Müslüman Kardeşler'in Türkiye'den sonraki alternatif sığınakları nereler?

İstanbul bürosu liderinin vatandaşlıktan çıkarılmasının ardından Müslüman Kardeşler’in Türkiye dışında hangi ülkelere sığınacakları merak konusu oldu.

Mısır ve Türkiye cumhurbaşkanları ve eşleri Kahire'deki İttihatiye Cumhurbaşkanlığı Sarayı'nda (AFP)
Mısır ve Türkiye cumhurbaşkanları ve eşleri Kahire'deki İttihatiye Cumhurbaşkanlığı Sarayı'nda (AFP)
TT

Müslüman Kardeşler'in Türkiye'den sonraki alternatif sığınakları nereler?

Mısır ve Türkiye cumhurbaşkanları ve eşleri Kahire'deki İttihatiye Cumhurbaşkanlığı Sarayı'nda (AFP)
Mısır ve Türkiye cumhurbaşkanları ve eşleri Kahire'deki İttihatiye Cumhurbaşkanlığı Sarayı'nda (AFP)

Kahire-Ankara hattındaki yakınlaşma sürüyor. Türkiye’nin ülkede yaşayan İhvan-ı Müslimin (Müslüman Kardeşler) üyelerinin dosyalarını kontrol etmeye yönelik bir dizi karar alması ve söz konusu kararların, 2013 yılında Mısır’da örgütün yönetiminin devrilmesinden bu yana en önemli sığınakları Türk toprakları olan bazı Müslüman Kardeşler lider ve üyelerini etkilemesinin ardından grubun hangi ülkelere sığınacağı soru işaretlerine neden oldu. Bu konuda ortaya çıkan sorular, Türk yetkililerin Müslüman Kardeşler Genel Şura Konseyi İstanbul bürosu lideri Mahmud Hüseyin’in vatandaşlığını geri alma kararının ardından arttı.

Şarku’l Avsat’a konuşan uzmanlara göre Müslüman Kardeşler’in lider ve üyelerinin Türkiye topraklarını terk etmek zorunda kalmaları durumunda yönelebilecekleri pek çok yer bulunuyor. Bunlardan bazıları, grup üyelerinin onlarca yıldır başvurduğu ve istikrarlı kuluçka merkezleri kurmuş olduğu geleneksel sığınaklar olarak karşımıza çıkıyor. Sığınakların başında İngiltere ve Güney Afrika geliyor. Ancak sığınabilecekleri  yeni ülkeler de ortaya çıkmaya başladı. Bunların arasında bazı Doğu Avrupa ülkeleri, Uganda, Kenya gibi Afrika ülkeleri ve hatta Somaliland gibi ayrılıkçı bölgeler de yer alıyor. Hatta örgütün bazı üyeleri, belirli miktarlarda para karşılığında, ikamet ve vatandaşlıkla ilgili kolaylıklar sağlayan Karayip ülkelerinden vatandaşlık almış durumda.

Türk yetkililerin, Müslüman Kardeşler İstanbul bürosu lideri Mahmud Hüseyin’i vatandaşlıktan çıkarma ve vatandaşlık alma şartlarını ihlal ettiği gerekçesiyle kendisi ve eşinin pasaportlarını iptal etme kararı, örgüt ve örgüte yakın çevrelerde büyük tepkiye neden oldu. Kararın, gerek Türkiye’nin Mısır’la yakınlaşmasına ilişkin siyasi nedenler, gerekse Türkiye topraklarında yaşayan göçmenlerin ve ikamet edenlerin dosyalarının kontrol edilmesine ilişkin prosedürlerle ilgili iç hususlar nedeniyle, benzer tedbirlerin başlangıcı olacağına yönelik beklentiler bulunuyor.

