştırabilir.

Türk askerleri neden Suriye’de konuşlandırıldı? Bir güvenlik ve terör boşluğu oluştuğu ve Türkiye’nin Suriye'nin güvenliğine zarar vermek ya da mevcut haritayı değiştirmek istemediği kesin. Bunun hem Suriyeli kardeşlerimiz hem de tüm dünya tarafından bilinmesi gerekiyor.

Bu konu Sayın Cumhurbaşkanımız, Sayın Dışişleri Bakanımız ve ilgili tüm yetkililer tarafından dile getirildi, getiriliyor. Suriye'deki Türk askerlerinin ne zaman ve ne şekilde geri çekileceği konusu ise tartışılması gereken bir konudur. Tabii bu konuda karar alma sorumluluğuna sahip bir konumda değilim. Ancak tüm tarafları tatmin edecek şekilde sorunsuz ve net bir şekilde gerçekleşmesini umuyorum.

sdvfb
Eski Cumhurbaşkanı Abdullah Gül Al-Majalla Genel Yayın Yönetmeni İbrahim Hamidi’ye açıklamalarda bulundu (Al-Majalla)

Aynı durum Irak için de geçerli. Belki bazı Iraklılar, Türk askerinin topraklarındaki varlığını ya da askeri operasyonlar düzenlemesini doğru bulmuyor olabilir. Ancak bu varlık, Irak topraklarındaki mevcut güvenlik boşluğundan kaynaklanıyor. Eğer Irak hükümeti bu sorunu çözebilseydi, Türk askerleri Irak topraklarına girmeyecekti. Bu, Suriye için de geçerli.

Kürtler

*Irak ve Suriye arasındaki karşılaştırmalar gerçekten de yerinde. Örneğin Başika'da bir Türk askeri üssü var ve Muhammed Şiya es-Sudani hükümetiyle PKK'ya karşı iş birliği yapılıyor. Bu açıdan Suriye’de en azından teröristlere ya da Kürtlere, özellikle de PKK ve YPG’ye karşı mücadelede Şam ile Ankara arasında iş birliği yapılabileceğini düşünüyor musunuz?

Her şeyden önce Kürtlerin bu bölgede, Suriye, Irak, İran ve Türkiye'de büyük bir etnik grup olduğunu kabul etmeliyiz. Kürtlerin ülkelerinde eşit vatandaşlar olmaları gerektiğini düşünüyorum. Özgürlükten ve yasalarla güvence altına alınan tüm haklardan yararlanmalılar. Bazı ülkelerdeki çeşitli zorluklara rağmen, Suriye'deki bazı Kürt topluluklarının tarihte ötekileştirildiği ve birçoğunun kimlik kartının dahi olmadığı unutulmamalı. Bununla birlikte, bir bütün olarak Kürt halkı ile terörist bir oluşum olarak PKK’yı birbirinden net bir şekilde ayırmalıyız.

PKK ve Abdullah Öcalan, 1970'li ve 1980'li yıllarda Suriye topraklarında faaliyet gösterdi. PKK, Ankara ve Şam arasında Adana Anlaşması'nın imzalandığı 1998 yılına kadar güvenlik ve istikrar boşluğunu istismar etmeye devam etti. Türkiye ve Suriye arasında terör örgütlerine karşı ortak eylem ve iş birliği konusuna gelince, bunun hem mümkün hem de gerekli olduğunu düşünüyorum. Adana Anlaşması'nın hükümleri bu tür bir iş birliğinin temelini oluşturabilir. Ancak teröristler ile ülkede yaşayan Kürt vatandaşları birbirinden ayırmak gerekiyor.

