İstanbul'da hırsızlık olayları azaldıhttps://turkish.aawsat.com/d%C3%BCnya/t%C3%BCrkiye/4891396-i%CC%87stanbulda-h%C4%B1rs%C4%B1zl%C4%B1k-olaylar%C4%B1-azald%C4%B1
"2024 yılının ilk 2 ayında geçen yılın aynı dönemine göre şehrimizde 'katalog suçlar' olarak tabir edilen mal varlığına karşı suçlarda genel düşüş oranı yüzde 23, aydınlatma oranı yüzde 75 oldu. Evden hırsızlık yüzde 35, otodan hırsızlık yüzde 51, iş yeri
İstanbul Valisi Davut Gül, 2024'ün ilk 2 ayında geçen yılın aynı dönemine göre kentteki mal varlığına karşı suçlarda genel düşüş oranının yüzde 23, aydınlatma oranının ise yüzde 75 olduğunu belirterek, "Evden hırsızlık yüzde 35, otodan hırsızlık yüzde 51, iş yerinden hırsızlık yüzde 20 azaldı." dedi.
Gül, Valilik'te düzenlediği basın toplantısında, kentteki 2023 ile 2024'ün ilk 2 ayına ilişkin asayiş verilerini açıkladı.
Kentte huzur ve asayişin sağlanması için görev yapan güvenlik güçlerinin çalışmalarını paylaşmak üzere bir arada olduklarını ifade eden Gül, İstanbul'un 16 milyona yaklaşan nüfusuyla dünyanın en büyük 15'inci metropolü olduğunu dile getirdi.
Vali Gül, 131 ülkeden daha fazla nüfusa sahip şehirde 56 bin 376 polis, 7 bin 633 jandarma ve 1053 sahil güvenlik mensubu olmak üzere toplam 65 bin 62 personelin görev yaptığını kaydetti.
Kentin huzur ve güvenliği için mesai mefhumu gözetmeden gece gündüz çalıştıklarına dikkati çeken Gül, şu verileri aktardı:
"2023'te bir önceki yıla göre, 'katalog suçlar' olarak tabir edilen mal varlığına karşı suçlarda genel düşüş oranı yüzde 16 ve bu suçlarda aydınlatma oranımız yüzde 72. Bunlardan evden hırsızlık yüzde 29, otodan hırsızlık yüzde 19, iş yerinden hırsızlık yüzde 21 azaldı. Kişilere karşı işlenen suçlarda yüzde 2 düşüşümüz var. Kişilere karşı suçlarda aydınlatma oranımız yüzde 98. Bunun yanında, dolandırıcılık suçlarında 2023 yılında suç sayısı 14 bin 575, aydınlatma oranı yüzde 91'dir. Ayrıca, ilimizde 2023 yılında hapis cezalı aranan 43 bin 790 şahıs, gıyabi aranan 142 bin 245 şahıs olmak üzere toplamda 186 bin 35 şahıs yakalanmıştır."
Asayiş olaylarında 2024 yılının ilk 2 ayıyla geçen yılın aynı dönemini karşılaştıran Gül, "2024 yılının ilk 2 ayında geçen yılın aynı dönemine göre şehrimizde 'katalog suçlar' olarak tabir edilen mal varlığına karşı suçlarda genel düşüş oranı yüzde 23, aydınlatma oranı yüzde 75 oldu. Evden hırsızlık yüzde 35, otodan hırsızlık yüzde 51, iş yerinden hırsızlık yüzde 20 azaldı. Kişilere karşı işlenen suçlar yine yüzde 2 düştü. Aydınlatma oranımız da yüzde 98 olarak devam ediyor. Bunun yanında, ilk 2 ayda dolandırıcılık suçlarında suç sayısı 2 bin 435, aydınlatma oranı yüzde 80'dir." diye konuştu.
Vali Gül, özellikle internet ve telefon dolandırıcılığına karşı kurumsal uyarıları dikkate almaları konusunda vatandaşları uyararak, kentte bu yılın ilk 2 aylık döneminde hapis cezalı aranan 11 bin 969 ile gıyabi aranan 33 bin 86 olmak üzere toplamda 45 bin 55 kişinin yakalandığını bildirdi.
Terörler ve organize suçlarla mücadele
Vali Gül, dünyanın tüm metropollerinde olduğu gibi İstanbul'da da güvenlik gündeminin en önemli başlıklarından birinin terör olduğunu söyledi.
2023'te, terör örgütlerine karşı operasyon sayısının bir önceki yıla göre yüzde 5,5, yakalananların sayısının yüzde 10 arttığını, 609 şahsın tutuklandığını, 477 şahsa adli kontrol tedbiri uygulandığını vurgulayan Gül, bu yılın ilk 2 ayında ise terör örgütlerine karşı düzenledikleri 287 operasyonda 795 şahsın yakaladığını, 205 şahsın tutuklandığını, 167 şahsa da adli kontrol tedbiri uygulandığını belirtti.
Organize suçlarla mücadele kapsamında 2023'te düzenlenen 404 operasyonda bir önceki yıla göre, yakalananların yüzde 7, tutukluların yüzde 47 arttığını, 634 şahsa adli kontrol tedbiri uygulandığını dile getiren Gül, bu yılın ilk 2 ayında da 45 operasyonda 448 şahsın yakalandığını, 231 şahsın tutuklandığını ve 109 şahsa adli kontrol tedbiri uygulandığını anlattı.
Uyuşturucuyla mücadele
Vali Gül, zehir tacirlerinin kökünü kazımaya kararlı olduklarının altını çizerek, 2023'te narkotik suçlarla mücadele kapsamında yapılan operasyonlarda yakalananların sayısının 59 bin 68 olduğunu ifade etti.
Önceki yıla göre ele geçirilen uyuşturucu maddenin miktarının yüzde 21 arttığına dikkati çeken Gül, "5 bin 701 şahıs tutuklandı. 3 bin 474 şahsa adli kontrol tedbiri uygulandı. 2024 yılı ilk iki aylık döneminde ise narkotik suçlarla mücadele kapsamında yapılan operasyonlarda 13 bin 23 şahıs yakalandı. 2 ton 378 kilogram uyuşturucu madde, 2 milyon 545 bin 320 adet hap, 2 milyon 22 bin 973 adet sentetik ecza maddesi, 1382 kilogram ara kimyasal ele geçirildi. 1131 şahıs tutuklandı, 610 şahsa adli kontrol tedbiri uygulandı." açıklamasında bulundu.
