Husi hapishanelerinden işkence sahneleri

Husi işkenceleri sonrasında felç olan Yemenli bir aktivist
Husi işkenceleri sonrasında felç olan Yemenli bir aktivist
TT

Husi hapishanelerinden işkence sahneleri

Husi işkenceleri sonrasında felç olan Yemenli bir aktivist
Husi işkenceleri sonrasında felç olan Yemenli bir aktivist

Faruk Baker, ateşli bir silahla yaralanan ve bedeninde açık bir şekilde işkence izleri görünen bir adamın el-Reşid Hastanesi’nin acil servisine kaldırıldığı sırada hastanede çalışıyordu. Adamın birkaç gün boyunca el bileklerinden asılmış olduğu ve sırtına kamçılar ile vurulduğu anlaşılıyordu. Baker, bu hastanın isyancı Husilerin hapishanelerinden birinde bilinmeyen bir süre tutulduktan sonra otoyolun kenarında atıldığını söyledi. Mermilerin hastanın vücudundan çıkarılması ve parçalanan bağırsaklarının tedavi edilmesi birkaç saat sürdü. En erken 80 gün içinde iyileşeceği tahmin edilen hasta, nihayetinde onunla kişisel bir fotoğraf çekmeyi kabul etti. Birkaç hafta sonra, Husi güvenlik yetkilileri adamı tekrar tutukladı ve fotoğrafı bulmak için cep telefonunu karıştırdı. Daha sonra Faruk Baker’i aramak için hastaneye gittiler.
Hastaneyi basan Husi milisler Baker’i gözleri kapalı bir şekilde küçük bir minibüs ile bilinmeyen bir yere götürdü. Husi milislerinin düşmanlarından birine tıbbi bakım sağladığı için, o da düşmanlar arasında sayılıyordu. 1,5 yılını milislerin kontrolü altında olan bir bölgedeki hapishanede geçiren Baker, ateşle dağlandığını, şiddetli işkenceler gördüğünü ve artık öldüğü zannedilene kadar 50 gün boyunca el bileklerinden asılı kaldığını anlatıyor.

Faruk ve hasta adam son 4 yıl içinde Husi silahlı milisleri tarafından hapsedilen binlerce vatandaştan sadece ikisi. Associated Press'in haberine göre, bu kişilerden çoğu şiddetli fiziksel işkencelere maruz kaldı. Bazısının yüzü coplarla parçalandı, bazısı birtakım kimyasallar ile yakıldı, bir kısmı ise el bileklerinden ya da üreme organlarından asılarak günlerce o halde bekletildi.
Associated Press, işkencelerden kaçan veya Husi hapishanelerinde yaşananlara tanık olan 23 kişi ile konuştu. Ayrıca tutukluların yakınlarından 8 avukat ve insan hakları aktivisti olan 5 kişi ile birlikte mahkum takas operasyonlarına katılan 3 güvenlik görevlisi ile de görüştü. Bu kimseler, serbest bırakılan mahkumların vücutlarında açık bir şekilde işkence izlerine tanık olduklarını söylediler.
Bu anlatılanlar, Husi isyancıları ile Yemen meşru hükümeti arasında Birleşmiş Milletler’in (BM) himayesinde İsveç’te başlayan barış görüşmeleri ile birlikte önceki gün gerçekleştirilen mahkum değişimi anlaşmasının ne kadar önemli olduğunu gösteriyor.
İki taraf, her ne kadar birtakım detaylar üzerinde anlaşmaya varılmamış olmasına rağmen, karşılıklı güven inşası kapsamında binlerce mahkumun serbest bırakılması üzerine bir anlaşma yaptı. Meşru hükümet Husi tutuklularının serbest bırakıldığını açıkladığı zaman, isyancılar da Faruk Baker gibi sivilleri serbest bırakacaktı. Bu siviller, muhaliflerin sindirilmesini amaçlayan vahşice kampanyalarla hapsedildiler. Bazıları karşılığından fidye alabilmek veya diğer tarafın elinde bulunan tutuklular ile takas edilmek üzere esir alındı.

