Cumhuriyet tarihinin ilk kilisesi düzenlenen törenle açıldı

Cumhuriyet tarihinin ilk kilisesi Yeşilköy'deki Mor Efrem Süryani Kadim Ortodoks Kilisesi, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın katılımıyla açıldı

Erdoğan, pazar günü Türkiye'de cumhuriyetin kuruluşundan bu yana inşa edilen ilk kilisenin açılışını yaptı (Reuters)
Erdoğan, pazar günü Türkiye'de cumhuriyetin kuruluşundan bu yana inşa edilen ilk kilisenin açılışını yaptı (Reuters)
TT

Cumhuriyet tarihinin ilk kilisesi düzenlenen törenle açıldı

Erdoğan, pazar günü Türkiye'de cumhuriyetin kuruluşundan bu yana inşa edilen ilk kilisenin açılışını yaptı (Reuters)
Erdoğan, pazar günü Türkiye'de cumhuriyetin kuruluşundan bu yana inşa edilen ilk kilisenin açılışını yaptı (Reuters)

Yeşilköy'deki kilisenin açılış töreninde konuşan İstanbul Süryani Kadim Vakfı Başkanı Sait Susin, tarihi bir gün yaşadıklarını, Cumhuriyet'in yüzüncü yılında ülkeye, İstanbul'a yakışan bir kilise yapma çalışmalarının sonuna geldiklerini belirtti.

İstanbul Tarlabaşı'nda mülkiyetlerindeki tek kilisenin cemaatlerinin ihtiyacını karşılamaktan çok uzak olduğunu dile getiren Susin, yedi ayrı kilisede ayinlerini yapmak zorunda kaldıklarını, zaman yetersizliği ve ritüellerin farklı olması nedeniyle ibadetlerini yapmakta ciddi zorluklarla karşılaştıklarını anlattı.

Susin, kilise ihtiyaçlarını Başbakanlık döneminde Cumhurbaşkanı Erdoğan'a arz etmelerinin ardından kilise yapım sürecinin başladığını anımsatarak, Cumhurbaşkanı'nın her zaman olduğu gibi seslerini duyduğunu ifade etti.

Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın desteği ve iradesi olmasaydı kiliseyi yapma imkanlarının bulunamayacağını belirten Susin, Erdoğan'ın temel atma töreninde de yer aldığını hatırlattı.

Susin, son 20 yılda AK Parti hükümetleri döneminde genelde bütün farklı inanç sahipleri, özelde Süryanilerin birçok alanda ilkleri yaşadığını söyledi.

"Bize göre hangi inançtan olursa olsun, hiç kimsenin kutsal değerine el uzatılamaz"

Bütün dünyaya seslenmek istediğini ifade eden Susin, konuşmasını şu şekilde sürdürdü:

Kutsal değerlere, Kur'an-ı Kerim'e yapılan saldırıların maalesef ardı arkası kesilmiyor. Durum böyleyken nüfusunun yüzde doksan dokuzdan fazlası Müslüman olan bir ülkenin cumhurbaşkanı, kilisenin temelini atmakla kalmıyor, kilisenin açılış törenine gelip bizi onurlandırıyor. Bu alkışı gerçekten Sayın Cumhurbaşkanı'mız ve bütün ekibi fazlasıyla hak ediyorlar. Böyle bir örneği dünyanın hiçbir yerinde göremezsiniz. Bize göre hangi inançtan olursa olsun, hiç kimsenin kutsal değerine el uzatılamaz, hakaret edilemez, aşağılanamaz. Böyle bir hareket ne demokrasi ne kişisel ne de ifade özgürlüğü olarak kabul edilemez. Bu insana, insanlığa yapılan bir saldırıdır.

Susin, kutsal değerlere, ibadethanelere, ibadet eden insanlara yapılan her saldırıyı nereden gelirse gelsin, şiddetle kınadıklarını, lanetlediklerini belirterek, "Bu saldırılara engel olmayan herkesi kınıyoruz. İnsana değer veriyorsak, o insanın inancına, kutsalına değer vermeliyiz. Başkasının kutsalına hakaret etmek özgürlükle asla ifade edilemez." dedi.

