Türkiye, sınır ötesinde yürütülen terörle mücadele stratejisinde önemli ve yeni adımlar atıyor

Türk askerleri geçen Ekim ayında Suriye sınırında (Milli Savunma Bakanlığı)
Türk askerleri geçen Ekim ayında Suriye sınırında (Milli Savunma Bakanlığı)
TT

Türkiye, sınır ötesinde yürütülen terörle mücadele stratejisinde önemli ve yeni adımlar atıyor

Türk askerleri geçen Ekim ayında Suriye sınırında (Milli Savunma Bakanlığı)
Türk askerleri geçen Ekim ayında Suriye sınırında (Milli Savunma Bakanlığı)

Türkiye, sınırlarına ve halkına yönelik herhangi bir tehdidi önlemek için çaba göstermekten çekinmeyeceğini, güney sınırlarında terör koridoru veya oluşumun kurulmasını önlemek için elinden gelen her şeyi yapacağını bir kez daha teyit etti.

Ankara ayrıca, Suriye ve Irak’taki siyasi boşluğu istismar ederek iki ülke için de tehdit haline gelen PKK’nın ortadan kaldırılması için tüm müttefik ve bölge ülkelerine iş birliği çağrısında bulundu.

PKK’nın Pençe-Kilit Harekatı bölgesindeki üs bölgesine düzenlediği, 9 askerin şehit olduğu terör saldırısına ilişkin dün TBMM’de özel oturum düzenlendi.

Söz konusu saldırıya yanıt olarak, Suriye’nin kuzeyinde ve Irak’ta operasyonlar sürüyor.

Dışişleri Bakanı Hakan Fidan ve Milli Savunma Bakanı Yaşar Güler, terör saldırılarına yönelik TBMM Genel Kurulu’nu bilgilendirdi.

FOTO: Milli Savunma Bakanı Yaşar Güller TBMM oturumunda (Milli Savunma Bakanlığı)
Milli Savunma Bakanı Yaşar Güller TBMM oturumunda (Milli Savunma Bakanlığı)

Güler özel oturumda yaptığı konuşmada, “Kim destek verirse versin, hangi bahaneyle, ne sebeple olursa olsun güney sınırlarımız boyunca bir terör koridoru kurulmasına izin vermeyeceğiz” dedi.

Milli Savunma Bakanı Pençe-Kilit Harekatı’na değinerek, “Şu an eğer orada olmasaydık, örgütün sınırlarımıza yönelik saldırıları, daha önce olduğu gibi devam edecekti ve kendi şehirlerimizde daha büyük bedeller ödeyecektik” ifadelerini kullandı.

Bakan ayrıca, “Sınırımızda kurulmak istenen terör koridorunu parçaladık. Terörü kaynağında yok etme stratejisini uyguladık. Irak’ta Pençe-Kilit operasyonlarıyla kilit kapatıldı. Üs bölgeleri sayesinde güvenli hat oluşturduk. Yaklaşık 300 kilometre uzunluğunda güvenli bir hat oluşturduk” dedi.

Savunma Bakanı TBMM önünde yaptığı konuşmasını şöyle sürdürdü;

“Ordumuzun bölgede ne işi var” diye soruluyor. Ayrıca Suriye ve Irak’ta bedel ödediğimiz, veya üs bölgelerinde gerekli tedbirlerin alınmadığı gibi stratejik öngörüden yoksun, teknik ve taktikten uzak, bilinçsiz ve art niyetli söylemlere şahit oluyoruz. Şüphesiz ki bu söylemlerde bulunanlar, yakın geçmişte yaşananları, Irak ve Suriye’den kaynaklı ödediğimiz bedelleri de unutmuşa benziyorlar. Eleştiriler elbette olabilir. Ancak böylesine hassas ve milli bir konuda, birlik ve dayanışma içerisinde olmak yerine yaşadığımız acıların, siyasi malzeme yapılması, asla ve asla kabul edilemez.”

Güler, konuşmasını “Pençe bölgesinde üs bölgelerimize PKK’lı teröristlerin 3 bin 151 taciz ve sızma girişimi oldu. Bu saldırılar karşısında Irak’ın kuzeyinde bin 689 terörist etkisiz hale getirildi” ifadeleriyle sonlandırdı.

Kapsamlı strateji

Dışişleri Bakanı Hakan Fidan ise, sınır ötesinde yürüttükleri terörle mücadele stratejisinde, önemli ve yeni adımlar attıklarını söyledi.

ABD’nin DEAŞ ile mücadele bahanesiyle PKK/YPG’ye destek verdiğini söyleyen Fidan, terörle mücadeleye değindi.

Fidan konuya ilişkin konuşmasını şu ifadelerle devam etti;

“Bu, yalnızca milletimizin değil tüm bölge ülkelerinin barış ve huzur içinde, güvenli ve müreffeh bir şekilde yaşamalarının olmazsa olmaz şartıdır. Bu nedenle tüm komşularımızın ve müttefiklerimizin, bölgedeki terör örgütleriyle mücadelemize samimiyetle destek vermesi bir zaruret haline gelmiştir.”

FOTO: Dışişleri Bakanı Hakan Fidan TBMM oturumunda (Dışişleri Bakanlığı)
Dışişleri Bakanı Hakan Fidan TBMM oturumunda (Dışişleri Bakanlığı)

Fidan ayrıca, “PKK’nın, Suriye ve Irak’taki mevcudiyetini yok etme gayretlerimizi, bölgesel ilişkilerimizin merkezine konumlandırmaktayız. Zira örgüt, Suriye ve Irak’ta güç boşluğu ve siyasi bölünmüşlükten istifadeyle zemin kazanmıştır” dedi.

