Küresel bir nükleer savaş durumunda dünyaya neler olacak?

Küresel bir nükleer savaş durumunda dünyaya neler olacak?
TT

Küresel bir nükleer savaş durumunda dünyaya neler olacak?

Küresel bir nükleer savaş durumunda dünyaya neler olacak?

Birinci Dünya Savaşı'nın sona ermesinden 100 yıl sonra ABD Başkanı Donald H. Trump Rusya ile 1987'de imzalanan Orta Menzilli Nükleer Kuvvetler Anlaşması'ndan (INF) çekilme kararı verdi. Kararı takiben yaşanan uluslararası gerginliğin ardından, tarihsel anlaşmanın iptal edilmesi durumunda uluslararası bir nükleer yarışa veya gelecekte meydana gelebilecek muhtmel bir nükleer savaşa hazırlanılmasına dair tartışmalar arttı.

ABD merkezli Vox Media haber analiz sitesi, nükleer savaş patlak verdiğinde ve yaşanabilecek en kötü senaryo yaşanacağında dünyanın nasıl olacağını gösteren fotoğraflar yayınladı. Ayrıca ölümcül silahların kullanılmasının ardından neler yaşanacağı ile birlikte insanlık tarihinin sonunun gelme ihtimaline ilişkin soruları yanıtladı.

Bilimsel tahminler, meydana gelecek herhangi bir nükleer çatışmanın, İkinci Dünya Savaşı'ndan bu yana gözlenmemiş bir şekilde büyük ölçekte ciddi insan kaybına yol açacağını gösteriyor.

O zamandan bu yana nükleer teknoloji oldukça gelişti. Gelecekteki nükleer bir savaştan kaynaklanan kayıplar ve tahribatlar, önceki dünya savaşlarında yaşananlardan çok daha ağır olacak.

Washington'da bomba

Stevens Institute of Technology'de nükleer bir tarihçi olan Alex Wellerstein, sivillerle dolu bir bölgede kullanılan bir nükleer bomba ile yaşanabilecek felaketin boyutunu anlamak için ABD başkentine bir nükleer bomba düşmesi durumunda neler olacağına ilişkin sanal senaryo hazırladı.

Wellerstein, hazırladığı simülasyonda, Kuzey Kore makamlarının Eylül 2017'de test ettiği ve yıkıcı gücü yaklaşık 140 kiloton olan bir nükleer bombanın kullanılmasını öngördü.

Tek bir nükleer bombanın kullanılması ve sadece bir bölgenin hedeflenmesi durumunda 220 bin insanın hayatını kaybedeceği ve 450 bin kişinin ise yaralanacağını kaydedildi.

ABD'nin İkinci Dünya Savaşı sırasında Hiroşima ve Nagazaki'ye yönelik gerçekleştirdiği çift nükleer saldırı 200 bin insanın ölmesine yol açmıştı.

Kuzey Kore gibi bir nükleer gücün Amerika'ya karşı bir nükleer saldırı başlatması durumunda, muhtemelen bir bölgeyi hedef alan tek bir nükleer bomba ile sınırlı kalmayacaktır. Büyük olasılıkla birden çok nükleer bomba kullanılacak ve başkent Washington'ın çeşitli bölgelerini vuracaktır. New York şehri ve Birleşik Devletler'in Batı Kıyılarının yanı sıra, ABD’nin Guam ve Hawaii’deki askeri üslerinin de hedefler arasında yer alması bekleniyor.

Alex Wellerstein, nükleer patlamalara özgü işaret olarak bilinen mantar bulutunun patlama merkezinden 1.2 mil karelik bir alana kadar uzanabileceğini tahmin ediyor. Bu bölge, nükleer saldırıdan kaynaklanan en büyük radyasyon miktarına sahip olacak ve acil tıbbi müdahale olmaması durumunda mantar bulutunun yayıldığı alanlardaki ilk ve ciddi etkilerinin bir sonucu olarak nüfusun yüzde 50’si ile yüzde 90’ı arasında bir ölüm oranına şahit olunacak. Ölümler, patlamadan sonraki günler ve haftalar boyunca da devam edecek.

Nükleer radyasyonun etkisiyle yaşanan zehirlenmeler, en korkunç ölüm yollarından biri olarak kabul ediliyor.

Bunun yan etkileri arasında şunlar yer alıyor: Mide bulantısı ve sürekli kusma, devamlı bir şekilde gözlenen kanamalar, çoğunlukla kanlı ishal ve cildin şiddetli yanması ile birlikte yaralanan kişinin derisinin soyulması ve insanın buna rağmen hala hayatta kalması.

