Cumhurbaşkanı Erdoğan: Ankara'da 7 istasyonlu metro hattını yatırım programına aldık

Cumhurbaşkanı Erdoğan, "Toplam 7 istasyonlu Keçiören Kuyubaşı-Esenboğa Havalimanı-Yıldırım Beyazıt Üniversitesi metro hattını yatırım programına aldık, yakında ihalesine çıkacağız." dedi.

AA
AA
TT

Cumhurbaşkanı Erdoğan: Ankara'da 7 istasyonlu metro hattını yatırım programına aldık

AA
AA

Cumhurbaşkanı ve AK Parti Genel Başkanı Recep Tayyip Erdoğan, partisinin Başkent Millet Bahçesi'nde düzenlenen Büyük Ankara Mitingi'nde konuştu.

Ankaralıları selamlayan Erdoğan, konuşmasının başında, dün gerçekleştirilen, Rusya'nın başkenti Moskova'daki terör saldırısını kınadı.

Erdoğan, "Dün Moskova'daki bir konser salonuna yönelik gerçekleştirilen terör saldırısı dolayısıyla, ülkem ve milletim adına, Rusya hükümetine taziyelerimizi iletiyoruz. Masum sivilleri hedef alan bu menfur terör saldırısını şiddetle kınıyoruz. Terör, kimden gelirse gelsin, faili kim olursa olsun, kabul edilemez. Terörün kanlı ve kalleş yüzünü çok iyi bilen bir ülke olarak, Rus halkının acısını milletçe, devletçe paylaşıyoruz. İnsanlığın ortak düşmanı olan teröre karşı mücadelemizi sürdüreceğiz." ifadesini kullandı.

Başkentlilerin ramazanını tebrik eden Erdoğan, "Selçuklu'nun paylaşılamayan şehri, Osmanlı'nın emaneti" olarak nitelediği, Cumhuriyet'in başkenti Ankara'nın bugün bir başka güzel olduğunu söyledi.

Alanda 200 bin kişinin bulunduğu bilgisini aldığını aktaran Cumhurbaşkanı Erdoğan, "Demek ki 31 Mart'ta bu katılım Ankara'da her şeyi biiznillah değiştirecek." sözlerini sarf etti.

Ankara'ya ve Ankaralılara 14-28 Mayıs seçimlerinde Cumhur İttifakı'na verdikleri destek için teşekkür eden Erdoğan, "Milletvekilliğinde yüzde 47 ve cumhurbaşkanlığındaki yüzde 49'luk oy oranlarıyla, milli irade bayrağını başkentin burcuna bir kez daha diktiniz. Esasen, bizim Ankara'yla aramızdaki gönül bağına baktığımızda, bu oranların çok daha ilerisinde olduğunu görüyoruz. İnşallah, 31 Mart'ta Ankara'yla aramızdaki muhabbetin derinliğine uygun bir sonuçla, bunu telafi edeceğiz. Başkentimize de böylesi yakışır." diye konuştu. 

"Birilerinin iddia ettiği gibi tesadüf eseri değil"

Ankara'nın milli mücadelenin ardından başkent ilan edilmesinin, birilerinin iddia ettiği gibi tesadüf eseri olmadığını belirten Erdoğan, tarihinin her döneminde Ankara'nın, şehir kimliğini muhafaza etmiş bir yer olduğunu hatırlattı.

"Ankara bir bozkır kasabasıydı" diyerek bu şehri küçümseyenlerin, onun gerisindeki parıltılı geçmişten habersiz olduklarını aktaran Erdoğan, "Devlet kuracak organizasyon kabiliyetine ulaşan Ankara Ahilerinin mücadelesi bile tek başına, bu şehri tarihte seçkin bir yere taşımaya yeter." değerlendirmesinde bulundu.

Ankara Marşı'nın "Ankara Ankara güzel Ankara, seni görmek ister her bahtı kara, senden yardım umar her düşen dara" dizelerini okuyan Erdoğan, "Allah'ın izniyle Ankara kıyamete kadar mazlumların ümidi olmaya devam edecektir." ifadesini kullandı.

Dünya şehri Ankara'ya layık olmaya çalıştıklarını vurgulayan Erdoğan, Ankara'nın, sadece devletin merkezi sıfatıyla sahip olduğu kamu gücünden ibaret olmadığını dile getirdi.

Bunun yanında Ankara'nın, sanayisiyle, ticaretiyle, tarımıyla, kültür ve sanatıyla, en önemlisi insanıyla Türkiye'nin parlayan yıldızı olduğunu belirten Erdoğan, "Bugün burada, Başkent Millet Bahçesi'nde bir araya gelen sizler, sadece Ankara'ya, sadece ülkemize değil, tüm dünyaya mesaj veriyorsunuz. Burayı, bu millet bahçesini kim yaptı? Murat Kurum kardeşimiz bakanken o burayı yaptı. Şimdi Murat Kurum nerede? İstanbul'da. Şimdi İstanbul'u kazanmak, Murat kardeşimize de yakışır." dedi.

Keçiören'de de Turgut Altınok'un birçok eserleriyle oraya damgasını vurduğunu kaydeden Erdoğan, en son Keçiören'de Atatürk Cumhuriyet Kulesi'nin açılışını yaptıklarını anımsattı.

Kalabalıkla birlikte "Tek millet, tek bayrak, tek devlet, tek vatan, bir olacağız, iri olacağız, buradaki gibi kardeş olacağız, hep birlikte Türkiye olacağız" sözlerini tekrarlayan Erdoğan, konuşmasını şöyle sürdürdü:

"Bir asır önce düşman, Ankara'nın kapısına kadar dayanmıştı. Top seslerinin Ulus'taki Meclis'ten duyulduğu o zor günlerde ortaya konan güçlü iradenin yankıları hala sürüyor. Aynı irade, 15 Temmuz gecesi darbecileri sokaklara, meydanlara çıktıklarına pişman eden ruhun adıdır. Bu ruh, hem Milli Mücadele'yi zafere ulaştırdı hem Cumhuriyetimizi kurdu hem tüm demokrasi ve kalkınma atılımlarımıza ilham oldu. Çok partili siyasi hayata geçtiğimizden beri demokrasimizin başına kara bulutlar her toplandığında, baharı önce Ankara başlattı. Ülkenin her karışını ilmik ilmik ördüğümüz yatırımlarımızın hazırlıklarını Ankara'da yaptık. Milletimizin her bir ferdinin hayatına dokunan hak ve özgürlük reformlarımızı burada gerçekleştirdik. Cumhuriyetimizin 100'üncü yılına atıfla hazırladığımız 2023 hedeflerimizi Ankara'yla birlikte fiiliyata geçirdik. Şimdi burada bu meydanda, aynı hissiyatı, aynı heyecanı, ben şu katılımla aynı azmi görüyorum. Allah'ın izniyle, Ankara, Türkiye Yüzyılı'nın inşasına hazır. Türkiye Yüzyılı'yla, ülkemizi dünyanın devler ligine yükseltme mücadelemizde bizimle yol yürüyeceğinize inanıyorum."

Bunun için alandakilerden söz isteyen Erdoğan, "Ankara yanımızda olduğu müddetçe, yedi düvel karşımıza çıksa, evelallah yıkar geçeriz." diye konuştu. 