Irak’taki tüm etkili aktörlere kapsayıcı şekilde yaklaşarak temaslarını sürdürdüklerini kaydeden Fidan, şu ifadelerle devam etti;

“Bu konuda herhangi bir itiraz da duymadık. Esasen Başbakan Sudani hükümeti, terörle mücadelede daha yapıcı bir tavır sergilemektedir. PKK dahil silahlı terör örgütlerinin, Irak’ın egemenliği ve refahı için büyük bir tehdit olduğunu kabul etmektedir.”

Fidan, “Süleymaniye’ye yönelik yaptırımlarımıza rağmen Kürdistan Yurtseverler Birliği (KYB), PKK’ya müzahir tutumunu değiştirmezse, daha ileri tedbirler almakta tereddüt etmeyeceğiz” dedi.

Fidan, İran sınırı boyunca silahlı örgüt kamplarının varlığı ve İran içerisinde PKK uzantılarının bulunmasının, İran ile terörle mücadele diplomasilerini her düzeyde yürütmelerini zorunlu kıldığını söyledi.

Dışişleri Bakanı, Türkiye’nin mücadele ettiği terör örgütlerinin tek ortak noktasının, hepsinin yurt dışı bağlantısı bulunması olduğunu belirterek, PKK’nın finansman bağlamında Avrupa sahası ile etkileşim halinde olduğunu söyledi.

PKK’nın finans kaynaklarının kurutulması amacıyla her türlü çabanın yürütüldüğüne işaret eden Fidan şunları söyledi;

“Bu Avrupa Birliği içinde ve dışında Türkiye karşıtı odaklarla da bağlantılıdır. Nitekim, PKK’nın uzun yıllar boyunca güvenli liman olarak gördüğü ülkelerce, kısıtlı da olsa örgüte karşı adli ve idari adımlar atılması sağlanmıştır. Bu çerçevede son yıllarda Fransa ve İngiltere gibi ülkelerde tutuklamalar gerçekleşmiştir.”

Finlandiya ve İsveç’in Üçlü Muhtıra’dan bu yana attığı adımların, örgüt çevrelerini rahatsız ettiğini dile getiren Fidan, Türkiye’nin girişimlerinin kararlılıkla devam edeceğini söyledi.

Münbiç’ten sızma

Türkiye, Suriye’nin kuzeyi ve Irak’ta operasyonlarını sürdürerek saldırılarını artırdı.

Milli Savunma Bakanlığı (MSB), Irak kuzeyindeki Metina, Gara, Hakurk ve Kandil bölgeleri ile Suriye kuzeyine yönelik hava saldırılarında terörist hedeflerin imha edildiği bildirildi.

Açıklamada, hava saldırıları sonucu mağara, sığınak, tünel, mühimmat/malzeme deposu, ikmal malzemeleri ve terör örgütü tarafından gelir elde etmek maksatlı kullanılan tesislerden oluşan 23 hedefin imha edildiği bilgisi verildi.

Aynı zamanda Türk güçleri, Suriye Demokratik Güçleri’ne (SDG) bağlı Münbiç Askeri Konseyi’nden bir grubun Şeyh Nasser köyündeki Türk üssüne sızmasına yanıt olarak, Münbiç kırsalındaki bölgeleri hedef almaya devam etti.

Suriye’nin kuzeydoğusundaki Haseke’de bulunan, Kamışlı kırsalındaki Es Süveydiye elektrik santrali, Pazartesi gecesi saldırıların hedefi olması nedeniyle tamamen hizmet dışı kaldı.

FOTO: MİT tarafından paylaşılan, Kamışlı bölgesindeki operasyonda etkisiz hale getirilen PKK/YPG’nin sözde sorumlularından Liman Suwyeşi’nin fotoğrafı
MİT tarafından paylaşılan, Kamışlı bölgesindeki operasyonda etkisiz hale getirilen PKK/YPG’nin sözde sorumlularından Liman Suwyeşi’nin fotoğrafı

MİT, terör örgütü PKK/YPG’nin sözde sorumlularından Liman Suwyeşi’nin Suriye’nin Kamışlı bölgesindeki operasyonda etkisiz hale getirildiğini duyurdu.

Türk güvenlik kaynakları, Suwyeşi’nin Suriye’de örgüt adına örgütlenme faaliyetlerini yönettiğini, Kandil’den gelen talimatları, Türkiye sınırındaki Kamışlı bölgesindeki kadın örgüt mensuplarına aktardığını bildirdi.



Eski Cumhurbaşkanı Abdullah Gül Ortadoğu ve dünyadaki son gelişmelerle ilgili açıklamalarda bulundu

Eski Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, Al-Majalla’ya röportaj verdi (Al-Majalla)
Eski Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, Al-Majalla’ya röportaj verdi (Al-Majalla)
TT

Eski Cumhurbaşkanı Abdullah Gül Ortadoğu ve dünyadaki son gelişmelerle ilgili açıklamalarda bulundu

Eski Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, Al-Majalla’ya röportaj verdi (Al-Majalla)
Eski Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, Al-Majalla’ya röportaj verdi (Al-Majalla)

İstanbul: İbrahim Hamidi

Türkiye'deki önemli siyasetçilerden biri olan Abdullah Gül, ülkesini hem içeriden hem de dışarıdan iyi tanıyor. Hem yurtiçinde hem yurtdışındaki okullarda eğitim alan Gül, aynı şekilde yurtiçinde ve yurtdışında profesyonel olarak çalıştı. Necmettin Erbakan'la birlikte Refah Partisi'nde (RP) siyaset yapan Gül, daha sonra Recep Tayyip Erdoğan'la birlikte Adalet ve Kalkınma Partisi'ni (AK Parti) kurdu.

Abdullah Gül, Dışişleri Bakanlığı, Başbakanlık ve Cumhurbaşkanlığı gibi çeşitli mevkilerde görev aldı. 2007-2014 yılları arasında Çankaya Köşkü'nde ikamet etti ama buranın tutsağı olmadı. Görev süresinin sonunda cumhurbaşkanlığı görevini dostu Recep Tayyip Erdoğan'a devretti.

