Meşru Yönetim'in yaşadığı yıpranma durdurulabilir mi?

İmajını iyileştirmenin başlangıç ​​noktasıyla ilgili tüm tartışmalar Aden'de başlıyor ve anahtarlarını Güney Geçiş Konseyi elinde tutuyor.

Aden ve Taiz'in istikrarı hayati bir giriş noktası ve Meşruiyet’in yaşadığı yıpranmayı durdurmanın tek yolunu oluşturuyor (AFP)
Aden ve Taiz'in istikrarı hayati bir giriş noktası ve Meşruiyet’in yaşadığı yıpranmayı durdurmanın tek yolunu oluşturuyor (AFP)
TT

Meşru Yönetim'in yaşadığı yıpranma durdurulabilir mi?

Aden ve Taiz'in istikrarı hayati bir giriş noktası ve Meşruiyet’in yaşadığı yıpranmayı durdurmanın tek yolunu oluşturuyor (AFP)
Aden ve Taiz'in istikrarı hayati bir giriş noktası ve Meşruiyet’in yaşadığı yıpranmayı durdurmanın tek yolunu oluşturuyor (AFP)

Mustafa Numan

Meşru Yönetim, “devleti geri alma” ifadesiyle özetlediği hedefe ulaşmak için çeşitli kurumlarının gösterdiği çabadan 2015 yılından bu yana yorulmadan bahsediyor. Ne var ki bu ifade hayal kırıklığı kaynağı haline geldi çünkü vatandaşlar performansının ciddi, eylemlerinde ve sürekli vatandaşlar arasında olma sözünde dürüst olduğunu hissetmiyor.

Koşulların kötüleşmesi ve eksikliklerin giderilmesinde yavaşlık, karmaşa ve kafa karışıklığının yaşandığı bir döneme yol açtı. Bununla birlikte ülkenin 21 Eylül 2014'ten beri içinde yaşadığı labirentten çıkması için güvenli ve uygulanabilir yolları belirlemek konusunda herkes pusulasını kaybetti. Neredeyse karşılaşan her iki Yemenli selamlaşmadan sonra birbirlerine artık sıkıcı hale gelen “çözüm nedir?” sorusunu soruyorlar.

Elbette hiç kimsenin bu can sıkıcı soruyu cevaplayabilecek bir denklemi yok. Belki çoğunluk tarafından kabul edilen bir formüle ulaşmak, Meşruiyet’in yaşadığı yıpranmanın durdurulmasına katkıda bulunabilir. Bu hedefe ulaşmak, Meşru Yönetim'in tahmin edilenden daha düşük seviyeleri gören güvenilirliğindeki gerilemeyi durduracak birçok adım atmasını gerektiriyor. Bu gerilemenin kaçınılmaz olarak ciddi anlamda bir çözüm arayışına teşvik etmesi bekleniyor.

Husilerin kendisini 21 Ocak 2015'te Sana'daki evinde ev hapsine tabi tuttuğu Cumhurbaşkanı Abdurabbu Mansur el-Hadi, 20 Şubat 2015'te Aden'e gelebildi. Buradan Aden'i Yemen Cumhuriyeti'nin geçici başkenti deklare ederek, devleti geri almayı ve Maran’a Yemen Cumhuriyeti bayrağını çekmeyi, başında bulunduğu otoritenin iki hedefi olarak belirledi.

22 Temmuz 2015'te Husi milisleri Aden'den çıkarıldılar. Bunun üzerine insanlar Meşruiyet’in kendisini yapılarını organize etmeye, Aden'de yaşamaya, hizmetleri ve güvenliği yeniden sağlamaya ve savaş tarafından yerle bir olanları yeniden inşa etmeye adayacağını umuyordu. Ama bunların hiçbiri olmadı. Güvenlik servislerini tek bir liderlik altında birleştirmeye odaklanmak yerine, onları kontrol eden liderler çoğaldı ve insanlar artık sahneyi kimin yönettiğini ve kontrol ettiğini bilmiyorlar.

