Fransız aydınlarının aynasında sömürgecilik

Fransız aydınlarının aynasında sömürgecilik
TT

Fransız aydınlarının aynasında sömürgecilik

Fransız aydınlarının aynasında sömürgecilik

On dokuzuncu yüzyılda başlayan sömürgeciliğin Jean Jacques Rousseau ve Immanuel Kant felsefesi ile temsil edilen yüksek aydınlanma ilkelerine bir ihanet mahiyetinde olduğuna hiç şüphe yoktur. Bu ilkeler, yalnızca beyaz ve sarışın Batı insanının değil, her insanın özgürlük ve değerine saygı gösteren evrensel ilkelerdi. Ancak bayrağını yükselten Batı, tam tersini yaparak halkları sömürdü ve özgürlükleri ile servetlerini ellerinden çekip aldı. Ama tabi ‘medeniyet’ getiriyordu ya, bunları yaparken halkları kendi evlerinde küçük düşürüp en değerli şeylerine el koymuş, ne gam! Fransız, Arap ve daha başkalarından oluşan onlarca araştırmacının katıldığı, Sorbonne Üniversitesi Modern Tarih Bilimi profesörü ve sömürgecilik ve sonrası dönemin uzmanlarından biri olan ünlü Fransız tarihçi Claude Liauzu’nun sorumluluğunu üstlendiği büyük ansiklopedik kitabın satır ve satır aralarında okuduğumuz budur. Kitabın girişinde şu soru ortaya atılıyor: Niçin sömürgeciliğe özel bir sözlük hazırladık? Acaba sömürgecilik dönemi sona ermedi mi? Öyleyse neden onu yeniden gündeme getiriyor; yaraları deşip durgun suları harekete geçiriyoruz?
El-Cevap: Sömürgecilik meselesi, bitişi üzerinden yarım asırdan fazla bir süre geçmiş olmasına rağmen hala Fransız toplumunu meşgul ediyor. Gerçek şu ki, Fransa topraklarında eski sömürgelerden yadigâr milyonlarca insan varlığı bu sorunu daimi kılıyor. Arap, Müslüman, Faslı ve Afrikalı bu ayaklı hatıraların çoğu Fransa’yı kınıyor. Öyle ya anavatanlarını sömürüp aşağılamış, kimliklerini yok etmeye çabalamış; yetmemiş oraya göç etmelerinden sonra onları tekrar küçük düşürüp onları iş fırsatı, düzgün konut ve sair şeylerden mahrum bırakmış; dolayısıyla onlara karşı kendisine tâbi olan sömürge muamelesini sürdürmüş. Fransız aşırı sağı, bu toplulukların topraklarında yerleşmesini tersinden sömürge olarak görüyor! Fransa’da yaşayan gurbetçilere şöyle diyor: Biz sizin ülkenizi bırakıp çıktık. Siz neden milyonlar olup bize geldiniz? Yoksa bizden intikam alıp sizi sömürdüğümüz gibi bizi sömürmek mi niyetiniz?
Claude Liouzu girişte ortaya attığı soruya şu sözleri ekliyor: Dikkat çekmeye çalıştığımız üzere sömürgecilik evresi sona ermiş olsa bile sömürgecilik meselesi, tam anlamıyla bitmiş değil. Fransa, eski sömürge insanlarından özür dilemediği sürece bu sorun öylece kalacaktır. Tüm olayları, kişileri ve efsaneleri ile sömürgecilik dönemine dair kapsamlı olan sözlük, bunun için yazılmıştır”.