Bir sonraki aşamada ise patlamanın 17 mil karelik bir alana yayılması durumunda, yaşanacak sarsıntıların çok fazla yıkıma sebep olacağı bekleniyor. Bu durum, özellikle enkazların ve yangınların her yere yayılması ile birlikte bölgeye yakın olan kimselerin ölmesine sebep olacak.

Parlak ışıklar

Üçüncü aşamada, patlamanın 33 mil kareyi aşacak şekilde yayılmasının ardından, bölgede bulunan herkes üçüncü derece yanıklardan mustarip olacak. Colorado Boulder Üniversitesi'nde bir bilim adamı ve nükleer felaket uzmanı olan Owen Brian Toon, birkaç mile kadar yayılan parlak ışıkların yapraklar, dallar ve giysiler gibi yanıcı cisimlerle temas etmesi durumunda yangınlara sebep olabileceğini kaydetti. Ayrıca söz konusu ışıkların bireylere temas etmesi durumunda ise sinirlerin yanmasından dolayı yaralılarının fazla acı hissetmeyeceğini ve bazı yaralıların ağır deformasyonlara maruz kalacağını söyledi. Bu durum bazı uzuvları kullanılmaz hale girmek ile birlikte daha trajik durumlarda ise yaralı uzuvların kesilmesini gerektirecek.

Nükleer patlamanın etkilerinin ulaşabileceği en uzak mesafe olan 134 mil karelik alanda ise ölüm riski ile birlikte en azından yaralanmalara şahit olunacak. Patlama, bu aralıktaki evlerin pencerelerinin camlarının parçalanmasına sebep olacak. Rüzgar, nükleer radyasyonla kirlenmiş malzemelerin ve nesnelerin taşınmasından rol oynayacak. Nükleer alanlardan uzak bölgelere taşınan bu radyasyonlu nesneler birçok insanı çeşitli hastalıklar ile karşı karşıya getirecek.

Bilim adamlarının ve uzmanların söylediğine göre, nükleer bir saldırının sonuçları dünya sinemasının ürettiği tüm korku ve felaket filmlerinin senaryosunu geride bırakacak. Bilim adamlar söz konusu film senaryolarının nükleer bir askeri çatışmanın karşısında “iyimser” kalacağını düşünüyor.

Rutgers Üniversitesi'nde Çevre Bilimleri Profesörü olan ve yıllarca nükleer savaşların muhtemel sonuçları hakkında araştırmalarda bulunan Alan Robock, bu tür çatışmaların patlak vermesinin ardından yaşanabilecek uzun vadeli en kötü sonuçların siyah dumandan ve hava tarafından taşınacak toz ve çeşitli parçacıklardan kaynaklanacağını ifade ediyor.

Herhangi bir nükleer savaş durumunda şehirlerin ve sanayi bölgeleri hedef alınması ile birlikte bu bölgelerde meydana gelecek yangılar neticesinde korkunç miktarda duman atmosfere yayılacak. Bu dumanlar gezegeni çevreleyen stratosfere kadar yükselecek ve yağmurlar ile yıkanmadıkça uzun yıllar boyunca orada kalmaya devam edecek.

Yükselen sıcaklıklar ile birlikte dünyanın bir bölgesinden diğerine yayılacak olan bu dumanlar, dünyanın büyük bir kısmına güneş ışıklarının ulaşmasına engel olacak. Böylece, dünya çok düşük sıcaklıklara şahit olacak ve yağış oranları düşecek. Bunu takiben gerçekleşecek dünya çapındaki tarımsal üretimin azalması ile birlikte bu durum birkaç yıl içinde kıtlığın yayılmasına zemin hazırlayacak.

Bilim adamlarının ifade ettikleri kadarıyla, nükleer savaşların etkilerinin belirlenmesi öncelikle kara dumanın yayılma hacmi ile ilişkili. Yaklaşık 5 ila 50 ton arasında yayılacak bir siyah duman, bilimsel olarak “nükleer sonbahar” olarak ifade edilen şeye sebep olacak. Söz konusu miktarın 50 ila 150 milyon ton olması durumunda ise nükleer kış yaşanacak. Alan Robock, nükleer kış senaryosunun gerçekleşmesi durumunda, büyük ihtimalle yeryüzündeki herkesin ölebileceğini düşünüyor.

