Fransız aydınlarının aynasında sömürgecilik

Fransız aydınlarının aynasında sömürgecilik
TT

Fransız aydınlarının aynasında sömürgecilik

Fransız aydınlarının aynasında sömürgecilik

On dokuzuncu yüzyılda başlayan sömürgeciliğin Jean Jacques Rousseau ve Immanuel Kant felsefesi ile temsil edilen yüksek aydınlanma ilkelerine bir ihanet mahiyetinde olduğuna hiç şüphe yoktur. Bu ilkeler, yalnızca beyaz ve sarışın Batı insanının değil, her insanın özgürlük ve değerine saygı gösteren evrensel ilkelerdi. Ancak bayrağını yükselten Batı, tam tersini yaparak halkları sömürdü ve özgürlükleri ile servetlerini ellerinden çekip aldı. Ama tabi ‘medeniyet’ getiriyordu ya, bunları yaparken halkları kendi evlerinde küçük düşürüp en değerli şeylerine el koymuş, ne gam! Fransız, Arap ve daha başkalarından oluşan onlarca araştırmacının katıldığı, Sorbonne Üniversitesi Modern Tarih Bilimi profesörü ve sömürgecilik ve sonrası dönemin uzmanlarından biri olan ünlü Fransız tarihçi Claude Liauzu’nun sorumluluğunu üstlendiği büyük ansiklopedik kitabın satır ve satır aralarında okuduğumuz budur. Kitabın girişinde şu soru ortaya atılıyor: Niçin sömürgeciliğe özel bir sözlük hazırladık? Acaba sömürgecilik dönemi sona ermedi mi? Öyleyse neden onu yeniden gündeme getiriyor; yaraları deşip durgun suları harekete geçiriyoruz?
El-Cevap: Sömürgecilik meselesi, bitişi üzerinden yarım asırdan fazla bir süre geçmiş olmasına rağmen hala Fransız toplumunu meşgul ediyor. Gerçek şu ki, Fransa topraklarında eski sömürgelerden yadigâr milyonlarca insan varlığı bu sorunu daimi kılıyor. Arap, Müslüman, Faslı ve Afrikalı bu ayaklı hatıraların çoğu Fransa’yı kınıyor. Öyle ya anavatanlarını sömürüp aşağılamış, kimliklerini yok etmeye çabalamış; yetmemiş oraya göç etmelerinden sonra onları tekrar küçük düşürüp onları iş fırsatı, düzgün konut ve sair şeylerden mahrum bırakmış; dolayısıyla onlara karşı kendisine tâbi olan sömürge muamelesini sürdürmüş. Fransız aşırı sağı, bu toplulukların topraklarında yerleşmesini tersinden sömürge olarak görüyor! Fransa’da yaşayan gurbetçilere şöyle diyor: Biz sizin ülkenizi bırakıp çıktık. Siz neden milyonlar olup bize geldiniz? Yoksa bizden intikam alıp sizi sömürdüğümüz gibi bizi sömürmek mi niyetiniz?
Claude Liouzu girişte ortaya attığı soruya şu sözleri ekliyor: Dikkat çekmeye çalıştığımız üzere sömürgecilik evresi sona ermiş olsa bile sömürgecilik meselesi, tam anlamıyla bitmiş değil. Fransa, eski sömürge insanlarından özür dilemediği sürece bu sorun öylece kalacaktır. Tüm olayları, kişileri ve efsaneleri ile sömürgecilik dönemine dair kapsamlı olan sözlük, bunun için yazılmıştır”.