Gül, uyuşturucu tehlikesine yönelik eğitim ve bilinçlendirme çalışmalarında en büyük destekçilerin anneler olduğunun altını çizerek, "En İyi Narkotik Polisi Anne Eğitimi" projesi kapsamında 2023'te bilgilendirdikleri annelerin sayısının önceki yıla göre yüzde 70 artıp toplamda 258 bine ulaştığını belirtti.
"2023 yılında bir önceki yıla göre, kaçakçılık suçlarıyla mücadele kapsamında düzenlenen operasyon sayısı yüzde 11 artarak 3 bin 695 oldu." diyen Gül, yakalananların sayısının yüzde 9 arttığını, 98 kişinin tutuklandığını, 564 şahsa adli kontrol tedbiri uygulandığını aktardı.
Vali Gül, tütün ve sigara kaçakçılığı operasyonlarında yakalanan kaçak sigara miktarının yüzde 35, tütün miktarının ise yüzde 27 arttığına dikkati çekerek, sahte içki imalatında kullanılan 212 bin 326 litre alkole de el konulduğunu kaydetti.
Bu yılın 2 aylık döneminde, kaçakçılık suçlarıyla mücadele kapsamında düzenlenen 578 operasyonda 750 şahsın yakalandığını, 38 şüphelinin tutuklandığını dile getiren Gül, 35 şahsa ise adli kontrol tedbiri uygulandığını anlattı.
Gül, 170 bin paket kaçak sigara, 17 milyon 599 bin adet makaron, 21 bin 546 kilogram tütün ele geçirildiğine işaret ederek, 25 ton sahte alkole el konulduğunu bildirdi.
Trafik ve trafik kazası verileri
İstanbul'un 7/24 insan ve araç hareketliliği yaşayan yoğun bir şehir olduğunu ifade eden Gül, geçen yıl 5 milyon 406 bin 820 olan motorlu araç sayısının bu yıl 5 milyon 455 bin 930'a çıktığını, motosiklet sayısının da yüzde 5 artışla 650 bin 783'e ulaştığını söyledi.
Akıcı ve güvenli bir trafiğin sağlanması için gece gündüz çalıştıklarını ve önlemler aldıklarını belirten Gül, İçişleri Bakanlığınca şehre yeni atanan 6 bin 994 polis memurunun 2 bin 500'ünün trafik birimlerinde görevlendirildiğini, 2 bin 785 olan personel sayısının 5 bin 285'e çıktığını kaydetti.
Gül, emniyete ocak ayında teslim edilen 1173 araçtan 418'inin, 600 motordan ise 300'ünün trafik birimlerinin hizmetine verildiğini, 2023'te yapılan uygulamalarda 8 milyon 468 bin 663 aracın kontrol edildiğini aktardı.
Bu kapsamda 68 bin 568 servis aracının kontrol edildiğini kaydeden Gül, "Öğrencilerimiz başta olmak üzere özellikle servis kullanan ve servisle iş yerine gidip gelenlerin kazalara karışmaması, bu anlamda bir boşluk olmaması açısından servis denetimlerini velilerimizin de isteğine uygun, olabildiğince hassas şekilde yapıyoruz. Yapmaya devam edeceğiz." dedi.
Vali Gül, 2024 yılının ilk 2 aylık döneminde ise uygulamalarda kontrol edilen araç sayısının 2 milyon 755 bin 216 olduğunu ifade ederek, "Gözümüzün aydınlığı evlatlarımızın okul yolundaki güvenlikleri için de denetimlerimize ilk 2 ayda da aralıksız devam ediyoruz. 2024 yılı 2 aylık dönemde 22 bin 377 servis aracı kontrol edildi." diye konuştu.
Herkesin güvenliği için trafik kurallarına uymanın zorunluluk olduğuna dikkati çeken Gül, İçişleri Bakanlığınca hayata geçirilen, hız, emniyet kemeri, alkollü araç kullanımı, yaya önceliği ve trafikte cep telefonu kullanımının önlenmesi başta olmak üzere bu tür projeleri uygulamayı kararlılıkta sürdürdüklerini kaydetti.
Davut Gül, 2023 yılında meydana gelen 138 ölümlü kazada 157 vatandaşın hayatını kaybettiğini, yaralanmalı kazalarda 32 bin 628 vatandaşın yaralandığını dile getirerek, "2024 yılının ilk 2 aylık dönemde ise ölümlü kazalarda 25 vatandaşımız hayatını kaybetti. Ayrıca yaralanmalı kazalarda da 5 bin 151 vatandaşımız maalesef yaralandı. Oysa hepimizin hedefi, bir insanımızın dahi kaybedilmemesi. Trafik kurallarına uyarak, birbirimize sabır ve anlayış göstererek, bu acıları hep birlikte azaltabiliriz. Siz hemşehrilerime bu konuda güveniyorum." ifadelerini kullandı.
Siber güvenlik ekiplerinin, internet yoluyla işlenen suçlara karşı 7/24 çevrim içi güvenliğin sağlanması için kararlılıkla mücadele ettiğini vurgulayan Gül, bu yılın 2 aylık döneminde kontrol edilen sayının 457 olduğunu kaydetti.
Denizlerin güvenliği
İstanbul Valisi Gül, İstanbul'un 436 kilometre deniz sınırına sahip olduğunu ifade ederek, şunları söyledi:
"Sahil Güvenlik Komutanlığımız, denizlerimizdeki huzur ve güvenliğin sağlanması için 2023 yılında bir önceki yıla göre, görev icra saatini yüzde 6 artırarak 62 bin 390 saate çıkardı. Gemi ve tekne kontrol sayımız yüzde 16 artarak 21 bin 573'e yükseldi. Denizden kurtarılan kişi sayısı 193 oldu. Yasa dışı su ürünleri avcılığına yönelik tekne kontrolü sayısı 5 bin 571 oldu. Yasa dışı su ürünleri avcılığı ihlali tespit sayısı yüzde 12 azalarak 499'a düştü. Yasa dışı avcılık sonucu el konulan su ürünleri yüzde 22 artarak 31 bin 106 kilograma ulaştı. Yasa dışı avlanan 13 adet tekneye el kondu. Çevre kirliliği tespiti yüzde 40 azalarak 62'ye düştü. Kaçakçılık, İstihbarat, Harekat ve Bilgi Toplama (KİHBİ) sorgulamaları yüzde 67 artarak 58 bin 333'e ulaştı."