Kürt meselesiyle ilgili bir başka soru da şu: 1990'lı yılların sonlarında Türkiye, Irak'ın kuzeybatısında bir Kürt devleti kurulmasını önlemek için Suriye, Türkiye ve Irak arasında ‘üçlü koordinasyon’ olarak bilinen ittifaka katıldı. Türkiye ve Suriye arasındaki mevcut gerilime rağmen, Suriye'nin kuzeydoğusunda bir Kürt devletinin kurulmasının engellenmesi için ortak çabalar devam ediyor. Kürtlerin Türkiye, Suriye, İran ve Irak olmak üzere dört ülkede var olduğundan söz ettiniz. Sizce bir Kürt devletinin kurulmasını engellemek için bu dört ülke arasında koordinasyon olmalı mı?

Tabii ki tüm bu ülkeler, teröristler ile bu ülkelerde yaşayan ve tam ve eşit haklara sahip olması gereken vatandaşlar arasında net bir ayrım yapmak suretiyle, terörizm ve terör örgütleriyle mücadele konusunda koordinasyon içinde olabilirler. Ancak, bu ülkelerin ulusal güvenliğini tehdit eden ayrılıkçı hareketler ya da terör örgütleri varsa, aralarında koordinasyon kurulması kaçınılmaz hale gelir.

*Buna bir Kürt devletinin kurulmasını önlemeye yönelik bir koordinasyon da dahil mi?

Herhangi bir ülkede tüm vatandaşların güvenlik, özgürlük, egemenlik ve yasal haklardan faydalanması gerektiğini kabul etmeliyiz. İster Kürt ister başka bir milletten olsun, tüm vatandaşlara temel haklar tanınmalı. Fakat terörist ya da ayrılıkçı hareketler, insan haklarının meşru savunucuları olarak görülemez. Bu hareketler bazen Rusya ve Amerikalılar gibi dış güçler tarafından araç olarak kullanılabilir. Bununla birlikte, herhangi bir Kürt oluşumu İsrail tarafından potansiyel bir müttefik olarak görülecektir. Bundan dolayı ilgili ülkelerin ulusal güvenliğini tehdit eden tüm ayrılıkçı ve terörist hareketlere kararlı bir şekilde müdahale edilmeli.

Esed'in yönetimde kalması

*İsrail konusuna döneceğim ama Arap Baharı ile ilgili iki sorum var. İlk sorum şu: Esed’in yönetimde kalmasına- ki Arap Baharı’nın yaşandığı ülkeler arasında yönetimde kalan tek başkan olduğuna inanıyorum- şaşırdınız mı?

Bunun şaşırtıcı olduğunu söyleyemem ama Arap Baharı’na tanık olan bölge ülkelerinin olumlu ya da olumsuz bir şekilde değiştiğini düşünüyorum.

Esed ile aranızdaki son temas ne zamandı?

2011 yılında Arap Baharı’nın başlangıcındaydı. Suriye'de görmek istediğim son şey, Suriye ordusu ile kendi halkından oluşan silahlı bir grup arasındaki çatışmaydı.

2012 yılında olaylar geliştikçe ve Rusya ile İran’ın kendi çıkarları için Suriye’deki çatışmaya dahil olmalarıyla birlikte, Suriye'de hızlı bir rejim değişikliğinin gerçekleşmesi olasılığından şüphe etmeye başladım. Rusya'nın Akdeniz'de geleneksel bir politikası olduğu, İran'ın ise ulusal çıkarlarına ulaşmada kendi ajandası olduğu biliniyor. Rusya ve İran'ın rejime destek vermeye devam edeceği açıktı, oysa Suriye'deki silahlı hareketler aynı düzeyde güçlü bir desteğe sahip değildi ve bu da dengesiz hesaplara yol açıyordu. Bu görüşümü hükümetimle paylaştım ve uluslararası forumlarda da dile getirerek, bu çatışmanın diplomatik veya siyasi çözüme yönelmeden çözülemeyeceğini vurguladım. Durumun bugün gördüğümüz gibi sonuçlanacağını, her şeyin olduğu gibi kalacağını tahmin ediyordum.