126 kişi işkenceler sonucunda hayatını kaybetti
Husi milislerinin ellerinde tutuklu olan akrabaları için kurulan kadın derneği Kaçırılanların Anneleri Birliği, son 4 yıl içerisinde 18 bini aşkın kişinin tutuklandığını belgelemeye çalışıyor. Birliğin Marib’deki temsilcisi Sabah Muhammed’e göre, söz konusu kişiler arasında Husi gizli hapishanelerinde şiddetli işkencelere maruz kalan binlerce vaka var. Kaçırılanların Anneleri Birliği tarafından yapılan açıklamada, Husi milislerinin 2014'ün sonlarında Yemen'in başkenti Sana'nın kontrolünü ele geçirmesinden bu yana en az 126 kişi maruz kaldığı işkenceler sonucunda hayatını kaybetti.
Mağdurların ve insan hakları kuruluşlarının ifadelerine göre, Husi milisleri tutukluları resmi cezaevlerine nakletmeden önce camileri, eski kaleleri, fakülteleri, kulüpleri ve diğer sivil tesisleri binlerce tutuklu için ilk karşılama merkezleri olarak kullanıyordu. Kaçırılanların Anneleri Birliği hareketin yalnızca Sana'daki gizli hapishanelerinin sayısının 30 olduğunu kaydediyor.
Son haftalarda Associated Press tarafından defalarca tekrarlanan açıklama talebine rağmen sessiz kalan milis liderleri, güçlerinin işkenceye karıştığını reddediyor.
İsyancılara bağlı İnsan Hakları Bakanlığı tarafından 2016 yılının sonlarında yayınlanan bir bildiride, mahkumlara karşı sistematik bir işkence uygulaması olmadığı bildirilmişti. Ayrıca adil yargılanma ve adaletin tesisi için tüm yasal garantilerin mevcut olduğu kaydedilmiş ve savcıların her zaman mahkumların haklarını güvence altına aldığı belirtilmişti.
İsyancılar her zaman muhalifleri bastırmak, gazetecileri ve muhabirleri susturmak için çalıştıkları için yaşanan ihlaller çoğunlukla gizli kalıyordu.