Bu yeni sözlüğün maddeleri diğer tüm sözlükler gibi alfabetik sıraya göre düzenlendi. Mesela büyük müsteşrik Jacques Berque’nin konuyla ilişkisini öğrenmek istiyorsak, sözlükte ‘B’ harfini açıp aranan maddeye doğru yol almamız yeterli. Maddeyi bulduğumuzda karşımıza çıkan bilgiler şu şekilde: Fransız bir oryantalist olup 1910 ila 1995 yılları arasında yaklaşık 85 yıllık bir ömür sürmüştür. Cezayir’de doğan Berque’nin babası Auguste Berque, sömürge idaresinin bir çalışanı olup Arap-İslam toplulukları konusunda önemli bir uzmandı.
Oğlu da aynı çizgide yürüdü ve babasını da aşarak Fransız bilim kuruluşlarının en iyisi olan College de France’ta hocalık seviyesine ulaştı. Jacques Berque önce Fas’ın uzak bölgelerinde sömürge yönetiminin çalışanlarından biriydi ancak bu mesleği bırakarak bilimsel araştırmalara adandı. Böylelikle doğusundan batısına Arap toplumlarını gayet iyi bilen büyük bir şarkiyatçı haline geldi. Paris’te bir kısmı sonraları meşhur olan Arap aydınlar, peş peşe onun rahle-i tedrisinden geçerek mezun oldu. Onun 50 yıllık süre zarfında Arap toplumlarımızda meydana gelen değişimleri ve evreleri incelediği bilinmektedir. Başlarda Massignon’un öğrencisi olan Berque daha sonra yöntem bakımından ondan ayrıştı. Mısır ve diğer Arap topluluklarının araştırılmasında modern sosyolojik yöntemler izledi. Massignon ise soyut veya geleneksel düşünce tarihine bağlı kaldı ve birey ile toplumun sosyolojik ve tarihi koşullarıyla çok fazla ilgilenmedi. Tüm bunların yanı sıra o, derinlikli bir imana sahip dindar bir insan olarak, İslam ve Hristiyan inancı arasında karşılaştırma yapma konusunda takıntılıydı.
Hayatının son demlerinde Berque, tüm vaktini ve çabasını Kur’an-ı Kerim tercümesine ayırdı. Jacques Berque hayatının ilk yıllarında kendi de uygulamış olmasına rağmen sömürgeci hâkimiyet rejimini kınadı. Arap, Fransız ve Avrupalı unsurların uzak geçmişte olduğu gibi bir arada yaşadığı yeni bir Endülüs yaratma çağrısında bulundu. Gelişmiş Endülüs medeniyeti yeniden var olabilir mi?
Medeniyetler arasındaki diyalog, medeniyetler çatışmasına üstün gelebilecek mi?
Bu türden temenniler, İhvan ve DEAŞ çağında deli saçması gibi duruyor. Ama bırakın da azıcık hayal kuralım.
Hayal kurmak da yasak değil a!
Jacques Berque tıpkı hocası Massignon veya öğrencisi Andre Miquel gibi Fransa ve Arap dünyası arasında kayda değer bir medeniyet köprüsü kurdu.
Sırası gelmişken şu değerli hatıraya da bir bahis açayım: Bir gün Jacques Berque’nin kütüphanesini ziyaret edip orada bulunan yaratıcı yazar Emin ez-Zavi ve daha başkaları ile sohbet etmiştim. Bu, kopuntudaki (diasporadaki) Arap yazarların ilk buluşmasıydı. Emin el-Zavi’nin sorumluluğunda, genel müdürlüğünü yaptığı Cezayir Milli Kütüphanesi’nin ev sahipliğinde gerçekleşiyordu.
Son gün yüksek dağlara tırmanıp İbn Haldun’un meşhur Mukaddime’sini yazdığı mağarayı ziyaret ettik (bereketine nail olduk!).
