Avrupalı bir isim, özellikle Ukrayna meselesiyle ilgiliyse, Kıta’daki ülkelerin çabalarını gerçekten engelleyebilir mi?
Özellikle de Ukrayna ordusunun askeri şansının bir yandan Rus kuvvetleri karşısında azaldığı, diğer yandan ABD’nin milyarlarca dolarlık askeri yardım sağlamaya isteksiz göründüğü bir dönemde, sözde ve eylemde durum böyle görünüyor. İki yıl önceye benzer şekilde Josep Borrell gibi önde gelen Avrupalı isimler, Ukrayna’nın yenilgisine ve Rusya’nın zaferine karşı uyarıda bulundu.
Peki, Avrupalılardan daha fazla bir meblağ ile Ukrayna’yı desteklemeye çalışan genel eğilime karşı çıkan bu Avrupalı kim?
Macaristan Başbakanı Viktor Orban aralık ayı ortasındaki Brüksel zirvesinde, Avrupa Birliği (AB) liderlerinin Ukrayna’ya mali yardım paketi sağlanması konusunda anlaşmaya varmasını engelledi. Kremlin’in en iyi dostu olan Orban’ın tavrı, Ukrayna ve destekçileri için bir yenilgiyi temsil ediyor.
Özellikle yaşanan olay, Orban’ın veto yetkisini ‘Avrupa’nın Ukrayna’ya yaptığı 50 milyar euro tutarındaki kredi ve bağış yardımının onaylanmasını’ engellemek için kullanmasıydı. Orban, X üzerinden yaptığı açıklamada “Gece oturumu özeti: Ukrayna için ek fonlar konusunda veto ve Avrupa’nın çok yıllı bütçesinin gözden geçirilmesi konusunda veto. Önümüzdeki yıl gerekli hazırlıkların ardından bu konuya tekrar döneceğiz” ifadelerini kullandı..
Özellikle Ukrayna Devlet Başkanı Zelenskiy ve müttefiklerinin, Avrupa Zirvesi’nin Ukrayna’nın AB’ye katılımına yönelik müzakerelerin başlatılmasındaki başarısı konusunda karşılıklı tebriklerde bulunmaya devam etmesinden sonra Kremlin’in AB’deki en iyi dostu olan Orban’ın konumu hem Ukrayna hem de destekçileri için bir gerileme anlamına geliyor.
Peki,Viktor Orban kim? Macaristan’ın konumu nerede? Bu adam, neden diğer Avrupalı liderlerin dostu olmaktan çok Putin’in dostu gibi görünüyor? Macaristan için özellikle Orban’ın fikirlerinin kaynaklandığı bir tarihsel arka plan var mı?
Macaristan’ın oğlu Orban komünizme karşı
Orban, 1963 yılında Macaristan’ın Szekesfehervar şehrinde orta sınıf bir ailenin çocuğu olarak dünyaya geldi. Babası çiftçiydi. Ancak Orban’ın lise yıllarında gösterdiği üstün başarı, onun Oxford’daki Pembroke Koleji’ne aday gösterilmesine katkı sağladı.
Mart 1988’de Orban, Fidesz (Genç Demokratlar Birliği) partisinin kurucu üyelerinden biriydi. Kendisi, örgütün ilk resmi sözcüsüydü. Ayrıca kendisi ve grubu, Sovyetler Birliği’nin kendilerine uyguladığı halk baskısını açıkça reddettiklerini ifade etti.
Orban, başlangıçta gayretli bir vatansever ve cesur bir lider gibi göründü. Doğu Avrupa’da Sovyetler Birliği’ne karşı devrim mayalanırken Orban, başkent Budapeşte’deki Kahramanlar Meydanı’nda eski Başbakan Imre Nagy ve Sovyetlerin tanklarla bastırdığı 1956 Macar Devrimi’nin diğer şehitlerinin anısına bir konuşma yaptı.
Orban konuşmasında özgür seçimler yapılmasını ve Sovyet güçlerinin geri çekilmesini talep etti. Konuşma ona geniş ulusal ve siyasi beğeni getirdi.