Bu kapsamda, 2024'ün ilk 2 ayında, geçen yılın aynı dönemine göre komutanlığın gemi, tekne kontrol sayısının yüzde 48 artıp 4 bin 496'ya yükseldiğini aktaran Gül, "Denizden kurtarılan kişi sayısı yüzde 129 arttı, 31 kişi güvenle tahliye edildi. Yasa dışı su ürünleri avcılığına yönelik tekne kontrolü yüzde 102 artışla 1802'ye, yasa dışı su ürünleri avcılığı ihlal tespit sayısı yüzde 18 artarak 141'e yükseldi. Yasa dışı avcılık sonucu el konulan su ürünleri yüzde 414 artarak 8 bin 930 kilograma ulaştı." bilgisini paylaştı.
Vali Gül, "1380 Sayılı Su Ürünleri Kanunu"na muhalefetle yasa dışı avlanan, mülkiyeti kamuya geçirilen tekne sayısının yüzde 67 arttığını, yasa dışı avlanan 5 tekneye el konulduğunu, çevre kirliliği tespitinin yüzde 20 azalarak 12'ye düştüğünü söyledi.
KİHBİ sorgulamalarının yüzde 10 artarak 92 bin 130'a ulaştığını ifade eden Gül, yaz döneminden itibaren Tuzla, Beykoz, Avcılar'da kurulacak yeni Sahil Güvenlik birimleriyle denizlerdeki denetimlerin artarak devam edeceğini kaydetti.
Gül, şehrin huzur, güvenliği ve esenliği için destekleriyle her daim yanlarında olan Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'a şükranlarını sundu, İçişleri Bakanı Ali Yerlikaya ve Bakanlık teşkilatına teşekkür etti.
"Seçimler güven içerisinde huzurla geçecek"
İstanbul Valisi Gül, bir basın mensubunun seçim güvenliğiyle ilgili alınan tedbirlere ilişkin sorusu üzerine, propaganda döneminin huzur içerisinde geçtiğini, adeta bir demokrasi şöleninin yaşandığını gördüklerini dile getirdi.
Seçim öncesi, seçim günü ve sonrası olmak üzere bütün tedbirlerinin günlük ve haftalık değerlendirdiklerini belirten Gül, İçişleri Bakanlığının 81 ilde bunu koordine eden bir mekanizma oluşturduğunu, seçim kurullarının da mevzuatlarına göre kendi işlerini takip ettiğini, her hafta Bakanlıkla yaptıkları istişareler neticesinde bunları değerlendirdiklerini söyledi.
Vali Gül, "Seçimler, daha önceki seçimlerde olduğu gibi güven içerisinde huzurla geçecek. Seçimlerde bizim personelimizin tamamı bu işlerde görevlendiriliyor. Vatandaşlarımızın demokratik tercihlerini sandığa yansıtmaları için üzerimize düşen neyse yapmaya gayret ediyorlar." şeklinde konuştu.
Toplantıda, Sahil Güvenlik Marmara ve Boğazlar Bölge Komutanı Tuğamiral Tayfun Paşaoğlu, İl Jandarma Komutanı Tümgeneral Yusuf Kenan Topcu, İl Emniyet Müdürü Zafer Aktaş ve Vali Yardımcısı Hasan Gözen de yer aldı.
Eski Cumhurbaşkanı Abdullah Gül Ortadoğu ve dünyadaki son gelişmelerle ilgili açıklamalarda bulunduhttps://turkish.aawsat.com/d%C3%BCnya/5081691-eski-cumhurba%C5%9Fkan%C4%B1-abdullah-g%C3%BCl-ortado%C4%9Fu-ve-d%C3%BCnyadaki-son-geli%C5%9Fmelerle-ilgili
Eski Cumhurbaşkanı Abdullah Gül Ortadoğu ve dünyadaki son gelişmelerle ilgili açıklamalarda bulundu
Eski Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, Al-Majalla’ya röportaj verdi (Al-Majalla)
İstanbul: İbrahim Hamidi
Türkiye'deki önemli siyasetçilerden biri olan Abdullah Gül, ülkesini hem içeriden hem de dışarıdan iyi tanıyor. Hem yurtiçinde hem yurtdışındaki okullarda eğitim alan Gül, aynı şekilde yurtiçinde ve yurtdışında profesyonel olarak çalıştı. Necmettin Erbakan'la birlikte Refah Partisi'nde (RP) siyaset yapan Gül, daha sonra Recep Tayyip Erdoğan'la birlikte Adalet ve Kalkınma Partisi'ni (AK Parti) kurdu.
Abdullah Gül, Dışişleri Bakanlığı, Başbakanlık ve Cumhurbaşkanlığı gibi çeşitli mevkilerde görev aldı. 2007-2014 yılları arasında Çankaya Köşkü'nde ikamet etti ama buranın tutsağı olmadı. Görev süresinin sonunda cumhurbaşkanlığı görevini dostu Recep Tayyip Erdoğan'a devretti.
Akademisyen, siyasetçi, ekonomist, diplomat ve eski Cumhurbaşkanı olan Gül, Ortadoğu'daki birçok kritik kavşağın yaşandığı, Türkiye tarihinin önemli aşamalarından geçti. ABD'nin 2003 yılında Irak'ı işgali sırasında Başbakanlık görevinde olan Gül, Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin (TBMM) Irak’ta savaşın patlak vermesi halinde, ABD askerlerinin Türkiye’deki üsleri kullanmasına izin verilmemesi kararı almasında öncü bir rol oynadı. Aynı şekilde 2008-2009 yılları arasında İsrail'in Gazze Şeridi’ne karşı yürüttüğü savaş ve 2011 yılında başlayan ‘Arap Baharı’ sırasında Cumhurbaşkanlığı görevindeydi.
Al-Majalla, Abdullah Gül ile İstanbul'da ormana bakan bir tepede bulunan ofisinde, Türkiye'deki iç siyasi ve ekonomik durumdan Ortadoğu'daki bölgesel savaş ihtimallerine kadar geniş bir yelpazede görüşlerini aktardığı kapsamlı bir röportaj gerçekleştirdi.
İşte Şarku’l Avsat’n Al-Majalla‘dan aktardığı Eski Cumhurbaşkanı Abdullah Gül röportajının tam metni:
*Önce Türkiye'deki gelişmeleri, ardından bölgesel ve uluslararası gelişmeleri konuşacağız. İç meseleler çerçevesinde geçtiğimiz yıl Türkiye'de cumhurbaşkanlığı ve milletvekili seçimleri yapıldı, bu yıl ise yerel seçimler. Milletvekilliği, cumhurbaşkanlığı ve yerel seçimlerin sonuçlarını nasıl değerlendiriyorsunuz?