Hayal kırıklığı yaratan koşullar, kurumların çöküşü ve Aden'in Husilere karşı savaşın yürütüleceği geçici başkent konumunun sağlamlaştırılmasına yönelik tüm adımların yaşadığı tökezlemenin gölgesinde, Güney Geçiş Konseyi ortaya çıktı ve güneyin bağımsızlığının deklare edilmesini talep etti. Böylece Yemenlilerin önünde birbiriyle çatışan, biri ayrılmaya çalışan, diğeri ise direnen ve ona karşı çıkan iki proje oldu. Meşru Yönetim'in oluşumundaki bu yapısal kusuru gidermek için 5 Kasım 2019'da Riyad Anlaşması olarak bilinen anlaşmaya varıldı. Buna göre Geçiş Konseyi hükümetin tam ortağı oldu. İyimserler bu olayın, safları sıklaştırmanın ve “devleti geri alma” ve “bayrağı dikme” yönünde pusulayı düzeltmenin başlangıcı olduğunu düşündüler. Ama evdeki hesap çarşıya uymadı.

Meşru Yönetim'in imajını iyileştirmenin başlangıç ​​noktasına dair tüm tartışmalar Aden'de başlıyor ve anahtarlarını Geçiş Konseyi elinde tutuyor. Konsey, hükümeti başarısızlıkla, yolsuzlukla ve hizmet sunamamakla suçluyor. Ama aynı zamanda temsilcilerinin “yozlaşmış ve beceriksiz” olarak tanımladığı hükümette kalmaya devam etmesini sağlamaya gayret ediyor. Bu suçlama konusunda kamuoyu onunla aynı fikirde ve sahadaki gerçekler de onu destekliyor.

Meşru Yönetim'in yıpranmasına neden olan bir konu daha var, o da üyelerinin yönelimlerinin uyumundan bahsetmenin zor olduğu Cumhurbaşkanlığı Liderlik Konseyi'nin zayıf performansıdır. Bu üyelerin sorumlu olduğu bir hata değil çünkü onlar üye olmak istemediler ve Cumhurbaşkanı Hadi'nin konseyi kurma ve ona tüm anayasal yetkilerini kendisine verme kararına diğer vatandaşlar gibi şaşırdılar. Bu da Konsey’in aşamanın gerektirdiği etkinliği göstermede açıkça aciz kalmasına neden olan ikinci bir noktadır. Bu çıkmazdan çıkmak için üyelerin her türlü kişisel çıkarlarından uzakta ciddi bir şekilde çıkış yolu aranmalı. Burada, bazı üyelerinin katılımına rağmen Geçiş Konseyi'nin yanı sıra Yemen’in yeniden iki bölgeye veya iki parçaya ayrılması yönündeki siyasi eğilimlerini destekleyen Sosyalist Parti bloğunun Aden'de toplanmasını engellediği Temsilciler Meclisi için bir rol düşünebilir.

Aden ve Taiz'in istikrarının hayati bir giriş noktası ve Meşru Yönetim'in yaşadığı yıpranmayı ve vatandaşların ondan uzaklaşmasını durdurmanın tek yolunu oluşturduğunu görüyor ve tekrarlıyorum. Ülke, artık insanları etrafında toplayamayan meşru otoritenin gözünden uzaktaki güçlerin hakimiyetindeki küçük birimlere ayrılıyor. Meşruiyet vatandaşları kaybediyor ve bunun ilk nedeni, olgun bir proje sunamaması, ikinci nedeniyse onların kaygılarından uzak olması, kendi içinde uyumlu olmaması, birleştirici bir ulusal anlatıdan yoksun olması.

Ortam kasvetli görünüyor ve daha iyiye doğru bir iyileşmeyi müjdelemiyor, bu da daha fazla bölünme ve parçalanmanın göstergesidir. Bu karamsarlık değil, çünkü siyaset hava durumu gibi anlık bir olay değildir. İnişleri ve çıkışları olsa da duygusal eylemlere, kaprislere, inatçılığa tahammül edemez. Aldatmadan veya akıllıymış gibi davranmadan, gerçekler ve dengelerle ele alınmalıdır.

*Bu makale Şarku’l Avsat tarafından Indpendent Arabia’dan çevrilmiştir.



ABD ile Avrupa arasındaki çalkantıların Ortadoğu’ya ne gibi yansımaları olacak?

Görsel: Sara Padovan
Görsel: Sara Padovan
TT

ABD ile Avrupa arasındaki çalkantıların Ortadoğu’ya ne gibi yansımaları olacak?

Görsel: Sara Padovan
Görsel: Sara Padovan

Robert Ford

Avrupa ile ABD arasındaki ilişkilerde yaşanan çalkantılar, Avrupa'nın askeri ve ekonomik politikalarındaki değişikliklerin hızını artırırken bu değişiklikler ise Avrupa'nın Ortadoğu ve Kuzey Afrika (ODKA/MENA) bölgesindeki komşularıyla ilişkilerini de etkilemeye başlıyor. Avrupa ülkeleri, ABD'ye olan bağımlılıklarını azaltmak için jeopolitik bir araç olarak askeri güce yeniden odaklanmaya başladı. Fakat gelişmiş bir askeri sanayi üssü kurmak, yüksek kaliteli silahlar üretmek ve daha büyük orduları harekete geçirip eğitmek zaman alacaktır.