Orban, Oxford’dan döndükten sonra hızla ülkesinin parlamentosuna girdi ve ardından Fidesz parlamento bloğunun liderliğine atandı. Mayıs 1993’e kadar bu sıfatla görev yaptı.
Viktor Orban 1993 yılında Fidesz partisinin ilk başkanı oldu. 2010 parlamento seçimlerinde partisi, yüzde 52,73 oy alarak kendisinin ve partisinin anayasayı değiştirmesine olanak sağladı.
Geleneksel laik eğilimlerin aksine, Orban’ın geleneksel Avrupa dini köklerine sahip olduğu açık görünüyordu. Macaristan Anayasası değiştirilir değiştirilmez anayasaya geleneksel evliliği ve seçim reformunu destekleyen hükümler ekledi. Ayrıca Meclis’teki sandalye sayısının 386’dan 199’a düşürülmesi talimatını verdi. Ayrıca Eylül 2010’da terörle mücadelenin temeli olarak bir kolluk kuvvetinin ve yeni istihbarat teşkilatlarının kurulması emrini verdi. Partisi 2014, 2018 ve 2022 parlamento seçimlerini kazanırken, Orban’ın da zaferleri devam etti. Sanki Macarlar, Avrupa’yı güç ve şiddetle vuran kargaşa ve huzursuzluk ortamında güvenliklerini ve istikrarlarını korumak için aradıkları şeyi Orban’da bulmuşlardı.
Tarihi Macaristan Krallığı’nın yeniden canlanması üzerine…
Tarih bilgisi olanlar Macaristan Krallığı’nın yaklaşık 946 yıl boyunca varlığını sürdürdüğünü ve Batı dünyasının kültür merkezlerinden biri olarak kabul edildiğini bilir.
Macaristan’ın 1541’den 1699’a kadar süren 150 yıllık Osmanlı hakimiyetinden sonra Macaristan, Habsburg İmparatorluğu’na ilhak edildi. Ardından Macaristan ve Avusturya’yı içeren bir devlet kuruldu. Bu, Avusturya- Macaristan İmparatorluğu olarak biliniyordu. Birinci Dünya Savaşı’nın sonuna kadar dünyanın süper güçlerinden biriydi. Savaş sonunda Macaristan’ı Birinci Dünya Savaşı’ndaki rolü nedeniyle cezalandıran Trianon Antlaşması’nın bir parçası olarak Macaristan, topraklarının yüzde 70’ini ve etnik Macarlardan oluşan nüfusunun üçte birini kaybetti.
Geçen kasım ayında İngiliz The Times gazetesinin haberine göre Orban, üzerinde Avusturya, Slovakya, Romanya, Hırvatistan ve Ukrayna’ya ilhak edilen bölgelerin de bulunduğu, Birinci Dünya Savaşı öncesinden kalma ülkesinin haritasını taşıyan bir atkı takmıştı.
4 Haziran 1920’de imzalanan ve 1921'de yürürlüğe giren Trianon Anlaşması’na göre Macaristan’ın eski Avusturya- Macaristan imparatorluğu içinde var olduğu döneme kıyasla yüzölçümünün yüzde 75’ini kaybettiği biliniyor.
Orban’ın atkıyı takması, sadece bir futbol takımına tezahürat yapma biçimi miydi, yoksa sınır anlaşmazlıklarını yeniden canlandırarak bir zamanlar Macaristan’ın egemenliği altında olan topraklara yönelik tarihi hak iddiaları fikrine geri mi dönmüştü?
Elbette Romanya gibi bazı komşu ülkelerin tepkileri, Macar sağının fikirlerinin ‘ideolojik teorileştirme çemberinden pratik uygulamaya kadar’ belirli bir noktada değişebileceğine dair gerçek korkuları gösterdi. Bunu mümkün kılan şey ise Orban ve Putin arasındaki ilişkiydi.
Romanya, Orban’ın ‘canavar atkısı’ yoluyla ortaya koyduğu ifade karşısında derin kaygı duyduğunu dile getiren ilk ülke oldu. Öyle ki Romanya Dışişleri Bakanlığı, tabiri caizse, Orban’ın bu atkıyı takmasını ‘güçlü bir şekilde reddettiğini’ açıkça belirtirken, Ukrayna ise resmi bir özür talep etti.