Akademisyen, siyasetçi, ekonomist, diplomat ve eski Cumhurbaşkanı olan Gül, Ortadoğu'daki birçok kritik kavşağın yaşandığı, Türkiye tarihinin önemli aşamalarından geçti. ABD'nin 2003 yılında Irak'ı işgali sırasında Başbakanlık görevinde olan Gül, Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin (TBMM) Irak’ta savaşın patlak vermesi halinde, ABD askerlerinin Türkiye’deki üsleri kullanmasına izin verilmemesi kararı almasında öncü bir rol oynadı. Aynı şekilde 2008-2009 yılları arasında İsrail'in Gazze Şeridi’ne karşı yürüttüğü savaş ve 2011 yılında başlayan ‘Arap Baharı’ sırasında Cumhurbaşkanlığı görevindeydi.

Al-Majalla, Abdullah Gül ile İstanbul'da ormana bakan bir tepede bulunan ofisinde, Türkiye'deki iç siyasi ve ekonomik durumdan Ortadoğu'daki bölgesel savaş ihtimallerine kadar geniş bir yelpazede görüşlerini aktardığı kapsamlı bir röportaj gerçekleştirdi.

İşte Şarku’l Avsat’n Al-Majalla‘dan aktardığı Eski Cumhurbaşkanı Abdullah Gül röportajının tam metni:

*Önce Türkiye'deki gelişmeleri, ardından bölgesel ve uluslararası gelişmeleri konuşacağız. İç meseleler çerçevesinde geçtiğimiz yıl Türkiye'de cumhurbaşkanlığı ve milletvekili seçimleri yapıldı, bu yıl ise yerel seçimler. Milletvekilliği, cumhurbaşkanlığı ve yerel seçimlerin sonuçlarını nasıl değerlendiriyorsunuz?

Biliyorsunuz Cumhurbaşkanı (Recep Tayyip Erdoğan) geçtiğimiz yılki seçimlerde yeniden seçildi. Seçilmesiyle birlikte dış politikada ve ekonomik konularda bir değişim yaşandı. Seçimlerden sonra hem dış meselelerde hem de içeride ekonomik konularda benimsemeye başladığı pragmatik bakış açısıyla uyumlu olarak hükümette bazı yeni bakanlar atamaya başladı.

Yerel seçimlerde ise muhalefet partileri, özellikle nüfusun yoğun olduğu büyük şehirlerde ciddi oranda oy aldı. Bu sonuç, iktidar ile muhalefet arasında bir güç dengesi oluşmasına yol açtı.

*Muhalefetin kazançlı çıktığı yerel seçimlere bakıldığında, Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın bazı ekonomik reformları hayata geçirmesi kendisine pahalıya mal olmuş gibi görünüyor. Türkiye'de seçmenlerin en büyük kaygısı ekonomi mi?

Ekonomi, insanların hayatındaki en önemli faktördür. Bu açıdan bakıldığında, son seçimlerden önceki beş yılın ekonomik açıdan ve halkın ekonomik sorunlarıyla ilgilenilmesi açısından kötü geçtiğini söyleyebilirim.

Türkiye’nin iki yılda aldığı mülteci sayısı, Almanya'nın otuz yılda aldığından daha fazla.

Olan oldu ve enflasyon neredeyse yüzde 100'lere çıkmaya başladı.

*Bu reformlar bilinip kamuoyuna duyurulsa da sizce bunlar yeterli mi, yoksa ekonomik duruma dair hızla alınması gereken başka tedbirler olduğunu düşünüyor musunuz?

Başlatılan sürecin doğru bir süreç olduğunu ama daha önceki politikaların yanlış olduğunu düşünüyorum. Bu yüzden hukukun üstünlüğü ve adaletin güçlendirilmesinin yanı sıra ekonominin ve halkın taleplerinin doğru şekilde ele alınması gibi yeni ve önemli pratik adımlar atılmalı.

xcdfrtg
Eski Cumhurbaşkanı Abdullah Gül (Al-Majalla)

Sizce şu an Türkiye’de hukukun üstünlüğü yok mu?

Ankara’da 2016 yılındaki başarısız darbe girişimi ve çeşitli dış siyasi ve ekonomik faktörler bu alandaki ilerlemeyi önemli ölçüde etkiledi. Cumhurbaşkanlığı görevimden ayrıldığım 2014 yılına kadar ciddi bir ilerleme kaydetmiştik, fakat o tarihten bu yana çeşitli faktörlerden dolayı bir gerileme yaşandı. Bu aksaklıkların etkili bir şekilde giderilmesi için doğru ve akılcı politikalara dönülmesi gerektiğinde şüphe yok. Şu an olan da bu.

*Toplumsal durumun her ülkede olduğu gibi Türkiye'de de önemli olduğuna şüphe yok. Türkiye'deki toplumsal durumu nasıl görüyorsunuz? Sizce mülteciler, Türkiye'deki toplumsal durumda nerede yer alıyor?

Bu konular Türkiye'de oldukça garip karşılanıyor. Ancak bildiğiniz üzere Türkiye iki yıl gibi kısa bir sürede, Almanya'nın otuz yılda aldığından daha fazla mülteci aldı. Böylece Türkiye en çok mülteci alan ülkelerden biri haline geldi. Elbette bu durum, ülkedeki sosyal dokuyu etkiledi.

*Geçtiğimiz yıl Türkiye'ye yaptığım ziyaret sırasında Zafer Partisi Genel Başkanı Ümit Özdağ ile görüştüm. Sizce Suriyeli mülteciler gerçek bir sorun mu yoksa bu mesele Türkiye'deki siyasi güçler tarafından siyasi amaçlarla kullanılıyor mu?