Bu yeni sözlüğün maddeleri diğer tüm sözlükler gibi alfabetik sıraya göre düzenlendi. Mesela büyük müsteşrik Jacques Berque’nin konuyla ilişkisini öğrenmek istiyorsak, sözlükte ‘B’ harfini açıp aranan maddeye doğru yol almamız yeterli. Maddeyi bulduğumuzda karşımıza çıkan bilgiler şu şekilde: Fransız bir oryantalist olup 1910 ila 1995 yılları arasında yaklaşık 85 yıllık bir ömür sürmüştür. Cezayir’de doğan Berque’nin babası Auguste Berque, sömürge idaresinin bir çalışanı olup Arap-İslam toplulukları konusunda önemli bir uzmandı.
Oğlu da aynı çizgide yürüdü ve babasını da aşarak Fransız bilim kuruluşlarının en iyisi olan College de France’ta hocalık seviyesine ulaştı. Jacques Berque önce Fas’ın uzak bölgelerinde sömürge yönetiminin çalışanlarından biriydi ancak bu mesleği bırakarak bilimsel araştırmalara adandı. Böylelikle doğusundan batısına Arap toplumlarını gayet iyi bilen büyük bir şarkiyatçı haline geldi. Paris’te bir kısmı sonraları meşhur olan Arap aydınlar, peş peşe onun rahle-i tedrisinden geçerek mezun oldu. Onun 50 yıllık süre zarfında Arap toplumlarımızda meydana gelen değişimleri ve evreleri incelediği bilinmektedir. Başlarda Massignon’un öğrencisi olan Berque daha sonra yöntem bakımından ondan ayrıştı. Mısır ve diğer Arap topluluklarının araştırılmasında modern sosyolojik yöntemler izledi. Massignon ise soyut veya geleneksel düşünce tarihine bağlı kaldı ve birey ile toplumun sosyolojik ve tarihi koşullarıyla çok fazla ilgilenmedi. Tüm bunların yanı sıra o, derinlikli bir imana sahip dindar bir insan olarak, İslam ve Hristiyan inancı arasında karşılaştırma yapma konusunda takıntılıydı.
Hayatının son demlerinde Berque, tüm vaktini ve çabasını Kur’an-ı Kerim tercümesine ayırdı. Jacques Berque hayatının ilk yıllarında kendi de uygulamış olmasına rağmen sömürgeci hâkimiyet rejimini kınadı. Arap, Fransız ve Avrupalı unsurların uzak geçmişte olduğu gibi bir arada yaşadığı yeni bir Endülüs yaratma çağrısında bulundu. Gelişmiş Endülüs medeniyeti yeniden var olabilir mi?
Medeniyetler arasındaki diyalog, medeniyetler çatışmasına üstün gelebilecek mi?
Bu türden temenniler, İhvan ve DEAŞ çağında deli saçması gibi duruyor. Ama bırakın da azıcık hayal kuralım.
Hayal kurmak da yasak değil a!
Jacques Berque tıpkı hocası Massignon veya öğrencisi Andre Miquel gibi Fransa ve Arap dünyası arasında kayda değer bir medeniyet köprüsü kurdu.
Sırası gelmişken şu değerli hatıraya da bir bahis açayım: Bir gün Jacques Berque’nin kütüphanesini ziyaret edip orada bulunan yaratıcı yazar Emin ez-Zavi ve daha başkaları ile sohbet etmiştim. Bu, kopuntudaki (diasporadaki) Arap yazarların ilk buluşmasıydı. Emin el-Zavi’nin sorumluluğunda, genel müdürlüğünü yaptığı Cezayir Milli Kütüphanesi’nin ev sahipliğinde gerçekleşiyordu.
Son gün yüksek dağlara tırmanıp İbn Haldun’un meşhur Mukaddime’sini yazdığı mağarayı ziyaret ettik (bereketine nail olduk!).