Ukrayna Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü, Facebook üzerinden yaptığı bir paylaşımda şu ifadeleri kullandı:
“Macaristan’da haritanın değiştirilmesine ilişkin herhangi bir revizyonist fikrin desteklenmesi, Ukrayna- Macaristan ilişkilerinin gelişmesine katkıda bulunmaz ve Avrupa politikasının ilkeleriyle tutarlı değildir.”
Atkı olayı, Orban’ın Büyük Macaristan’a atıfta bulunarak gerilim yarattığı ilk olay değildi. Öyle ki 2020’de, Birinci Dünya Savaşı’nın bitiminden önce Macaristan Krallığı’nın sınırlarını gösteren bir yerkürenin fotoğrafını yayınlamıştı. Bu fotoğraf, Hırvatistan ve Romanya gibi ülkeleri tepkilerine neden olmuştu.
Macaristan, İngiltere’nin deneyimini tekrarlayacak mı?
Macaristan’ın AB’nin kalbindeki asi üye olduğu çok açık görünüyor. Diğer taraftan ise AB, Macaristan topraklarında medya özgürlüğünün bulunmadığı ve azınlık haklarının kısıtlandığı yönünde yaygın eleştirilerde bulunuyor. Ancak koşullar, Macaristan’ın AB ile yaşadığı krizin bundan çok daha geniş ve derin olduğunu gösteriyor. Bu da birçok siyasi analistin şu soruyu yöneltmesine neden oldu; Macaristan, AB’den çekilme anlamına gelen İngiliz deneyimini tekrarlayabilir mi?
Şarku’l Avsat’ın Independent Arabia’dan aktardığına göre Macaristan’da yapılan kamuoyu anketleri, AB’ye üyeliğin devamlılığı fikrinin kabul edilmemesi yönünde dramatik değişiklikler olduğunu gösteriyor.
Avrobarometre’nin gerçekleştirdiği son araştırmaya göre, bu yıl Macarların yalnızca yüzde 29’u AB’ye destek verdi. Geçen yıl bu oran yüzde 51’di.
Bu gerilemeyle paralel olarak Bloomberg, Koronavirüs pandemisi sırasında Macar hükümeti tarafından ortaya koyulan test balonuna atıfta bulunan bir rapor yayınladı. Öyle ki Macaristan Maliye Bakanı, İngiltere’nin Brexit’ine benzer şekilde Huexit fikrini öne sürerken, Macaristan’ın blok bütçesine net katkıda bulunan bir ülke haline gelmesi durumunda AB üyeliğinin yeniden şekillenebileceğini belirtti.
Peki, Macaristan’ın AB ile yaşadığı kriz, dinsel kökenleri olan dogmatik bir kriz mi, yoksa yalnızca siyasi özellikleri olan ideolojik bir kriz mi?
Liberal laik eğilimlere dayanan ve Avrupa’nın dini kökenlerini fazla önemsemeyen AB ile arasında derin farklılıklar bulunuyor. Macaristan halen inancı ve manevi kökleriyle gurur duysa da bunun komünist yönetim yılları boyunca sarsılmaz kalmasını sağlayan şey olması da muhtemel. Bu, Rusya’da aynı Ortodoks ruhani deneyimini tekrarladığı ve yetmiş yıl boyunca üzerindeki komünist baskıların çirkinliğine rağmen, bir inanç kuluçka merkezi olarak kaldığı anlamına geliyor.
Ancak aslında bir başka boyut daha var. Özellikle Orban hükümetinin ekonominin büyümesini sağlamak için yatırımları çeşitlendirmek amacıyla ‘doğuya yönelme’ politikasını geliştirmesinden sonra gelişen ekonomik boyut.
Bu politika, AB üyeliğindeki Budapeşte’nin liberal seçkinleriyle aynı fırsatlardan yararlanamayan kırsal kesimdeki seçmenlerin özellikle ilgisini çekti. Batılı olmayan ülkelerle yaşanan bu yakınlaşmanın, kimlik söylemini güçlendirmesi de bu eğilimin parlaklığını pekiştirdi. Bu kimlik söylemi ise Orban ve destekçilerinin ‘Batı inançlarının, muhafazakâr Hıristiyan değerlerine düşman olduğunu’ inandığı şeyleri reddediyor.