Bilindiği üzere o kendisini takip eden atlı vahşiler karşısında hayatını korumak için oraya saklanmıştı.
Biz buna bugün istihbarat diyoruz. Ancak onun döneminin istihbaratı, Mars’ta bile olsa elinden hiçbir şeyin kaçamayacağı ahtapot ağlarına ve dev imkânlara sahip günümüz istihbaratı ile kıyaslandığında şaka gibiydi! Ondan sonra Tiaret eyaletine bağlı Frenda şehrine giderek bir diğer büyük düşünür Jacques Berque’nin kütüphanesini ziyaret ettik. Onun, on binlerce kitabı barındıran kişisel kütüphanesini, ölümünden önce doğduğu ve Fransa’ya taşınana kadar yetiştiği Frenda şehrine bağışladığı bilinir. O bir bakıma benim tahmin ettiğimin aksine Fransa’da doğmamış bir Cezayir kökenlidir. Malum olduğu üzere Frenda şehri, yüksek dağların başındaki Cezayir başkentinin batısından 350 km uzaklıkta yer almaktadır.
Şimdi sözlükte bir başka büyük Fransız düşünürü Andre Gide’nin adını bulalım. Bizi ne tür bir bilgi bekliyor peki? Görüyoruz ki o, Kongo’ya Yolculuk (1927) ve Çad’dan Dönüş (1928) adlı iki kitabında sömürge zihniyetini ve sömürgeciliği kınıyor ve sömürge zihniyetiyle girdikleri bölgelerin zenginliklerini ele geçirmek için Afrika’da ofis açan sömürgeci şirketlere şiddetli bir şekilde saldırıyor. Gerçekten de Andre Gide, nereden gelirse gelsin zulmü ve aşağılamayı hor gören insancıl ve özgürlükçü bir yazardı. Romanlarında da yerleşimcilerin açgözlülüğünü ve Afrika ülkelerini olabildiğince sömürme arzularını resmetmiştir. Kitaplarında şu ifadeyi kullanır: “Sömürülen Afrika ülkelerine ilk defa giderken sömürge karşıtı değildim. Ancak yerli unsurlara ırkçı ve aşağılayıcı bir şekilde nasıl muamele ettiklerini gördüğümde, sömürgeciliğin en azılı düşmanlarından biri haline geldim. Sömürgecilik, temelinden zalim, aşağılık ve aşağılayıcı bir sistemdir. Bu, bizim gibi medeni olan veya medeniyet iddiası taşıyan halklar için bir utançtır”. Bunlar, Taha Hüseyin’in bir zamanlar hakkında konuştuğu ve edebi yeteneğini övdüğü Andre Gide’in kaleminden dökülen sözler.
Ünlü yazar Anatole France’a (1844-1924) gelecek olursak, o da sömürgeciliğin en sert düşmanlarından biriydi. Onu 1896 yılında Fransız Akademisi’ne üye olarak seçtiklerinde zannettiler ki, o da ‘akıllılık’ edip sömürgeciliği destekleyen Fransız partisinin saflarına katılacak. Ancak o bunu reddetti ve temelinden itibaren sömürgeci projeyi eleştirerek ‘barbar’ halklara medeniyet götürme veya onu medeniyet dairesine dâhil etme yönündeki iddiaları çürütmeye başladı. 1906 yılında sömürgeci barbarlığın aleyhinde bir konuşma yaparak, “Araplar, siyahiler ve diğerleri şimdiye dek bizim medeniyetimizden kıyım, sömürü, zulüm ve yerleşimden başkaca bir şey görmedi. Medeniyet bunun neresinde?