Bilindiği üzere o kendisini takip eden atlı vahşiler karşısında hayatını korumak için oraya saklanmıştı.
Biz buna bugün istihbarat diyoruz. Ancak onun döneminin istihbaratı, Mars’ta bile olsa elinden hiçbir şeyin kaçamayacağı ahtapot ağlarına ve dev imkânlara sahip günümüz istihbaratı ile kıyaslandığında şaka gibiydi! Ondan sonra Tiaret eyaletine bağlı Frenda şehrine giderek bir diğer büyük düşünür Jacques Berque’nin kütüphanesini ziyaret ettik. Onun, on binlerce kitabı barındıran kişisel kütüphanesini, ölümünden önce doğduğu ve Fransa’ya taşınana kadar yetiştiği Frenda şehrine bağışladığı bilinir. O bir bakıma benim tahmin ettiğimin aksine Fransa’da doğmamış bir Cezayir kökenlidir. Malum olduğu üzere Frenda şehri, yüksek dağların başındaki Cezayir başkentinin batısından 350 km uzaklıkta yer almaktadır.
Şimdi sözlükte bir başka büyük Fransız düşünürü Andre Gide’nin adını bulalım. Bizi ne tür bir bilgi bekliyor peki? Görüyoruz ki o, Kongo’ya Yolculuk (1927) ve Çad’dan Dönüş (1928) adlı iki kitabında sömürge zihniyetini ve sömürgeciliği kınıyor ve sömürge zihniyetiyle girdikleri bölgelerin zenginliklerini ele geçirmek için Afrika’da ofis açan sömürgeci şirketlere şiddetli bir şekilde saldırıyor. Gerçekten de Andre Gide, nereden gelirse gelsin zulmü ve aşağılamayı hor gören insancıl ve özgürlükçü bir yazardı. Romanlarında da yerleşimcilerin açgözlülüğünü ve Afrika ülkelerini olabildiğince sömürme arzularını resmetmiştir. Kitaplarında şu ifadeyi kullanır: “Sömürülen Afrika ülkelerine ilk defa giderken sömürge karşıtı değildim. Ancak yerli unsurlara ırkçı ve aşağılayıcı bir şekilde nasıl muamele ettiklerini gördüğümde, sömürgeciliğin en azılı düşmanlarından biri haline geldim. Sömürgecilik, temelinden zalim, aşağılık ve aşağılayıcı bir sistemdir. Bu, bizim gibi medeni olan veya medeniyet iddiası taşıyan halklar için bir utançtır”. Bunlar, Taha Hüseyin’in bir zamanlar hakkında konuştuğu ve edebi yeteneğini övdüğü Andre Gide’in kaleminden dökülen sözler.
Ünlü yazar Anatole France’a (1844-1924) gelecek olursak, o da sömürgeciliğin en sert düşmanlarından biriydi. Onu 1896 yılında Fransız Akademisi’ne üye olarak seçtiklerinde zannettiler ki, o da ‘akıllılık’ edip sömürgeciliği destekleyen Fransız partisinin saflarına katılacak. Ancak o bunu reddetti ve temelinden itibaren sömürgeci projeyi eleştirerek ‘barbar’ halklara medeniyet götürme veya onu medeniyet dairesine dâhil etme yönündeki iddiaları çürütmeye başladı. 1906 yılında sömürgeci barbarlığın aleyhinde bir konuşma yaparak, “Araplar, siyahiler ve diğerleri şimdiye dek bizim medeniyetimizden kıyım, sömürü, zulüm ve yerleşimden başkaca bir şey görmedi. Medeniyet bunun neresinde?