Filistin'in kendi içinde bile ister Batı Şeria'da ister Gazze'de olsun iki cephede bir bölünme var. Bu bölünmeler İsrail'i hesap vermeden hareket etmeye cesaretlendirdi.

Son ciddi girişimin 2012 yılında, BM ve Arap Birliği'nin ortak Suriye Özel Temsilcisi olarak atanan (eski BM Genel Sekreteri) Kofi Annan'dan geldiğini hatırlıyorum. 2012'de Chicago'da düzenlenen NATO zirvesi gibi uluslararası forumlarda yaptığım konuşmalarda bu çabanın Suriye'nin son şansı olduğunu vurguladım ve kendisini siyasi bir sürecin takip etmesini ümit ettim. Durumu gerçekten acı verici hale getiren 400 binden fazla ölü ile işlerin bu trajik noktaya ulaşması, beni derinden üzüyor.

Arap Baharı

*Arap Baharı ile ilgili bir sorunun ardından Gazze ve Lübnan'a geçeceğiz. Pek çok Arap ülkesinde yaşanan Arap Baharı’ndan 13 yıl sonra ne düşünüyorsunuz? Bu deneyimi nasıl değerlendiriyorsunuz? Gerçekten bir Arap Baharı mıydı, yoksa sonbahar ya da karanlık bir kış mıydı?

Gençliğin ve Arap halklarının taleplerini kesinlikle meşru görüyordum. Bunu, onurlu bir yaşam için çabalayan ve iyi bir yönetim talep eden gençlerin ve vatandaşların asil bir hareketi olarak gördüm. Monarşiler de dahil olmak üzere bazı devletler, vatandaşlarının meşru taleplerinin çoğunu karşılamaya çalışarak krizi yönetebildiler. Seçilmiş diktatörler ise durumla gerektiği gibi başa çıkamadılar.

Arap Baharı’nın başarısız olduğunu düşünüyor musunuz?

Meselenin Tunus'ta başladığını ve Tunus'un şu anda geldiği noktayı, son Tunus seçimlerinde katılım oranının yüzde 27 civarında olduğunu gördüğümde, durum nasıl iyi olabilir? Raşid Gannuşi 83 yaşında ve daha önce seçimlere katılmış birisi. Bu adam şu anda cezaevinde.

*Sayın Cumhurbaşkanı Arap Baharı sizin için bir hayal kırıklığı mıydı?

Bir hayal kırıklığı değil ama işlerin vardığı noktaya üzülüyorum, çünkü Arap halklarının ekonomik ve sosyal anlamda iyi yaşama umutları ve arzuları var ve hükümetlerin hesap vermesini istiyorlardı. Arap halklarının Almanlar, Fransızlar, İngilizler veya diğerleri gibi ekonomik, siyasi, sosyal vb. konularda haklarını garanti altına alacak şekilde yaşama hakları yok mu? İşlerin bu noktaya gelmesi bizi üzüyor.

İsrail’in bombardımanları

*Bölgesel bir konuya geçelim. İsrail uçakları Suriye’de Şam'ı, Yemen'de Hudeyde'yi bombaladı ve şu an Beyrut'u ve Gazze Şeridi’ni bombalıyor. Aynı şekilde Batı Şeria'yı, Irak'ı ve İran'ı bombaladı. Bu tabloyu nasıl görüyorsunuz?

Bunun için derin bir üzüntü duyuyorum. Bölgedeki İslam ülkeleri birlik içinde değil, aksine derinden bölünmüş durumdalar. Filistin'in kendi içinde bile ister Batı Şeria’da ister Gazze’de olsun iki cephede bölünme var. Bu bölünmeler, İsrail'i hesap vermeden hareket etmeye cesaretlendirdi. Bölge ülkeleri arasında birlik ve beraberliğin yokluğu aslında İsrail'e bu şekilde hareket etme konusunda tarihi bir fırsat sundu.