Avrupa, jeostratejik dönüşümün bu aşamasının başlangıcında özellikle ekonomik yardım bütçelerinin azalmasıyla Ortadoğu'daki yumuşak gücünü artırmakta zorluklarla karşı karşıya kalıyor. Avrupa başkentlerinin, özellikle Körfez ülkeleriyle yeni ortaklıklar kurması ve stratejik önceliklerini net bir şekilde tanımlaması her zamankinden daha fazla gerekiyor.

İran

ABD ve Avrupa’nın başlıca ülkeleri, İran'ın nükleer silah edinmesinin engellenmesi gerektiği konusunda hemfikir ve yaptırımların bu amaca ulaşmak için kilit bir baskı aracı olduğunu düşünüyorlar. Ancak Washington ile Moskova arasındaki ilişkilerin gelişmesi ve Avrupa'nın güvenliğine doğrudan tehdit oluşturan Moskova'nın Tahran'la arabuluculuk yapma ihtimali bazı Avrupalı analistleri endişelendiriyor. İran’ın Rusya'ya Ukrayna topraklarını hedef almak için kullandığı binlerce insansız hava aracı sağlaması ve Rusya'nın insansız hava aracı programının geliştirilmesine yardımcı olması, Washington'un yanı sıra Avrupa’nın da Moskova aracılığıyla yapılabilecek herhangi bir uzlaşı anlaşmasına yönelik şüphelerini derinleştiriyor.

“Ekonomik yardımlardaki azalma, ABD Ortadoğu’dan giderek çekilirken Avrupa’nın Ortadoğu’daki yumuşak gücünden yararlanma kabiliyetini sınırlayacak olsa da Avrupa’nın varlığını genişletebileceği alternatif yollar var.

Washington, Moskova ve Tahran arasında varılacak herhangi bir anlaşmayı etkilemeyi hedefleyen Avrupa ülkelerinin, İran'ın nükleer silah edinmesini engelleme konusunda aynı hedefi paylaşan Suudi Arabistan ve Birleşik Arap Emirlikleri (BAE) gibi etkili Körfez ülkeleriyle yakın koordinasyon içinde olması muhtemeldir. Ancak Avrupa'nın İran'a karşı ABD ve İsrail tarafından olası bir askeri harekâtına katılması pek olası görünmüyor. Çünkü Avrupa başkentleri, ABD Başkanı Donald Trump yönetimiyle, özellikle de Ukrayna konusunda Trump'ın desteğine güvenmeye devam ettikleri düşünüldüğünde, ek sorunlar yaratmak istemiyor. Bu yüzden Avrupa’dan ABD'nin İran'a yönelik herhangi bir askeri operasyonuna yönelik eleştirilerin tonu ve etkisi sınırlı olabilir.

Bütçeler ve yumuşak güç

Daha da önemlisi, Rusya'nın artan tehdidi çoğu Avrupa ülkesini askeri bütçelerini arttırmaya itiyor. Bu da dış ekonomik yardım bütçelerinde kesintilere yol açıyor. Brüksel merkezli düşünce kuruluşu Bruegel’e göre Avrupa Birliği (AB) Komisyonu Başkanı Ursula von der Leyen tarafından şubat ayında açıklanan Avrupa'nın askeri harcamalarını gayri safi yurtiçi hasılanın (GSYİH) yaklaşık yüzde 3,5'ine çıkarma hedefine ulaşmak için yılda 250 milyar avro gerekiyor.

Aynı zamanda Avrupa başkentleri de kalkınma yardımlarında kesintiye gidiyor. İngiltere Başbakanı Keir Starmer, şubat ayında İngiltere Parlamentosu’nda yaptığı açıklamada, hükümetinin savunma harcamalarında benzer bir artışı finanse etmek için dış yardımları 13 milyar sterlinden (yaklaşık 16 milyar avro) fazla keseceğini duyurdu. Fransa Savunma Bakanı Sebastien Lecornu, mart ayında Paris'in dış yardımlarını üçte bir oranında azaltarak 2025 yılında 3,8 milyar avroya indirdiği bir dönemde, önümüzdeki yıllarda savunma bütçesinde 40 milyar avroluk bir artış yapılması çağrısında bulundu. Almanya ve Hollanda da son iki yıl içinde dış yardım bütçelerini büyük ölçüde azalttı. Avrupa ülkelerinin dış yardım bütçelerinde yaptığı bu kesintiler, ABD’nin dış yardımda yaptığı önemli kesintileri takip etti.