"Ankara, gören herkesin hayranlık duyacağı bir şehir olmalıdır"

Nüfusu pek çok ülkeden fazla olan Ankara'nın, her şeyin en iyisine, en güzeline, en modernine layık olduğunu ifade eden Erdoğan, şunları kaydetti:

"Biz Ankara'yı, altyapısıyla, üstyapısıyla, şehir içindeki ve kırsaldaki mahalleleriyle, Türkiye Yüzyılı'na hazırlamayı vadediyoruz. Başkentimizi, içinde oturanlarının ve çalışanlarının huzurla 'işte benim şehrim' diyeceği konuma getirmek arzusundayız. Sadece bu değil, Ankara, buraya gelen ve gören herkesin hayranlık duyacağı bir şehir olmalıdır, bu potansiyele de ziyadesiyle sahiptir. Caddeleriyle, parklarıyla, ulaşımıyla, altyapısıyla, sosyal ve kültürel donatılarıyla hep birlikte gurur duyacağımız bir Ankara'nın peşindeyiz. Çok mu şey istiyoruz? Hayır, hepsi mümkün. Bölgesinin ve dünyanın yükselen yıldızı Türkiye'ye yakışır bir başkent için 31 Mart'ta her şey ayağımıza geliyor."

Alandakilere "31 Mart'ta Türkiye Yüzyılı şehirleri için hazır mıyız, kararlı mıyız, gerçek belediyeciliği tercih ediyor muyuz? Bunun için seçim gününe kadar ana kademe, kadın kolları, gençler, kapı kapı dolaşmaya var mıyız, Ankara'yla birlikte Türkiye haritasının tamamını Cumhur İttifakı'nın renkleriyle boyamaya var mıyız?" sorularını yönelten Erdoğan, kalabalığın hep bir ağızdan verdiği "evet" yanıtlarının ardından, "İşte benim gönlümün sultanı Ankara budur. Ramazanın bayramı gelmeden, 31 Mart'ı milli irade bayramı haline getirecek Ankara budur." düşüncesini dile getirdi. 

Demokrasi ve kalkınma yolculuğunun, hem uzun hem de meşakkatli olduğuna dikkati çeken Erdoğan, Türkiye'nin bu bakımdan talihsiz kesintiler yaşadığını ifade etti.

Erdoğan, Cumhuriyet dönemi boyunca kaybedilen hazine değerindeki yılların telafisinin, ancak son 21 yılda mümkün olabildiğine dikkati çekerek, Ankara'nın, tüm bu süreçlerin en yakın şahidi olduğunu söyledi.

Türkiye'yi büyütmek ve güçlendirmek, milletin hak ve özgürlüklerini genişletmek, insanların refahını artırmak için attıkları her adımda, gizli açık birçok engellemeyle karşılaştıklarını belirten Erdoğan, "Bunların bir kısmını dal budak salmadan bertaraf ettik, bir kısmının üstesinden bedel ödeyerek geldik. Emperyalistlerin ülkemizi dizleri üzerine çökerterek kendilerine tabii kılmak için sahneledikleri oyunlara, maalesef, içeriden destek veren figüranlar da çıktı. Bu aparatlar, kimi zaman vesayet, kimi zaman terör örgütü, kimi zaman darbeci, kimi zaman siyasi, sosyal veya ekonomik tetikçi kisvesiyle arzı endam etti." diye konuştu.

Cumhurbaşkanı Erdoğan, şöyle devam etti:

"Meşhur hikayedir; gövdesine ardı ardına balta darbeleri inen ağaç, duruma şöyle bir bakıp 'sapı bendendir' diye hayıflanmış. Ülkemizin demokrasi ve kalkınma hamlelerine çelme takanların çoğu işte aynı hissiyatı taşıyor. En azından kağıt üzerinde bu ülkenin siyasetçisi, sivil toplum temsilcisi, medya mensubu, sosyal medya kullanıcısı olduğu halde, gece gündüz Türkiye aleyhinde çalışanlar var. Kimi zaman üzüldüğümüz, kimi zaman öfkelendiğimiz bu tiplerle uğraşmak, bizi bir hayli yorsa da yolumuzdan alıkoymadı. En çok da ana muhalefet partisi CHP'nin takındığı tutum, ülkemiz adına endişe vericidir. Bu partinin tek parti faşizmi döneminde işlediği ve milletimizin kalbinde derin yaralar açan günahlarını bir kenara koyuyorum. Sadece son 21 yılda, bu parti, bir dönem vesayetin sözcülüğünü yürüttü. Bu parti, bir dönem FETÖ ihanet çetesinin taşeronluğunu üstlendi. Bu parti, bir dönem PKK'nın ve Suriye'deki uzantılarının savunuculuğuna soyundu. Bu parti, her dönem Amerika'nın, Avrupa'nın, Türkiye husumetiyle maruf uluslararası kuruluşların sesi oldu."

"Cumhur İttifakı, dimdik ayakta, yoluna devam ediyor."

Erdoğan, mayıs ayındaki seçimlerde kurulan Millet İttifakı'na atıfta bulunarak, "Altılı Masa hatırlıyorsunuz değil mi? Altında da ne vardı? HDP. Ne oldu? Hepsi dağıldı mı? Bu dersi kim verdi? Siz verdiniz, siz. Benim milletim istemezse hiç bir şey olmaz. Birbirlerini yolda görseler selam vermeyecek olanları, Cumhurbaşkanı yardımcılığı vaadiyle, milletvekilliği kontenjanı dağıtarak, güya aynı masa etrafında bir araya getirdiler. Bay bay Kemal ne oldu; Ama Ankara'da bir apartman dairesi bulmuş, şimdi orada kalıyormuş. Bunların hepsinin akıbeti aynı olacak. Ülke ve millet hayrına herhangi bir ortak payda olmadığı için, seçim bitince hepsi de darmadağın oldu. Halbuki Cumhur İttifakı, dimdik ayakta, yoluna devam ediyor." ifadelerini kullandı.

CHP'nin geçen seçimlerde o zamanki ismiyle HDP'yle gizli ve saklı işbirliği yaptığını belirten Erdoğan, şöyle devam etti:

"Bu seçimlerde yine utana sıkıla, adını koyamadıkları, ama altta belediye başkanlıklarını, belediye meclis üyeliklerini, belediye bürokrasisini paylaştıkları kirli bir pazarlığa giriştiler. Ortada, kapağını kaldırdıkça sürekli yeni şeyler çıkan bir matruşka ittifakı var ve bundan seçmeninin de haberi yok. Onlar da ne olup bittiğini anlamaya çalışıyor. Yeni adıyla DEM'e oy veren vatandaşlarımız da CHP'ye gönül veren vatandaşlarımız da bu karanlık ve kirli ilişkiyi içlerine sindiremiyor. 'Bir varmış bir yokmuş' muamelesi yapılan bu ittifaktan, toplumumuzun her kesimi gibi, bu partilere oy veren vatandaşlarımız da rahatsız."

CHP İstanbul İl binasındaki para sayma görüntüleri

Cumhurbaşkanı Erdoğan, CHP'nin İstanbul İl binasındaki para sayma görüntülerine ilişkin de değerlendirmelerde bulundu.

CHP'den hiç kimsenin çıkıp bu "para kulelerinin" doğru düzgün izahını yapamadığını belirten Erdoğan, "Mesela, banka uygulamasıyla 30 saniyede yapabilecekleri basit işlem için, neden kendilerine bu kadar eziyet ettiklerinin cevabını veremediler. Öyle ya birine para gönderecekseniz, internet bankacılığı duruyorken, valize, çantaya ve bunları taşımak için 6-7 kişiye ne gerek var? Son derece makul bu soruları cevaplamak yerine, suçu AK Parti'ye yüklemeye kalktılar." dedi.