‘Vakit ezanlarını sayarak günleri hesaplıyordu’
Associated Press'e konuşan eski mahkumlardan biri, kuzeydeki Zimar kentinde görev yapan bir öğretmendi. Ülkedeki asi Husi hareketine karşı çıkan kuvvetlerin kontrolü altında olan Marib şehrine kaçan Hüseyin, hala asi milislerin kontrolü altında bulunan bölgede yaşayan ailesinin güvenliğinden endişe ettiği için sadece isminin yayınlanmasını istedi. Hüseyin, isyancılar tarafından gözleri kapalı olarak 4 ay 22 gün boyunca bir yeraltı hücresinde tutuldu. Gözaltında tutulduğu sırada vakit ezanlarını sayarak günleri hesaplıyordu. Anlattığına göre kendisine hapishanede öleceğini söyleyen kimseler tarafından demir çubuklarla şiddetli bir şekilde dövüldü.
Kanlı gözyaşları
Husi yetkilileri 2016 yılında işkence yapıldığını itiraf ettiler. Husi liderinin kardeşi Yahya el-Husi, istismarları, işkenceyi ve açık uçlu tutukluluk sürelerini doğrulayan raporların incelenmesi için bir komite kurdu. Aynı zamanda o yılın ilk üç ayında 13 bin 500 mahkumun serbest bırakılması hususunda yardımcı oldu. İlgili komite Husi liderli Abdülmelik el-Husi’ye aşırı kalabalık cezaevlerinin ve yaralı mahkumların görüntülerinin bulunduğu bir video gönderdi. Fakat Husi liderinden söz konusu rapora yönelik herhangi bir cevap alınamadı. Bunun yerine, harekete bağlı bir dizi güvenlik yetkilisi komisyonun çalışmalarını askıya aldı ve iki üyesini geçici olarak tutukladı. Associated Press, gün yüzüne çıkmayan ilgili videonun bir kopyasını elde etti. Söz konusu videoda, dile getirilen ihalelere ilişkin önde gelen Husi figürleri tarafından yapılan şaşırtıcı itiraflar yer alıyordu. Komite üyelerinden biri rapora ilişkin, “Gördüklerimiz, ağlamamıza sebep oldu” yorumunda bulundular.
Bana yardım edin
Husi isyancıları tarafından türlü işkencelere maruz kalmış olan eski mahkumların söylediği gibi, Husilerin kontrolü altında bulunan herhangi bir bölgede tutuklu olarak geçirilen ilk birkaç ay oldukça kötüydü. Enes el-Serrari, başkent Sana'da bulunan siyasi güvenlik hapishanesindeki karanlık bir hücrede yavaş yavaş zihnini toparlamaya çalışıyor. 26 yaşındaki muhalif aktivist, Husi hareketinin üyeleri tarafından acımasızca saldırıya uğramıştı. Başını yaralı ellerinin arasına alan Serrari, 2015 yılının bir Eylül sabahında Sana'nın ana caddelerinden birinde Husi milisleri tarafından kaçırıldığı sırada mısır yediğini söylüyor. Boğucu bir sorgulama odasının tavanına bileklerinden asılmış bir şekilde 23 gün boyunca tutulduğunu dile getiren Serrari, parmaklarının, kollarının ve vücudunun büyük bir kısmının uyuştuğunu ve biraz rahatlamak için ayak parmaklarına dayanmaya çalıştığını hatırlıyor. Bu zorlu saatleri hatırlayan Serrari, “Ölüm, sürekli işkenceden daha az acı verici olmalı. Bir saat daha sürmüş olsaydı kesinlikle ölecektim” diyerek yaşadığı sıkıntıyı dile getiriyor. Gardiyanlar tarafından günde iki saatliğine kelepçeleri çözülen Serrari, bir parça kuru ekmek ve içi haşerelerle dolu bozulmuş pirinç yediğini söylüyor. Kendisine verilen yoğurdun üzerindeki son kullanma tarihini okuyarak hapishanede ne kadar vakit geçirdiğini hesaplıyor. Annesinin kendisinden haberdar olmadığını ve hayatta olup olmadığını söyleyen Serrari, bilinçsiz bir şekilde yere yığılana dek mahkumlara elektrik verildiğine tanık olduğunu anlatıyor.