Ey Yöneticiler! Sömürgecilik, barbarlığın en aşağılık türüdür. Bu vahşi sömürgecilik ve insanlık dışı faaliyetlerin Afrika, Hindistan, Çin ve Arap dünyasındaki milyonlarca insanın bize kin duymasına sebep olacağını bilmez misiniz?
Sömürgecilik de sömürgeciler de yerin dibine batsın” ifadelerini kullanmıştı. Günler gerçekten de onun kehanetini doğruladı: Sömürgecilik ortadan kalktı ancak zulüm görmüş halklarda oluşan kin ateşi hala sönmüş değil.
İsterseniz Cezayirlilere sorun!
Araştırmacılardan biri şu soruyu ortaya atıyor:
Ünlü şarkiyatçı Louis Massignon’un sömürgecilik karşısındaki tutumu nedir?
Sözlüğün buna cevabı şu şekilde: Bir süre Fransa Dışişleri Bakanlığı’nda müsteşar olarak görev yapsa da sömürgeciliğe karşıydı. Ancak siyasetçiler, onun nasihatlerini nadiren dikkate alıyordu. Bundan dolayı hayatını İslam mirası ve özellikle de tasavvuf çalışmalarına adadı.
Sonraları Hallac-ı Mansur hakkında birkaç parça halinde büyük bir eser yayınladı. Tüm varlığı ile bu konu içerisinde eriyerek yazdığı bu eser, yazdıkları arasında en parlak olanlardan biridir ve hala araştırmacıların başucu kaynağıdır.
Tüm bunlara ek olarak Massignon, İslam ve Hristiyanlığı birbirine yaklaştırmak için büyük çabalar sarf etmiş; daha sonraları moda olan medeniyetler veya dinler arası diyalogun asıl başlatıcısı olmuştur. Bundan hareketle 1926 yılında Fransa’da bugün bile yayın faaliyetini sürdüren İslam Araştırmaları Dergisi’ni kurmuştur. Öğrencisi olan Jacques Berque, İslam’a olan eğilimi ve Müslümanların inanç ve yaşam tarzına olan muhabbetinden ötürü onu ‘Büyük Şeyh’ olarak adlandırmıştır. Fransa ile Arap dünyasının ilişkilerini iyileştirmeyi gerçekten de çok arzuluyordu. Onun, Fransa’nın General De Gaulle ve takipçilerinin de izlediği Arap siyasetini başlatan kişi olduğu söylenebilir. Massignon 1883 ila 1962 yılları arasında 79 yıla yakın bir hayatı yaşadı.
Gelelim ünlü romancı François Mauriac’a (1885-1970)…
O da hayatının ilk yıllarında sömürgeci politikaları destekleyenler arasındaydı. O kadar ki 1925 yılında Etiyopya’daki faşist sömürgeciliği kınayan komünistler ve sürrealistlere (gerçeküstücü akım) karşı bir bildiriye imza attı. Ancak İspanya savaşı ve Fransa’ya yönelik Nazi işgalinin ardından tutumunu değiştirerek işgal ve sömürgeciliğin her biçimine nefret besler hale geldi. 1952 yılında Mauriac, başarılı romanlarından ötürü Nobel Edebiyat Ödülü’ne layık görüldü. O esnada sömürgeciliğin en azılı düşmanlarından biri olup Hıristiyan Tanık adlı meşhur gazeteyi kuran Hıristiyan aydın Robert Barrett ile tanıştı. Bu gazete, Fransa’nın sömürgeci faaliyetlerine ve dünyanın farklı bölgelerinde bu sömürgeciliğin işlediği suçlara karşı duran solcu Hıristiyan yazarların büyük çoğunluğunu etrafına toplamıştı.