Parayı getirenin CHP belediyesinin bürokratı, toplayanın CHP belediye başkanının müdürü olduğunu aktaran Erdoğan, şöyle devam etti:

"Parayı aldığı söylenen kişinin beyan ettiği rakamlarla, ortadaki meblağın ilgisi yok. Ama suçlu AK Parti. Türk siyaseti çok yüzsüzlük, çok utanmazlık, çok pişkinlik gördü, fakat böylesiyle ilk defa karşılaşıyoruz. Genel başkanları darbe çığırtkanlığı yapar. Adaylarının biri kirli ilişkileri, kibri ve yalanlarıyla ortada gezer. Bir diğeri terör örgütünü över. Bir başkası millete hakaret eder. Ötekisi tembelliğine methiye düzer. Böyle ana muhalefet partisi mi olur? Bu partiye umut bağlayanlara yazık değil mi? Geçmişleri ne olursa olsun CHP amblemi altında seçime girenler, kendilerini tüm bunların vebalinden kurtarabilir mi? Milletimiz 31 Mart'ta CHP'ye de DEM'lendiği ortaklarına da kazanmak değil sadece AK Parti'ye ve Cumhur İttifakına kaybettirmek için ortada dolananlara da hak ettikleri cevabı sandıkta verecektir."

Erdoğan, bugüne kadar millete güvendikleri, inandıkları, sırtlarını daima millete yasladıkları hiçbir konuda hayal kırıklığına uğramadıklarını ve kaybetmediklerini belirterek, "İnşallah, bu sefer de milletimiz tercihini istismar ve istiskal siyasetinden değil, eser ve hizmet siyasetinden yana kullanacaktır." açıklamasını yaptı.

"Ankara'ya son 21 yılda 1 trilyon 91 milyar lira tutarında yatırım yaptık"

Cumhurbaşkanı Erdoğan, il mitinglerini genellikle, o şehre yapılan yatırımların özetini anlatarak bitirdiklerini anımsattı.

Konu Ankara olunca, bu yatırımların listesinin öylesine uzun olduğunu ve ne kadar özetlerlerse özetlesinler, bitecek gibi olmadığını belirten Erdoğan, şöyle devam etti:

"Ankara'ya son 21 yılda 1 trilyon 91 milyar lira tutarında kamu yatırımı yaptık. Faaliyete geçirdiğimiz 12 yeni üniversiteyle, toplamda 21 yükseköğretim kurumuna ulaşıp, Ankara'nın eğitim şehri unvanını güçlendirdik. Hizmete açtığımız yaklaşık 30 bin kişilik yurtlar ve 133 spor tesisiyle, gençlerimize sahip çıktık. Sağlıkta, diğer yatırımların yanı sıra, her biri dünya çapında birer eser olan Bilkent Şehir Hastanesi'ni, Etlik Şehir Hastanesi'ni biz yaptık. Bunlar dünyada eşi benzeri olmayan eserler. Ankara'yı sağlığın da başkenti haline getirdik."

Erdoğan, TOKİ kanalıyla yapılıp teslim edilen 87 bin 513 konuta, 6 bin 523 konutun daha ekleneceğine dikkati çekerek, "Yaptığımız 32 yeni atık su arıtma tesisiyle, belediye nüfusunun yüzde 99,5'ine hizmet veriyoruz. Ankara'da 23 millet bahçesi projemizden 13'ünü tamamladık, diğerleriyle ilgili çalışmalar devam ediyor." dedi.

Ulaştırmada şehir sınırları içindeki bölünmüş yol mesafesini 730 kilometre ilaveyle yaklaşık 1200 kilometreye çıkardıklarını belirten Erdoğan, Ankara-Niğde Otoyolunu tamamlayıp hizmete sunduklarını, Ankara-Akyazı Otoyolu'nun proje çalışmalarına başladıklarını, Ankara-Kırıkkale-Delice Otoyolu'nun da ihalesini yaptıklarını söyledi.

Erdoğan, "Demiryollarında, Ankara'yı Eskişehir, Konya, Bilecik, Sakarya, Kocaeli, İstanbul, Kırıkkale, Yozgat ve Sivas'la hızlı tren hatlarıyla birleştirdik. Afyonkarahisar, Uşak ve Manisa'yı da kapsayan Ankara-İzmir hızlı tren hattının inşası sürüyor. Ankara'yı, Bursa-Osmaneli Hızlı tren hattıyla Bursa'yla, Yerköy-Kayseri Hızlı Tren hattıyla Kayseri'yle birleştiriyoruz." şeklinde konuştu.

Esenboğa Havalimanı-Kızılay metro hattı

Ankara Yüksek Hızlı Tren Garı'nın, şehrin sembol eserlerinden biri haline geldiğine işaret eden Erdoğan, şunları söyledi:

"Başkentray'ın yanı sıra Batıkent-Sincan, Kızılay-Çayyolu, Keçiören-AKM-Gar-Kızılay Metro hatlarını hizmete aldık. Şimdi de Başkentray'ı Yenikent'e kadar uzatıyoruz. Toplam 7 istasyonlu Keçiören Kuyubaşı-Esenboğa Havalimanı-Yıldırım Beyazıt Üniversitesi metro hattını yatırım programına aldık, yakında ihalesine çıkacağız. Esenboğa Havalimanı ile Kızılay'ı birbirine bağlayacak olan bu metro hattını, inşallah 2028 yılında tamamlamayı hedefliyoruz. Ankara YHT Garı-Etlik Şehir Hastanesi-Ovacık metro hattının etüt projesini hazırlamaya başlıyoruz. Sincan metrosuyla Çayyolu metrosunu birleştirmeyi planlıyoruz."

Erdoğan, gençlik ve sporda bu şehri modern spor tesisleriyle stadyumlarla yüksek öğretim yurtlarıyla kültür merkezleriyle donattıklarını belirtti.

Tarım ve ormanda Ankara'ya, 28 baraj, 2 ı̇çme suyu tesisi, 35 sulama tesisi, 11 arazi toplulaştırma, 77 taşkın koruma tesisi, 10 gölet ve 2 hidroelektrik santral tesisi inşa ettiklerini anımsatan Erdoğan, yapılan yatırımlarla şehrin ı̇çme suyunu garanti altına aldıklarını söyledi.

Cumhurbaşkanı Erdoğan, sanayi ve teknolojide 4 yeni organize sanayi bölgesi, 2 endüstri bölgesi kurduklarını belirterek, son 21 yılda hayata geçirilen yatırımlarla, başkenti savunma sanayinin merkezi konumuna getirdiklerini ifade etti.

Erdoğan, şunları kaydetti:

"Geçtiğimiz yıl 5,5 milyar dolara ulaşan savunma sanayi ihracatımızın yaklaşık yarısını Ankara yaptı. İstihdamı desteklemek için şehrimizde iş yerlerine 37 milyar lirayı aşkın prim teşviki verdik. Enerjide, nüfusunun yüzde 97'sinin doğal gaz imkanından faydalandığı Ankara'da, bütün ilçelere doğal gaz arzı sağladık. Kültür ve sanatta, Cumhurbaşkanlığı Senfoni Orkestrası Konser Salonu'nu hizmete açtık. Cumhurbaşkanlığı Külliyesi, bünyesindeki Millet Camii, Kültür ve Kongre Merkezi, Sergi Merkezi ve Millet Kütüphanesi ile Ankara’nın gurur verici eserlerinden biri oldu. Biz buyuz. Sayın Başkan (ABB Başkanı Mansur Yavaş), belediye başkanı olarak yahu sen ne yaptın? Bir de bunu senden duyalım. "Şu metroyu ben yaptım" de be. Melih Bey'in döneminde havalimanından Ankara merkeze yapılan yatırımların dışında sen belediye başkanı olarak ne yaptın; Hiç. Çöp, çukur, çamur, Ankara'nın hali bu."