Ekonomik yardımlardaki azalma, ABD Ortadoğu’dan giderek çekilirken Avrupa’nın Ortadoğu’daki yumuşak gücünden yararlanma kabiliyetini sınırlayacak olsa da Avrupa’nın varlığını genişletebileceği alternatif yollar var. Avrupa, geçtiğimiz onlarca yıl boyunca nüfuz elde etmek için büyük ölçüde mali imkanlarını kullandı. AB, geçtiğimiz yılın şubat ayında Mısır ile üç yıla yayılan yaklaşık 7 milyar avroluk yardım ve yatırım içeren bir anlaşma imzaladı. Resmi istatistiklere göre Ürdün 2011 yılından bu yana AB’den yaklaşık 4 milyar Avro aldı ve iki taraf 2025-2027 dönemi için 3 milyar avroluk yeni bir yardım ve yatırım paketi üzerinde anlaştı. Benzer şekilde Lübnan da 2011 yılından bu yana Avrupa'dan yaklaşık 3,5 milyar avro yardım aldı.

Suriye’nin önümüzdeki yıllarda büyük bir ekonomik yardıma ihtiyacı olacak. Dünya Bankası 2022 yılında Suriye’nin yeniden inşasının maliyetinin en az 250 milyar dolar olacağı tahminini açıklamıştı.

Rusya'yı caydırmak için artan askeri harcamalar ve siyasi açıdan hassas iç sosyal programların talepleri nedeniyle Avrupa ülkelerinin bütçeleri önümüzdeki yıllarda giderek daha fazla baskı altına girecek ve Mısır, Ürdün ve Lübnan gibi ülkelere sağlanan büyük meblağlardaki desteğin sürdürülmesini haklı göstermek giderek daha zorlaşacak. Bu zorluk, Avrupa ülkelerinin Afrika ve Asya'daki kalkınma yardım programlarını finanse etmeye devam etmeleri nedeniyle daha da karmaşık bir hale getiriyor.

defrgty6
Görsel: Sara Padovan

Batılı ülkelerin ODKA bölgesine yönelik yardımları azaldıkça Körfez ülkeleri, Türkiye ve hatta Çin'in desteği giderek daha önemli hale gelecek. Ancak yumuşak güç sadece mali destekten ibaret değil. Avrupa ülkeleri, ABD'de eğitim görmeye olan ilginin azalmasıyla birlikte üniversitelerine öğrenci çekmeye devam edebilir ve yeni nesillerle köprüler kurabilir. Dahası, ABD'nin bölgeye olan ilgisi azaldıkça, Avrupa ve bölge ülkeleri arasında birbirleriyle koordinasyon sağlama ve bölgesel çatışmaları yönetme ihtiyacı da artacak. Özellikle İsrail'le doğrudan ilgili olmayan çatışmalarda ABD'nin doğrudan müdahalesi olmadan hareket etmek için daha fazla alana sahip olacaklar.

Avrupa ve ABD’nin Suriye ayrışması

Örneğin Suriye’nin önümüzdeki yıllarda büyük bir ekonomik yardıma ihtiyacı olacak. Dünya Bankası 2022 yılında Suriye’nin yeniden inşasının maliyetinin en az 250 milyar dolar (en az 230 milyar avro) olacağı tahminini açıklamıştı. Bugünkü gerçek maliyet çok daha yüksek olabilir. Brüksel’de geçtiğimiz mart ayında düzenlenen Suriye konulu 9. Brüksel Konferansı'nda Avrupa ülkeleri toplam 5,8 milyar avroluk taahhütte bulunuldu. Bu miktar geçtiğimiz yıl aynı ayda düzenlenen konferansta taahhüt edilen miktarla neredeyse aynı.