Türk halkı bu konuda önemli ve ortak bir tutum sergiledi. Mültecilerle ilgili büyük çaplı bir tartışma yaşanmadı, sadece birkaç münferit olay meydana geldi. Geçtiğimiz yıllarda Türkiye'de yerel seçimler, cumhurbaşkanlığı ve milletvekilliği seçimleri yapıldı. Hiçbir siyasi parti mülteci sorununu istismar etmedi. Son seçimlerde bu konu bir ölçüde öne çıksa da Türk halkı konuyu ele alışında genel olarak insancıl davrandı.

Aslında muhalefet partilerini- özellikle de ana muhalefet partisini- seçimler sırasında bu konuyu silah olarak kullanmadıkları için takdir ediyorum. Mülteci konusunun son derece politize edildiği Avrupa'da ise aynı şeyi söylemek mümkün değil.

Erdoğan, Esed ve mülteciler

Suriyelilerin ülkelerine geri dönmesi meselesi sık sık gündeme getiriliyor. Siz bu konuda ne düşünüyorsunuz? Suriyelilerin bir kısmının geri dönmesi gerçekten bir çözüm olabilir mi?

Bu konuda birçok kez konuştum. Mültecilerin hangi ülkeye giderlerse gitsinler kendilerini evlerinde hissetmediklerini söyledim, elbette vatanlarını, evlerini, tarlalarını, okullarını özlüyorlar. Bununla birlikte bu insanlar ev sahibi ülkede de bir süreliğine misafir ediliyorlar. Daha sonra örneğin, yabancıların yerel halkla rekabeti konusunda sosyal gerilimler ortaya çıkıyor. Dolayısıyla mülteciler, kendilerini bu konuda rahat ve güvende hissedecekleri uygun bir şekilde geri dönmeli.

Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın Suriye Devlet Başkanı Esed ile görüşme önerisi beni mutlu etti. Ancak her şeyden önce bölgede ve söz konusu ülkede barışın sağlanması önem taşıyor.

Ancak bu mültecilerden bazıları sığındıkları ya da yerlerinden edildikleri ülkede kalabiliyor. Bu durum ender değil, birçok kez görüldü. Ancak önemli olan bu insanların kendi ülkelerine ve rahat ettikleri gerçek orijinal ortamlarına nasıl döndükleri. Herkesin kendi vatanında, ülkesinde ve yakınları arasında rahat etmesini temenni ediyorum. Bu bakımdan ilgili tüm tarafları tatmin edecek şekilde, bu amaç doğrultusunda önemli girişimler ve projeler başlatılmalı.

*Cumhurbaşkanı Erdoğan son zamanlarda Suriye Devlet Başkanı Beşşar Esed ile görüşmeye hazır olduğu yönünde açıklamalarda bulundu. Esed ile görüşmek istemesinin nedenlerinden birinin de mültecilerin geri dönüşü meselesi olduğu söyleniyor. Siz bu yaklaşım hakkında ne düşünüyorsunuz?

Öncelikle Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın Suriye Devlet Başkanı Esed ile görüşme önerisi beni mutlu etti. Ancak her şeyden önce bölgede ve söz konusu ülkede barışın sağlanması önem taşıyor. Eğer o ülkede barış ve sosyal uyum varsa, elbette yerinden edilenlerin çoğu gönüllü olarak ülkelerine dönmek isteyecektir. Ama eğer istikrar ve toplumsal barış yoksa, bu konuya öncelik verilebilir mi? Tabii bu konuda karar alma sorumluluğuna sahip bir konumda değilim.

*Esed-Erdoğan görüşmesi sizi memnun eder mi, yoksa birtakım çekinceleriniz var mı?

Eğer her iki taraf da samimi olarak bu görüşmenin gerçeklemesini istiyorsa, süreç dikkatle yönetilmeli. Taraflar arasında iletişime geçme iradesi varsa, geçmişteki anlaşmazlıkların üstesinden gelebilir ve ilişkilerinde yeni bir sayfa açabilirler. Ancak görüşmenin verimli geçmesi için kapsamlı bir ön hazırlık yapılması şart. Bunun için öncelikle tansiyonu düşürmek ve verimli görüşmelere zemin hazırlamak üzere diplomatik, bakanlık, siyasi ve güvenlik gibi farklı düzeylerde toplantılar yapılması gerekebilir. Esed ve Erdoğan ancak bu şekilde bir araya geldiklerinde, düğüm halinde bekleyen meselelerin çözümünde somut ilerleme kaydedebilirler. Eğer görüşme söz konusu hazırlıklar yapılmadan gerçekleşirse, çözüm bekleyen konuların tartışıldığı görüşme süreci rayından çıkarabilir.

Türkiye, Suriye topraklarının bütünlüğüne bağlı, bu birçok kez ifade edildi. Bu konuda hiçbir tereddüt yok.

*Kamuya açık ve kapalı kapılar ardında olmak üzere çeşitli toplantılar yapıldığını ve güvenlik teşkilatlarının başkanları arasında önemli gizli toplantılar gerçekleştiğini biliyoruz. Sanırım bu tür toplantılar Bağdat'ta, Moskova'da ve sınır bölgelerinde halen yapılmaya devam ediyor. Siyasi düzeyde temaslar da var. Esed'in, en azından Türk ordusunun Suriye topraklarından çekilmesi şartı yerine getirilmeden Erdoğan ile görüşmeyeceğini söylediği biliniyor. Esed'in Türk ordusunun Suriye topraklarından çekilmesi şartı hakkında ne düşünüyorsunuz?

Her şeyden önce Türkiye’nin Suriye topraklarının bütünlüğüne bağlı olduğunun, bunun birçok kez ifade edildiğinin ve bu konuda hiçbir tereddüdün olmadığının bilinmesi gerekiyor. ‘Yeni Osmanlıcılık’ ve benzeri konularda ortaya atılan bazı söylentiler hakkında konuşmaya gerek yok. Türkiye, Suriye'nin egemenliği, toprak ve toplumsal bütünlüğü ile özgür olmasını istiyor.