Mitingden notlar

Cumhurbaşkanı Erdoğan, konuşmasının ardından Cumhur İttifakı'nın Ankara Büyükşehir Belediye Başkan adayı Turgut Altınok ve Cumhur İttifakı’nın ilçe belediye başkanlarıyla vatandaşları selamladı.

Alana, üzerinde Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın fotoğrafı bulunan "Seni savunmak siyaset değil Milli Mücadeledir", "Bir adam sevdik biz, Allah'tan başka hiçbir güçten korkmayan ve boyun eğmeyen", "Sen bu milletin kabul olmuş duasısın", "Dosdoğru olan yolda, dün bugün ve yarın da Erdoğan'ın yanında" ve "Fatih gibi hırslı, Kanuni gibi adil, Abdülhamid kadar fedakarsın. Biliyoruz usta sen de onlardansın" pankartları asıldı.

Mitinge, Dışişleri Bakanı Hakan Fidan, Milli Eğitim Bakanı Yusuf Tekin, Cumhurbaşkanlığı İletişim Başkanı Fahrettin Altun, Cumhurbaşkanı Dış Politika ve Güvenlik Başdanışmanı Akif Çağatay Kılıç, AK Parti genel başkan yardımcıları, MHP genel başkan yardımcıları, AK Parti İl Başkanı Hakan Han Özcan, MHP Ankara İl Başkanı Alparslan Doğan ve AK Parti Ankara milletvekilleri de katıldı.



Eski Cumhurbaşkanı Abdullah Gül Ortadoğu ve dünyadaki son gelişmelerle ilgili açıklamalarda bulundu

Eski Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, Al-Majalla’ya röportaj verdi (Al-Majalla)
Eski Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, Al-Majalla’ya röportaj verdi (Al-Majalla)
TT

Eski Cumhurbaşkanı Abdullah Gül Ortadoğu ve dünyadaki son gelişmelerle ilgili açıklamalarda bulundu

Eski Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, Al-Majalla’ya röportaj verdi (Al-Majalla)
Eski Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, Al-Majalla’ya röportaj verdi (Al-Majalla)

İstanbul: İbrahim Hamidi

Türkiye'deki önemli siyasetçilerden biri olan Abdullah Gül, ülkesini hem içeriden hem de dışarıdan iyi tanıyor. Hem yurtiçinde hem yurtdışındaki okullarda eğitim alan Gül, aynı şekilde yurtiçinde ve yurtdışında profesyonel olarak çalıştı. Necmettin Erbakan'la birlikte Refah Partisi'nde (RP) siyaset yapan Gül, daha sonra Recep Tayyip Erdoğan'la birlikte Adalet ve Kalkınma Partisi'ni (AK Parti) kurdu.

Abdullah Gül, Dışişleri Bakanlığı, Başbakanlık ve Cumhurbaşkanlığı gibi çeşitli mevkilerde görev aldı. 2007-2014 yılları arasında Çankaya Köşkü'nde ikamet etti ama buranın tutsağı olmadı. Görev süresinin sonunda cumhurbaşkanlığı görevini dostu Recep Tayyip Erdoğan'a devretti.

Akademisyen, siyasetçi, ekonomist, diplomat ve eski Cumhurbaşkanı olan Gül, Ortadoğu'daki birçok kritik kavşağın yaşandığı, Türkiye tarihinin önemli aşamalarından geçti. ABD'nin 2003 yılında Irak'ı işgali sırasında Başbakanlık görevinde olan Gül, Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin (TBMM) Irak’ta savaşın patlak vermesi halinde, ABD askerlerinin Türkiye’deki üsleri kullanmasına izin verilmemesi kararı almasında öncü bir rol oynadı. Aynı şekilde 2008-2009 yılları arasında İsrail'in Gazze Şeridi’ne karşı yürüttüğü savaş ve 2011 yılında başlayan ‘Arap Baharı’ sırasında Cumhurbaşkanlığı görevindeydi.

Al-Majalla, Abdullah Gül ile İstanbul'da ormana bakan bir tepede bulunan ofisinde, Türkiye'deki iç siyasi ve ekonomik durumdan Ortadoğu'daki bölgesel savaş ihtimallerine kadar geniş bir yelpazede görüşlerini aktardığı kapsamlı bir röportaj gerçekleştirdi.

İşte Şarku’l Avsat’n Al-Majalla‘dan aktardığı Eski Cumhurbaşkanı Abdullah Gül röportajının tam metni:

*Önce Türkiye'deki gelişmeleri, ardından bölgesel ve uluslararası gelişmeleri konuşacağız. İç meseleler çerçevesinde geçtiğimiz yıl Türkiye'de cumhurbaşkanlığı ve milletvekili seçimleri yapıldı, bu yıl ise yerel seçimler. Milletvekilliği, cumhurbaşkanlığı ve yerel seçimlerin sonuçlarını nasıl değerlendiriyorsunuz?

Biliyorsunuz Cumhurbaşkanı (Recep Tayyip Erdoğan) geçtiğimiz yılki seçimlerde yeniden seçildi. Seçilmesiyle birlikte dış politikada ve ekonomik konularda bir değişim yaşandı. Seçimlerden sonra hem dış meselelerde hem de içeride ekonomik konularda benimsemeye başladığı pragmatik bakış açısıyla uyumlu olarak hükümette bazı yeni bakanlar atamaya başladı.

Yerel seçimlerde ise muhalefet partileri, özellikle nüfusun yoğun olduğu büyük şehirlerde ciddi oranda oy aldı. Bu sonuç, iktidar ile muhalefet arasında bir güç dengesi oluşmasına yol açtı.

*Muhalefetin kazançlı çıktığı yerel seçimlere bakıldığında, Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın bazı ekonomik reformları hayata geçirmesi kendisine pahalıya mal olmuş gibi görünüyor. Türkiye'de seçmenlerin en büyük kaygısı ekonomi mi?

Ekonomi, insanların hayatındaki en önemli faktördür. Bu açıdan bakıldığında, son seçimlerden önceki beş yılın ekonomik açıdan ve halkın ekonomik sorunlarıyla ilgilenilmesi açısından kötü geçtiğini söyleyebilirim.

Türkiye’nin iki yılda aldığı mülteci sayısı, Almanya'nın otuz yılda aldığından daha fazla.

Olan oldu ve enflasyon neredeyse yüzde 100'lere çıkmaya başladı.

*Bu reformlar bilinip kamuoyuna duyurulsa da sizce bunlar yeterli mi, yoksa ekonomik duruma dair hızla alınması gereken başka tedbirler olduğunu düşünüyor musunuz?

Başlatılan sürecin doğru bir süreç olduğunu ama daha önceki politikaların yanlış olduğunu düşünüyorum. Bu yüzden hukukun üstünlüğü ve adaletin güçlendirilmesinin yanı sıra ekonominin ve halkın taleplerinin doğru şekilde ele alınması gibi yeni ve önemli pratik adımlar atılmalı.

xcdfrtg
Eski Cumhurbaşkanı Abdullah Gül (Al-Majalla)

Sizce şu an Türkiye’de hukukun üstünlüğü yok mu?

Ankara’da 2016 yılındaki başarısız darbe girişimi ve çeşitli dış siyasi ve ekonomik faktörler bu alandaki ilerlemeyi önemli ölçüde etkiledi. Cumhurbaşkanlığı görevimden ayrıldığım 2014 yılına kadar ciddi bir ilerleme kaydetmiştik, fakat o tarihten bu yana çeşitli faktörlerden dolayı bir gerileme yaşandı. Bu aksaklıkların etkili bir şekilde giderilmesi için doğru ve akılcı politikalara dönülmesi gerektiğinde şüphe yok. Şu an olan da bu.