Geçen yılın ortasından bu yana Türk yetkililer geniş çaplı bir baskın kampanyası başlattı. Ülkede ikamet eden Müslüman Kardeşler mensuplarını hedef alan operasyonlarda kimliği, ikametgahı ve uyruğu olmayanlar gözaltına alındı. Ayrıca grubun bazı üyelerinden ülkeyi terk etmeleri istendi. Türk yetkililer, bir video kaydıyla Türkiye’nin kararını eleştiren vaiz Vecdi Guneym ve Müslüman Kardeşler’in önde gelen liderlerinin de aralarında bulunduğu yaklaşık 12 Müslüman Kardeşler üyesine vatandaşlık vermeyi reddetti.

Medyada çıkan haberlerde, Mahmud Hüseyin’e verilen Türk vatandaşlığının geri çekilmesi veya dondurulması kararı, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın yakın zamanda Kahire’ye yaptığı ziyarete ve yaklaşık 10 yıllık gerilimin ardından ilişkilerdeki iyileşme sürecine bağlandı. Türkiye’deki Müslüman Kardeşler örgütüne yakın sosyal medya platformlarındaki hesaplar, vatandaşlıktan çıkarma kararının, örgüt liderlerinden 50’ye yakın kişinin, dolar cinsinden belirli değerde gayrimenkul sahibi olarak Türk vatandaşlığı almaya yönelik şartları bozdukları tespit edildikten sonra benzer kararlar kapsamında geldiğini belirtti.

Türkiye 2022 yılında, gayrimenkul veya mevduatın üç yıldan önce elden çıkarılmaması, gayrimenkul satılması halinde sadece Türk vatandaşlarına satılması koşuluyla değeri 400 bin dolardan az olmayan bir mülkün satın alınması veya meblağın Türk bankalarına yatırılması karşılığında vatandaşlık verilmesine izin veren bir yasa çıkardı.

Fotoğraf Altı: Müslüman Kardeşler grubunun İstanbul’da daha önce gerçekleştirdiği bir buluşma. (Facebook ve Telegram’daki sayfalar)
Müslüman Kardeşler grubunun İstanbul’da daha önce gerçekleştirdiği bir buluşma. (Facebook ve Telegram’daki sayfalar)

Siyasi İslam grupları konusunda uzman, Kahire’deki Nil Stratejik Araştırmalar Merkezi Başkanı yazar ve araştırmacı Ahmed Ban, Türk yetkililerin vatandaşlık edinme prosedürlerinde açık bir manipülasyon olduğunu keşfettiğini belirtti. Müslüman Kardeşler liderlerinin birçoğu, ikametlerini aynı mülkte tescil ettirerek mülkiyetini ortak olarak karşıladı. Türk yetkililer bunu manipülasyon olarak değerlendirdi ve geçtiğimiz ağustos ayından beri bununla ilgili önlemler aldı. Ban, Şarku’l Avsat’a şu açıklamada bulundu:

“Müslüman Kardeşler liderleri veya üyelerinin Türkiye’den alternatif bölgelere gitmesi, Müslüman Kardeşler lideri Salah Abdulhak liderliğindeki Londra Cephesi ile çatışan İstanbul Cephesi’nde organizasyon karmaşasına yol açıyor. Mahmud Hüseyin liderliğindeki İstanbul Cephesi’nin örgütsel varlığı, Ankara’daki yetkililerin bu cephenin liderlerine Türkiye topraklarında sağladığı finansman ve hareket olanaklarıyla bağlantılı olarak çalışıyor.”

İslami hareketler ve aşırılıkçı örgütler konusunda uzman araştırmacı Ahmed Sultan, Mahmud Hüseyin’in ve Türkiye’deki bazı Müslüman Kardeşler liderlerinin vatandaşlık hakkının iptal edilmesi kararını ‘siyasi değil hukuki bir karar’ olarak nitelendirdi. Benzeri kararların Suriyeli şahsiyetler ve diğer milletlerden kişiler hakkında da alındığını, sadece Mısırlı Müslüman Kardeşler ile sınırlı olmadığına dikkat çekti. Bunu, ikamet ve vatandaşlık dosyasına ilişkin resmi katılığın bir uzantısı ve bu dosyanın birkaç yıldır tanık olduğu manipülasyonlarla mücadele çabası olarak değerlendirdi.