Bazı ülkelerde kutsal değerlere yapılan saldırılara inat, ülkede her dinden, her inançtan insanların kutsal değerlerinin yüceltildiğini kaydeden Susin, Darphane'de üstünde Mor Gabriel Manastırı'nın resmi olan hatıra para bastırıldığını anlattı. Susin, bunun bir örneğini Cumhurbaşkanı Erdoğan'a arz edeceklerini söyledi.

Susin, Süryanilerin bu topraklarda 5 bin yıllık geçmişi olduğunu, varlıklarını bu topraklarda koruduklarını, kutsal mekanlarının birçoğunun Güneydoğu'da bulunduğunu dile getirerek, daha önce birçok kontrol noktasından geçerek, bazen kimliklerini bırakarak gün kararmadan geri dönmek zorunda kalarak manastırlarını ziyaret ettiklerini, şimdi her istedikleri saatte, en uzaktaki manastırlarını, kiliselerini güven ve huzur içinde ziyaret edebildiklerini anlattı. Susin, Süryani kimliğiyle gurur duyduğu gibi Türk bayrağı ile de gurur duyduğunu söyledi.

Patrik Vekili Çetin'in konuşması

Süryani Kadim Cemaati Patrik Vekili Mor Filüksinos Yusuf Çetin ise tarihsel olarak, İstanbul'da Süryanilere ait ilk ve tek kilisenin 1844 yılında Padişah Abdülmecid'in fermanıyla Tarlabaşı'nda inşa edilen Meryem Ana Kilisesi olduğunu anımsattı.

Allah'ın inayeti ve Cumhurbaşkanı sayesinde, 179 yıl sonra Yeşilköy'de yıllardır umutla bekledikleri ikinci kiliseye kavuştuklarını belirten Çetin, Erdoğan'ın iktidarda bulunduğu 21 yıllık süreçte sadece Süryanilere değil, ülkede yaşayan tüm farklı inanç sahiplerine yüreğini ve kapısını açtığını kaydetti.

Çetin, kilisenin açılışının devlet başkanı tarafından yapılmasının ülkenin demokraside bulunduğu seviyenin anlamlı ve en güzel göstergelerinden olduğunu vurgulayarak, "Bu son zamanlarda Batı'nın kimi ülkelerinde ifade özgürlüğü kapsamında bazı hadsiz kişi ve odaklar tarafından Kur'an-ı Kerim'e yönelik tekrarlanan insanlık dışı saldırıları bütün fikrimizle ve bütün gücümüzle kınıyoruz. İnsanların manevi değerlerine hakaret etmek, onların kutsallarına saldırmak, fikir özgürlüğüyle bağdaşamaz. Bu tür provokatif nefret eylemlerinin amacı insanları ayrıştırmak, dünya barışını zora sokmaktır." ifadelerini kullandı.

Ana düsturu insan sevgisi ve barış olan dünya genelindeki Hristiyanların duygularının aksine olan bu olayların bir an evvel son bulması için ilgili ülkelerin en etkili önlemi almasını kuvvetle beklediklerini belirten Çetin, Süryani Ortodoks Kilisesi'nin geleneğinde icra edilen tüm ayinlerde her daim devletin yöneticilerinin anıldığını, onların esenliği, ülkenin birlik ve beraberliği için dua edildiğini aktardı.



Türkiye'nin Ortadoğu'daki bölgesel nüfuzunun yeniden şekillenmesinin boyutları

Suriye'nin Afrin ilçesinin dış mahallelerinde bir TSK tankı, 19 Ekim 2022 (AFP)
Suriye'nin Afrin ilçesinin dış mahallelerinde bir TSK tankı, 19 Ekim 2022 (AFP)
TT

Türkiye'nin Ortadoğu'daki bölgesel nüfuzunun yeniden şekillenmesinin boyutları

Suriye'nin Afrin ilçesinin dış mahallelerinde bir TSK tankı, 19 Ekim 2022 (AFP)
Suriye'nin Afrin ilçesinin dış mahallelerinde bir TSK tankı, 19 Ekim 2022 (AFP)

Emced Ferid et-Tayyib

Geçtiğimiz haftalarda Arap bölgesi, Ortadoğu ve Doğu Afrika tüm düzeylerde büyük dönüşümlere tanık oldu. Bu dönüşümlerin belki de en dikkat çekici olanı Suriye'de meydana gelen büyük değişimdi. Suriye'de Beşşar Esed rejimi düşerken 1963 yılından bu yana iktidarda olan Baas yönetimi sona erdi.