*Toplumsal durumun her ülkede olduğu gibi Türkiye'de de önemli olduğuna şüphe yok. Türkiye'deki toplumsal durumu nasıl görüyorsunuz? Sizce mülteciler, Türkiye'deki toplumsal durumda nerede yer alıyor?

Bu konular Türkiye'de oldukça garip karşılanıyor. Ancak bildiğiniz üzere Türkiye iki yıl gibi kısa bir sürede, Almanya'nın otuz yılda aldığından daha fazla mülteci aldı. Böylece Türkiye en çok mülteci alan ülkelerden biri haline geldi. Elbette bu durum, ülkedeki sosyal dokuyu etkiledi.

*Geçtiğimiz yıl Türkiye'ye yaptığım ziyaret sırasında Zafer Partisi Genel Başkanı Ümit Özdağ ile görüştüm. Sizce Suriyeli mülteciler gerçek bir sorun mu yoksa bu mesele Türkiye'deki siyasi güçler tarafından siyasi amaçlarla kullanılıyor mu?

Türk halkı bu konuda önemli ve ortak bir tutum sergiledi. Mültecilerle ilgili büyük çaplı bir tartışma yaşanmadı, sadece birkaç münferit olay meydana geldi. Geçtiğimiz yıllarda Türkiye'de yerel seçimler, cumhurbaşkanlığı ve milletvekilliği seçimleri yapıldı. Hiçbir siyasi parti mülteci sorununu istismar etmedi. Son seçimlerde bu konu bir ölçüde öne çıksa da Türk halkı konuyu ele alışında genel olarak insancıl davrandı.

Aslında muhalefet partilerini- özellikle de ana muhalefet partisini- seçimler sırasında bu konuyu silah olarak kullanmadıkları için takdir ediyorum. Mülteci konusunun son derece politize edildiği Avrupa'da ise aynı şeyi söylemek mümkün değil.

Erdoğan, Esed ve mülteciler

Suriyelilerin ülkelerine geri dönmesi meselesi sık sık gündeme getiriliyor. Siz bu konuda ne düşünüyorsunuz? Suriyelilerin bir kısmının geri dönmesi gerçekten bir çözüm olabilir mi?

Bu konuda birçok kez konuştum. Mültecilerin hangi ülkeye giderlerse gitsinler kendilerini evlerinde hissetmediklerini söyledim, elbette vatanlarını, evlerini, tarlalarını, okullarını özlüyorlar. Bununla birlikte bu insanlar ev sahibi ülkede de bir süreliğine misafir ediliyorlar. Daha sonra örneğin, yabancıların yerel halkla rekabeti konusunda sosyal gerilimler ortaya çıkıyor. Dolayısıyla mülteciler, kendilerini bu konuda rahat ve güvende hissedecekleri uygun bir şekilde geri dönmeli.

Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın Suriye Devlet Başkanı Esed ile görüşme önerisi beni mutlu etti. Ancak her şeyden önce bölgede ve söz konusu ülkede barışın sağlanması önem taşıyor.

Ancak bu mültecilerden bazıları sığındıkları ya da yerlerinden edildikleri ülkede kalabiliyor. Bu durum ender değil, birçok kez görüldü. Ancak önemli olan bu insanların kendi ülkelerine ve rahat ettikleri gerçek orijinal ortamlarına nasıl döndükleri. Herkesin kendi vatanında, ülkesinde ve yakınları arasında rahat etmesini temenni ediyorum. Bu bakımdan ilgili tüm tarafları tatmin edecek şekilde, bu amaç doğrultusunda önemli girişimler ve projeler başlatılmalı.

*Cumhurbaşkanı Erdoğan son zamanlarda Suriye Devlet Başkanı Beşşar Esed ile görüşmeye hazır olduğu yönünde açıklamalarda bulundu. Esed ile görüşmek istemesinin nedenlerinden birinin de mültecilerin geri dönüşü meselesi olduğu söyleniyor. Siz bu yaklaşım hakkında ne düşünüyorsunuz?

Öncelikle Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın Suriye Devlet Başkanı Esed ile görüşme önerisi beni mutlu etti. Ancak her şeyden önce bölgede ve söz konusu ülkede barışın sağlanması önem taşıyor. Eğer o ülkede barış ve sosyal uyum varsa, elbette yerinden edilenlerin çoğu gönüllü olarak ülkelerine dönmek isteyecektir. Ama eğer istikrar ve toplumsal barış yoksa, bu konuya öncelik verilebilir mi? Tabii bu konuda karar alma sorumluluğuna sahip bir konumda değilim.

*Esed-Erdoğan görüşmesi sizi memnun eder mi, yoksa birtakım çekinceleriniz var mı?

Eğer her iki taraf da samimi olarak bu görüşmenin gerçeklemesini istiyorsa, süreç dikkatle yönetilmeli. Taraflar arasında iletişime geçme iradesi varsa, geçmişteki anlaşmazlıkların üstesinden gelebilir ve ilişkilerinde yeni bir sayfa açabilirler. Ancak görüşmenin verimli geçmesi için kapsamlı bir ön hazırlık yapılması şart. Bunun için öncelikle tansiyonu düşürmek ve verimli görüşmelere zemin hazırlamak üzere diplomatik, bakanlık, siyasi ve güvenlik gibi farklı düzeylerde toplantılar yapılması gerekebilir. Esed ve Erdoğan ancak bu şekilde bir araya geldiklerinde, düğüm halinde bekleyen meselelerin çözümünde somut ilerleme kaydedebilirler. Eğer görüşme söz konusu hazırlıklar yapılmadan gerçekleşirse, çözüm bekleyen konuların tartışıldığı görüşme süreci rayından çıkarabilir.

Türkiye, Suriye topraklarının bütünlüğüne bağlı, bu birçok kez ifade edildi. Bu konuda hiçbir tereddüt yok.

*Kamuya açık ve kapalı kapılar ardında olmak üzere çeşitli toplantılar yapıldığını ve güvenlik teşkilatlarının başkanları arasında önemli gizli toplantılar gerçekleştiğini biliyoruz. Sanırım bu tür toplantılar Bağdat'ta, Moskova'da ve sınır bölgelerinde halen yapılmaya devam ediyor. Siyasi düzeyde temaslar da var. Esed'in, en azından Türk ordusunun Suriye topraklarından çekilmesi şartı yerine getirilmeden Erdoğan ile görüşmeyeceğini söylediği biliniyor. Esed'in Türk ordusunun Suriye topraklarından çekilmesi şartı hakkında ne düşünüyorsunuz?

Her şeyden önce Türkiye’nin Suriye topraklarının bütünlüğüne bağlı olduğunun, bunun birçok kez ifade edildiğinin ve bu konuda hiçbir tereddüdün olmadığının bilinmesi gerekiyor. ‘Yeni Osmanlıcılık’ ve benzeri konularda ortaya atılan bazı söylentiler hakkında konuşmaya gerek yok. Türkiye, Suriye'nin egemenliği, toprak ve toplumsal bütünlüğü ile özgür olmasını istiyor.

Bu konuda hiçbir şüpheye yer yok. Dolayısıyla bu noktaya takılmadan sürece başlamalıyız. Çünkü bu konu zaman içinde bir noktada buluşmayı kolaylaştırabilir.