Sultan, Şarku’l Avsat’a yaptığı açıklamada, Türkiye’nin Müslüman Kardeşler unsurlarının ‘en büyük ve en önemli sığınağı’ olarak kalacağını öne sürdü. Türk liderlerle devam eden, habersiz koordinasyon ve toplantılarla birlikte, Türkiye’nin grup üyelerine sağladığı olanakların ‘başka hiçbir yerde karşılanamayacağını’ vurguladı.

Sultan, grup üyelerinin, yıllar önce şirket ve kurumlar kurmuş olan birçok Müslüman Kardeşler üyesine ve liderine ikamet olanağı sağlayan Güney Afrika da dahil olmak üzere kendi ülkelerinde kısıtlamalarla karşı karşıya kaldığında başvurduğu geleneksel sığınakların olduğuna işaret etti. Son yıllarda Türkiye ile yakın ilişkileri çerçevesinde Bosna Hersek, Kosova gibi ülkelerin de ortaya çıktığını, örgüt unsurlarının haritasında birçok Avrupa ülkesinin de yer almaya başladığını belirtti.

Yeni Zelanda, Avustralya, Kanada dahil olmak üzere bazı Karayip ülkelerinin vatandaşlığını almalarının yanı sıra, Müslüman Kardeşler gazetecisi Mutaz Matar’ın Türkiye’den sınır dışı edilmesinin ardından taşındığı Fransa da bu ülkeler arasında yer alıyor. Ancak Sultan, söz konusu ülkelerin Müslüman Kardeşlerin birinci ve ikinci kademe liderleri için bir sığınma alanı olduğuna dikkat çekti. Liderlik kademelerindeki diğer üyelerin Kenya, Uganda ve hatta son dönemde örgütün birçok unsurunun kendisine yönelik hareketine tanık olmaya başlayan Somaliland bölgesi gibi ülkelere gittiğini belirtti.

Sultan, Müslüman Kardeşler üyelerinin Malezya veya Afganistan gibi ülkelere nakledilmesini bir olasılık olarak görmediğini ifade ettiği açıklamasında, ayrıca Malezya’nın bazı Müslüman Kardeşler üyelerini Mısırlı yetkililere teslim ettiğini, Afganistan’ın ise herhangi bir örgütsel harekete katılmayı reddettiğini ve iç yapılanmaya odaklanmayı tercih ettiğini kaydetti.

Almanya merkezli araştırma merkezi Avrupa Terörle Mücadele Araştırmaları Merkezi’nin internet sitesinde yayınlanan araştırmaya göre, Avrupa güvenlik ve istihbarat raporlarında yer alan çeşitli uyarıların ardından Avrupa ülkeleri, Müslüman Kardeşler ile mücadele stratejilerini değiştirmeye başladı. Raporda, örgütün Avrupa toplumlarına sızma tehlikesi konusunda uyarıda bulunuldu.

Araştırmada, Avrupa tarafından alınan tedbirlerin 2020 yılında birçok Avrupa başkentini hedef alan terör saldırılarındaki artışın ardından geldiği, söz konusu saldırılara yönelik soruşturmalarda faillerin ülkedeki aşırı İslamcı örgütlere mensup olduğunun ortaya çıktığı belirtildi. Bu saldırılardan en öne çıkanları, aynı yılın ekim ayında Fransızca öğretmeni Samuel Paty’nin katledilmesinin yanı sıra 2 Kasım 2020’de meydana gelen Viyana saldırısı ve 30 Ekim 2020’de meydana gelen Fransız Nice saldırılarıydı.

Fransa 18 Mayıs’ta, Müslüman Kardeşler’e fon sağlanmasına karşı karar alırken, İngiliz hükümeti Müslüman Kardeşler’i açıkça eleştirdi. Fransa 2015 yılında hazırladığı bir raporda söz konusu örgütle ilişki içerisinde olunmasını ‘aşırılığın bir göstergesi’ olarak değerlendirmiş, ancak terör örgütü olarak sınıflandırılmaması gerektiği sonucuna varmış ve grubun yasaklanmasını önermemişti.