Türkiye bu değişimin arkasında sadece Suriye muhalefetini doğrudan destekleyerek önemli bir rol oynamakla kalmadı, uluslararası ve bölgesel ittifaklardan ve pozisyonlardan oluşan karmaşık bir ağın yönetimini de üstlendi. Bu değişimin önünü açmak ve sorunsuz bir şekilde kabul edilmesini sağlamak için İran ve Rusya’nın Suriye'deki nüfuzunu sınırlandırmaya çalıştı.

Türkiye, Suriye savaşı trajedisini sona erdirmedeki bu başarısının ardından kendisini sadece Ortadoğu'da değil, Kızıldeniz bölgesinde ve Afrika Boynuzu'nda da önemli ve etkili bir aktör ve bölgesel istikrar sağlayıcı bir güç olarak sunmaya hazırlandığı açıkça görülüyor. Türkiye aynı zamanda Somali ve Etiyopya arasında limanların kullanımı konusunda yaşanan ve neredeyse Afrika Boynuzu'nda yeni bir bölgesel savaşın fitilini ateşlemesine ramak kalan gerginliği ve anlaşmazlıkları da başarıyla dizginledi.

Şarku’l Avsat’ın Al Majalla’dan aktardığı habere göre Türkiye, 12 Aralık 2024 tarihinde imzalanan ve Etiyopya'nın Somali’nin egemen otoritesi altında Kızıldeniz'in uluslararası sularına güvenilir ve sürdürülebilir bir şekilde erişimini garanti eden Ankara Anlaşması'nı imzalamak üzere iki ülkeyi bir araya getirmeyi başardı ve Eritre'nin Etiyopya'dan bağımsızlığını kazanmasının ardından 1991 yılından bu yana deniz erişimi olmayan dünyanın en kalabalık ülkesi Etiyopya'nın en büyük endişelerinden ve taleplerinden birini ele aldı.

Ardından 13 Aralık'ta Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, Sudan'da şiddetlenen savaşı durdurmaya yönelik doğrudan bir faktör olarak Sudan ile Birleşik Arap Emirlikleri (BAE) arasında doğrudan müzakere kanalları açmak ve iki ülke arasındaki durumu yatıştırmak için cesur bir girişimde bulunduklarını açıkladı.

Kızıldeniz'in stratejik önemi

Tüm bu gelişmelerle arasında Kızıldeniz, sadece Türkiye'nin hamlelerini okurken, analiz ederken ve değerlendirirken değil, aynı zamanda çatışmalarla dolu bir bölgedeki siyasi ve ekonomik önemi açısından da dikkate alınması gereken merkezi bir konuma sahip.

Afrika ve Asya kıtaları arasında yer alan Kızıldeniz, bölgedeki siyasi çalkantıların ve rekabetlerin merkezi oldu. Bir deniz yolu olarak Kızıldeniz, dünya konteyner trafiğinin yaklaşık yüzde 30'una ev sahipli yapıyor. Küresel ticaretin yıllık yaklaşık yaklaşık 65,1 trilyon dolarlık kısmı Kızıldeniz üzerinden sağlanıyor. Bu hacim, günlük yaklaşık 2,6 milyon varil ham petrol ve rafine petrol ürününün Kızıldeniz'in en güneyindeki Bab’ul-Mendeb Boğazı, Suveyş Kanalı ve Mısır'da bulunan ve Kızıldeniz'i Akdeniz'e bağlayan günlük 5,2 milyon varil kapasiteli Sumed Boru Hattı üzerinden taşındığı küresel ticaretin yaklaşık yüzde 12 ila yüzde 15'ini de kapsıyor. Bahsi geçen güzergâhlar üzerinden yapılan doğalgaz ihracatı küresel sıvı doğalgaz (LNG) ticaretinin yaklaşık yüzde 8'ini oluşturuyor. Avrupa doğalgaz ithalat kaynaklarını çeşitlendirmeye, Rus boru hatlarına bağımlılığını azaltmaya ve Körfez ve Kuzey Afrika'dan sıvı doğalgaz ithalatını arttırmaya çalıştığından, Kızıldeniz ve Sumed Boru Hattı üzerinden ihraç edilen doğalgazın önemi Ukrayna savaşından sonra daha da arttı. Çünkü Avrupa doğalgaz ithalat kaynaklarını çeşitlendirmeye, Rusya’nın enerji kaynaklarına bağımlılığını azaltmaya ve Körfez ülkelerinden ve Kuzey Afrika'dan LNG ithalatını arttırmaya çalışıyor.