Türk askerleri neden Suriye’de konuşlandırıldı? Bir güvenlik ve terör boşluğu oluştuğu ve Türkiye’nin Suriye'nin güvenliğine zarar vermek ya da mevcut haritayı değiştirmek istemediği kesin. Bunun hem Suriyeli kardeşlerimiz hem de tüm dünya tarafından bilinmesi gerekiyor.

Bu konu Sayın Cumhurbaşkanımız, Sayın Dışişleri Bakanımız ve ilgili tüm yetkililer tarafından dile getirildi, getiriliyor. Suriye'deki Türk askerlerinin ne zaman ve ne şekilde geri çekileceği konusu ise tartışılması gereken bir konudur. Tabii bu konuda karar alma sorumluluğuna sahip bir konumda değilim. Ancak tüm tarafları tatmin edecek şekilde sorunsuz ve net bir şekilde gerçekleşmesini umuyorum.

sdvfb
Eski Cumhurbaşkanı Abdullah Gül Al-Majalla Genel Yayın Yönetmeni İbrahim Hamidi’ye açıklamalarda bulundu (Al-Majalla)

Aynı durum Irak için de geçerli. Belki bazı Iraklılar, Türk askerinin topraklarındaki varlığını ya da askeri operasyonlar düzenlemesini doğru bulmuyor olabilir. Ancak bu varlık, Irak topraklarındaki mevcut güvenlik boşluğundan kaynaklanıyor. Eğer Irak hükümeti bu sorunu çözebilseydi, Türk askerleri Irak topraklarına girmeyecekti. Bu, Suriye için de geçerli.

Kürtler

*Irak ve Suriye arasındaki karşılaştırmalar gerçekten de yerinde. Örneğin Başika'da bir Türk askeri üssü var ve Muhammed Şiya es-Sudani hükümetiyle PKK'ya karşı iş birliği yapılıyor. Bu açıdan Suriye’de en azından teröristlere ya da Kürtlere, özellikle de PKK ve YPG’ye karşı mücadelede Şam ile Ankara arasında iş birliği yapılabileceğini düşünüyor musunuz?

Her şeyden önce Kürtlerin bu bölgede, Suriye, Irak, İran ve Türkiye'de büyük bir etnik grup olduğunu kabul etmeliyiz. Kürtlerin ülkelerinde eşit vatandaşlar olmaları gerektiğini düşünüyorum. Özgürlükten ve yasalarla güvence altına alınan tüm haklardan yararlanmalılar. Bazı ülkelerdeki çeşitli zorluklara rağmen, Suriye'deki bazı Kürt topluluklarının tarihte ötekileştirildiği ve birçoğunun kimlik kartının dahi olmadığı unutulmamalı. Bununla birlikte, bir bütün olarak Kürt halkı ile terörist bir oluşum olarak PKK’yı birbirinden net bir şekilde ayırmalıyız.

PKK ve Abdullah Öcalan, 1970'li ve 1980'li yıllarda Suriye topraklarında faaliyet gösterdi. PKK, Ankara ve Şam arasında Adana Anlaşması'nın imzalandığı 1998 yılına kadar güvenlik ve istikrar boşluğunu istismar etmeye devam etti. Türkiye ve Suriye arasında terör örgütlerine karşı ortak eylem ve iş birliği konusuna gelince, bunun hem mümkün hem de gerekli olduğunu düşünüyorum. Adana Anlaşması'nın hükümleri bu tür bir iş birliğinin temelini oluşturabilir. Ancak teröristler ile ülkede yaşayan Kürt vatandaşları birbirinden ayırmak gerekiyor.

Kürt meselesiyle ilgili bir başka soru da şu: 1990'lı yılların sonlarında Türkiye, Irak'ın kuzeybatısında bir Kürt devleti kurulmasını önlemek için Suriye, Türkiye ve Irak arasında ‘üçlü koordinasyon’ olarak bilinen ittifaka katıldı. Türkiye ve Suriye arasındaki mevcut gerilime rağmen, Suriye'nin kuzeydoğusunda bir Kürt devletinin kurulmasının engellenmesi için ortak çabalar devam ediyor. Kürtlerin Türkiye, Suriye, İran ve Irak olmak üzere dört ülkede var olduğundan söz ettiniz. Sizce bir Kürt devletinin kurulmasını engellemek için bu dört ülke arasında koordinasyon olmalı mı?

Tabii ki tüm bu ülkeler, teröristler ile bu ülkelerde yaşayan ve tam ve eşit haklara sahip olması gereken vatandaşlar arasında net bir ayrım yapmak suretiyle, terörizm ve terör örgütleriyle mücadele konusunda koordinasyon içinde olabilirler. Ancak, bu ülkelerin ulusal güvenliğini tehdit eden ayrılıkçı hareketler ya da terör örgütleri varsa, aralarında koordinasyon kurulması kaçınılmaz hale gelir.

*Buna bir Kürt devletinin kurulmasını önlemeye yönelik bir koordinasyon da dahil mi?

Herhangi bir ülkede tüm vatandaşların güvenlik, özgürlük, egemenlik ve yasal haklardan faydalanması gerektiğini kabul etmeliyiz. İster Kürt ister başka bir milletten olsun, tüm vatandaşlara temel haklar tanınmalı. Fakat terörist ya da ayrılıkçı hareketler, insan haklarının meşru savunucuları olarak görülemez. Bu hareketler bazen Rusya ve Amerikalılar gibi dış güçler tarafından araç olarak kullanılabilir. Bununla birlikte, herhangi bir Kürt oluşumu İsrail tarafından potansiyel bir müttefik olarak görülecektir. Bundan dolayı ilgili ülkelerin ulusal güvenliğini tehdit eden tüm ayrılıkçı ve terörist hareketlere kararlı bir şekilde müdahale edilmeli.

Esed'in yönetimde kalması

*İsrail konusuna döneceğim ama Arap Baharı ile ilgili iki sorum var. İlk sorum şu: Esed’in yönetimde kalmasına- ki Arap Baharı’nın yaşandığı ülkeler arasında yönetimde kalan tek başkan olduğuna inanıyorum- şaşırdınız mı?

Bunun şaşırtıcı olduğunu söyleyemem ama Arap Baharı’na tanık olan bölge ülkelerinin olumlu ya da olumsuz bir şekilde değiştiğini düşünüyorum.

Esed ile aranızdaki son temas ne zamandı?

2011 yılında Arap Baharı’nın başlangıcındaydı. Suriye'de görmek istediğim son şey, Suriye ordusu ile kendi halkından oluşan silahlı bir grup arasındaki çatışmaydı.

2012 yılında olaylar geliştikçe ve Rusya ile İran’ın kendi çıkarları için Suriye’deki çatışmaya dahil olmalarıyla birlikte, Suriye'de hızlı bir rejim değişikliğinin gerçekleşmesi olasılığından şüphe etmeye başladım. Rusya'nın Akdeniz'de geleneksel bir politikası olduğu, İran'ın ise ulusal çıkarlarına ulaşmada kendi ajandası olduğu biliniyor. Rusya ve İran'ın rejime destek vermeye devam edeceği açıktı, oysa Suriye'deki silahlı hareketler aynı düzeyde güçlü bir desteğe sahip değildi ve bu da dengesiz hesaplara yol açıyordu. Bu görüşümü hükümetimle paylaştım ve uluslararası forumlarda da dile getirerek, bu çatışmanın diplomatik veya siyasi çözüme yönelmeden çözülemeyeceğini vurguladım. Durumun bugün gördüğümüz gibi sonuçlanacağını, her şeyin olduğu gibi kalacağını tahmin ediyordum.

Filistin'in kendi içinde bile ister Batı Şeria'da ister Gazze'de olsun iki cephede bir bölünme var. Bu bölünmeler İsrail'i hesap vermeden hareket etmeye cesaretlendirdi.