Ey Yöneticiler! Sömürgecilik, barbarlığın en aşağılık türüdür. Bu vahşi sömürgecilik ve insanlık dışı faaliyetlerin Afrika, Hindistan, Çin ve Arap dünyasındaki milyonlarca insanın bize kin duymasına sebep olacağını bilmez misiniz?
Sömürgecilik de sömürgeciler de yerin dibine batsın” ifadelerini kullanmıştı. Günler gerçekten de onun kehanetini doğruladı: Sömürgecilik ortadan kalktı ancak zulüm görmüş halklarda oluşan kin ateşi hala sönmüş değil.
İsterseniz Cezayirlilere sorun!
Araştırmacılardan biri şu soruyu ortaya atıyor:
Ünlü şarkiyatçı Louis Massignon’un sömürgecilik karşısındaki tutumu nedir?
Sözlüğün buna cevabı şu şekilde: Bir süre Fransa Dışişleri Bakanlığı’nda müsteşar olarak görev yapsa da sömürgeciliğe karşıydı. Ancak siyasetçiler, onun nasihatlerini nadiren dikkate alıyordu. Bundan dolayı hayatını İslam mirası ve özellikle de tasavvuf çalışmalarına adadı.
Sonraları Hallac-ı Mansur hakkında birkaç parça halinde büyük bir eser yayınladı. Tüm varlığı ile bu konu içerisinde eriyerek yazdığı bu eser, yazdıkları arasında en parlak olanlardan biridir ve hala araştırmacıların başucu kaynağıdır.
Tüm bunlara ek olarak Massignon, İslam ve Hristiyanlığı birbirine yaklaştırmak için büyük çabalar sarf etmiş; daha sonraları moda olan medeniyetler veya dinler arası diyalogun asıl başlatıcısı olmuştur. Bundan hareketle 1926 yılında Fransa’da bugün bile yayın faaliyetini sürdüren İslam Araştırmaları Dergisi’ni kurmuştur. Öğrencisi olan Jacques Berque, İslam’a olan eğilimi ve Müslümanların inanç ve yaşam tarzına olan muhabbetinden ötürü onu ‘Büyük Şeyh’ olarak adlandırmıştır. Fransa ile Arap dünyasının ilişkilerini iyileştirmeyi gerçekten de çok arzuluyordu. Onun, Fransa’nın General De Gaulle ve takipçilerinin de izlediği Arap siyasetini başlatan kişi olduğu söylenebilir. Massignon 1883 ila 1962 yılları arasında 79 yıla yakın bir hayatı yaşadı.
Gelelim ünlü romancı François Mauriac’a (1885-1970)…
O da hayatının ilk yıllarında sömürgeci politikaları destekleyenler arasındaydı. O kadar ki 1925 yılında Etiyopya’daki faşist sömürgeciliği kınayan komünistler ve sürrealistlere (gerçeküstücü akım) karşı bir bildiriye imza attı. Ancak İspanya savaşı ve Fransa’ya yönelik Nazi işgalinin ardından tutumunu değiştirerek işgal ve sömürgeciliğin her biçimine nefret besler hale geldi. 1952 yılında Mauriac, başarılı romanlarından ötürü Nobel Edebiyat Ödülü’ne layık görüldü. O esnada sömürgeciliğin en azılı düşmanlarından biri olup Hıristiyan Tanık adlı meşhur gazeteyi kuran Hıristiyan aydın Robert Barrett ile tanıştı. Bu gazete, Fransa’nın sömürgeci faaliyetlerine ve dünyanın farklı bölgelerinde bu sömürgeciliğin işlediği suçlara karşı duran solcu Hıristiyan yazarların büyük çoğunluğunu etrafına toplamıştı.