Bu konuda hiçbir şüpheye yer yok. Dolayısıyla bu noktaya takılmadan sürece başlamalıyız. Çünkü bu konu zaman içinde bir noktada buluşmayı kolaylaştırabilir.

Türk askerleri neden Suriye’de konuşlandırıldı? Bir güvenlik ve terör boşluğu oluştuğu ve Türkiye’nin Suriye'nin güvenliğine zarar vermek ya da mevcut haritayı değiştirmek istemediği kesin. Bunun hem Suriyeli kardeşlerimiz hem de tüm dünya tarafından bilinmesi gerekiyor.

Bu konu Sayın Cumhurbaşkanımız, Sayın Dışişleri Bakanımız ve ilgili tüm yetkililer tarafından dile getirildi, getiriliyor. Suriye'deki Türk askerlerinin ne zaman ve ne şekilde geri çekileceği konusu ise tartışılması gereken bir konudur. Tabii bu konuda karar alma sorumluluğuna sahip bir konumda değilim. Ancak tüm tarafları tatmin edecek şekilde sorunsuz ve net bir şekilde gerçekleşmesini umuyorum.

sdvfb
Eski Cumhurbaşkanı Abdullah Gül Al-Majalla Genel Yayın Yönetmeni İbrahim Hamidi’ye açıklamalarda bulundu (Al-Majalla)

Aynı durum Irak için de geçerli. Belki bazı Iraklılar, Türk askerinin topraklarındaki varlığını ya da askeri operasyonlar düzenlemesini doğru bulmuyor olabilir. Ancak bu varlık, Irak topraklarındaki mevcut güvenlik boşluğundan kaynaklanıyor. Eğer Irak hükümeti bu sorunu çözebilseydi, Türk askerleri Irak topraklarına girmeyecekti. Bu, Suriye için de geçerli.

Kürtler

*Irak ve Suriye arasındaki karşılaştırmalar gerçekten de yerinde. Örneğin Başika'da bir Türk askeri üssü var ve Muhammed Şiya es-Sudani hükümetiyle PKK'ya karşı iş birliği yapılıyor. Bu açıdan Suriye’de en azından teröristlere ya da Kürtlere, özellikle de PKK ve YPG’ye karşı mücadelede Şam ile Ankara arasında iş birliği yapılabileceğini düşünüyor musunuz?

Her şeyden önce Kürtlerin bu bölgede, Suriye, Irak, İran ve Türkiye'de büyük bir etnik grup olduğunu kabul etmeliyiz. Kürtlerin ülkelerinde eşit vatandaşlar olmaları gerektiğini düşünüyorum. Özgürlükten ve yasalarla güvence altına alınan tüm haklardan yararlanmalılar. Bazı ülkelerdeki çeşitli zorluklara rağmen, Suriye'deki bazı Kürt topluluklarının tarihte ötekileştirildiği ve birçoğunun kimlik kartının dahi olmadığı unutulmamalı. Bununla birlikte, bir bütün olarak Kürt halkı ile terörist bir oluşum olarak PKK’yı birbirinden net bir şekilde ayırmalıyız.

PKK ve Abdullah Öcalan, 1970'li ve 1980'li yıllarda Suriye topraklarında faaliyet gösterdi. PKK, Ankara ve Şam arasında Adana Anlaşması'nın imzalandığı 1998 yılına kadar güvenlik ve istikrar boşluğunu istismar etmeye devam etti. Türkiye ve Suriye arasında terör örgütlerine karşı ortak eylem ve iş birliği konusuna gelince, bunun hem mümkün hem de gerekli olduğunu düşünüyorum. Adana Anlaşması'nın hükümleri bu tür bir iş birliğinin temelini oluşturabilir. Ancak teröristler ile ülkede yaşayan Kürt vatandaşları birbirinden ayırmak gerekiyor.

Kürt meselesiyle ilgili bir başka soru da şu: 1990'lı yılların sonlarında Türkiye, Irak'ın kuzeybatısında bir Kürt devleti kurulmasını önlemek için Suriye, Türkiye ve Irak arasında ‘üçlü koordinasyon’ olarak bilinen ittifaka katıldı. Türkiye ve Suriye arasındaki mevcut gerilime rağmen, Suriye'nin kuzeydoğusunda bir Kürt devletinin kurulmasının engellenmesi için ortak çabalar devam ediyor. Kürtlerin Türkiye, Suriye, İran ve Irak olmak üzere dört ülkede var olduğundan söz ettiniz. Sizce bir Kürt devletinin kurulmasını engellemek için bu dört ülke arasında koordinasyon olmalı mı?

Tabii ki tüm bu ülkeler, teröristler ile bu ülkelerde yaşayan ve tam ve eşit haklara sahip olması gereken vatandaşlar arasında net bir ayrım yapmak suretiyle, terörizm ve terör örgütleriyle mücadele konusunda koordinasyon içinde olabilirler. Ancak, bu ülkelerin ulusal güvenliğini tehdit eden ayrılıkçı hareketler ya da terör örgütleri varsa, aralarında koordinasyon kurulması kaçınılmaz hale gelir.

*Buna bir Kürt devletinin kurulmasını önlemeye yönelik bir koordinasyon da dahil mi?

Herhangi bir ülkede tüm vatandaşların güvenlik, özgürlük, egemenlik ve yasal haklardan faydalanması gerektiğini kabul etmeliyiz. İster Kürt ister başka bir milletten olsun, tüm vatandaşlara temel haklar tanınmalı. Fakat terörist ya da ayrılıkçı hareketler, insan haklarının meşru savunucuları olarak görülemez. Bu hareketler bazen Rusya ve Amerikalılar gibi dış güçler tarafından araç olarak kullanılabilir. Bununla birlikte, herhangi bir Kürt oluşumu İsrail tarafından potansiyel bir müttefik olarak görülecektir. Bundan dolayı ilgili ülkelerin ulusal güvenliğini tehdit eden tüm ayrılıkçı ve terörist hareketlere kararlı bir şekilde müdahale edilmeli.