Nükleer sonbahar

Nükleer sonbahar senaryosu, sırasıyla 140 ve 150 nükleer savaş başlığına sahip olan Hindistan ve Pakistan büyüklüğündeki iki nükleer güç arasında gerçekleşecek bir çatışma ile gerçekleşebilir. İki ülke arasındaki çatışma ve her birinin yaklaşık 50 nükleer bomba kullanması -ki bu rakam İkinci Dünya Savaşı sırasında Hiroşima'ya karşı kullanılmıştı- 5 ila 6 ton arasında değişen büyük miktarda siyah duman üretecek. Güneş dünyadan ayrılacak ve böylece söz konusu sıcaklıklar 14. yüzyıldan 19. yüzyılın ortalarına kadar süren Küçük Buz Çağı’nda tespit edilen oranlara dek azalacak. Bu durum, farklı mahsullerin ekim süresini azaltacak ve küresel gıda ithalatını tehdit edecek. ABD ve Çin gibi ülkelerdeki mısır ve buğday gibi temel tarımsal ürünlerin üretimi, nükleer patlamayı izleyen ilk beş yıl içerisinde yüzde 20 ila 40 oranında azalacak.

Bilim adamları Robock ve Tone, sıcaklıklardaki söz konusu düşüşün en iyi ihtimalle 10 yıl boyunca devam edeceğini ve tespit edilen sıcaklık oranının son bin yıl boyunca daha önceki herhangi bir aşamadan daha az olacağını düşünüyorlar.

Nükleer Savaşı Önlemek İçin Uluslararası Hekimler Birliği (IPPNW) Başkanı Dr. Ira Helfand, bu sıkıntıların böyle sınırlı bir süre bile devam etmesinin yaklaşık iki milyar insanı kıtlığın eşiğine getireceğini ve bunun genellikle Avrupa’nın yanı sıra Güney Doğu Asya, Latin Amerika ve Kuzey Amerika'da yoğunlaşacağını kaydetti.

Helfand, iki milyar insanın ölümünün insanlığın sonu olmayacağını fakat, çağdaş uygarlığını sonu olacağını sözlerine ekledi.

Gıda miktarındaki düşüşün fiyatlara yansıması ile birlikte çok daha büyük neticeler meydana gelebilir. Doğal olarak dünyanın her yerinde mevcut kaynaklar üzerine çatışmalar ve hatta savaşlar olacak. Durum daha da kötüye gidebilir ve böylece devletlerin daha fazla yiyecek ve su kaynağını kontrol altına alma girişimleri ile birlikte ikinci bir nükleer savaş meydana gelebilir. Bu korkutucu bir senaryo gibi görünebilir, ancak işlerin daha korkutucu bir hal alması olasıdır.

Nükleer kış

Nükleer savaş durumunda dünyanın nihai senaryosu “nükleer kış” olarak adlandırılıyor. Böyle bir senaryo, sırasıyla 6450 ve 6850 nükleer başlığa sahip olan dünyanın en büyük iki nükleer gücü ABD ve Rusya arasında yaşanacak bir çatışma ile gerçekleşebilir. Nükleer kış senaryosunun gerçekleşmesi, Amerika ve Rusya'dan her birinin 2 bin kadar nükleer başlık kullanması gerekiyor. Her ülke bir diğerini devirmeye çalışacak ve onlarla birlikte insanlığın büyük bir kısmı tarihe karışacak.

Robock ve diğer bilim adamlarına göre böyle bir senaryo yaşanması durumunda, çatışmaların yayıldığı kentlerin ve çeşitli alanların yakılması ile birlikte yaklaşık 150 milyon ton siyah duman oluşacak. Bu dumanlar birkaç hafta içinde dünyanın çeşitli bölgelerine yayılacak ve sıcaklıklar eksi 6 dereceye kadar düşecek. Bu durum, savaşın patlak vermesinden sonraki ilk yıl boyunca böyle olacak ve sonraki yol yıl boyunca eksi 4 dereceye kadar artacak. Kuzey yarımküre aşırı soğuk havalara maruz kalırken, dünya üzerindeki çeşitli sektörler söz konusu durumdan etkilenecek.

Bilim adamlarının tahminlerine göre, bu durum hem hız hem de kapsam açısından insanoğlunun tarihinde eşi görülmemiş bir iklim değişikliğine sebep olacak. Ayrıca sıcaklıklarda görülen şiddetli düşüşler ile birlikte küresel tortullaşmada yüzde 45 oranında bir düşüş gözlenecek. Nükleer çatışmaların akabinde kalan kimselerin hayatlarını güvence altına almak için mahsul yetiştirme çabaları hemen hemen hiç başarılı olmayacak ve insanlar açlıktan ölecek. Nükleer savaşın yan etkilerinden biri de büyük miktarlarda ultraviyole radyasyonunun yeryüzüne sızmasına yol açması ve hemen hemen tüm ekosistemlere zarar vererek insanların doğada bulunmasını zorlaştırması olacak.