Son ciddi girişimin 2012 yılında, BM ve Arap Birliği'nin ortak Suriye Özel Temsilcisi olarak atanan (eski BM Genel Sekreteri) Kofi Annan'dan geldiğini hatırlıyorum. 2012'de Chicago'da düzenlenen NATO zirvesi gibi uluslararası forumlarda yaptığım konuşmalarda bu çabanın Suriye'nin son şansı olduğunu vurguladım ve kendisini siyasi bir sürecin takip etmesini ümit ettim. Durumu gerçekten acı verici hale getiren 400 binden fazla ölü ile işlerin bu trajik noktaya ulaşması, beni derinden üzüyor.

Arap Baharı

*Arap Baharı ile ilgili bir sorunun ardından Gazze ve Lübnan'a geçeceğiz. Pek çok Arap ülkesinde yaşanan Arap Baharı’ndan 13 yıl sonra ne düşünüyorsunuz? Bu deneyimi nasıl değerlendiriyorsunuz? Gerçekten bir Arap Baharı mıydı, yoksa sonbahar ya da karanlık bir kış mıydı?

Gençliğin ve Arap halklarının taleplerini kesinlikle meşru görüyordum. Bunu, onurlu bir yaşam için çabalayan ve iyi bir yönetim talep eden gençlerin ve vatandaşların asil bir hareketi olarak gördüm. Monarşiler de dahil olmak üzere bazı devletler, vatandaşlarının meşru taleplerinin çoğunu karşılamaya çalışarak krizi yönetebildiler. Seçilmiş diktatörler ise durumla gerektiği gibi başa çıkamadılar.

Arap Baharı’nın başarısız olduğunu düşünüyor musunuz?

Meselenin Tunus'ta başladığını ve Tunus'un şu anda geldiği noktayı, son Tunus seçimlerinde katılım oranının yüzde 27 civarında olduğunu gördüğümde, durum nasıl iyi olabilir? Raşid Gannuşi 83 yaşında ve daha önce seçimlere katılmış birisi. Bu adam şu anda cezaevinde.

*Sayın Cumhurbaşkanı Arap Baharı sizin için bir hayal kırıklığı mıydı?

Bir hayal kırıklığı değil ama işlerin vardığı noktaya üzülüyorum, çünkü Arap halklarının ekonomik ve sosyal anlamda iyi yaşama umutları ve arzuları var ve hükümetlerin hesap vermesini istiyorlardı. Arap halklarının Almanlar, Fransızlar, İngilizler veya diğerleri gibi ekonomik, siyasi, sosyal vb. konularda haklarını garanti altına alacak şekilde yaşama hakları yok mu? İşlerin bu noktaya gelmesi bizi üzüyor.

İsrail’in bombardımanları

*Bölgesel bir konuya geçelim. İsrail uçakları Suriye’de Şam'ı, Yemen'de Hudeyde'yi bombaladı ve şu an Beyrut'u ve Gazze Şeridi’ni bombalıyor. Aynı şekilde Batı Şeria'yı, Irak'ı ve İran'ı bombaladı. Bu tabloyu nasıl görüyorsunuz?

Bunun için derin bir üzüntü duyuyorum. Bölgedeki İslam ülkeleri birlik içinde değil, aksine derinden bölünmüş durumdalar. Filistin'in kendi içinde bile ister Batı Şeria’da ister Gazze’de olsun iki cephede bölünme var. Bu bölünmeler, İsrail'i hesap vermeden hareket etmeye cesaretlendirdi. Bölge ülkeleri arasında birlik ve beraberliğin yokluğu aslında İsrail'e bu şekilde hareket etme konusunda tarihi bir fırsat sundu.

*7 Ekim, Hamas saldırısının birinci yıl dönümüydü. 7 Ekim’i nasıl görüyorsunuz?

Silahsız ve masum sivillere yönelik saldırıları hiçbir şekilde desteklemiyorum. Ancak BM Genel Sekreteri António Guterres'in bu bağlamda söyledikleri, konunun anlaşılması açısından oldukça önemli; bu saldırılar durduk yere ortaya çıkmadı.

İsrail'in tüm politikaları 1967 sınırlarına çekilmesi meselesini ortadan kaldırmaya yöneliktir. İsrail hükümeti tüm eylemleriyle bu meseleyi bitirmek istiyor

İsrail onlarca yıldır Filistin topraklarını hukuka aykırı ve haksız bir şekilde işgal ediyor. Üstelik İsrail, Güvenlik Konseyi'nin ilgili kararlarına rağmen, Batı Şeria'da acımasız bir yerleşim politikası uyguluyor.

İsrail makamları sistematik ve sürekli bir şekilde Filistinlileri topraklarını terk etmeye zorluyor. Tüm bu zulümle birlikte insanlar sürekli olarak onurlarından ve temel haklarından mahrum bırakıldıklarında kendi kendilerine “Her halükârda sona doğru gidiyoruz, o halde hep birlikte ölelim” diyebilirler. İnsanların hakları elinden alındığında veya onlara insan muamelesi yapılmadığında, direniş hareketlerinin ortaya çıkması doğaldır. Gerçekte olan da budur.

*Hizbullah liderlerini öldüren ve Lübnan'ı bombalayan İsrail şimdi Lübnan'da ne istiyor?

İsrail'in tüm politikaları 1967 sınırlarına çekilmesi meselesini ortadan kaldırmaya yöneliktir. Tüm eylemleriyle bu meseleyi bitirmek istiyor, dolayısıyla bunun önünde bulunan tüm kısıtlamaları kaldırmak istiyor.

dvf
Hatay'ın Türkiye-Suriye sınırındaki Reyhanlı ilçesi yakınlarında Suriyeli bir mülteci, 10 Ağustos 2012 (AFP)

Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nin (BMGK) 2006 yılında onayladığı 1701 sayılı kararda İsrail’in çekilmesi ve Hizbullah’ın silahsızlandırılması kabul edildi. Ama işgal bitmeyince mücadele ve direniş başladı. Zira bu konu diğeriyle bağlantılıdır.

O halde çözüm 1701 sayılı karar mı?

Sadece 1701 değil, bu konudaki en son düzenleme olduğu için, kendisini zikrettim, esas olan 1967 sınırları ile ilgili 242 sayılı karardır. Ben sadece Lübnan meselesiyle ilgili olarak 1701'den bahsettim.

*Türkiye'nin son dönemde İsrail'in ‘Vadedilmiş Toprakları’ elde etmek istediği yönündeki açıklamalarını nasıl yorumluyorsunuz? Bildiğiniz gibi geçtiğimiz günlerde TBMM'de İsrail'in Vadedilmiş Toprakları ele geçirmeye yönelik bir planı olduğuna ve Türkiye'ye karşı tehdit oluşturduğuna dair bir oturum yapıldı. Bir bütün olarak bu söylem hakkında ne düşünüyorsunuz?

Modası geçmiş hayaller olduğu için bu ideolojik ya da mitolojik iddiaları önemsemiyorum. İsrail, Türkiye'ye karşı düşmanca davranışlar sergilemeye cesaret edemez.

İran, İsrail ve Ortadoğu

*Daha önce İsrail ile İran arasında bir “gölge savaşı” vardı. Vekiller ve müttefikler aracılığıyla savaşıyorlardı. Son aylarda ve özellikle de nisan ayında yeni bir aşamaya, İsrail ile İran arasında doğrudan savaşa geçiş yaptık. Nisan ayı sonunda İran, İsrail'i vurdu ve o da İran'ı bombalayarak karşılık verdi. Bölgesel bir savaş ve bir İran-İsrail çatışmasından endişeleniyor musunuz?