Trump: Gazze anlaşmasının ikinci aşaması başladı, Mısır önemli bir rol oynuyor

TT

Trump: Gazze anlaşmasının ikinci aşaması başladı, Mısır önemli bir rol oynuyor

Trump: Gazze anlaşmasının ikinci aşaması başladı, Mısır önemli bir rol oynuyor

ABD Başkanı Donald Trump Pazartesi günü Gazze anlaşmasının ikinci aşamasının başladığını söyledi. Gazze'deki savaşı sona erdirmek için düzenlenen uluslararası zirve öncesinde Mısır Cumhurbaşkanı Abdülfettah el-Sisi ile bir araya gelen Trump, Kahire'nin İsrail ile Hamas arasında imzalanan son ateşkes anlaşmasında önemli bir rol oynadığını belirtti.

ABD Başkanı, Mısırlı mevkidaşı ile birlikte eş başkanlığını üstlendiği Gazze'deki savaşı sona erdirmek için düzenlenen zirveye katılmak üzere Mısır'ın Şarm el-Şeyh kentine geldi.

Trump, İsrail'den üç saat geç geldi. İsrail'de Knesset'te yaptığı konuşmada “yeni bir Ortadoğu için tarihi bir şafak”tan bahsetti. Zirvede, iki yıl süren yıkıcı savaşın ardından İsrail ile Hamas arasında ateşkesin sağlanması için bir anlaşma imzalanması bekleniyor.


İran Cumhurbaşkanı: Zorbalığa boyun eğmeyeceğiz

İran Cumhurbaşkanı Mesud Pezeşkiyan (Reuters)
İran Cumhurbaşkanı Mesud Pezeşkiyan (Reuters)
TT

İran Cumhurbaşkanı: Zorbalığa boyun eğmeyeceğiz

İran Cumhurbaşkanı Mesud Pezeşkiyan (Reuters)
İran Cumhurbaşkanı Mesud Pezeşkiyan (Reuters)

İran Cumhurbaşkanı Mesud Pezeşkiyan, "16 komşusu olan İran gibi bir ülke için yaptırım ve baskı politikası kolay kolay meyve vermez" dedi.

Bugün ülkenin dört bir yanındaki il başkanlarıyla toplantıya başkanlık eden Pezeşkiyan, "Komşularımızla etkileşimlerimizi iyi yönetebilirsek, baskıların üstesinden gelebiliriz" diye konuştu. İçişleri Bakanı'na, sınır illerinin yöneticileri ile istişare ederek komşu ülkelerdeki mevkidaşlarıyla etkileşim ve iş birliği planı geliştirilmesi talimatını verdi.

Pezeşkiyan şöyle devam etti: "Biz İran'da kimseye irademizi dayatmak istemiyoruz, ancak aynı zamanda baskıya veya zorbalığa boyun eğmiyoruz. Kimsenin toprağına göz dikmiyoruz; ancak dayanışmamız, iş birliğimiz ve birliğimizle toprağımıza göz dikenlerin gözünü kör edeceğiz."

İran, nükleer programı nedeniyle yaptırımların yeniden uygulanmasıyla yoğun bir Amerikan ve Batı baskısı altında. Tahran ve Washington arasındaki doğrudan diyalog ise askıda.

Ancak Washington, topu İran'ın sahasına atıyor. ABD Dışişleri Bakanlığı sözcüsü, "Washington, Tahran ile doğrudan ve ciddi bir diyaloğa girmeye hazır, ancak İran rejimi yetkilileri şimdiye kadar bu teklifi reddetti" dedi.

İran International'ın bugün ismi açıklanmayan bir Dışişleri Bakanlığı sözcüsünden aktardığına göre, Washington, Başkan Donald Trump'ın açıkladığı gibi, ABD'nin, İran'ın nükleer programını askıya alması karşılığında anlamlı müzakerelere ve tam iş birliğine hazır olduğunu ifade etti.

“Başkan Trump, İran'ın nükleer silaha sahip olamayacağını defalarca vurguladı. Bu, ABD'nin kesin ve değişmez bir tutumu. ABD başkanının da söylediği gibi, İranlılar müzakere etmek istiyorlarsa, top onlardadır. Bu diyalogdan fayda sağlayacak olanlar onlardır.”

ABD Dışişleri Bakanlığı'nın Washington'un Tahran ile doğrudan diyalog kurmaya şartlı olarak hazır olduğunu açıklaması, İranlı yetkililerin daha önce Beyaz Saray'ın Tahran'ın müzakerelerle ilgili gönderdiği sayısız mesaja yanıt vermediğini belirttiği bir zamanda geldi.