*7 Ekim, Hamas saldırısının birinci yıl dönümüydü. 7 Ekim’i nasıl görüyorsunuz?

Silahsız ve masum sivillere yönelik saldırıları hiçbir şekilde desteklemiyorum. Ancak BM Genel Sekreteri António Guterres'in bu bağlamda söyledikleri, konunun anlaşılması açısından oldukça önemli; bu saldırılar durduk yere ortaya çıkmadı.

İsrail'in tüm politikaları 1967 sınırlarına çekilmesi meselesini ortadan kaldırmaya yöneliktir. İsrail hükümeti tüm eylemleriyle bu meseleyi bitirmek istiyor

İsrail onlarca yıldır Filistin topraklarını hukuka aykırı ve haksız bir şekilde işgal ediyor. Üstelik İsrail, Güvenlik Konseyi'nin ilgili kararlarına rağmen, Batı Şeria'da acımasız bir yerleşim politikası uyguluyor.

İsrail makamları sistematik ve sürekli bir şekilde Filistinlileri topraklarını terk etmeye zorluyor. Tüm bu zulümle birlikte insanlar sürekli olarak onurlarından ve temel haklarından mahrum bırakıldıklarında kendi kendilerine “Her halükârda sona doğru gidiyoruz, o halde hep birlikte ölelim” diyebilirler. İnsanların hakları elinden alındığında veya onlara insan muamelesi yapılmadığında, direniş hareketlerinin ortaya çıkması doğaldır. Gerçekte olan da budur.

*Hizbullah liderlerini öldüren ve Lübnan'ı bombalayan İsrail şimdi Lübnan'da ne istiyor?

İsrail'in tüm politikaları 1967 sınırlarına çekilmesi meselesini ortadan kaldırmaya yöneliktir. Tüm eylemleriyle bu meseleyi bitirmek istiyor, dolayısıyla bunun önünde bulunan tüm kısıtlamaları kaldırmak istiyor.

dvf
Hatay'ın Türkiye-Suriye sınırındaki Reyhanlı ilçesi yakınlarında Suriyeli bir mülteci, 10 Ağustos 2012 (AFP)

Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nin (BMGK) 2006 yılında onayladığı 1701 sayılı kararda İsrail’in çekilmesi ve Hizbullah’ın silahsızlandırılması kabul edildi. Ama işgal bitmeyince mücadele ve direniş başladı. Zira bu konu diğeriyle bağlantılıdır.

O halde çözüm 1701 sayılı karar mı?

Sadece 1701 değil, bu konudaki en son düzenleme olduğu için, kendisini zikrettim, esas olan 1967 sınırları ile ilgili 242 sayılı karardır. Ben sadece Lübnan meselesiyle ilgili olarak 1701'den bahsettim.

*Türkiye'nin son dönemde İsrail'in ‘Vadedilmiş Toprakları’ elde etmek istediği yönündeki açıklamalarını nasıl yorumluyorsunuz? Bildiğiniz gibi geçtiğimiz günlerde TBMM'de İsrail'in Vadedilmiş Toprakları ele geçirmeye yönelik bir planı olduğuna ve Türkiye'ye karşı tehdit oluşturduğuna dair bir oturum yapıldı. Bir bütün olarak bu söylem hakkında ne düşünüyorsunuz?

Modası geçmiş hayaller olduğu için bu ideolojik ya da mitolojik iddiaları önemsemiyorum. İsrail, Türkiye'ye karşı düşmanca davranışlar sergilemeye cesaret edemez.

İran, İsrail ve Ortadoğu

*Daha önce İsrail ile İran arasında bir “gölge savaşı” vardı. Vekiller ve müttefikler aracılığıyla savaşıyorlardı. Son aylarda ve özellikle de nisan ayında yeni bir aşamaya, İsrail ile İran arasında doğrudan savaşa geçiş yaptık. Nisan ayı sonunda İran, İsrail'i vurdu ve o da İran'ı bombalayarak karşılık verdi. Bölgesel bir savaş ve bir İran-İsrail çatışmasından endişeleniyor musunuz?