Esed'in yönetimde kalması

*İsrail konusuna döneceğim ama Arap Baharı ile ilgili iki sorum var. İlk sorum şu: Esed’in yönetimde kalmasına- ki Arap Baharı’nın yaşandığı ülkeler arasında yönetimde kalan tek başkan olduğuna inanıyorum- şaşırdınız mı?

Bunun şaşırtıcı olduğunu söyleyemem ama Arap Baharı’na tanık olan bölge ülkelerinin olumlu ya da olumsuz bir şekilde değiştiğini düşünüyorum.

Esed ile aranızdaki son temas ne zamandı?

2011 yılında Arap Baharı’nın başlangıcındaydı. Suriye'de görmek istediğim son şey, Suriye ordusu ile kendi halkından oluşan silahlı bir grup arasındaki çatışmaydı.

2012 yılında olaylar geliştikçe ve Rusya ile İran’ın kendi çıkarları için Suriye’deki çatışmaya dahil olmalarıyla birlikte, Suriye'de hızlı bir rejim değişikliğinin gerçekleşmesi olasılığından şüphe etmeye başladım. Rusya'nın Akdeniz'de geleneksel bir politikası olduğu, İran'ın ise ulusal çıkarlarına ulaşmada kendi ajandası olduğu biliniyor. Rusya ve İran'ın rejime destek vermeye devam edeceği açıktı, oysa Suriye'deki silahlı hareketler aynı düzeyde güçlü bir desteğe sahip değildi ve bu da dengesiz hesaplara yol açıyordu. Bu görüşümü hükümetimle paylaştım ve uluslararası forumlarda da dile getirerek, bu çatışmanın diplomatik veya siyasi çözüme yönelmeden çözülemeyeceğini vurguladım. Durumun bugün gördüğümüz gibi sonuçlanacağını, her şeyin olduğu gibi kalacağını tahmin ediyordum.

Filistin'in kendi içinde bile ister Batı Şeria'da ister Gazze'de olsun iki cephede bir bölünme var. Bu bölünmeler İsrail'i hesap vermeden hareket etmeye cesaretlendirdi.

Son ciddi girişimin 2012 yılında, BM ve Arap Birliği'nin ortak Suriye Özel Temsilcisi olarak atanan (eski BM Genel Sekreteri) Kofi Annan'dan geldiğini hatırlıyorum. 2012'de Chicago'da düzenlenen NATO zirvesi gibi uluslararası forumlarda yaptığım konuşmalarda bu çabanın Suriye'nin son şansı olduğunu vurguladım ve kendisini siyasi bir sürecin takip etmesini ümit ettim. Durumu gerçekten acı verici hale getiren 400 binden fazla ölü ile işlerin bu trajik noktaya ulaşması, beni derinden üzüyor.

Arap Baharı

*Arap Baharı ile ilgili bir sorunun ardından Gazze ve Lübnan'a geçeceğiz. Pek çok Arap ülkesinde yaşanan Arap Baharı’ndan 13 yıl sonra ne düşünüyorsunuz? Bu deneyimi nasıl değerlendiriyorsunuz? Gerçekten bir Arap Baharı mıydı, yoksa sonbahar ya da karanlık bir kış mıydı?

Gençliğin ve Arap halklarının taleplerini kesinlikle meşru görüyordum. Bunu, onurlu bir yaşam için çabalayan ve iyi bir yönetim talep eden gençlerin ve vatandaşların asil bir hareketi olarak gördüm. Monarşiler de dahil olmak üzere bazı devletler, vatandaşlarının meşru taleplerinin çoğunu karşılamaya çalışarak krizi yönetebildiler. Seçilmiş diktatörler ise durumla gerektiği gibi başa çıkamadılar.

Arap Baharı’nın başarısız olduğunu düşünüyor musunuz?

Meselenin Tunus'ta başladığını ve Tunus'un şu anda geldiği noktayı, son Tunus seçimlerinde katılım oranının yüzde 27 civarında olduğunu gördüğümde, durum nasıl iyi olabilir? Raşid Gannuşi 83 yaşında ve daha önce seçimlere katılmış birisi. Bu adam şu anda cezaevinde.

*Sayın Cumhurbaşkanı Arap Baharı sizin için bir hayal kırıklığı mıydı?

Bir hayal kırıklığı değil ama işlerin vardığı noktaya üzülüyorum, çünkü Arap halklarının ekonomik ve sosyal anlamda iyi yaşama umutları ve arzuları var ve hükümetlerin hesap vermesini istiyorlardı. Arap halklarının Almanlar, Fransızlar, İngilizler veya diğerleri gibi ekonomik, siyasi, sosyal vb. konularda haklarını garanti altına alacak şekilde yaşama hakları yok mu? İşlerin bu noktaya gelmesi bizi üzüyor.

İsrail’in bombardımanları

*Bölgesel bir konuya geçelim. İsrail uçakları Suriye’de Şam'ı, Yemen'de Hudeyde'yi bombaladı ve şu an Beyrut'u ve Gazze Şeridi’ni bombalıyor. Aynı şekilde Batı Şeria'yı, Irak'ı ve İran'ı bombaladı. Bu tabloyu nasıl görüyorsunuz?

Bunun için derin bir üzüntü duyuyorum. Bölgedeki İslam ülkeleri birlik içinde değil, aksine derinden bölünmüş durumdalar. Filistin'in kendi içinde bile ister Batı Şeria’da ister Gazze’de olsun iki cephede bölünme var. Bu bölünmeler, İsrail'i hesap vermeden hareket etmeye cesaretlendirdi. Bölge ülkeleri arasında birlik ve beraberliğin yokluğu aslında İsrail'e bu şekilde hareket etme konusunda tarihi bir fırsat sundu.