Kızıldeniz'de son dönemde yaşanan çatışmalar küresel seyrüsefer trafiğinde ve ticarette aksamalara yol açtı. Husilerin Kızıldeniz'deki saldırıları nakliyeleri geciktirirken sigorta ve nakliye maliyetlerini yükseltti. Bazı gemilerin Ümit Burnu'nun etrafından dolaşmak zorunda kalmasıyla nakliye süreleri ve masrafları önemli ölçüde arttı.

Bu rekabet, Sudan’daki mevcut savaşın patlak vermesine önemli ölçüde katkıda bulundu. Suriye'de Beşşar Esed rejiminin devrilmesiyle sonuçlanan son gelişmelerden sonra Rusya, Tartus'ta bulunan ve kendi sınırları dışında olan tek deniz üssünü kaybetti. Bu durumun Rusya'yı ya Sudan'ın Kızıldeniz kıyısında ya da Afrika kıyısındaki askeri varlığına ikmal hatları sağlamak için Libya'nın Akdeniz kıyısında bir askeri üs kurarak Ortadoğu'da bir deniz varlığı edinme çabalarını yoğunlaştırmaya itmesi bekleniyor. Tüm bu karmaşık dinamikler deniz ticaretindeki düşüşe katkıda bulunarak Süveyş Kanalı'nın gelirlerini olumsuz etkiliyor ve Mısır ekonomisine ciddi zarar veriyor.

Türkiye'nin bölgedeki hamlelerinin bu dinamiklerden bağımsız olmadığı bir gerçek. Avrupa ve genel olarak Batı ile huzursuz bir ilişkiye sahip olan Türkiye, 1952 yılından bu yana NATO üyesi. NATO bünyesinde en fazla askere sahip  ikinci ülke konumumda olan Türkiye’nin topraklarında NATO Müttefik Kara Komutanlığı yer alıyor.

Türkiye'nin İncirlik’teki ve Konya’daki hava üsleri Balkanlar, Sırbistan ve Kosova'dan Irak ve Afganistan'a kadar NATO'nun askeri operasyonlarının çoğunda ana askeri üsler olarak kullanıldı. Türkiye ayrıca 2012 yılından bu yana İran'a yaklaşık 500 km uzaklıkta bulunan ve NATO'nun füze savunma sisteminin önemli bir parçası olarak hizmet veren Kürecik radar istasyonuna da ev sahipliği yapıyor. Ancak, 1949 yılında Avrupa Konseyi'nin on kurucu üyesinden biri olan Türkiye, Avrupa Birliği’ne (AB) tam üye olmayı başaramadı. AB Genel İşler Konseyi'nin 2018 haziranındaki bir açıklamasına göre Türkiye’nin çetrefilli bir müzakere konusu olan AB'ye tam üyeliği 2005 yılında çıkmaza girdi.

cvdfgrt
Cumhurbaşkanı Erdoğan ve Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin, Rusya'da 2019 yılında düzenlenen Uluslararası Havacılık ve Uzay Fuarı'nın açılış töreninde dondurma yerken (AFP)

Türkiye’nin Ortadoğu’daki ve Afrika Boynuzu'ndaki nüfuzunun uzun ve köklü bir geçmişi var. Osmanlı İmparatorluğu'na kadar uzanan bu nüfuz, İkinci Dünya Savaşı, milli kurtuluş mücadeleleri ve dünyanın dört bir yanındaki geçiş güzergahlarının ve stratejik bölgelerin kontrolü için yaşanan rekabet sonucu zayıflamış olsa da her zaman dini ve kültürel faktörlerce desteklendi.