Ancak bazı uzmanlar, Robock ve meslektaşlarının teorilerine karşı çıkıyor. Nükleer kış kavramını ortaya atan ve aralarında California Üniversitesi'nde Klimatoloji Profesörü olan Dr. Richard B. Torco’nun da bulunduğu 5 bilim insanı, nükleer savaşın sonuçları hakkında ifade edilenlerin abartılı olduğunu ve böyle bir savaşın insanlığın ortadan kalkmasına sebep olmayacağını iddia ediyor.

John Reisner ve bir grup uzman, bu yılın şubat ayında, ABD hükümetinin görevlendirmesi ile gerçekleştirdiklerini bir çalışmanın sonucunda siyah dumanın etkisinin negatif olacağını teyit ettiler fakat, durumun Robock ve ekibinin beklediği kadar kötü olmayacağını ifade ettiler. Ancak, bir nükleer savaşın yüz milyonlarca veya milyarlarca insanın yaşamını kesinlikle etkileyeceği temel bir gerçek olarak olduğu yerde duruyor. Dünya üzerindeki herkes bu durumdan etkilenecek. Bu nedenle, bazıları böyle bir savaş riskini göze alamıyor ve bunu önlemek için ellerinden gelen her şeyi yapıyor.



Siyasi tutumları daha gerçekçi yorumlamaya yönelik bir yaklaşım

Birçok kişi bazı Ortadoğu meselelerinin bir anda kamuoyunun gündemine oturmasını ve aniden sesinin kısılarak kaybolmasını eleştiriyor (AFP)
Birçok kişi bazı Ortadoğu meselelerinin bir anda kamuoyunun gündemine oturmasını ve aniden sesinin kısılarak kaybolmasını eleştiriyor (AFP)
TT

Siyasi tutumları daha gerçekçi yorumlamaya yönelik bir yaklaşım

Birçok kişi bazı Ortadoğu meselelerinin bir anda kamuoyunun gündemine oturmasını ve aniden sesinin kısılarak kaybolmasını eleştiriyor (AFP)
Birçok kişi bazı Ortadoğu meselelerinin bir anda kamuoyunun gündemine oturmasını ve aniden sesinin kısılarak kaybolmasını eleştiriyor (AFP)