Somali'de Türk kuvvetlerinin konuşlandırılmasının askeri ve siyasi sonuçları

Somali'ye konuşlandırılması beklenen Türk askerlerinin toplam sayısının 2 bin 500'ü aşabileceği belirtiliyor (AFP)
Somali'ye konuşlandırılması beklenen Türk askerlerinin toplam sayısının 2 bin 500'ü aşabileceği belirtiliyor (AFP)
TT

Somali'de Türk kuvvetlerinin konuşlandırılmasının askeri ve siyasi sonuçları

Somali'ye konuşlandırılması beklenen Türk askerlerinin toplam sayısının 2 bin 500'ü aşabileceği belirtiliyor (AFP)
Somali'ye konuşlandırılması beklenen Türk askerlerinin toplam sayısının 2 bin 500'ü aşabileceği belirtiliyor (AFP)

Mahmud Ebu Bekir

Somali medyası, yaklaşık 500 asker taşıyan iki Türk askeri uçağının, Ankara ile Mogadişu arasında artan askeri iş birliğini yansıtacak şekilde, Somali'nin başkenti Mogadişu'daki Aden Adde Uluslararası Havalimanı'na ulaştığını bildirdi.

Somali'ye konuşlandırılması beklenen Türk askerlerinin toplam sayısının 2 bin 500'ü aşabileceği belirtiliyor. Resmi bir açıklama yapılmamış olsa da Türk medya kaynakları bu yıl toplam asker sayının 5 bini bulabileceğine işaret ediyor.

Bu kuvvetler, Somali hükümetinin eş-Şebab hareketine karşı operasyonlarını yoğunlaştırdığı bir dönemde Mogadişu’ya ulaştı. Hükümet, Türk savaş uçaklarının hava desteğiyle harekete ait hedeflere yönelik saldırılar gerçekleştiriyor.

Temmuz 2024'te Türkiye Büyük Millet Meclisi, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın imzaladığı Türk Silahlı Kuvvetleri'nin Somali'de iki yıl süreyle konuşlanmasına izin veren tezkereyi onaylamıştı. Bu adım, bölgesel ve uluslararası ortaklarla iş birliği yaparak, Somali Federal Hükümeti'nin terörle mücadele çabalarına destek sağlamayı amaçlıyor.

Mogadişu ile Ankara arasında son dönemde imzalanan anlaşmaların özellikle bir yandan Somali-Etiyopya anlaşmazlığının, diğer yandan da Kızıldeniz Havzası'ndaki bölgesel gerginliğin yaşandığı bir döneme denk geldiği göz önüne alındığında gözlemciler, Türk kuvvetlerinin misyonunun yalnızca terörle mücadeleyle sınırlı olmadığını, bunun siyasi, askeri ve ekonomik sonuçları da olduğunu düşünüyor.

Addis Ababa'nın Somaliland bölgesi ile denize erişim ve iki askeri üs kurmak amacıyla imzaladığı mutabakat zaptının ardından Mogadişu, Etiyopya'nın Somali kıyılarına yönelik müdahalelerinin önüne geçmek için bölgesel ittifaklar kurmaya çalışıyor. Mutabakat zaptı Etiyopya’nın bunlar karşılığında Somaliland'ın bağımsızlığını tanıyıp, uluslararası alanda tanınmayan bu Somali bölgesinin uluslararası toplum tarafından mümkün olan en üst düzeyde tanınması için uluslararası forumlarda çaba göstermesini öngörüyor.

Güvenlik endişeleri

Afrika Boynuzu uzmanı Abdurrahman Seyyid ise Türk kuvvetlerinin Mogadişu'ya gelişinin, son dönemde Somali devletine karşı bir dizi askeri eylem düzenleyen Somalili terör örgütü Şebab'ın ilerleyişini durdurmak amacıyla Somali Cumhurbaşkanı Hasan Şeyh Mahmud'un acil talebi üzerine gerçekleştiğini düşünüyor.