Biliyorsunuz Cumhurbaşkanı (Recep Tayyip Erdoğan) geçtiğimiz yılki seçimlerde yeniden seçildi. Seçilmesiyle birlikte dış politikada ve ekonomik konularda bir değişim yaşandı. Seçimlerden sonra hem dış meselelerde hem de içeride ekonomik konularda benimsemeye başladığı pragmatik bakış açısıyla uyumlu olarak hükümette bazı yeni bakanlar atamaya başladı.
Yerel seçimlerde ise muhalefet partileri, özellikle nüfusun yoğun olduğu büyük şehirlerde ciddi oranda oy aldı. Bu sonuç, iktidar ile muhalefet arasında bir güç dengesi oluşmasına yol açtı.
*Muhalefetin kazançlı çıktığı yerel seçimlere bakıldığında, Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın bazı ekonomik reformları hayata geçirmesi kendisine pahalıya mal olmuş gibi görünüyor. Türkiye'de seçmenlerin en büyük kaygısı ekonomi mi?
Ekonomi, insanların hayatındaki en önemli faktördür. Bu açıdan bakıldığında, son seçimlerden önceki beş yılın ekonomik açıdan ve halkın ekonomik sorunlarıyla ilgilenilmesi açısından kötü geçtiğini söyleyebilirim.
Türkiye’nin iki yılda aldığı mülteci sayısı, Almanya'nın otuz yılda aldığından daha fazla.
Olan oldu ve enflasyon neredeyse yüzde 100'lere çıkmaya başladı.
*Bu reformlar bilinip kamuoyuna duyurulsa da sizce bunlar yeterli mi, yoksa ekonomik duruma dair hızla alınması gereken başka tedbirler olduğunu düşünüyor musunuz?
Başlatılan sürecin doğru bir süreç olduğunu ama daha önceki politikaların yanlış olduğunu düşünüyorum. Bu yüzden hukukun üstünlüğü ve adaletin güçlendirilmesinin yanı sıra ekonominin ve halkın taleplerinin doğru şekilde ele alınması gibi yeni ve önemli pratik adımlar atılmalı.
Sizce şu an Türkiye’de hukukun üstünlüğü yok mu?
Ankara’da 2016 yılındaki başarısız darbe girişimi ve çeşitli dış siyasi ve ekonomik faktörler bu alandaki ilerlemeyi önemli ölçüde etkiledi. Cumhurbaşkanlığı görevimden ayrıldığım 2014 yılına kadar ciddi bir ilerleme kaydetmiştik, fakat o tarihten bu yana çeşitli faktörlerden dolayı bir gerileme yaşandı. Bu aksaklıkların etkili bir şekilde giderilmesi için doğru ve akılcı politikalara dönülmesi gerektiğinde şüphe yok. Şu an olan da bu.
*Toplumsal durumun her ülkede olduğu gibi Türkiye'de de önemli olduğuna şüphe yok. Türkiye'deki toplumsal durumu nasıl görüyorsunuz? Sizce mülteciler, Türkiye'deki toplumsal durumda nerede yer alıyor?
Bu konular Türkiye'de oldukça garip karşılanıyor. Ancak bildiğiniz üzere Türkiye iki yıl gibi kısa bir sürede, Almanya'nın otuz yılda aldığından daha fazla mülteci aldı. Böylece Türkiye en çok mülteci alan ülkelerden biri haline geldi. Elbette bu durum, ülkedeki sosyal dokuyu etkiledi.
*Geçtiğimiz yıl Türkiye'ye yaptığım ziyaret sırasında Zafer Partisi Genel Başkanı Ümit Özdağ ile görüştüm. Sizce Suriyeli mülteciler gerçek bir sorun mu yoksa bu mesele Türkiye'deki siyasi güçler tarafından siyasi amaçlarla kullanılıyor mu?
Türk halkı bu konuda önemli ve ortak bir tutum sergiledi. Mültecilerle ilgili büyük çaplı bir tartışma yaşanmadı, sadece birkaç münferit olay meydana geldi. Geçtiğimiz yıllarda Türkiye'de yerel seçimler, cumhurbaşkanlığı ve milletvekilliği seçimleri yapıldı. Hiçbir siyasi parti mülteci sorununu istismar etmedi. Son seçimlerde bu konu bir ölçüde öne çıksa da Türk halkı konuyu ele alışında genel olarak insancıl davrandı.
Aslında muhalefet partilerini- özellikle de ana muhalefet partisini- seçimler sırasında bu konuyu silah olarak kullanmadıkları için takdir ediyorum. Mülteci konusunun son derece politize edildiği Avrupa'da ise aynı şeyi söylemek mümkün değil.
Erdoğan, Esed ve mülteciler
Suriyelilerin ülkelerine geri dönmesi meselesi sık sık gündeme getiriliyor. Siz bu konuda ne düşünüyorsunuz? Suriyelilerin bir kısmının geri dönmesi gerçekten bir çözüm olabilir mi?
Bu konuda birçok kez konuştum. Mültecilerin hangi ülkeye giderlerse gitsinler kendilerini evlerinde hissetmediklerini söyledim, elbette vatanlarını, evlerini, tarlalarını, okullarını özlüyorlar. Bununla birlikte bu insanlar ev sahibi ülkede de bir süreliğine misafir ediliyorlar. Daha sonra örneğin, yabancıların yerel halkla rekabeti konusunda sosyal gerilimler ortaya çıkıyor. Dolayısıyla mülteciler, kendilerini bu konuda rahat ve güvende hissedecekleri uygun bir şekilde geri dönmeli.
Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın Suriye Devlet Başkanı Esed ile görüşme önerisi beni mutlu etti. Ancak her şeyden önce bölgede ve söz konusu ülkede barışın sağlanması önem taşıyor.
Ancak bu mültecilerden bazıları sığındıkları ya da yerlerinden edildikleri ülkede kalabiliyor. Bu durum ender değil, birçok kez görüldü. Ancak önemli olan bu insanların kendi ülkelerine ve rahat ettikleri gerçek orijinal ortamlarına nasıl döndükleri. Herkesin kendi vatanında, ülkesinde ve yakınları arasında rahat etmesini temenni ediyorum. Bu bakımdan ilgili tüm tarafları tatmin edecek şekilde, bu amaç doğrultusunda önemli girişimler ve projeler başlatılmalı.