Muhammed Bedreddin Zayid
Pek çok akademik toplantıda, siyasi seminerde tartışmaların, dünyanın süper gücünün veya uluslararası ya da bölgesel güçlerin belirli konulardaki ilgisinin bir diğerinin lehine azalması etrafında döndüğü göze çarpar. Hatta bazen, sözgelimi Ortadoğu ve sorunlarının ABD için ne ölçüde öncelikli olduğu gibi, bu boyutlardan bazıları hakkında tartışmalar yapılır.
Bazen de sanki ilginin gerilemesi, kendisine gösterilen ilgi ve dikkatin azaldığı taraf için bir hakareti temsil ediyormuş gibi mesele tepkisel bir hava kazanır. Dünyada Filistin davasına ve özel olarak Arap dünyasına olan ilginin yanı sıra genel olarak Washington'un Ortadoğu'ya ilgisi, bölgesel aktörlerin rolleri, bölgenin sorunlarına bağlılık, aynı şekilde Lübnan meselesinde uluslararası ve Arap ilgisinin azalması hakkında dönen pek çok tartışma hatırlıyorum.
Aslında burada sunmak istediğim yaklaşım, uzmanların ve politikacıların bu konuda genellemeler ve varsayımlara girişebilecekleri, oysa pratik uygulamada gerçeklik ve motivasyonların çok daha basit olabilecekleridir. Gerçek bir temel olmaksızın bazen sürprizlere yol açanın bu olduğudur.
Filistin davasından başlayabiliriz; birkaç ay öncesine kadar, üzgün bir dille bu konuya ilginin azalması ve halkının çektiği acılar hakkında konuşuyorduk. Sonra olaylar patlak verdi ve Filistin tekrar olayların odağına yerleşti, yeniden konuşulmaya başlandı. Kısa bir süre öncesine kadar ona olan ilginin azaldığını tasavvur edenler, şimdi kendilerini nasıl gözden geçirebilirler? Aslında her iki görüş de çok fazla abartı içeriyor. Bu davanın son yıllardaki tarihini gözden geçiren, bu konuya ilginin pek çok iniş ve çıkışa tanık olduğunu keşfedecektir.
Keza tek sebep bu olmasa da, geçmişe göre ilginin azalmasının, Arap Baharı'ndan bu yana çatışma ve kriz odaklarının çeşitlenmesinde yattığını, Filistin davasının ayağının altındaki halıyı çeken birçok şey olduğunu da fark edecektir. Bu konuya daha sonra döneceğim.
Genel bir çerçeveden başlayabiliriz; o da bazen bu konuyla ilgilenenlerin, karar vericiler, yazarlar, araştırmacılar, gözlemciler veya vatandaşlar olsun insan olduklarını unutmamız. Dikkat edilirse kamusal meseleler ile iç ve dış politika konularına etkilendikleri ölçüde ilgi gösterdiklerini, hepimizin hayatımızda farklı derecelerde bildiklerimizin onlar için de geçerli olduğunu unutmuş gibi yapıyoruz. Bu gerçeklerden biri mesela, arabasıyla bir ürün satın almak ya da bir akrabasını, arkadaşını ziyaret etmeye giden birisi kaza yaptığında ya da ani bir acı hissettiğinde, bu yeni ve daha acil krizle yüzleşmek için rotasını değiştirmekten başka seçeneği olmadığıdır.
Çağdaş Arap dünyamızda karşı karşıya olduğumuz en belirgin husus, kriz noktalarının çokluğu ve herkesin bu sıkıntılarla mücadele eden halklara karşı ilgisizlikten yakınması. Bu nedenle, Arap Baharı ile başlayan ve öyle ya da böyle devam eden bir Filistin yakınması da var. Pek çok kişi ilginin yakında yeniden gerilemesinden endişe ediyor. Öte yandan, bugün milyonlarca Suriyeli de dünyanın kendilerini unuttuğundan yakınıyor. Ne rejimi değiştirebildiler, ne de dünyanın mevcut rejimi yeniden tanıyıp kabullenmesini engelleyebildiler. Ne çözüm gerçekleşti ne de rejim karşıtları rejim ve destekçilerinin zaferlerini kutlamasını istiyorlar. Hala çeşitli tarafların işgali altında olan geniş Suriye toprakları var. Dolayısıyla Suriye'de tanınmış bir yazar ve şahsiyetin ortaya çıkıp “Putin-Biden” zirvesinin ülkesi hakkında somut bir şey üretmediğini kaydetmesi anlaşılabilir. Öte yandan Filistin davasına sempati duyan birçok Suriyelinin bakış açısına göre, bu dava ilgi çekmeye devam edecek, ancak Suriye ve halkının krizi hakkında kimse konuşmak istemiyor. Aynısını, gerçek bir siyasi durgunluk sürecinde gibi görünen Yemen için de tahmin edebiliriz. Farklı televizyon kanallarını takip edenler, kendilerini bazen çelişki derecesine varacak kadar özdeş olmayan dünyalar karşısında bularak, şaşıp kalıyorlar.