Orban, Rusya’nın Avrupa’daki adamı mı?
Macaristan Başbakanı Viktor Orban geçen ekim ayında, Uluslararası Ceza Mahkemesi’nin Kremlin’in efendisini savaş suçlarıyla suçlamasından bu yana Rusya Devlet Başkanı Putin ile görüşen ilk Batılı lider oldu.
Bu görüşme, Pekin’deki Bir Kuşak Bir Yol Forumu’nun oturum aralarında gerçekleşirken Orban, Putin’e Macaristan’ın asla Rusya ile karşı karşıya gelmek istemediğini belirtti. Ayrıca Budapeşte’nin hedefinin, ‘her zaman karşılıklı olarak daha iyi iletişim sağlamak olduğunu’ da dile getirdi.
Bu toplantı, Ukrayna’yı işgalinden bu yana ‘özellikle yaptırımları erteleyerek, Kiev’e askeri yardım sağlamayı reddederek ve Kiev’in AB’ye katılmasına karşı çıkarak’ tavırları Putin’i şu ya da bu şekilde destekleyen Orban’a yönelik yaygın eleştirilere yol açtı.
Bu toplantı uzun süredir sorulan şu soruyu da güçlendirdi; Orban, AB’nin kalbinde yer alan bir Rus mu?
Avrupalı ve Amerikalı çevreler Orban’ı, özellikle de Moskova ile Washington arasında barış görüşmeleri yapılması yönünde defalarca yaptığı çağrılar ışığında, Putin’den ek Rus gazı sevkiyatı yoluyla bir tür ödül almakla suçluyor.
Bu bağlamda Frankfurt Zeitung gibi bazı Alman gazeteleri, “Komşu ülkeler sinirlendiğinde, Budapeşte şaşkın ve masum numarası yaparak bunun yalnızca geçmiş bir durumun temsili olduğunu ve mevcut siyasetle hiçbir ilgisi olmadığını iddia ediyor” yorumunu yaptı.
Avrupalılar da “Orban’ın şu ana kadar bu tür provokasyonlardan kaçınmaması başlı başına bir skandal. Çünkü halen savaş suçlusu Putin’e yakınlık gösteriyor” açıklamalarında bulundu.
Orban, Putin’le görüşmesi nedeniyle oluşan Avrupa öfkesine nasıl tepki verdi?
Cevap çok ilginç. Rusya merkezli TASS ajansının 6 ve 20 Aralık tarihlerinde aktardığı açıklamalara göre Orban, “Macar milletinin çıkarları gerektiriyorsa Putin’le tekrar görüşmek mümkün” dedi. Orban ayrıca, “Brüksel’den gelenler de dahil olmak üzere dış görüşlerin, Rusya Devlet Başkanı ile yapılan hiçbir toplantıda hiçbir etkisi yoktur” şeklinde konuştu.
Orban bununla da yetinmedi. “Batı, uyuşmazlık ve karşı çıkma nedeniyle Rusya Devlet Başkanı ile görüşmekten çekiniyor. Ancak siyaset, gerçeklik ve sonuç anlamına gelir” açıklamasında bulundu. “Özel operasyonlar dışında her zaman bir araya gelip konuşmalıyız” diyen Orban, “Ukrayna krizinden çıkmanın tek yolunun müzakerelerden geçtiğini düşünüyoruz” ifadelerini kullandı. Bu, bu adamın Ukrayna’ya ve özellikle de Cumhurbaşkanı Zelenskiy’e karşı düşmanca bir yönelime sahip olduğu anlamına mı geliyor?
Ukrayna kazanamayacak ve AB’de yeri yok
Viktor Orban’ın biyografisini ve kariyerini inceleyen bir araştırmacı analist, “Rusya ile arasında yaşanan askeri çatışmaya ilişkin tutumunun da gösterdiği gibi Orban’ın Ukrayna’ya karşı tarihi bir kini mi var?” ifadelerini kullandı.