Tayvan’ın Çin stratejisi: Merkeziyetsiz komuta sistemi

Çin ordusu son dönemde Tayvan etrafındaki askeri tatbikatlarını yoğunlaştırdı (AFP)
Çin ordusu son dönemde Tayvan etrafındaki askeri tatbikatlarını yoğunlaştırdı (AFP)
TT

Tayvan’ın Çin stratejisi: Merkeziyetsiz komuta sistemi

Çin ordusu son dönemde Tayvan etrafındaki askeri tatbikatlarını yoğunlaştırdı (AFP)
Çin ordusu son dönemde Tayvan etrafındaki askeri tatbikatlarını yoğunlaştırdı (AFP)

Tayvan ordusu, Çin'in olası saldırılarına "merkeziyetsiz komuta sistemiyle" hızlı yanıt vermeyi planlıyor.

Reuters'ın aktardığına göre Tayvan Savunma Bakanlığı, Meclis'e bu hafta sunduğu raporda, ordunun "üst kademeden emir beklemeden merkezi olmayan bir komuta yapısıyla" hareket etmesi için çalışmalar yürütüldüğünü bildirdi.

Raporda, Çin'in adayı hazırlıksız yakalamak için askeri tatbikatları aniden Tayvan'a yönelik bir işgal operasyonuna dönüştürebileceği uyarısında bulunuluyor.

Savunma yetkilileri, Çin ordusunun neredeyse her gün ada çevresinde çeşitli tatbikatlar düzenlediğini, Tayvan Silahlı Kuvvetleri'ni "sürekli tetikte tutarak yıpratmayı amaçladığını" savunuyor.

Raporda, Tayvan ordusunun Çin'den gelebilecek ani bir saldırıya karşı hazırladığı acil durum planı hakkında şu bilgiler paylaşılıyor:

Düşman aniden bir saldırı başlatırsa, tüm birimler emir beklemeden 'dağıtılmış kontrol' uygulayacak ve 'merkezi olmayan' bir komuta sistemi altında savaş görevlerini yerine getirecek.

Diğer yandan bu prosedürün nasıl koordine edileceğine dair detay verilmiyor.

Savunma Bakanlığı'nın çalışmasında, Çin'in tatbikatlar aracılığıyla muhtemel işgal senaryolarına hazırlık yaptığı iddia ediliyor. Çin'e ait savaş gemilerinin Pasifik'teki alışıldık pozisyonlarının değiştirildiği, bunların Avustralya ve Yeni Zelanda'ya doğru konuşlandırıldığı aktarılıyor.

Çin Savunma Bakanlığı'ndan pazartesi günü yapılan açıklamadaysa Tayvan'ın "savaş çığırtkanlığı" yaptığı savunuldu. Tayvan Devlet Başkanı Lai Ching-te'nin "bağımsızlık için savaş" vurgusuyla halkı paniğe sürüklediği görüşü paylaşıldı.

Pekin, "tek Çin" politikası kapsamında Tayvan'ı kendi toprağı olarak görüyor. Son yıllarda askeri baskıyı artıran Çin, adanın anakarayla yeniden birleşmesi için gerekirse güç kullanabileceğini vurguluyor.

Taipei yönetimiyse Çin tehdidine karşı ABD'nin askeri ve siyasi desteğine güveniyor. ABD'de 1979'da yürürlüğe konan Tayvan İlişkileri Yasası kapsamında Washington, olası bir Çin saldırısına karşı Tayvan'a kendini koruyacak askeri teçhizatı sağlamak zorunda.

Ancak ABD Başkanı Donald Trump, Tayvan'ın kendilerine ödeme yapması gerektiğini savunarak Taipei yönetiminde soru işaretleri yaratmıştı.

Independent Türkçe, Reuters, Taipei Times


Ukraynalıların çoğu Rusya’ya verilecek büyük tavizlere karşı

Rusya, Ukrayna'nın Donbas bölgesinden çekilmesi şartıyla ateşkese yanaşacağını söylüyor (Reuters)
Rusya, Ukrayna'nın Donbas bölgesinden çekilmesi şartıyla ateşkese yanaşacağını söylüyor (Reuters)
TT

Ukraynalıların çoğu Rusya’ya verilecek büyük tavizlere karşı

Rusya, Ukrayna'nın Donbas bölgesinden çekilmesi şartıyla ateşkese yanaşacağını söylüyor (Reuters)
Rusya, Ukrayna'nın Donbas bölgesinden çekilmesi şartıyla ateşkese yanaşacağını söylüyor (Reuters)

Ukraynalıların çoğu barış anlaşması kapsamında Rusya'ya büyük tavizler verilmesine karşı.

Kiev Uluslararası Sosyoloji Enstitüsü'nün (KIIS) 547 kişinin katılımıyla yaptığı ankette, Ukraynalıların yüzde 75'inin Kiev yönetiminin büyük toprak tavizleri vermesine karşı çıktığı belirlendi.