Biraz önce de belirttiğim gibi bölge birlik içinde değil. Ne yazık ki Ortadoğu'da İslam dünyasının kendi içinde bir bölünme var. İran'ın sert politikaları bölgedeki tehdit kaynaklarına ilişkin algıları değiştirdi. Arap ülkeleri geleneksel olarak İsrail'i ana tehdit olarak görürken, İran bu rolde İsrail'in yerini aldı. Bu durum bazı Arap ülkelerinin İsrail ile doğrudan veya dolaylı ilişkiler kurmasına yol açtı. İsrail'in istediği de buydu ve şimdi bu bölünmüşlüğü istismar ederek emellerini gerçekleştiriyor. Bu durum bölgeyi ve genel bütünlüğünü etkiledi.

Son dönemdeki tek olumlu gelişme, Suudi Arabistan ile İran arasındaki diplomatik ilişkilerin Çin'in arabuluculuğunda yeniden başlaması oldu. Bu adım bölgeye fayda sağladı.

Son dönemdeki tek olumlu gelişmenin Suudi Arabistan ile İran arasında Çin'in arabuluculuğunda diplomatik ilişkilerin yeniden başlaması olduğunu düşünüyorum. Bu adım bölgeye fayda sağladı.

İsrail'in haritadan silinmesi ve İsrail devletinin sona erdirilmesi yönündeki İran’ın düşmanca söylem ve sloganlarına gelince, bunlar Tel Aviv'in lehine oldu. Bunları, ABD ve bazı Avrupa ülkelerinden gelen sınırsız askeri desteği meşrulaştırmak için bir bahane olarak kullandı.

İsrail bölgedeki savaşın kapsamını genişletmeye çalışıyor, çünkü bunun kendi çıkarına olduğuna inanıyor. Bu amaca ulaşmak için de başta İran olmak üzere bölgesel tarafları kışkırtmaya çalıştığını görüyoruz.

*Çin himayesinde varılan Suudi Arabistan-İran anlaşmasından bahsettiniz. Cumhurbaşkanı Erdoğan'dan da yeni bir yaklaşım geldi ve Mısır, Suudi Arabistan ve BAE ile ilişkilerde iyileşme yaşandı. Türkiye Cumhurbaşkanı'nın yeni yaklaşımını en azından bölgesel olarak nasıl değerlendiriyorsunuz?

Ben bu adımları sonuna kadar destekliyorum ve bu kardeş ülkelerle ilişkilerimizde kaybedilen 10 yıl için üzülüyorum. Türkiye ile bu ülkeler arasındaki dayanışmanın, bölgenin güvenliği ve refahına olumlu etkileri olacağı için bu yaklaşımı tüm kalbimle destekliyorum.

Filistin meselesine dönersek, İsrail-Filistin çatışmasında büyük bir zaafın varlığına dikkatinizi çekmek isterim. O da Filistinlilerin kendi aralarındaki bölünmedir. Bu bölünmeyi sona erdirmek için pek çok çaba sarf edildi. Bunların başında da Suudi Arabistan Kralı Abdullah bin Abdulaziz'in girişimi geliyor.

Kendi açımdan ben de geçmişte üstlendiğim çeşitli sorumluluklar sırasında çeşitli vesilelerle Filistinliler arasında görüşleri birbirine yakınlaştırmak için girişimlerde bulundum. Bu bölünme davanın gücünü zayıflatıyor, zira Gazze ve Batı Şeria iki farklı halktan oluşmuyor. Aksine, hepsi haklarından mahrum bırakılmış Filistinliler. Yaşanan bunca acıdan sonra birlik olmanın zamanı geldi.