Ancak 9 Ekim Perşembe günü ABD Başkanı Donald Trump, İran rejimi yetkililerinin kendi yönetimiyle temasa geçerek “barış arayışında” olduklarını ve Gazze'deki savaşı sona erdirmek için varılan anlaşmaya güçlü destek verdiklerini ifade ettiklerini açıkladı.

Trump, ABD yönetimiyle Beyaz Saray'da yaptığı görüşmede, İran nükleer meselesindeki çıkmazın çözülmesinin, geçen haziran ayında ABD ve İsrail'in gerçekleştirdiği saldırıların ardından ülkenin yeniden inşasının önünü açacağını umduğunu söyledi ve İran'ın "nükleer silaha sahip olamayacağını" vurguladı.

Trump, "İran'a bir saldırının kesinlikle gerekli olduğuna inanıyorum çünkü eğer bu olmasaydı, İran muhtemelen şimdiye kadar birkaç nükleer silaha sahip olurdu. Bu durumda, bir anlaşma imzalasak bile, belirsizliklerle dolu, anlam ve etkiden yoksun olurdu" ifadesini kullandı.

Trump, "İran artık farklı. Yetkilileri bize barış için çalışmak istediklerini söylediler ve bu anlaşmaya tam desteklerini açıkladılar. Bu anlaşmanın mükemmel olduğuna inanıyorlar. Tavırlarını takdir ediyoruz ve İran ile iş birliği yapacağız" şeklinde konuştu.

Trump, "İran'a önemli yaptırımlar uyguladık, ancak ülkelerini yeniden inşa edebileceklerini umuyoruz; nükleer silaha sahip olamazlar" dedi.

Trump'ın bu sözleri, ABD Hazine Bakanlığı'nın İran'a kapsamlı ek yaptırımlar uygulamasının ardından geldi.

ABD Başkanı, 5 Ekim Pazar günü, nükleer programını yeniden başlatmaya kalkışması halinde ABD'nin "İran ile tekrar muhatap olacağı" konusunda uyardı.

ABD'nin, İsrail'in Tahran'a karşı başlattığı sürpriz askeri harekâtın bir parçası olarak 22 Haziran'da İran'ın nükleer programının üç önemli tesisini hedef aldığını belirtmekte fayda var. Gözlemciler, bu saldırının İran'ın askeri altyapısına on yıllardır verilen en ağır darbe olduğunu değerlendiriyor. Trump, saldırılardan iki gün sonra ateşkes emri verdi.

İran Dışişleri Bakanı Abbas Arakçi, 7 Ekim Salı günü yaptığı açıklamada, Tahran ve Washington arasında "müzakere yoluyla çözüme" ulaşmaktan başka bir çözüm olmadığını belirtti.

X platformunda yaptığı bir paylaşımda, geçen haziran ayında İran'ın nükleer programıyla ilgili yapılan müzakerelere atıfta bulunarak, Tahran ve Washington'ın "yeni ve tarihi bir nükleer anlaşmaya varmaya yakın" olduğunu söyledi.

28 Ağustos'ta İngiltere, Fransa ve Almanya, BM'nin İran'a yönelik yaptırımlarını yeniden yürürlüğe koyması için 30 günlük bir süre tanıdı. Bu süreç, Tahran'ın müttefiklerinin yaptırımları erteleme veya arabuluculuk girişimlerinin ardından Tahran'a yönelik yaptırımların yeniden yürürlüğe girmesiyle sona erdi.

Şamhani

İran Yüksek Ulusal Savunma Konseyi üyesi Ali Şamhani ise “yaptırımlar, dünyadaki ülkelerin silahlanma konusunda bizimle ciddi bir iş birliği yapmasını engelliyor” dedi.

Şarku’l Avsat’ın IRNA’dan aktardığına göre Şamhani, "Muhammed Hatemi (eski İran Cumhurbaşkanı) döneminde Savunma Bakanı olarak atandığımda nükleer bomba üretmeyi umuyordum. O döneme geri dönebilseydim, kesinlikle atom bombası üretmeyi tercih ederdim" ifadelerini kullandı.