*Cumhurbaşkanı Erdoğan son zamanlarda Suriye Devlet Başkanı Beşşar Esed ile görüşmeye hazır olduğu yönünde açıklamalarda bulundu. Esed ile görüşmek istemesinin nedenlerinden birinin de mültecilerin geri dönüşü meselesi olduğu söyleniyor. Siz bu yaklaşım hakkında ne düşünüyorsunuz?
Öncelikle Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın Suriye Devlet Başkanı Esed ile görüşme önerisi beni mutlu etti. Ancak her şeyden önce bölgede ve söz konusu ülkede barışın sağlanması önem taşıyor. Eğer o ülkede barış ve sosyal uyum varsa, elbette yerinden edilenlerin çoğu gönüllü olarak ülkelerine dönmek isteyecektir. Ama eğer istikrar ve toplumsal barış yoksa, bu konuya öncelik verilebilir mi? Tabii bu konuda karar alma sorumluluğuna sahip bir konumda değilim.
*Esed-Erdoğan görüşmesi sizi memnun eder mi, yoksa birtakım çekinceleriniz var mı?
Eğer her iki taraf da samimi olarak bu görüşmenin gerçeklemesini istiyorsa, süreç dikkatle yönetilmeli. Taraflar arasında iletişime geçme iradesi varsa, geçmişteki anlaşmazlıkların üstesinden gelebilir ve ilişkilerinde yeni bir sayfa açabilirler. Ancak görüşmenin verimli geçmesi için kapsamlı bir ön hazırlık yapılması şart. Bunun için öncelikle tansiyonu düşürmek ve verimli görüşmelere zemin hazırlamak üzere diplomatik, bakanlık, siyasi ve güvenlik gibi farklı düzeylerde toplantılar yapılması gerekebilir. Esed ve Erdoğan ancak bu şekilde bir araya geldiklerinde, düğüm halinde bekleyen meselelerin çözümünde somut ilerleme kaydedebilirler. Eğer görüşme söz konusu hazırlıklar yapılmadan gerçekleşirse, çözüm bekleyen konuların tartışıldığı görüşme süreci rayından çıkarabilir.
Türkiye, Suriye topraklarının bütünlüğüne bağlı, bu birçok kez ifade edildi. Bu konuda hiçbir tereddüt yok.
*Kamuya açık ve kapalı kapılar ardında olmak üzere çeşitli toplantılar yapıldığını ve güvenlik teşkilatlarının başkanları arasında önemli gizli toplantılar gerçekleştiğini biliyoruz. Sanırım bu tür toplantılar Bağdat'ta, Moskova'da ve sınır bölgelerinde halen yapılmaya devam ediyor. Siyasi düzeyde temaslar da var. Esed'in, en azından Türk ordusunun Suriye topraklarından çekilmesi şartı yerine getirilmeden Erdoğan ile görüşmeyeceğini söylediği biliniyor. Esed'in Türk ordusunun Suriye topraklarından çekilmesi şartı hakkında ne düşünüyorsunuz?
Her şeyden önce Türkiye’nin Suriye topraklarının bütünlüğüne bağlı olduğunun, bunun birçok kez ifade edildiğinin ve bu konuda hiçbir tereddüdün olmadığının bilinmesi gerekiyor. ‘Yeni Osmanlıcılık’ ve benzeri konularda ortaya atılan bazı söylentiler hakkında konuşmaya gerek yok. Türkiye, Suriye'nin egemenliği, toprak ve toplumsal bütünlüğü ile özgür olmasını istiyor.
Bu konuda hiçbir şüpheye yer yok. Dolayısıyla bu noktaya takılmadan sürece başlamalıyız. Çünkü bu konu zaman içinde bir noktada buluşmayı kolaylaştırabilir.
Türk askerleri neden Suriye’de konuşlandırıldı? Bir güvenlik ve terör boşluğu oluştuğu ve Türkiye’nin Suriye'nin güvenliğine zarar vermek ya da mevcut haritayı değiştirmek istemediği kesin. Bunun hem Suriyeli kardeşlerimiz hem de tüm dünya tarafından bilinmesi gerekiyor.
Bu konu Sayın Cumhurbaşkanımız, Sayın Dışişleri Bakanımız ve ilgili tüm yetkililer tarafından dile getirildi, getiriliyor. Suriye'deki Türk askerlerinin ne zaman ve ne şekilde geri çekileceği konusu ise tartışılması gereken bir konudur. Tabii bu konuda karar alma sorumluluğuna sahip bir konumda değilim. Ancak tüm tarafları tatmin edecek şekilde sorunsuz ve net bir şekilde gerçekleşmesini umuyorum.
Aynı durum Irak için de geçerli. Belki bazı Iraklılar, Türk askerinin topraklarındaki varlığını ya da askeri operasyonlar düzenlemesini doğru bulmuyor olabilir. Ancak bu varlık, Irak topraklarındaki mevcut güvenlik boşluğundan kaynaklanıyor. Eğer Irak hükümeti bu sorunu çözebilseydi, Türk askerleri Irak topraklarına girmeyecekti. Bu, Suriye için de geçerli.
Kürtler
*Irak ve Suriye arasındaki karşılaştırmalar gerçekten de yerinde. Örneğin Başika'da bir Türk askeri üssü var ve Muhammed Şiya es-Sudani hükümetiyle PKK'ya karşı iş birliği yapılıyor. Bu açıdan Suriye’de en azından teröristlere ya da Kürtlere, özellikle de PKK ve YPG’ye karşı mücadelede Şam ile Ankara arasında iş birliği yapılabileceğini düşünüyor musunuz?
Her şeyden önce Kürtlerin bu bölgede, Suriye, Irak, İran ve Türkiye'de büyük bir etnik grup olduğunu kabul etmeliyiz. Kürtlerin ülkelerinde eşit vatandaşlar olmaları gerektiğini düşünüyorum. Özgürlükten ve yasalarla güvence altına alınan tüm haklardan yararlanmalılar. Bazı ülkelerdeki çeşitli zorluklara rağmen, Suriye'deki bazı Kürt topluluklarının tarihte ötekileştirildiği ve birçoğunun kimlik kartının dahi olmadığı unutulmamalı. Bununla birlikte, bir bütün olarak Kürt halkı ile terörist bir oluşum olarak PKK’yı birbirinden net bir şekilde ayırmalıyız.