Ayrıca, 2002 yılında Beyrut'ta Kral Abdullah tarafından sunulan ve İran'ın da dahil olduğu İslam İşbirliği Teşkilatı'nın (İİT) desteğini alan Arap Barış Girişimi'nin, Filistin meselesine etkin ve etkili bir çözüm bulunması için temel bir çaba olmayı sürdürdüğünü anlamalıyız. Bu davaya iki devlet formülüne dayalı kalıcı bir çözüm bulunmadan, Ortadoğu'da bölgesel barış ve güvenliğin sağlanması zorlaşır.

*Son bir soru; Türkiye uluslararası ağırlığa sahip ve G20 üyesi bir ülke. Bölgede net bir doğum sancısı yaşanıyor ama aynı zamanda küresel olarak da bir doğum sancısının yaşandığı anlaşılıyor. Küresel olarak Çin'in yükselişi, Ukrayna'da Rusya ve Kuzey Atlantik Antlaşması Örgütü (NATO) var ve ABD'nin rolü zayıflıyor olabilir. Nasıl bir yeni bölgesel düzen öngörüyorsunuz? Daha da önemlisi önümüzdeki yıllarda yeni uluslararası düzenin nasıl olacağını düşünüyorsunuz?

Mevcut koşullar altında Batı'nın hararetle savunduğunu iddia ettiği insan hakları, hukukun üstünlüğü ve demokrasi gibi evrensel değer ve standartlar, İsrail'in Filistin'i işgali ve Filistinlilere yönelik saldırganlığı söz konusu olduğunda, aynı standartları uygulamayı reddeden Batılılar tarafından bizzat ayaklar altına alınıyor.

ABD ile Çin arasında özellikle ekonomik meseleler ve nüfuz alanları üzerinden yaşanan mevcut çatışma, şüphesiz yeni bir kutuplaşma dönemine yol açar.

Gazze'de yaşanan büyük acılar karşısında uluslararası sistemin başarısızlığı ortada. ABD'nin başını çektiği Batılı aktörlerin Gazze'deki savaşa ilişkin tutumları, Rusya-Ukrayna savaşına ilişkin tutumlarından farklılık gösteriyor.

Bu ikiyüzlülük, onların inandırıcılığını ve ikna gücünü azaltıyor. Ne yazık ki bu ayrım, Batı'nın bu net taraflılığına karşı koymak için bazı ülkeleri ister Çin ister başka yerlerdeki otoriter rejimlere yönelmeye itebilir.

scd
Eski Türkiye Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, İstanbul'da düzenlediği basın toplantısında, 28 Nisan 2018 (AFP)

ABD ile Çin arasında özellikle ekonomik meseleler ve nüfuz alanları üzerinden yaşanan mevcut çatışma, şüphesiz önümüzdeki on yıl içinde dünyada yeni bir kutuplaşma dönemine yol açar. Bu kutuplaşma, Ortadoğu ve ötesi için büyük meydan okumalar anlamına gelir.

Bu nedenle, Batı dünyasının davranış ve uygulamalarını gözden geçirmesi, diyalog ve dürüstlüğe dayalı, adil, katılımcı ve şeffaf politikalar izlemeye, uluslararası hukukun gereklerine ve evrensel ilkelere saygı duymaya dönmesi gerekiyor. O zaman kaybettiği güveni, Arap dünyası ve Asya'dan Latin Amerika'ya kadar daha geniş bölgenin halklarının güvenini yeniden kazanabilir.

Bu anlayış, Batı dünyasını ve kurumlarını yeniden ilham verici hale getirebilir. Bunu yapmazsa hayal kırıklığı yaşamaya devam eder.

Batı eğer bu atılımda bulunursa, artan farkındalıkla birlikte ister batıda ister doğuda olsun, birçok ülkenin kendi içine odaklanmaya, sosyal ve ekonomik politikalarını gözden geçirmeye ve iyi yönetişime dayalı bir yaklaşımı uygulamaya teşvik edilmesine katkı sağlar.