*7 Ekim, Hamas saldırısının birinci yıl dönümüydü. 7 Ekim’i nasıl görüyorsunuz?

Silahsız ve masum sivillere yönelik saldırıları hiçbir şekilde desteklemiyorum. Ancak BM Genel Sekreteri António Guterres'in bu bağlamda söyledikleri, konunun anlaşılması açısından oldukça önemli; bu saldırılar durduk yere ortaya çıkmadı.

İsrail'in tüm politikaları 1967 sınırlarına çekilmesi meselesini ortadan kaldırmaya yöneliktir. İsrail hükümeti tüm eylemleriyle bu meseleyi bitirmek istiyor

İsrail onlarca yıldır Filistin topraklarını hukuka aykırı ve haksız bir şekilde işgal ediyor. Üstelik İsrail, Güvenlik Konseyi'nin ilgili kararlarına rağmen, Batı Şeria'da acımasız bir yerleşim politikası uyguluyor.

İsrail makamları sistematik ve sürekli bir şekilde Filistinlileri topraklarını terk etmeye zorluyor. Tüm bu zulümle birlikte insanlar sürekli olarak onurlarından ve temel haklarından mahrum bırakıldıklarında kendi kendilerine “Her halükârda sona doğru gidiyoruz, o halde hep birlikte ölelim” diyebilirler. İnsanların hakları elinden alındığında veya onlara insan muamelesi yapılmadığında, direniş hareketlerinin ortaya çıkması doğaldır. Gerçekte olan da budur.

*Hizbullah liderlerini öldüren ve Lübnan'ı bombalayan İsrail şimdi Lübnan'da ne istiyor?

İsrail'in tüm politikaları 1967 sınırlarına çekilmesi meselesini ortadan kaldırmaya yöneliktir. Tüm eylemleriyle bu meseleyi bitirmek istiyor, dolayısıyla bunun önünde bulunan tüm kısıtlamaları kaldırmak istiyor.

dvf
Hatay'ın Türkiye-Suriye sınırındaki Reyhanlı ilçesi yakınlarında Suriyeli bir mülteci, 10 Ağustos 2012 (AFP)

Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nin (BMGK) 2006 yılında onayladığı 1701 sayılı kararda İsrail’in çekilmesi ve Hizbullah’ın silahsızlandırılması kabul edildi. Ama işgal bitmeyince mücadele ve direniş başladı. Zira bu konu diğeriyle bağlantılıdır.

O halde çözüm 1701 sayılı karar mı?

Sadece 1701 değil, bu konudaki en son düzenleme olduğu için, kendisini zikrettim, esas olan 1967 sınırları ile ilgili 242 sayılı karardır. Ben sadece Lübnan meselesiyle ilgili olarak 1701'den bahsettim.

*Türkiye'nin son dönemde İsrail'in ‘Vadedilmiş Toprakları’ elde etmek istediği yönündeki açıklamalarını nasıl yorumluyorsunuz? Bildiğiniz gibi geçtiğimiz günlerde TBMM'de İsrail'in Vadedilmiş Toprakları ele geçirmeye yönelik bir planı olduğuna ve Türkiye'ye karşı tehdit oluşturduğuna dair bir oturum yapıldı. Bir bütün olarak bu söylem hakkında ne düşünüyorsunuz?

Modası geçmiş hayaller olduğu için bu ideolojik ya da mitolojik iddiaları önemsemiyorum. İsrail, Türkiye'ye karşı düşmanca davranışlar sergilemeye cesaret edemez.

İran, İsrail ve Ortadoğu

*Daha önce İsrail ile İran arasında bir “gölge savaşı” vardı. Vekiller ve müttefikler aracılığıyla savaşıyorlardı. Son aylarda ve özellikle de nisan ayında yeni bir aşamaya, İsrail ile İran arasında doğrudan savaşa geçiş yaptık. Nisan ayı sonunda İran, İsrail'i vurdu ve o da İran'ı bombalayarak karşılık verdi. Bölgesel bir savaş ve bir İran-İsrail çatışmasından endişeleniyor musunuz?

Biraz önce de belirttiğim gibi bölge birlik içinde değil. Ne yazık ki Ortadoğu'da İslam dünyasının kendi içinde bir bölünme var. İran'ın sert politikaları bölgedeki tehdit kaynaklarına ilişkin algıları değiştirdi. Arap ülkeleri geleneksel olarak İsrail'i ana tehdit olarak görürken, İran bu rolde İsrail'in yerini aldı. Bu durum bazı Arap ülkelerinin İsrail ile doğrudan veya dolaylı ilişkiler kurmasına yol açtı. İsrail'in istediği de buydu ve şimdi bu bölünmüşlüğü istismar ederek emellerini gerçekleştiriyor. Bu durum bölgeyi ve genel bütünlüğünü etkiledi.

Son dönemdeki tek olumlu gelişme, Suudi Arabistan ile İran arasındaki diplomatik ilişkilerin Çin'in arabuluculuğunda yeniden başlaması oldu. Bu adım bölgeye fayda sağladı.

Son dönemdeki tek olumlu gelişmenin Suudi Arabistan ile İran arasında Çin'in arabuluculuğunda diplomatik ilişkilerin yeniden başlaması olduğunu düşünüyorum. Bu adım bölgeye fayda sağladı.

İsrail'in haritadan silinmesi ve İsrail devletinin sona erdirilmesi yönündeki İran’ın düşmanca söylem ve sloganlarına gelince, bunlar Tel Aviv'in lehine oldu. Bunları, ABD ve bazı Avrupa ülkelerinden gelen sınırsız askeri desteği meşrulaştırmak için bir bahane olarak kullandı.