Biraz önce de belirttiğim gibi bölge birlik içinde değil. Ne yazık ki Ortadoğu'da İslam dünyasının kendi içinde bir bölünme var. İran'ın sert politikaları bölgedeki tehdit kaynaklarına ilişkin algıları değiştirdi. Arap ülkeleri geleneksel olarak İsrail'i ana tehdit olarak görürken, İran bu rolde İsrail'in yerini aldı. Bu durum bazı Arap ülkelerinin İsrail ile doğrudan veya dolaylı ilişkiler kurmasına yol açtı. İsrail'in istediği de buydu ve şimdi bu bölünmüşlüğü istismar ederek emellerini gerçekleştiriyor. Bu durum bölgeyi ve genel bütünlüğünü etkiledi.

Son dönemdeki tek olumlu gelişme, Suudi Arabistan ile İran arasındaki diplomatik ilişkilerin Çin'in arabuluculuğunda yeniden başlaması oldu. Bu adım bölgeye fayda sağladı.

Son dönemdeki tek olumlu gelişmenin Suudi Arabistan ile İran arasında Çin'in arabuluculuğunda diplomatik ilişkilerin yeniden başlaması olduğunu düşünüyorum. Bu adım bölgeye fayda sağladı.

İsrail'in haritadan silinmesi ve İsrail devletinin sona erdirilmesi yönündeki İran’ın düşmanca söylem ve sloganlarına gelince, bunlar Tel Aviv'in lehine oldu. Bunları, ABD ve bazı Avrupa ülkelerinden gelen sınırsız askeri desteği meşrulaştırmak için bir bahane olarak kullandı.

İsrail bölgedeki savaşın kapsamını genişletmeye çalışıyor, çünkü bunun kendi çıkarına olduğuna inanıyor. Bu amaca ulaşmak için de başta İran olmak üzere bölgesel tarafları kışkırtmaya çalıştığını görüyoruz.

*Çin himayesinde varılan Suudi Arabistan-İran anlaşmasından bahsettiniz. Cumhurbaşkanı Erdoğan'dan da yeni bir yaklaşım geldi ve Mısır, Suudi Arabistan ve BAE ile ilişkilerde iyileşme yaşandı. Türkiye Cumhurbaşkanı'nın yeni yaklaşımını en azından bölgesel olarak nasıl değerlendiriyorsunuz?

Ben bu adımları sonuna kadar destekliyorum ve bu kardeş ülkelerle ilişkilerimizde kaybedilen 10 yıl için üzülüyorum. Türkiye ile bu ülkeler arasındaki dayanışmanın, bölgenin güvenliği ve refahına olumlu etkileri olacağı için bu yaklaşımı tüm kalbimle destekliyorum.

Filistin meselesine dönersek, İsrail-Filistin çatışmasında büyük bir zaafın varlığına dikkatinizi çekmek isterim. O da Filistinlilerin kendi aralarındaki bölünmedir. Bu bölünmeyi sona erdirmek için pek çok çaba sarf edildi. Bunların başında da Suudi Arabistan Kralı Abdullah bin Abdulaziz'in girişimi geliyor.

Kendi açımdan ben de geçmişte üstlendiğim çeşitli sorumluluklar sırasında çeşitli vesilelerle Filistinliler arasında görüşleri birbirine yakınlaştırmak için girişimlerde bulundum. Bu bölünme davanın gücünü zayıflatıyor, zira Gazze ve Batı Şeria iki farklı halktan oluşmuyor. Aksine, hepsi haklarından mahrum bırakılmış Filistinliler. Yaşanan bunca acıdan sonra birlik olmanın zamanı geldi.

Ayrıca, 2002 yılında Beyrut'ta Kral Abdullah tarafından sunulan ve İran'ın da dahil olduğu İslam İşbirliği Teşkilatı'nın (İİT) desteğini alan Arap Barış Girişimi'nin, Filistin meselesine etkin ve etkili bir çözüm bulunması için temel bir çaba olmayı sürdürdüğünü anlamalıyız. Bu davaya iki devlet formülüne dayalı kalıcı bir çözüm bulunmadan, Ortadoğu'da bölgesel barış ve güvenliğin sağlanması zorlaşır.

*Son bir soru; Türkiye uluslararası ağırlığa sahip ve G20 üyesi bir ülke. Bölgede net bir doğum sancısı yaşanıyor ama aynı zamanda küresel olarak da bir doğum sancısının yaşandığı anlaşılıyor. Küresel olarak Çin'in yükselişi, Ukrayna'da Rusya ve Kuzey Atlantik Antlaşması Örgütü (NATO) var ve ABD'nin rolü zayıflıyor olabilir. Nasıl bir yeni bölgesel düzen öngörüyorsunuz? Daha da önemlisi önümüzdeki yıllarda yeni uluslararası düzenin nasıl olacağını düşünüyorsunuz?

Mevcut koşullar altında Batı'nın hararetle savunduğunu iddia ettiği insan hakları, hukukun üstünlüğü ve demokrasi gibi evrensel değer ve standartlar, İsrail'in Filistin'i işgali ve Filistinlilere yönelik saldırganlığı söz konusu olduğunda, aynı standartları uygulamayı reddeden Batılılar tarafından bizzat ayaklar altına alınıyor.

ABD ile Çin arasında özellikle ekonomik meseleler ve nüfuz alanları üzerinden yaşanan mevcut çatışma, şüphesiz yeni bir kutuplaşma dönemine yol açar.

Gazze'de yaşanan büyük acılar karşısında uluslararası sistemin başarısızlığı ortada. ABD'nin başını çektiği Batılı aktörlerin Gazze'deki savaşa ilişkin tutumları, Rusya-Ukrayna savaşına ilişkin tutumlarından farklılık gösteriyor.

Bu ikiyüzlülük, onların inandırıcılığını ve ikna gücünü azaltıyor. Ne yazık ki bu ayrım, Batı'nın bu net taraflılığına karşı koymak için bazı ülkeleri ister Çin ister başka yerlerdeki otoriter rejimlere yönelmeye itebilir.

scd
Eski Türkiye Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, İstanbul'da düzenlediği basın toplantısında, 28 Nisan 2018 (AFP)

ABD ile Çin arasında özellikle ekonomik meseleler ve nüfuz alanları üzerinden yaşanan mevcut çatışma, şüphesiz önümüzdeki on yıl içinde dünyada yeni bir kutuplaşma dönemine yol açar. Bu kutuplaşma, Ortadoğu ve ötesi için büyük meydan okumalar anlamına gelir.

Bu nedenle, Batı dünyasının davranış ve uygulamalarını gözden geçirmesi, diyalog ve dürüstlüğe dayalı, adil, katılımcı ve şeffaf politikalar izlemeye, uluslararası hukukun gereklerine ve evrensel ilkelere saygı duymaya dönmesi gerekiyor. O zaman kaybettiği güveni, Arap dünyası ve Asya'dan Latin Amerika'ya kadar daha geniş bölgenin halklarının güvenini yeniden kazanabilir.

Bu anlayış, Batı dünyasını ve kurumlarını yeniden ilham verici hale getirebilir. Bunu yapmazsa hayal kırıklığı yaşamaya devam eder.

Batı eğer bu atılımda bulunursa, artan farkındalıkla birlikte ister batıda ister doğuda olsun, birçok ülkenin kendi içine odaklanmaya, sosyal ve ekonomik politikalarını gözden geçirmeye ve iyi yönetişime dayalı bir yaklaşımı uygulamaya teşvik edilmesine katkı sağlar.