Geçen mayıs ayında Katar Ekonomik Forumu’nda açıklama yapan Orban, “Askeri çözümün işe yaramadığı açık” diyerek, Ukrayna savaşının ‘diplomasinin başarısızlığının’ sonucu olduğunu vurguladı.
Orban, “Gerçekler, rakamlar, bağlam ve NATO’nun güçlerini göndermeye hazır olmadığı gerçeği göz önüne alındığında, Ukraynalıların savaş alanında zafer kazanamayacağı açıktır” dedi.
Orban, ilginç bir tutum sergileyerek, zavallı olmalarından yola çıkarak onlara sempati duyduğunu belirtti. Ayrıca Ukraynalıların acılarını anladığını ve bu nedenle tırmanışın durdurulması ve barışa ve müzakerelere doğru ilerlenmesi gerektiğini söyledi.
Bu tutum, aslında kaçamak bir tutum ve dolaylı da olsa Rusya’yı destekleme yönündeki derin arzusunu yansıtıyor.
Orban’ın birkaç gün önce Ukrayna’ya destek amaçlı 50 milyar doları veto etmesinden önce Macaristan da geçen mayıs ayında AB’nin benzer 500 milyon euroluk yardım sağlamasını engellemişti.
Macaristan, aynı zamanda Ukrayna’nın Rus işgalini püskürtmesine yardım etmek için silah sağlamayı reddeden birkaç NATO üyesinden biri. Bloomberg’e göre Orban’ı eleştirenler, onun AB’nin Kiev’e yaptığı fonları kesmesi yönündeki baskısının Rus saldırganlığına teslim olma talebine benzediğini söylüyor.
Avrupa’nın Ukrayna’ya karşı en düşmanca tutumu, Ukrayna’nın AB’ye üye olmasını reddetmesidir. Geçen kasım ayı sonlarında Yurttaş Birliği Partisi’nin altı aylık konferansında yaptığı konuşmada da bunu belirtti.
Orban, “Ukrayna, AB’ye katılmak için ışık yılı uzaklıkta” dedi. Ayrıca kendisinin ve hükümetinin, Ukrayna’nın üyelik müzakerelerine davet edilmesi konusunda planlanan görüşmelere direneceğini söyledi.
Yeni bir ülkenin AB’ye kabul edilmesi için tüm üye ülkelerin oybirliği gerekiyor. Bu durum da Orban’a güçlü veto yetkisi veriyor.
Siyasi Püritenlik mi ekonomik pragmatizm mi?
Bu noktada Rusya ile Macaristan ve Putin ile Orban arasındaki ilişkilere dair şüpheler artıyor. Peki, Orban, AB’nin Rusya lehine dönmesinde hayati ve stratejik bir rol oynuyor mu?
Moskova’nın Ukrayna’nın NATO’ya veya AB’ye katılmasına izin vermediği biliniyor. Çünkü Rusya, iki kuruluşu da tarihi düşmanı olarak görüyor ve Ukrayna’yı kedi pençesi olarak kullanarak planladıklarına güvenmiyor.
Söz konusu konferansta Orban, Ukrayna’nın AB’ye katılımının önünde durma niyetini açıkça dile getirerek, “Misyonumuz, AB’den ışık yılı uzakta olan Ukrayna ile müzakerelerin başlatılması yönündeki yalan vaadi düzeltmek olacak” dedi.
Macaristan’ın Ukrayna’ya yönelik tutumu, göreceli avantajlar elde etme veya pragmatik hedeflere ulaşma amacıyla, neredeyse çelişkilerle oynamanın ötesine geçen bir konuma dönüşüyor. Buna kanıt olarak Avrupa bloğunun maliye bakanlarının Kovid-19 krizi sonrasında ekonomik toparlanma için ayrılan 10,4 milyar euronun 920 milyonluk kısmını Macaristan’a sağlamayı kabul etmiş olmaları gösterilebilir. Daha sonra Avrupa Komisyonu, fonların tamamının serbest bırakılacağını duyurdu. Bu durum, Komisyon’un ‘Orban’ın şantajına teslim olması’ olasılığına ilişkin bazı blok üyeleri arasında endişelere yol açtı. Çünkü geriye kalan 9 milyarın ödenmesi, yolsuzluk ve çıkar çatışmalarıyla mücadele, yargı bağımsızlığının desteklenmesi, ifade özgürlüğü, akademik özgürlükler, azınlıkların ve göçmenlerin haklarının korunmasına ilişkin reformlara bağlıydı. Özellikle de Macaristan’ın genel iç hasılasının yaklaşık yüzde 5’ini temsil ettiğini ve ülkede enflasyon oranlarının son dönemde yüzde 10 eşiğinin altına düştüğü göz önüne alırsak bu, önemsiz bir miktar değil.