PKK ve Abdullah Öcalan, 1970'li ve 1980'li yıllarda Suriye topraklarında faaliyet gösterdi. PKK, Ankara ve Şam arasında Adana Anlaşması'nın imzalandığı 1998 yılına kadar güvenlik ve istikrar boşluğunu istismar etmeye devam etti. Türkiye ve Suriye arasında terör örgütlerine karşı ortak eylem ve iş birliği konusuna gelince, bunun hem mümkün hem de gerekli olduğunu düşünüyorum. Adana Anlaşması'nın hükümleri bu tür bir iş birliğinin temelini oluşturabilir. Ancak teröristler ile ülkede yaşayan Kürt vatandaşları birbirinden ayırmak gerekiyor.
Kürt meselesiyle ilgili bir başka soru da şu: 1990'lı yılların sonlarında Türkiye, Irak'ın kuzeybatısında bir Kürt devleti kurulmasını önlemek için Suriye, Türkiye ve Irak arasında ‘üçlü koordinasyon’ olarak bilinen ittifaka katıldı. Türkiye ve Suriye arasındaki mevcut gerilime rağmen, Suriye'nin kuzeydoğusunda bir Kürt devletinin kurulmasının engellenmesi için ortak çabalar devam ediyor. Kürtlerin Türkiye, Suriye, İran ve Irak olmak üzere dört ülkede var olduğundan söz ettiniz. Sizce bir Kürt devletinin kurulmasını engellemek için bu dört ülke arasında koordinasyon olmalı mı?
Tabii ki tüm bu ülkeler, teröristler ile bu ülkelerde yaşayan ve tam ve eşit haklara sahip olması gereken vatandaşlar arasında net bir ayrım yapmak suretiyle, terörizm ve terör örgütleriyle mücadele konusunda koordinasyon içinde olabilirler. Ancak, bu ülkelerin ulusal güvenliğini tehdit eden ayrılıkçı hareketler ya da terör örgütleri varsa, aralarında koordinasyon kurulması kaçınılmaz hale gelir.
*Buna bir Kürt devletinin kurulmasını önlemeye yönelik bir koordinasyon da dahil mi?
Herhangi bir ülkede tüm vatandaşların güvenlik, özgürlük, egemenlik ve yasal haklardan faydalanması gerektiğini kabul etmeliyiz. İster Kürt ister başka bir milletten olsun, tüm vatandaşlara temel haklar tanınmalı. Fakat terörist ya da ayrılıkçı hareketler, insan haklarının meşru savunucuları olarak görülemez. Bu hareketler bazen Rusya ve Amerikalılar gibi dış güçler tarafından araç olarak kullanılabilir. Bununla birlikte, herhangi bir Kürt oluşumu İsrail tarafından potansiyel bir müttefik olarak görülecektir. Bundan dolayı ilgili ülkelerin ulusal güvenliğini tehdit eden tüm ayrılıkçı ve terörist hareketlere kararlı bir şekilde müdahale edilmeli.
Esed'in yönetimde kalması
*İsrail konusuna döneceğim ama Arap Baharı ile ilgili iki sorum var. İlk sorum şu: Esed’in yönetimde kalmasına- ki Arap Baharı’nın yaşandığı ülkeler arasında yönetimde kalan tek başkan olduğuna inanıyorum- şaşırdınız mı?
Bunun şaşırtıcı olduğunu söyleyemem ama Arap Baharı’na tanık olan bölge ülkelerinin olumlu ya da olumsuz bir şekilde değiştiğini düşünüyorum.
Esed ile aranızdaki son temas ne zamandı?
2011 yılında Arap Baharı’nın başlangıcındaydı. Suriye'de görmek istediğim son şey, Suriye ordusu ile kendi halkından oluşan silahlı bir grup arasındaki çatışmaydı.
2012 yılında olaylar geliştikçe ve Rusya ile İran’ın kendi çıkarları için Suriye’deki çatışmaya dahil olmalarıyla birlikte, Suriye'de hızlı bir rejim değişikliğinin gerçekleşmesi olasılığından şüphe etmeye başladım. Rusya'nın Akdeniz'de geleneksel bir politikası olduğu, İran'ın ise ulusal çıkarlarına ulaşmada kendi ajandası olduğu biliniyor. Rusya ve İran'ın rejime destek vermeye devam edeceği açıktı, oysa Suriye'deki silahlı hareketler aynı düzeyde güçlü bir desteğe sahip değildi ve bu da dengesiz hesaplara yol açıyordu. Bu görüşümü hükümetimle paylaştım ve uluslararası forumlarda da dile getirerek, bu çatışmanın diplomatik veya siyasi çözüme yönelmeden çözülemeyeceğini vurguladım. Durumun bugün gördüğümüz gibi sonuçlanacağını, her şeyin olduğu gibi kalacağını tahmin ediyordum.
Filistin'in kendi içinde bile ister Batı Şeria'da ister Gazze'de olsun iki cephede bir bölünme var. Bu bölünmeler İsrail'i hesap vermeden hareket etmeye cesaretlendirdi.
Son ciddi girişimin 2012 yılında, BM ve Arap Birliği'nin ortak Suriye Özel Temsilcisi olarak atanan (eski BM Genel Sekreteri) Kofi Annan'dan geldiğini hatırlıyorum. 2012'de Chicago'da düzenlenen NATO zirvesi gibi uluslararası forumlarda yaptığım konuşmalarda bu çabanın Suriye'nin son şansı olduğunu vurguladım ve kendisini siyasi bir sürecin takip etmesini ümit ettim. Durumu gerçekten acı verici hale getiren 400 binden fazla ölü ile işlerin bu trajik noktaya ulaşması, beni derinden üzüyor.
Arap Baharı
*Arap Baharı ile ilgili bir sorunun ardından Gazze ve Lübnan'a geçeceğiz. Pek çok Arap ülkesinde yaşanan Arap Baharı’ndan 13 yıl sonra ne düşünüyorsunuz? Bu deneyimi nasıl değerlendiriyorsunuz? Gerçekten bir Arap Baharı mıydı, yoksa sonbahar ya da karanlık bir kış mıydı?
Gençliğin ve Arap halklarının taleplerini kesinlikle meşru görüyordum. Bunu, onurlu bir yaşam için çabalayan ve iyi bir yönetim talep eden gençlerin ve vatandaşların asil bir hareketi olarak gördüm. Monarşiler de dahil olmak üzere bazı devletler, vatandaşlarının meşru taleplerinin çoğunu karşılamaya çalışarak krizi yönetebildiler. Seçilmiş diktatörler ise durumla gerektiği gibi başa çıkamadılar.
Arap Baharı’nın başarısız olduğunu düşünüyor musunuz?