Serrari, gardiyanlarının kendisini serbest bırakıp dar bir koridora bırakmalarının ardından yaşadıklarını şöyle anlatıyor:
“Öncesinde ne kadar süre o karanlık hücrede kaldığımı hatırlamıyordum. Defalarca ayaklarımın üzerinde durmaya çalıştım fakat başaramadım. Bu kötü bir kabus olmalı diyordum kendime. Gün ışığında tekrar hareket etmeye çalıştım fakat yine başarısız oldum. Sonrasında, “Bana yardım edin!” diye bağırdım. Husiler beni bir hapishane hücresine sürükledi. Orada felç olduğumu fark ettim. Kendisi ile konuşacağım ve beni tuvalete götürecek hiç kimse yoktu. Kendisine bakmaktan aciz olan bir bebek gibi bulunduğum yerde ihtiyaçlarımı gideriyordum. Gardiyanlar, bazı zamanlar beni yıkayıp tekrar hücreme götürüyorlardı. Büyük umutsuzlukla başımı hapishanenin duvarına vuruyordum. 4 ay sonra yıkanmama izin verdiler ve sonra beni serbest bıraktılar.”
Tıbbi kayıtlarını Associated Press'e sunan Serrari, şu an tekerlekli sandalye kullanıyor ve işkenceye maruz kalmasının ve serbest bırakılmasının temel amacının başkalarına bir mesaj gönderilmesi olduğunu düşünüyor. Ağır işkencelerden sonra cezaevinden çıkarken Serrari, şöyle bir mesaj verildiğini kaydediyor:
“İyice bakın! Ağzınızı açtığınız vakit sizi nelerin beklediğini görün!”
Baskı odası
Faruk Baker’in hastaneye gelen 7 Husi milisi tarafından sadakatsizlik ve ihanet ile suçlanmasının tek sebebi kaçak bir mahkum ile çektirdiği fotoğraftı. Milislerden biri Baker’e bağırarak, “Hainleri tedavi etmen için sana ne kadar para verdiler?” diye sordu. Yüzünün, dişlerinin ve tüm vücudunun tekmelendiğini ve coplarla darp edildiğini söyleyen Baker, milislerin kendisi ile “hain olduğun için yakında öleceksin” diyerek alay ettiklerini kaydetti.
Faruk Baker sonrasında yaşadıklarını şöyle anlatıyor:
“Beni bilmediğim bir yere götürdüler. Bileklerimden tavana bağlayıp ayağımın altındaki sandalyeyi ittiler. Sonra elbiselerimi soyup beni kırbaçlamaya başladılar ve tırnaklarımı söktüler. İşkence çok acı vericiydi. Özellikle de sonraki günlerde, vücudumdaki çürükler ve yaralar üzerine baskı yaptılar. Yeni işkence yöntemleri deniyorlardı. Bir keresinde plastik bir şişe ile hücreme geldiler ve şişeyi yaktılar. Sonra erimiş olan plastiği başımın üstünden ayak tabanlarıma kadar çıplak olan vücudumun üzerine bıraktılar. En sonunda beni Kızıldeniz kıyısında yer alan Hudeyde kalesine götürdüler. Kalenin muhafızları beni ‘basınç odası’ olarak bilinen karanlık ve kirli bir mahzene sürükledi. Bir kez daha beni karanlık odanın bir köşesinde ellerimden tavana astılar. Odanın tabanında kedi cesetleri ve parçalanmış insan parmakları görüyordum. Susadığım zaman getirdikleri suyu yüzüme fırlatırlardı. Bazen diğer mahkumlardan birinin odaya girmesine ve bana bir şişe su getirmesine izin verirlerdi. Bir ara öldüğümü düşündüler. Hala hayatta olduğumu fark ettikten sonra zincirlerimi çözdüler ve mahkumların beni beslemesine ve vücudumu temizlemesine izin verdiler. Bilincimi tekrar kazanmaya ve yaralarımdan kurtulmaya başladım. İşkence gören diğer tutuklular benden yardım istediler. Bazı yaraları tedavi etmeye çalıştım. Anestezi olmaksızın bazı küçük ameliyatlar yaptım. O sıra hapishanede mevcut tek araç olan soyulmuş elektrik tellerini kullanıyordum. Gardiyanlar bazı zaman mahkumları tedavi etmeme izin veriyorlardı. Fakat sonrasında mahkum kardeşlerime yardım ettiğim sırada beni cezalandırıyorlardı. Uyluğundan asıldığı için idrarını yapamayan bir adama yardım ettiğimi hatırlıyorum. Başka bir adamın sırtında gardiyanlar tarafından atılan asit yüzünden ciddi yanıklar vardı. Öyle ki cildi tamamen erimişti. Yaşlı adamın ölmek üzere olduğunu söyleyip gardiyanlardan yardım istedim fakat bana verdikleri tek cevap ‘bırak ölsün’ oldu.”
Husi milisler, 5.5 milyon Yemen riyali ya da 8 bin dolar fidye karşılığında 3 Aralık 2017'de Faruk Baker’i serbest bıraktı. Baker, Husi karşıtı muhaliflerin kalesi olan Marib şehrine kaçtıktan kısa bir süre sonra diğer mültecilerle birlikte bir çadırda yaşadı ve orada hasta ve yaralıları tedavi etmeye devam etti.



Suriye: Gürültünün ortasında hukuk devleti talepleri

Fotoğraf: SANA
Fotoğraf: SANA
TT

Suriye: Gürültünün ortasında hukuk devleti talepleri

Fotoğraf: SANA
Fotoğraf: SANA

Aliya Mansur

Yeni Suriye ulusal logosunun (görsel kimlik) lansman töreni, Suriye'deki her etkinlik gibi Suriyeliler arasında geniş çaplı bir tartışmanın eşlik ettiği, etkileyici ve güzel bir etkinlikti. Suriye Devlet Başkanı Ahmed eş-Şara'nın katıldığı Halk Sarayı'ndaki görkemli törene, “Suriye Demokratik Güçleri”nin kontrolü altındaki Rakka ve Haseke hariç olmak üzere Suriye'nin çeşitli bölgelerinde aynı anda düzenlenen kutlamalar eşlik etti. Gösteriler ve sloganlar Suriye devriminden sahneleri çağrıştırdı.