İsrail bölgedeki savaşın kapsamını genişletmeye çalışıyor, çünkü bunun kendi çıkarına olduğuna inanıyor. Bu amaca ulaşmak için de başta İran olmak üzere bölgesel tarafları kışkırtmaya çalıştığını görüyoruz.

*Çin himayesinde varılan Suudi Arabistan-İran anlaşmasından bahsettiniz. Cumhurbaşkanı Erdoğan'dan da yeni bir yaklaşım geldi ve Mısır, Suudi Arabistan ve BAE ile ilişkilerde iyileşme yaşandı. Türkiye Cumhurbaşkanı'nın yeni yaklaşımını en azından bölgesel olarak nasıl değerlendiriyorsunuz?

Ben bu adımları sonuna kadar destekliyorum ve bu kardeş ülkelerle ilişkilerimizde kaybedilen 10 yıl için üzülüyorum. Türkiye ile bu ülkeler arasındaki dayanışmanın, bölgenin güvenliği ve refahına olumlu etkileri olacağı için bu yaklaşımı tüm kalbimle destekliyorum.

Filistin meselesine dönersek, İsrail-Filistin çatışmasında büyük bir zaafın varlığına dikkatinizi çekmek isterim. O da Filistinlilerin kendi aralarındaki bölünmedir. Bu bölünmeyi sona erdirmek için pek çok çaba sarf edildi. Bunların başında da Suudi Arabistan Kralı Abdullah bin Abdulaziz'in girişimi geliyor.

Kendi açımdan ben de geçmişte üstlendiğim çeşitli sorumluluklar sırasında çeşitli vesilelerle Filistinliler arasında görüşleri birbirine yakınlaştırmak için girişimlerde bulundum. Bu bölünme davanın gücünü zayıflatıyor, zira Gazze ve Batı Şeria iki farklı halktan oluşmuyor. Aksine, hepsi haklarından mahrum bırakılmış Filistinliler. Yaşanan bunca acıdan sonra birlik olmanın zamanı geldi.

Ayrıca, 2002 yılında Beyrut'ta Kral Abdullah tarafından sunulan ve İran'ın da dahil olduğu İslam İşbirliği Teşkilatı'nın (İİT) desteğini alan Arap Barış Girişimi'nin, Filistin meselesine etkin ve etkili bir çözüm bulunması için temel bir çaba olmayı sürdürdüğünü anlamalıyız. Bu davaya iki devlet formülüne dayalı kalıcı bir çözüm bulunmadan, Ortadoğu'da bölgesel barış ve güvenliğin sağlanması zorlaşır.

*Son bir soru; Türkiye uluslararası ağırlığa sahip ve G20 üyesi bir ülke. Bölgede net bir doğum sancısı yaşanıyor ama aynı zamanda küresel olarak da bir doğum sancısının yaşandığı anlaşılıyor. Küresel olarak Çin'in yükselişi, Ukrayna'da Rusya ve Kuzey Atlantik Antlaşması Örgütü (NATO) var ve ABD'nin rolü zayıflıyor olabilir. Nasıl bir yeni bölgesel düzen öngörüyorsunuz? Daha da önemlisi önümüzdeki yıllarda yeni uluslararası düzenin nasıl olacağını düşünüyorsunuz?

Mevcut koşullar altında Batı'nın hararetle savunduğunu iddia ettiği insan hakları, hukukun üstünlüğü ve demokrasi gibi evrensel değer ve standartlar, İsrail'in Filistin'i işgali ve Filistinlilere yönelik saldırganlığı söz konusu olduğunda, aynı standartları uygulamayı reddeden Batılılar tarafından bizzat ayaklar altına alınıyor.

ABD ile Çin arasında özellikle ekonomik meseleler ve nüfuz alanları üzerinden yaşanan mevcut çatışma, şüphesiz yeni bir kutuplaşma dönemine yol açar.

Gazze'de yaşanan büyük acılar karşısında uluslararası sistemin başarısızlığı ortada. ABD'nin başını çektiği Batılı aktörlerin Gazze'deki savaşa ilişkin tutumları, Rusya-Ukrayna savaşına ilişkin tutumlarından farklılık gösteriyor.

Bu ikiyüzlülük, onların inandırıcılığını ve ikna gücünü azaltıyor. Ne yazık ki bu ayrım, Batı'nın bu net taraflılığına karşı koymak için bazı ülkeleri ister Çin ister başka yerlerdeki otoriter rejimlere yönelmeye itebilir.

scd
Eski Türkiye Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, İstanbul'da düzenlediği basın toplantısında, 28 Nisan 2018 (AFP)

ABD ile Çin arasında özellikle ekonomik meseleler ve nüfuz alanları üzerinden yaşanan mevcut çatışma, şüphesiz önümüzdeki on yıl içinde dünyada yeni bir kutuplaşma dönemine yol açar. Bu kutuplaşma, Ortadoğu ve ötesi için büyük meydan okumalar anlamına gelir.

Bu nedenle, Batı dünyasının davranış ve uygulamalarını gözden geçirmesi, diyalog ve dürüstlüğe dayalı, adil, katılımcı ve şeffaf politikalar izlemeye, uluslararası hukukun gereklerine ve evrensel ilkelere saygı duymaya dönmesi gerekiyor. O zaman kaybettiği güveni, Arap dünyası ve Asya'dan Latin Amerika'ya kadar daha geniş bölgenin halklarının güvenini yeniden kazanabilir.

Bu anlayış, Batı dünyasını ve kurumlarını yeniden ilham verici hale getirebilir. Bunu yapmazsa hayal kırıklığı yaşamaya devam eder.

Batı eğer bu atılımda bulunursa, artan farkındalıkla birlikte ister batıda ister doğuda olsun, birçok ülkenin kendi içine odaklanmaya, sosyal ve ekonomik politikalarını gözden geçirmeye ve iyi yönetişime dayalı bir yaklaşımı uygulamaya teşvik edilmesine katkı sağlar.