Meselenin Tunus'ta başladığını ve Tunus'un şu anda geldiği noktayı, son Tunus seçimlerinde katılım oranının yüzde 27 civarında olduğunu gördüğümde, durum nasıl iyi olabilir? Raşid Gannuşi 83 yaşında ve daha önce seçimlere katılmış birisi. Bu adam şu anda cezaevinde.
*Sayın Cumhurbaşkanı Arap Baharı sizin için bir hayal kırıklığı mıydı?
Bir hayal kırıklığı değil ama işlerin vardığı noktaya üzülüyorum, çünkü Arap halklarının ekonomik ve sosyal anlamda iyi yaşama umutları ve arzuları var ve hükümetlerin hesap vermesini istiyorlardı. Arap halklarının Almanlar, Fransızlar, İngilizler veya diğerleri gibi ekonomik, siyasi, sosyal vb. konularda haklarını garanti altına alacak şekilde yaşama hakları yok mu? İşlerin bu noktaya gelmesi bizi üzüyor.
İsrail’in bombardımanları
*Bölgesel bir konuya geçelim. İsrail uçakları Suriye’de Şam'ı, Yemen'de Hudeyde'yi bombaladı ve şu an Beyrut'u ve Gazze Şeridi’ni bombalıyor. Aynı şekilde Batı Şeria'yı, Irak'ı ve İran'ı bombaladı. Bu tabloyu nasıl görüyorsunuz?
Bunun için derin bir üzüntü duyuyorum. Bölgedeki İslam ülkeleri birlik içinde değil, aksine derinden bölünmüş durumdalar. Filistin'in kendi içinde bile ister Batı Şeria’da ister Gazze’de olsun iki cephede bölünme var. Bu bölünmeler, İsrail'i hesap vermeden hareket etmeye cesaretlendirdi. Bölge ülkeleri arasında birlik ve beraberliğin yokluğu aslında İsrail'e bu şekilde hareket etme konusunda tarihi bir fırsat sundu.
*7 Ekim, Hamas saldırısının birinci yıl dönümüydü. 7 Ekim’i nasıl görüyorsunuz?
Silahsız ve masum sivillere yönelik saldırıları hiçbir şekilde desteklemiyorum. Ancak BM Genel Sekreteri António Guterres'in bu bağlamda söyledikleri, konunun anlaşılması açısından oldukça önemli; bu saldırılar durduk yere ortaya çıkmadı.
İsrail'in tüm politikaları 1967 sınırlarına çekilmesi meselesini ortadan kaldırmaya yöneliktir. İsrail hükümeti tüm eylemleriyle bu meseleyi bitirmek istiyor
İsrail onlarca yıldır Filistin topraklarını hukuka aykırı ve haksız bir şekilde işgal ediyor. Üstelik İsrail, Güvenlik Konseyi'nin ilgili kararlarına rağmen, Batı Şeria'da acımasız bir yerleşim politikası uyguluyor.
İsrail makamları sistematik ve sürekli bir şekilde Filistinlileri topraklarını terk etmeye zorluyor. Tüm bu zulümle birlikte insanlar sürekli olarak onurlarından ve temel haklarından mahrum bırakıldıklarında kendi kendilerine “Her halükârda sona doğru gidiyoruz, o halde hep birlikte ölelim” diyebilirler. İnsanların hakları elinden alındığında veya onlara insan muamelesi yapılmadığında, direniş hareketlerinin ortaya çıkması doğaldır. Gerçekte olan da budur.
*Hizbullah liderlerini öldüren ve Lübnan'ı bombalayan İsrail şimdi Lübnan'da ne istiyor?
İsrail'in tüm politikaları 1967 sınırlarına çekilmesi meselesini ortadan kaldırmaya yöneliktir. Tüm eylemleriyle bu meseleyi bitirmek istiyor, dolayısıyla bunun önünde bulunan tüm kısıtlamaları kaldırmak istiyor.
Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nin (BMGK) 2006 yılında onayladığı 1701 sayılı kararda İsrail’in çekilmesi ve Hizbullah’ın silahsızlandırılması kabul edildi. Ama işgal bitmeyince mücadele ve direniş başladı. Zira bu konu diğeriyle bağlantılıdır.
O halde çözüm 1701 sayılı karar mı?
Sadece 1701 değil, bu konudaki en son düzenleme olduğu için, kendisini zikrettim, esas olan 1967 sınırları ile ilgili 242 sayılı karardır. Ben sadece Lübnan meselesiyle ilgili olarak 1701'den bahsettim.
*Türkiye'nin son dönemde İsrail'in ‘Vadedilmiş Toprakları’ elde etmek istediği yönündeki açıklamalarını nasıl yorumluyorsunuz? Bildiğiniz gibi geçtiğimiz günlerde TBMM'de İsrail'in Vadedilmiş Toprakları ele geçirmeye yönelik bir planı olduğuna ve Türkiye'ye karşı tehdit oluşturduğuna dair bir oturum yapıldı. Bir bütün olarak bu söylem hakkında ne düşünüyorsunuz?
Modası geçmiş hayaller olduğu için bu ideolojik ya da mitolojik iddiaları önemsemiyorum. İsrail, Türkiye'ye karşı düşmanca davranışlar sergilemeye cesaret edemez.
İran, İsrail ve Ortadoğu
*Daha önce İsrail ile İran arasında bir “gölge savaşı” vardı. Vekiller ve müttefikler aracılığıyla savaşıyorlardı. Son aylarda ve özellikle de nisan ayında yeni bir aşamaya, İsrail ile İran arasında doğrudan savaşa geçiş yaptık. Nisan ayı sonunda İran, İsrail'i vurdu ve o da İran'ı bombalayarak karşılık verdi. Bölgesel bir savaş ve bir İran-İsrail çatışmasından endişeleniyor musunuz?
Biraz önce de belirttiğim gibi bölge birlik içinde değil. Ne yazık ki Ortadoğu'da İslam dünyasının kendi içinde bir bölünme var. İran'ın sert politikaları bölgedeki tehdit kaynaklarına ilişkin algıları değiştirdi. Arap ülkeleri geleneksel olarak İsrail'i ana tehdit olarak görürken, İran bu rolde İsrail'in yerini aldı. Bu durum bazı Arap ülkelerinin İsrail ile doğrudan veya dolaylı ilişkiler kurmasına yol açtı. İsrail'in istediği de buydu ve şimdi bu bölünmüşlüğü istismar ederek emellerini gerçekleştiriyor. Bu durum bölgeyi ve genel bütünlüğünü etkiledi.
Son dönemdeki tek olumlu gelişme, Suudi Arabistan ile İran arasındaki diplomatik ilişkilerin Çin'in arabuluculuğunda yeniden başlaması oldu. Bu adım bölgeye fayda sağladı.