Seyyid, bu hareketin yönetimin dizginlerini ele geçirmesinin Somali'nin ulusal ve bölgesel istikrarının daha da kötüleşmesine yol açabileceğine inanıyor. Bunun yanı sıra ülkedeki Türk çıkarlarını, özellikle madencilik ve Somali kıyılarında petrol arama faaliyetlerini tehdit ettiğini belirtiyor. Ona göre Ankara, altyapı yatırımlarına katkıda bulunarak ve ekonomiyi canlandırarak Somali hükümetinin güvenlik, askeri ve ekonomik alanlardaki çabalarını desteklemekten de çekinmedi. Ayrıca Somalili öğrencilere Türk üniversitelerine kayıt imkânı sağlanarak iki ülke arasında bilimsel alanda da iş birliği bulunuyor. Buna bir de 2 bin 500 askere varan askeri iş birliği anlaşması ekleniyor. Seyyid, Türkiye'nin hayati jeopolitik ve ekonomik çıkarları olan bölgesel bir güç olduğunu, Akdeniz, Kızıldeniz, Ortadoğu ve Orta Asya gibi dünyanın birçok bölgesinde fırsatları değerlendirip nüfuzunu artırmayı hedeflediğini belirtiyor.

Afrika Boynuzu uzmanı, Somali'nin Hint Okyanusu'na en uzun kıyı şeridine ve Kızıldeniz ile Aden Körfezi bölgesine kadar uzanan stratejik bir coğrafi alana sahip olduğunu belirtiyor. Bunun da bilhassa uluslararası seyrüsefer açısından stratejik bir geçiş noktası olan Kızıldeniz havzasında yaşanan gerginlikler göz önüne alındığında, uluslararası ve bölgesel planlarda stratejik önemini iki katına çıkardığını ifade ediyor.

Seyyid’e göre Somali birçok alanda Türkiye'nin desteğine ve iş birliğine ihtiyaç duyuyor. Mogadişu ayrıca Türkiye'yi, özellikle Etiyopya ve Kenya'nın yayılmacı emelleri karşısında Somali çıkarlarını savunmada güvenilir ve sadık bir müttefik olarak görüyor. Zira Türkiye'nin müttefiklerini savunma konusunda ciddi bir geçmişi var. Trablus'taki Libya hükümetinin Halife Hafter güçlerinin eline geçmesini engellemedeki rolü, Azerbaycan'ın 30 yıllık Ermeni işgali sonrasında Dağlık Karabağ'daki topraklarını geri almasına verdiği destek buna örnek verilebilir.

Güvenli ittifak

Seyyid, Ankara'nın Suriye, Azerbaycan ve Libya gibi çatışma bölgelerinde koordinasyon yeteneğini kanıtladığını, başka ülkelerle karşı karşıya geldiğinde bile, çoğu zaman bir iş birliği ve çatışmasızlık formülü bularak, Türkiye ile bölge ülkeleri arasında herhangi bir çatışma ihtimalini ortadan kaldırdığını düşünüyor. Dahası anlaşma iki bağımsız devlet arasında yapılmış olup, belirli bir devleti hedef almıyor ve güvenliğin sağlanması ile terörle mücadele alanlarında iki başkentin hayati çıkarlarına odaklanıyor.

Seyyid, son dönemde Kızıldeniz ülkelerinde bölgede artan yabancı askeri varlığına ilişkin bir hassasiyet oluştuğunu ve bu hassasiyetin, onları Kızıldeniz Ülkeleri Forumu adı altında bir oluşum kurmak zorunda bıraktığını belirtiyor. Ancak forum henüz kuruluş aşamasında ve bölgesel bir güvenlik sistemi oluşturacak çerçeve ve yapılar henüz tamamlanmadı. Ayrıca Türkiye, Etiyopya'da ekonomik varlığı, Sudan'da güvenlik ve askeri varlığı ve Somali ile yıllardır süren kapsamlı iş birliği ile bölgedeki nüfuzunu pekiştirme konusunda bu forumdan önce davrandı. Şarku’l Avsat’ın Independent Arabia’dan aktardığı analize göre bundan dolayı Türkiye’yi Kızıldeniz ve Afrika Boynuzu denkleminin dışında tutmak zor. Afrika Boynuzu uzmanı Abdurrahman Seyyid, hayati çıkarları ile çatışmadığı sürece Türkiye’nin katılımının bu ülkeler için doğrudan bir endişe yaratmasının muhtemel olmadığını söylüyor.