Orban’ın Ukrayna konusundaki tutumunun arkasında belirsiz bir neden daha mı var?
Evet. Orban, ideolojik ve etnik açıdan masum yüzünü gösteren yetenekli bir siyasetçi. Ancak gerçekte, Ukrayna’nın tek başına girecek olmaması nedeniyle (Moldova kastediliyor) Ukrayna’nın AB’ye katılımının, otomatik olarak Avrupa’nın Orta Avrupa ülkelerine verdiği desteğin azalması anlamına gelmesinden korkuluyor.
Orban ayrıca, Avrupa’nın doğuya doğru genişlemesinin, 2023- 2027 dönemi için 264 milyar euroyla AB’nin en büyük bütçesini temsil eden Ortak Tarım Politikası’na (OTP) yansımasından da korkuyor. Eski kıtanın en büyük tarım ülkesi olan (41,5 milyon hektar ekilebilir alan) Ukrayna’nın katılımı, her ülke için tarımsal destek kartlarının yeniden dağıtılmasına yol açacaktır.
Financial Times tarafından yayınlanan ve resmi olmayan bir Avrupa araştırmasına göre Ukrayna’nın AB’ye katılımı, Kiev’in OTP programı kapsamında yedi yıllık bir süre içinde 96,5 milyar euro elde etmesini sağlayacak.
Orban, Fransız dergisi Le Point’e yaptığı açıklamada “Eğer bu (Ukrayna) tarımının AB’ye girmesini istiyorsanız ertesi gün Avrupa tarım sistemi çöker” dedi.
Orban ile zengin ve güçlü halkların zamanları
Orban’ın bir yanda ırklar ve dini inançlar, diğer yanda ‘Macaristan’ın imparatorluklar dünyasına dönüşüne’ dair hayalleri dahil olmak üzere mali ve ekonomik açgözlülük arasında gidip gelen zihniyetini anlamak neredeyse imkansız. Coğrafya ve tarih, Orban’ı bu arzularından neredeyse mahrum bırakıyor.
Ancak gerçekte göründüğü gibi bu adam, hayatında iki ana kurala odaklanmıştır; Birincisi para, ikincisi güç. Bunlar genellikle ayrılmaz bir şekilde bağlantılıdır.
Orban haziran ayı sonlarında X platformu üzerinden yaptığı açıklamada AB parasına ilişkin olarak “Yedi yıllık bütçeye henüz iki yıl kala Brüksel’de para bitiyor. Bu nasıl oldu? Bütçeye ne oldu? Para nerede?” diye sordu.
Bu açıklamadan bir gün sonra, özellikle de 1 Temmuz’da Orban, tüm dünyanın ancak güçlü insanların dayanabileceği ve geçebileceği zorlu sınavlardan geçtiğini, zayıfların ise tüketilip yok edileceğini vurguladı.
Orban, Budapeşte’de öğrenci kalabalığına yaptığı konuşmada ise şunları söyledi:
“Bugün tüm dünyanın temellerinden sarsıldığı bir dönemde yaşıyoruz. Depremin merkez üssünün sınırlarımızda, yani Ukrayna’da olması nedeniyle biz de bu bölgede bir istisna değiliz. Macaristan sınırlarında savaş sürüyor ve on binlerce, yüzbinlerce göçmen sınırlarımızı kuşatıyor. İşte bu nedenle ülkemizin, hükümetimizin, ordumuzun, sivil teşkilatımızın güçlü olması gerekir. Zayıf ulusların öldüğü ve yalnızca güçlü olanların ayakta kaldığı zamanlar vardır.”
*Bu analiz Şarku’l Avsat tarafından Independent Arabia’dan çevrildi.