Son dönemdeki tek olumlu gelişmenin Suudi Arabistan ile İran arasında Çin'in arabuluculuğunda diplomatik ilişkilerin yeniden başlaması olduğunu düşünüyorum. Bu adım bölgeye fayda sağladı.
İsrail'in haritadan silinmesi ve İsrail devletinin sona erdirilmesi yönündeki İran’ın düşmanca söylem ve sloganlarına gelince, bunlar Tel Aviv'in lehine oldu. Bunları, ABD ve bazı Avrupa ülkelerinden gelen sınırsız askeri desteği meşrulaştırmak için bir bahane olarak kullandı.
İsrail bölgedeki savaşın kapsamını genişletmeye çalışıyor, çünkü bunun kendi çıkarına olduğuna inanıyor. Bu amaca ulaşmak için de başta İran olmak üzere bölgesel tarafları kışkırtmaya çalıştığını görüyoruz.
*Çin himayesinde varılan Suudi Arabistan-İran anlaşmasından bahsettiniz. Cumhurbaşkanı Erdoğan'dan da yeni bir yaklaşım geldi ve Mısır, Suudi Arabistan ve BAE ile ilişkilerde iyileşme yaşandı. Türkiye Cumhurbaşkanı'nın yeni yaklaşımını en azından bölgesel olarak nasıl değerlendiriyorsunuz?
Ben bu adımları sonuna kadar destekliyorum ve bu kardeş ülkelerle ilişkilerimizde kaybedilen 10 yıl için üzülüyorum. Türkiye ile bu ülkeler arasındaki dayanışmanın, bölgenin güvenliği ve refahına olumlu etkileri olacağı için bu yaklaşımı tüm kalbimle destekliyorum.
Filistin meselesine dönersek, İsrail-Filistin çatışmasında büyük bir zaafın varlığına dikkatinizi çekmek isterim. O da Filistinlilerin kendi aralarındaki bölünmedir. Bu bölünmeyi sona erdirmek için pek çok çaba sarf edildi. Bunların başında da Suudi Arabistan Kralı Abdullah bin Abdulaziz'in girişimi geliyor.
Kendi açımdan ben de geçmişte üstlendiğim çeşitli sorumluluklar sırasında çeşitli vesilelerle Filistinliler arasında görüşleri birbirine yakınlaştırmak için girişimlerde bulundum. Bu bölünme davanın gücünü zayıflatıyor, zira Gazze ve Batı Şeria iki farklı halktan oluşmuyor. Aksine, hepsi haklarından mahrum bırakılmış Filistinliler. Yaşanan bunca acıdan sonra birlik olmanın zamanı geldi.
Ayrıca, 2002 yılında Beyrut'ta Kral Abdullah tarafından sunulan ve İran'ın da dahil olduğu İslam İşbirliği Teşkilatı'nın (İİT) desteğini alan Arap Barış Girişimi'nin, Filistin meselesine etkin ve etkili bir çözüm bulunması için temel bir çaba olmayı sürdürdüğünü anlamalıyız. Bu davaya iki devlet formülüne dayalı kalıcı bir çözüm bulunmadan, Ortadoğu'da bölgesel barış ve güvenliğin sağlanması zorlaşır.
*Son bir soru; Türkiye uluslararası ağırlığa sahip ve G20 üyesi bir ülke. Bölgede net bir doğum sancısı yaşanıyor ama aynı zamanda küresel olarak da bir doğum sancısının yaşandığı anlaşılıyor. Küresel olarak Çin'in yükselişi, Ukrayna'da Rusya ve Kuzey Atlantik Antlaşması Örgütü (NATO) var ve ABD'nin rolü zayıflıyor olabilir. Nasıl bir yeni bölgesel düzen öngörüyorsunuz? Daha da önemlisi önümüzdeki yıllarda yeni uluslararası düzenin nasıl olacağını düşünüyorsunuz?
Mevcut koşullar altında Batı'nın hararetle savunduğunu iddia ettiği insan hakları, hukukun üstünlüğü ve demokrasi gibi evrensel değer ve standartlar, İsrail'in Filistin'i işgali ve Filistinlilere yönelik saldırganlığı söz konusu olduğunda, aynı standartları uygulamayı reddeden Batılılar tarafından bizzat ayaklar altına alınıyor.
ABD ile Çin arasında özellikle ekonomik meseleler ve nüfuz alanları üzerinden yaşanan mevcut çatışma, şüphesiz yeni bir kutuplaşma dönemine yol açar.
Gazze'de yaşanan büyük acılar karşısında uluslararası sistemin başarısızlığı ortada. ABD'nin başını çektiği Batılı aktörlerin Gazze'deki savaşa ilişkin tutumları, Rusya-Ukrayna savaşına ilişkin tutumlarından farklılık gösteriyor.
Bu ikiyüzlülük, onların inandırıcılığını ve ikna gücünü azaltıyor. Ne yazık ki bu ayrım, Batı'nın bu net taraflılığına karşı koymak için bazı ülkeleri ister Çin ister başka yerlerdeki otoriter rejimlere yönelmeye itebilir.
ABD ile Çin arasında özellikle ekonomik meseleler ve nüfuz alanları üzerinden yaşanan mevcut çatışma, şüphesiz önümüzdeki on yıl içinde dünyada yeni bir kutuplaşma dönemine yol açar. Bu kutuplaşma, Ortadoğu ve ötesi için büyük meydan okumalar anlamına gelir.
Bu nedenle, Batı dünyasının davranış ve uygulamalarını gözden geçirmesi, diyalog ve dürüstlüğe dayalı, adil, katılımcı ve şeffaf politikalar izlemeye, uluslararası hukukun gereklerine ve evrensel ilkelere saygı duymaya dönmesi gerekiyor. O zaman kaybettiği güveni, Arap dünyası ve Asya'dan Latin Amerika'ya kadar daha geniş bölgenin halklarının güvenini yeniden kazanabilir.
Bu anlayış, Batı dünyasını ve kurumlarını yeniden ilham verici hale getirebilir. Bunu yapmazsa hayal kırıklığı yaşamaya devam eder.
Batı eğer bu atılımda bulunursa, artan farkındalıkla birlikte ister batıda ister doğuda olsun, birçok ülkenin kendi içine odaklanmaya, sosyal ve ekonomik politikalarını gözden geçirmeye ve iyi yönetişime dayalı bir yaklaşımı uygulamaya teşvik edilmesine katkı sağlar.