Katılımcılar, ABD ve Avrupa Birliği'nden (AB) net güvenlik garantileri alınmadan anlaşma yapılmaması gerektiğini savunuyor. Ayrıca Rusya'nın Ukrayna ordusunun büyüklüğünün sınırlandırılması talebine de karşı çıkıyorlar.

Diğer yandan yüzde 72'lik kesim, cephedeki mevcut durumun korunduğu bazı tavizler içeren bir anlaşmaya sıcak bakıyor.

Kasım sonuyla aralık ortası arasında gerçekleştirilen ankette, Ukraynalıların yüzde 63'ünün savaşı sürdürmeye hazır olduğu aktarılıyor. Katılımcıların sadece yüzde 9'u savaşın 2026'nın başlarında sona ereceğine inanıyor.

ABD arabuluculuğunda gerçekleştirilen görüşmelerde ateşkese dair somut bir adım henüz atılmadı. Ankete göre Ukraynalıların sadece yüzde 21'i ABD'ye güveniyor. Bu oran geçen yıl aralıkta yüzde 41'di.

NATO'ya duyulan güven de aynı dönemde yüzde 43'ten yüzde 34'e düştü.

KIIS direktörü Anton Hruşetski, sonuçlar hakkında şunları söylüyor:

Güvenlik garantileri net ve bağlayıcı olmazsa Ukraynalılar bunlara güven duymaz. Bu da barış planının onaylanmasına yönelik genel istekliliği etkiler.

Hafta sonu Berlin'de düzenlenen toplantıda ABD'li ve Avrupalı yetkililer, Ukraynalı heyetle bir araya gelmişti.

Almanya, Fransa, Birleşik Krallık, İtalya, Polonya, İskandinav ülkeleriyle AB yönetimi tarafından dün yapılan ortak açıklamada, Avrupa liderliğindeki Gönüllü Ülkeler Koalisyonu çerçevesinde oluşturulacak ve ABD tarafından desteklenen "çok uluslu bir Ukrayna gücü" kurulacağı duyurulmuştu.

Bu güç, Ukrayna savunma kuvvetlerinin yeniden yapılandırılmasına, hava sahasının güvenliğinin sağlanmasına ve denizlerin daha güvenli hale getirilmesine destek verecek.

Ayrıca Ukrayna için NATO'nun 5. maddesine benzer güçlü güvenlik garantileri içeren bir "barış paketi" üzerinde önemli ilerleme sağlandığı bildirilmişi.

ABD Başkanı Donald Trump da dünkü açıklamasında Ukrayna'nın talep ettiği güvenlik garantilerinin Avrupa'yla işbirliği içinde şekillendirildiğini vurgulayarak, "Savaşın yeniden başlamaması için güvenlik garantileri üzerinde çalışıyoruz" demişti.

Cumhuriyetçi lider, Ukrayna Devlet Başkanı Volodimir Zelenski'ye seçim çağrısı da yapmıştı. ABD Başkanı, Kiev'in "seçim düzenlememek için savaşı bahane ettiğini" öne sürmüştü.

Görev süresi geçen yıl sona eren Zelenski ise Batılı müttefiklerin güvenliği sağlaması halinde 90 gün içinde seçime gitmeye hazır olduğunu söylemişti.

Ancak KIIS anketine göre, Ukraynalıların sadece yüzde 9'u çatışmalar sona ermeden seçim yapılmasını istiyor.