Bölgedeki bir kriz hakkında her yazdığımda bana “hani Yemen?” diye soran Yemenli bir arkadaşım var. Krizleri, acıları, milyonlarcasının yerinden edilmesine ilişkin Arap ilgisinin zamansal ve mekansal kapsamıyla ilgili ağır Yemen eleştirileri, aşırı derecede uyumsuzluğuna dönük  ithamları olduğunu biliyorum. Kendilerine yönelik uluslararası ilgiye karşı benzer izlenimleri olduğunu da. Bu ilginin durgun suları hareketlendirmek için zaman zaman boşuna önerilen ve harcanan siyasi çabalarda kayda değer bir başarı sağlayamadan insani yönlere odaklanmasına ağır eleştirileri olduğundan haberim var.  
Birçok Lübnanlı arkadaşımdan duyduğum Lübnan şikayeti de, aslında diğer krizlerin ağırlığını, sayısını, bunların tüm uluslararası ve bölgesel sistemdeki aciliyetini görmezden geliyor. Yukarıda saydığımız gibi karar vericilerden medya ve vatandaşlara kadar ilgililerin tüm bu büyük aktivizmi takip ederken dikkatlerinin dağıldığını göz adı ediyor. Güçlü kurumların varlığında bile Lübnan meselesi doğal olarak eninde sonunda tek bir karar verici veya tek bir karar verici kurumla çatışacak.
Aracını çarptığı için yapmak istediği işi bırakıp daha acil olan krizi çözmeye yönelen kişi hakkında daha önce verdiğimiz örneğe, kişinin bu sorun ile başa çıkmak için ne yapması gerektiğini bilmiyor olabileceğini de ekleyebiliriz. Şahsi görüşüm, şu anda uluslararası ve bölgesel tarafların, bu krizleri çözmek veya kendisiyle başa çıkmak için ne yapılması gerektiğine dair belirli ve başarılı bir yol bilmedikleridir.
Örneğin Lübnan krizinde bölgesel ve uluslararası taraflar ve bunların arasında da baskın bir esas taraf var, o da İran. Ama İran aynı zamanda müttefiki "Hizbullah" aracılığıyla, Lübnan Cumhurbaşkanı Mişel Avn'a bağlı ve Cibran Basil liderliğindeki Özgür Yurtsever Hareketi ile karmaşık bir ittifakla da zincirlenmiş durumda. İkinci taraf, sahnenin karmaşıklığı konusunda oldukça bilgili ve tıpkı kendisinin Hizbullah'a ihtiyacı olduğu gibi, Hizbullah'ın da kendisine ihtiyacı olduğunun farkında. İran'ın gücü ve zayıflığı karmaşık bir bölgesel denge sahnesinde iç içe geçerken, rejimi bu çıkmazdan çıkarmaya çalışan diğer taraflar felç olmuş ya da çözüm için yeterli araçlara sahip değillermiş gibi görünüyorlar.
Suriye'de Rusya ve müttefiklerinin zaferlerini deklare etmesini engelleyen Batılı güçlerin elinde ne yeterli araç var ne de kimsenin istemediği, maddi ve insani kayıplarının oldukça maliyetli olabileceği yeni bir kapsamlı çatışmayı sürdürmek için gerçek bir istek yok.
Suriye rejimine muhalif bu cephedeki ana oyuncu, yani Türkiye kapasitesinin sınırlarını biliyor ve başka bir şey üzerine bahis oynuyor; sınırlarına bitişik bölgesel genişleme ve bölgesel denge ve çatışmalarda kullanmak amacıyla aşırılıkçı milisler kartını elinde tutmak. Bu sayede bugün “Libya” dosyasında olduğu gibi başka dosyalarda, yarın da belki başka alanlarda avantaj ve kazanımlar elde etmek istiyor.
Bunun ışığında, Suriye krizinin daha fazla uzamaması için bir çözüm ve çıkış yolu bulmak isteyen tarafların, bu krizle başa çıkmak için yeterli araçlara sahip olmadıkları için ellerinden bir şey gelmiyor. Tıpkı yukarıda bahsettiğimiz arabasıyla kaza yapan, kendisini tamir etmese de sürebilen ama bu nedenle birkaç gün sonra arabasının çalışacağının bir garantisi olmayan kişi gibi. Arabasını tamir edemiyor çünkü parası yok, ama gidip alışveriş yapıp, ekmek falan alıyor ya da erteleyebileceği bir işi halletmeye çalışıyor. Söylemek istediğimiz, tüm insanlar bir noktada karşı karşıya oldukları krizle yüzleşmeye takatleri kalmadığını kabullenmeyebilirler, ama asıl sorun ve zor olan ne politikacıların ne de ülkelerin bunu alenen kabul etmemeleridir.
Son olarak, son İsrail savaşının dersleri bunu doğruladı. Bütün dünyanın çözülmemiş Filistin meselesinin devam etmesinden, krizlerin ve meydan okumaların çokluğundan yorulduğu doğru, ama aynı zamanda herkes henüz baskı yapacak ve bu krizi çözecek yeterli güce sahip olmadığının da farkında. İsrail aşırı sağı böyle bir vehme kapılmış olabilir ama eninde sonunda meselenin bundan çok daha karmaşık olduğunu keşfedecek. Liderlerinde de meselenin karmaşıklığını görememelerine neden olan bir inatçılık ve kibir var veya projelerinin etkileneceği korkusuyla bunu deklare etmeye cesaret edemiyorlar. Tıpkı Filistinlilerin haklarını savunan ama en azından şimdiye kadar ne yapacağını bilemeyen onlarca birbirine karşıt politikacı gibi. Bunu ifşa ve itiraf edemiyorlar ve çok azı bunun ötesine geçen geçici düzenlemeler veya çözümler düşünecek bilgeliğe ve hayal gücüne sahip.