Yardım bütçelerindeki küresel kesintilere rağmen bu kadar yüksek düzeyde desteğin sürdürülmesi, Avrupa'nın Suriye dosyasına verdiği önemi yansıtıyor. Avrupa’nın önde gelen ülkelerinin hükümetleri, AB ile birlikte topraklarına yeni bir Suriyeli mülteci dalgasını önlemek için Suriye'yi istikrara kavuşturmaya ve yeniden yapılandırmaya çalışıyor. Almanya Dışişleri Bakanı Annalena Baerbock, bu bağlamda geçtiğimiz mart ayında Şam'ı ikinci kez ziyaret etti ve yeniden inşa çabalarını desteklemek üzere 300 milyon avroluk yeni bir yardım paketi açıkladı.

Trump yönetimi Şam ile ilişkilerin düzelmesini Şam'ın İbrahim (Abraham) Anlaşmalarına katılmayı kabul etmesine bağlayabilir. Trump, yaptırımların tamamen hafifletilmesinden önce Şam'a İsrail ile ilişkilerini normalleştirmesi için baskı yapabilir.

Bu arada şubat ayında AB ve İngiltere, Suriye’nin kamu iktisadi teşebbüslerini (KİT’ler) ve özel sektörünü desteklemek amacıyla enerji ve ulaştırma sektörlerinde faaliyet gösteren belirli Suriye merkezli şirketlere ve beş ticari bankaya yönelik yaptırımları askıya aldı.

ABD Başkanı Donald Trump, Beşşar Esed'in geçtiğimiz aralık ayında devrilmesinin ardından “Suriye ABD’nin sorunu değil” şeklinde bir tweet atarak Suriye dosyasına ilgisinin az olduğunu gösterdi. Washington'daki birçok analist, Trump yönetiminin Asya'daki tehditlere karşı koymaya odaklanan daha geniş bir stratejinin parçası olarak önümüzdeki birkaç yıl içinde ABD güçlerini Suriye'nin doğusundan çekeceğine inanıyor.

Şarku'l Avsat'ın Al Majalla'dan aktardığı analize göre Trump yönetimi, Avrupa’nın tutumunun aksine eski ABD Başkanı Joe Biden yönetimi tarafından ocak ayı ortalarında atılan bazı sınırlı adımlar dışında Suriye'ye yönelik yaptırımları hafifletmedi. Ayrıca Brüksel'deki konferans sırasında yeni bir yardım taahhüdünde bulunmaktan da kaçındı. ABD'li üst düzey bir yetkili konferansta yaptığı açıklamada, Trump yönetiminin Suriye’deki yeni hükümetinin ‘radikalizmi’ ve ‘insan hakları ihlallerini’ terk etme konusundaki istekliliğine şüpheyle yaklaşmaya devam ettiğini söyledi. ABD’li yetkili, hiçbir dış yardımın ya da yaptırımların hafifletilmesinin yeniden inşa için gerekli yatırımı çekmeye yetmeyeceğinin de altını çizdi.

Öte yandan Almanya Şam'daki büyükelçiliğini sınırlı bir diplomatik personelle yeniden açarken, Trump yönetimi şimdiye kadar ikili ilişkilerin geleceğini görüşmek üzere Suriye hükümetiyle masaya oturma konusunda herhangi bir isteklilik göstermedi.

Trump'ın Orta Doğu Özel Temsilcisi Steve Witkoff, şubat ayında Washington'da düzenlenen Amerikan Yahudi Komitesi (AJC) etkinliğindeki konuşmasında Suriye ve Lübnan'ın önünde sonunda İsrail ile normalleşme anlaşmaları imzalayabileceğini söylemesi durumu ilginçleştiriyor. Washington'daki kaynaklara göre Trump yönetimi Şam ile ilişkilerin düzelmesini Şam'ın İbrahim (Abraham) Anlaşmalarına katılmayı kabul etmesine bağlayabilir. Trump, yaptırımların tamamen hafifletilmesinden önce Şam'a İsrail ile ilişkilerini normalleştirmesi için baskı yapabilir.

Avrupa ülkeleri ise Suriye'nin İsrail ile normalleşmesi konusunda ABD aynı tutuma sahip olduğuna dair herhangi bir sinyal vermemekle birlikte Şam'ın bu yolu izlemeye karar vermesi halinde buna karşı çıkmayacaklarını belirttiler.

Trump yönetiminin, Cumhuriyetçi Parti’nin ve hatta Demokrat Parti’nin büyük bir kısmının, Gazze'nin yeniden inşasını finanse etme konusunda istekli davranması pek olası değil.