Şamhani ayrıca, İran eski Cumhurbaşkanı Hasan Ruhani ile birlikte "Ukrayna uçağının Devrim Muhafızları füzeleri tarafından düşürüldüğünü en başından beri bildiklerini" kabul etti.

İran eski Cumhurbaşkanı İbrahim Reisi'nin uçağının düşmesinin ardından ölümüyle ilgili olarak Şamhani, "Araştırmacıların teknik kapasitesine göre, herhangi bir dış veya İsrail kaynaklı bir olay söz konusu değil, ancak sebep teşhis kapasitemizin ötesinde olabilir" şeklinde konuştu. 


Medvedev: Tomahawk füzelerinin Ukrayna'ya verilmesinin özellikle Trump açısından ciddi sonuçları olacak

Bir ABD savaş gemisinden fırlatılan Tomahawk füzeleri (Reuters)
Bir ABD savaş gemisinden fırlatılan Tomahawk füzeleri (Reuters)
TT

Medvedev: Tomahawk füzelerinin Ukrayna'ya verilmesinin özellikle Trump açısından ciddi sonuçları olacak

Bir ABD savaş gemisinden fırlatılan Tomahawk füzeleri (Reuters)
Bir ABD savaş gemisinden fırlatılan Tomahawk füzeleri (Reuters)

Eski Rusya Devlet Başkanı Dmitriy Medvedev bugün yaptığı açıklamada, ABD'nin Ukrayna'ya Tomahawk füzeleri tedarik etmesinin ABD Başkanı Donald Trump için vahim sonuçlar doğurabileceğini söyledi.

Sosyal medyada Trump'a defalarca yüklenen Medvedev, konvansiyonel Tomahawk füzeleri ile nükleer savaş başlığı donanımlı füzeleri fırlatıldıktan sonra ayırt etmenin imkânsız olduğunu belirtti. Bu husus, Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin'in sözcüsü tarafından da vurgulanmıştı.

Medvedev, Telegram'da yaptığı bir paylaşımda, “Rusya nasıl tepki vermeli?” diye sordu. Şarku’l Avsat’ın Reuters'tan aktardığına göre bu, Moskova'nın tepkisinin nükleer olacağına dair bir ipucu gibi görünüyor.

Trump dün, Putin Ukrayna'daki savaşı sona erdirmezse Kiev'e uzun menzilli Tomahawk füzeleri tedarik edebileceğini yineledi.

Trump şunları söyledi: “Evet, belki ona (Putin) savaş çözülmezse bunu kolayca yapabileceğimizi söyleyeceğim. Yapmayabiliriz, ama yapabiliriz de... Tomahawk füzelerinin kendilerine nişan alınmasını isterler mi? Sanmıyorum.”

Medvedev ise sosyal medya hesabında şöyle yazdı: “Bunun da boş bir tehdit olduğunu ummak zorundayız... Rusya'ya nükleer denizaltılar göndermek gibi.” Bu ifadeleriyle, Trump'ın ağustos ayında, Medvedev'in savaş tehdidi hakkındaki ‘son derece kışkırtıcı’ açıklamalarına yanıt olarak iki nükleer denizaltının Rusya'ya yaklaşmasını emrettiğini belirten açıklamasına atıfta bulunuyordu.

Putin, Ukrayna'ya 2 bin 500 kilometre menzile sahip ve Moskova da dahil olmak üzere Rusya'daki herhangi bir yeri vurabilen Tomahawk füzeleri tedarik etmenin Moskova ile Washington arasındaki ilişkileri bozacağını söyledi.

Ukrayna Cumhurbaşkanı Vladimir Zelenskiy, Ukrayna'nın Tomahawk füzelerini yalnızca askeri amaçlarla kullanacağını ve tedarik edilmesi halinde Rusya'daki sivilleri hedef almayacağını ifade etti.