Independent Türkçe, Reuters, NBC


Sırbistan'daki protestoların ardından Trump'ın damadı geri adım attı

Öğrencilerin liderliğindeki aktivistler, Kushner'ın projesini protesto etmişti (AFP)
Öğrencilerin liderliğindeki aktivistler, Kushner'ın projesini protesto etmişti (AFP)
TT

Sırbistan'daki protestoların ardından Trump'ın damadı geri adım attı

Öğrencilerin liderliğindeki aktivistler, Kushner'ın projesini protesto etmişti (AFP)
Öğrencilerin liderliğindeki aktivistler, Kushner'ın projesini protesto etmişti (AFP)

Sırbistan yönetimi, ABD Başkanı Donald Trump'ın damadı Jared Kushner'ın otel yapmasına yeşil ışık yaksa da ardından gelen protestolar ve bir bakana açılan dava, Belgrad'daki projenin iptaline neden oldu.

Pazartesi günü bir özel savcı, aralarında Kültür Bakanı Nikola Selaković'in de olduğu 4 kişi hakkında, Kushner'ın projesiyle bağlantılı olarak düzenlediği iddianameyi açıkladı. 

Organize Suçlardan Sorumlu Kamu Başsavcılığı'nın sitesinde yayımlanan açıklamada bu 4 kişinin görevin kötüye kullanılması ve belgede sahtecilikle suçlandığı bildirildi. 

Bunun üzerine Kushner'ın firması Affinity Partners hızlıca bir açıklama yayımlayarak Belgrad'ın merkezindeki otel ve apartman kompleksi projesinin iptal edildiğini duyurdu:

Anlamlı projeler ayrışmaya değil, birleşmeye neden olmalı. Sırbistan ve Belgrad halkına saygı göstererek başvurumuzu geri çekiyoruz.

Kushner'ın iki yılı aşkın süredir üzerinde çalıştığı projenin 1999'daki Kosova Savaşı sırasında NATO'nun bombaladığı bir bölgede yapılması öngörülüyordu.

Lüks otel Trump markasını taşıyacağı için projede Cumhuriyetçi liderin oğulları Eric ve Donald Jr. tarafından yönetilen Trump Organization da yer alıyordu.

Ancak yarım milyar dolarlık proje, bombalanan Yugoslav Halk Ordusu karargahının yer aldığı anıt bölgesinde inşa edileceğinden ülkede büyük tartışma yaratmıştı. 

Sırbistan Cumhurbaşkanı Aleksandar Vucic, bölgenin kültürel koruma statüsünü geçen yıl kaldırmıştı. Ayrıca Kushner'ın firması Affinity Partners'la 99 yıllığına kira sözleşmesi imzalanmıştı. Bunun ardından ülkede büyük protestolar patlak vermişti. 

Vucic'in liderliğindeki Sırp İlerleme Partisi, çoğunluğu elinde bulundurduğu Parlamento'da geçen ay geçirdiği yasayla inşaatın önünü açmıştı. 

Muhalefetten hükümetin kararına sert tepkiler gelmişti. Merkez sol Özgür ve Adalet Parti'den parlamenter Marinika Tepic, Belgrad'ın "Donald Trump'ı memnun etmek uğruna ülkenin tarihini yok ettiğini" söylemişti. 

44 yaşındaki damat, ilk Trump döneminin aksine ABD yönetiminde yer almayacağını açıklasa da Gazze ve Ukrayna savaşlarındaki müzakerelerde önemli roller üstleniyor. 

Diğer yandan da çoğunlukla Ortadoğu yönetimlerinin fonladığı bir özel sermaye şirketi olan Affinity'nin başında. 

Şirket, dünyanın en büyük oyun şirketlerinden Electronic Arts'ın (EA) satışında da gündem oldu. 

Önceki aylarda sağlanan 55 milyar dolarlık anlaşmayla EA'i satın alan konsorsiyumda Suudi Arabistan Kamu Yatırım Fonu'yla birlikte Affinity Partners ve bir başka özel sermaye şirketi olan Silver Lake de yer alıyor.

Netflix'in satın alması beklenen Warner Bros. için Paramount'un verdiği teklifte de Affinity'nin adı geçiyor. 

Independent Türkçe, New York Times, Wall Street Journal, AP