Jeopolitik etkiler

Somalili siyasi analist İdi Muhammed ise Mogadişu'yu Ankara'ya bağlayan stratejik çıkarlar göz önüne alındığında, Türk askeri misyonunun görevinin terörizm ve organize suç ile mücadeleye odaklandığını düşünüyor. Somali'de inşaat ve altyapı gelişimine yönelik katkılarına ilave olarak, özellikle petrol arama ve madencilik alanlarında artan Türk yatırımlarına dikkat çekiyor.

Muhammed, Türk askeri varlığının misyonunun terörle mücadele ve Somali'deki Türk çıkarlarını koruma gibi güvenlik boyutuyla sınırlı olmasına rağmen, Somali kıyılarını bölgesel emellerden korumak da dahil olmak üzere birçok jeopolitik anlamı olduğunu da vurguluyor. Etiyopya'nın, ülkenin kuzeyindeki ayrılıkçı bölge ile imzaladığı mutabakatla Somali kıyılarını işgal etme ve kalıcı askeri üsler kurma çabaları da bu emellere dahil.

Muhammed, Türk askeri gücünün Somali'nin birliğini ve tüm toprakları üzerindeki egemenliğini korumaya katkı sağlayacağını vurguluyor. Buna ilaveten, Somali egemenliğindeki liman hizmetlerinden Etiyopya'nın yararlanmasını öngören Addis Ababa ile Mogadişu arasındaki Ankara Anlaşması'nın aslına sadık bir şekilde uygulanmasını sağlamaya yönelik katkısının da altını çiziyor.

Siyasi analist, Türk askeri varlığının, Kızıldeniz'de bulunan bölgesel ve uluslararası güçlerle, özellikle Cibuti'deki yabancı üslerle, uluslararası nakliye yolu olarak Kızıldeniz'in girişlerini güvence altına almak amacıyla, koordinasyon fırsatları yaratabileceğini ifade ediyor. Zira dünya deniz ticaretinin yüzde 12'si, Asya-Avrupa ticaretinin ise yaklaşık yüzde 40'ı buradan geçiyor.

Muhammed, Türk kuvvetlerinin Somali'ye konuşlandırılmasının, Afrika Boynuzu ve Kızıldeniz bölgesindeki aşırılıkçı grupların oluşturduğu tehdidi azaltacağına dikkati çekiyor. Nitekim el-Kaide örgütünün Doğu Afrika'daki bir kolu olan Somalili Şebab hareketi son dönemde varlığını güçlendirdi ve eylemlerini artırdı. Bu eylemlerinden biri de Etiyopya Başbakanı Abiy Ahmed’in orada bulunduğu bir sırada Mogadişu Havaalanı’nı hedef alan saldırısıydı. Bu da Somali hükümetinin Türk kuvvetleriyle koordineli olarak hareketin mevzilerine karşı şiddetli saldırılar düzenlemesini gerektirdi. Zira hareketin askeri kabiliyetlerini geliştirdiği ve birçok cephede ilerlediği yönünde haberler geliyor.

İdi Muhammed, Türk kuvvetlerinin Kızıldeniz Havzası'nda yaşanan gerginlikte olumsuz bir rolünün olduğu iddialarını reddediyor. Türkiye’nin, Suudi Arabistan, Ürdün, Eritre ve Sudan ile iyi ilişkilere sahip olduğunu, ayrıca Mısır ile de yakın zamanda ilişkilerini normalleştirdiğini belirtiyor. Dahası Etiyopya'nın Kızıldeniz'de askeri üs kurma planlarına karşı çıkan kararlı duruş ile kıyaslandığında, Somali ile Türkiye arasındaki Türk kuvvetlerinin konuşlandırılması anlaşmasının, Kızıldeniz'e kıyısı olan ülkelerde herhangi bir sonuca ve tepkiye neden olmadığını söylüyor.

*Bu analiz Şarku’l Avsat tarafından Independent Arabia’dan çevrilmiştir.