Avrupa, Gazze ve İsrail

Avrupa’nın İsrail konusundaki odak noktası şu anda Gazze'deki savaşın durmasının ardından Gazze Şeridi’nin yeniden inşası. Avrupa ülkeleri Trump’ın Filistinlilerin Gazze’den çıkarılması ve Gazze’nin ABD ve özel yatırımcılar tarafından yönetilmesi önerisini reddetti. Fransa, Almanya ve İtalya hükümetleri bu fikrin uluslararası hukuku hiçe saydığını ve iki devletli çözümü engellediğini vurguladı.

Trump’ın şubat ayında açıkladığı öneriyi eleştiren Fransa, Almanya, İtalya ve İngiltere dışişleri bakanları mart ayında Arap ülkeleri tarafından onaylanan Mısır’ın önerisini desteklediklerini açıkladılar.

Avrupa’nın politikaları, Gazze'de yeniden inşayı destekleme yönünde açık bir eğilim gösterse de artan bütçe kısıtlamaları Avrupa başkentlerini Suriye, Mısır, Ürdün, Lübnan ve Gazze arasında yeniden önceliklendirme yapmaya zorlayacak. Bazı Avrupa ülkeleri ise kendi önceliklerini belirleyebilir. Bazı ülkeler yardımlarını güneyden kuzeye göç akışını azaltmaya yardımcı olabilecek ülkelere yönlendirmeyi seçebilir. Buna karşın diğer Avrupa ülkeleri iç siyasi güçlerin tercihlerini takip ederek, iç kamuoyuna ve her ülkenin koşullarına bağlı olarak, örneğin Filistinlilere, Suriye'ye veya Lübnan'a destek vermeyi tercih edebilir.

Öte yandan Trump yönetiminin, Cumhuriyetçi Parti’nin ve hatta Demokrat Parti’nin büyük bir kısmının, Gazze'nin yeniden inşasını finanse etme konusunda istekli davranması pek olası değil. Ayrıca İsrail'in 2028 seçimlerinden önce karşı çıkması halinde böyle bir fonun Washington'dan siyasi olarak geçmesi neredeyse imkansız. Sonuç olarak, 53 milyar dolar olarak tahmin edilen Arap yeniden imar planının finansmanının büyük kısmının Körfez ülkeleri tarafından karşılanması bekleniyor.

Artan ekonomik baskılar, bazı Avrupa başkentlerini, İsrail ya da ABD tarafından Arap ülkelerine silah satışına yapılan itirazlara daha az olumlu yanıt vermeye itebilir.

İsrail

Avrupa'nın İsrail'e yönelik tutumu, Avrupa ve ABD arasındaki ilişkilerde süregelen gerginliğin bir sonucu olarak doğrudan değişmeyecek olsa da Avrupa ve Tel Aviv arasında gelecekte yaşanacak gerginliğin işaretleri görülüyor. Her Avrupa ülkesinin İsrail ile kendine özgü ikili ilişkileri vardır ve bu ilişkiler tarih, iç politika ve stratejik öncelikler gibi çeşitli faktörlerden etkileniyor. Örneğin İspanya ve İrlanda, Levant bölgesine olan coğrafi uzaklıkları nedeniyle İsrail'i en çok eleştiren ülkeler arasında yer alıyor.

ABD'deki Cumhuriyetçi Parti ve Demokrat Parti’nin üst düzey siyasi liderlerinin açıkça destekledikleri iki devletli çözümden dahi giderek uzaklaşmaları dikkati çekiyor. Bu siyasi bağlamda Washington, İsrail’in Gazze ve Batı Şeria’nın bir kısmını ilhakını tanıyabilir. Avrupa başkentleri, en azından kamuya açık söylemlerinde, iki devletli çözüme bağlı kalmaya devam edecek ve İsrail'in her türlü ilhakını eleştir

Avrupa’daki bazı çevrelerinde İsrail'e karşı ekonomik önlemler alınması yönünde çağrılar yapılabileceğini düşünmek zor değil. Dahası, orta vadede, yüksek kaliteli silah ve askeri teçhizat üretimini arttıran Avrupa'nın, Washington'ın F-35 uçaklarını bazı ülkelere satarak yaptığına benzer şekilde, üretim hatlarında ölçek ekonomisi elde etmek için bu ürünleri Ortadoğu ülkelerinde pazarlamaya çalışması bekleniyor.

Özellikle son on yılın ikinci yarısında artan ekonomik baskılar, bazı Avrupa başkentlerini, İsrail ya da ABD tarafından Arap ülkelerine silah satışına yapılan itirazlara daha az olumlu yanıt vermeye itebilir. Bu da iki taraf arasındaki ilişkilerde yeni bir gerginliğe neden olabilir.