Dolayısıyla Türkiye'nin bölgedeki son hamlelerinin, Donald Trump'ın ABD başkanlık görevini devralacağı tarih yaklaşırken özellikle Batı’nın ve Avrupa'nın desteğiyle durumu yeniden düzenleme çabasına girmesi ihtimal dışı değil. Trump'ın Rusya ile yakınlaştığı biliniyor. Batı dünyası adına dünya polisi -jandarması- rolünü oynamak yerine küresel politikaları bölgesel oyunculara devretme niyetinde olduğu düşünülüyor.

Trump ve Putin arasındaki yakınlaşma çerçevesinde bu anlaşmalardan bazıları Ortadoğu, Doğu Afrika ve Kızıldeniz'de artan kaos nedeniyle büyük bir ekonomik sarsıntı yaşayan Avrupa'nın işine gelmeyebilir. Belki de Avrupa'yı, Eski Dünya kıtalarının bu çalkantılı bölgesinde önemli bir aktör olarak konumunu sağlamlaştırması için Türkiye'nin müttefikliğine destek vermeye iten de budur.

Türkiye'nin Sudan'a yönelmesi

Türkiye ilk kez Sudan örneğinde diplomatik inceliklerden ziyade çıkarlar temelinde müzakere için tüm kartları açıkça masaya koyduğu bir inisiyatif aldı. Türkiye bunu sadece siyasi konumunu sağlamlaştırmak için değil, aynı zamanda Sudan meselesi Kızıldeniz'deki eski emellerini canlandırdığı için de yapıyor. Sudan’ın eski Cumhurbaşkanı Ömer el-Beşir döneminde Rusya’nın yanı sıra Türkiye de Sudan’ın Kızıldeniz kıyılarında bir liman ya da deniz üssü edinmeye çalışmıştı.

Hatta Cumhurbaşkanı Erdoğan, Türkiye’den ilk kez cumhurbaşkanlığı düzeyinde Sudan'a yapılan bir ziyaret gerçekleştirdi. Türkiye'nin Sevakin Limanı’nın bir bölümünü geçici olarak kullanma hakkını elde ettiğini, böylece bölgeyi bir turizm beldesi ve Kızıldeniz üzerinden Mekke'ye giden hacılar için bir geçiş noktası olarak yeniden inşa edebileceğini açıkladı. Dönemin Sudan Dışişleri Bakanı İbrahim Gandur, Türkiye'nin Sudan'ın Kızıldeniz kıyısında (Sudan'ın Kızıldeniz bölgesinin başkenti ve ülkenin ana limanı olan Port Sudan'ın yaklaşık 60 kilometre güneyinde yer alan bir yarımada olan Sevakin’de) Osmanlı İmparatorluğu döneminden kalma harap haldeki bir limanı yeniden inşa edeceğini ve burada sivil ve askeri gemilerin bakımı için bir donanma tersanesi kuracağını duyurdu.

Türkiye'nin bu girişimi, Sudan’daki barış sürecini ileriye taşıyacak bir ivme noktası olabilir, ancak bunun için başta Cidde Müzakere Platformu olmak üzere diğer müzakere girişimleriyle bütünleşmesi gerekiyor. Sudan'daki barış için yürütülen çabaları ilerletmek amacıyla Manama'dan Cenevre'ye, Cibuti’den Moritanya'ya kadar birçok bölgesel girişim oldu. Fakat bu girişimler, uygulanması Sudan hükümetinin herhangi bir müzakereye girmesinin koşullarından biri haline gelen ön anlaşmalara varmayı başaran Cidde Müzakere Platformu’nun ne ötesine geçebildi ne de yerini alabildi. Uluslararası ve bölgesel tarafların bu girişimleri arasında tamamlayıcı roller aramak üzere koordinasyon sağlamaları -ki böyle bir koordinasyon şu an yok- Sudan'da uzayıp giden savaşın kısır döngüsünü kırmada başarının anahtarı olacağına şüphe yok.