Şara'nın tören sırasında yaptığı etkileyici konuşma Suriye'nin birliğinin ve çeşitliliğinin altını çizdi ama daha tören bitmeden önce Suriyeliler arasında şu tartışma başlamıştı; bu ulusal logo gerçekten Suriyeli mi yoksa başka ülkelerden “ilham mı” alındı? Bazıları bunun bir alkollü içecek şirketnin ticari logosu olduğunu söyleyecek kadar şüphelerinde ileri gittiler.

Suriye şahininin “çalıntı” olduğu suçlamaları - ki bu kesinlikle doğru değil - ve bunlara verilen karşılıklar arasında meselenin özü neredeyse kayboldu. Oysa meselenin özü şu: Nasıl bir Suriye istiyoruz? Hukuk devleti olan bir Suriye mi yoksa halkın ruh hallerinin dalgalanmalarına tabi bir Suriye mi?

Konuya ilişkin yorumunda Anayasa Bildirgesi Taslağı Komitesi üyesi Dr. Ahmed el-Karbi, resmi logoların kabulü tartışılırken yasal temellere dayanmanın gerekliliğini vurguladı. Anayasa Bildirgesi'nin 5. maddesinde açıkça “devletin logosu kanunla belirlenir” ifadesinin yer aldığına ve hukuka dayalı bir devletin anayasal çerçevelere uygun olarak onaylanmamış bir logoya indirgenemeyeceğine işaret etti.

Suriye'deki tartışma ve çekişmenin özü bu olmak yerine, bazı Suriyeliler binlerce yıllık Suriye anıtlarına kazınmış olan Suriye şahininin kökeni ve sembolizmiyle ilgili suçlamalarda bulunmakla meşgul oldular.

Esed rejiminin devrilmesinden ve Şara'nın yönetime gelmesinden bu yana, Suriye halkı hükümetin, özellikle de Başkan Şara'nın her eylemini mutlak biçimde destekleyenler ile hükümetin yaptığı her eylemi veya açıklamayı mutlak biçimde reddedenler arasında bölündü. İki grup arasında, bir şeyleri düzeltmek amacıyla eleştirenlerin ve teşvik etmek amacıyla destekleyenlerin sesleri kayboldu.

Esed rejiminin devrilmesinden bu yana 7 ay geçti ve yeni otoritenin en belirgin özelliği Suriyelilerle ilişkilerinde şeffaf olmamak

Şarku'l Avsat'ın Al Majalla'dan aktardığı analize göre Esed rejiminin devrilmesinden bu yana yedi ay geçti ve yeni otoritenin en belirgin özelliği Suriyelilerle ilişkilerinde şeffaf olmamak. Bu da yorumlara kapıyı açıyor ve Suriye halkının doğasını ve doğruluğunu bilinmediği söylentilerin yayılmasına katkıda bulunuyor.

17 Mayıs'ta Suriye Cumhurbaşkanlığı, eski rejim tarafından işlenen ihlallerle ilgili gerçekleri ortaya çıkarmak, sorumlularından hesap sormak, mağdurlara tazminat ödemek ile görevli bir geçiş adaleti komisyonu kurulacağına dair bir kararname yayınladı. Kararname, Abdulbasıt Abdullatif'in komisyon başkanı olarak atanmasını ve duyuru tarihinden itibaren 30 günü geçmeyecek bir süre içinde bir çalışma grubu oluşturma ve iç yönetmelikler hazırlama görevini üstlenmesini öngörüyordu.

Bu kararnamenin yayınlanmasının üzerinden yaklaşık bir buçuk ay geçti, yani komisyonun kurulması için öngörülen 30 günlük süre geçti. Peki bu komisyon hangi aşamada? Cevap yok. Bu sadece şeffaflığın eksik olduğunu değil, aynı zamanda hükümetin kendi yayınladığı kararnamelere ve mevzuata, örneğin Anayasa Bildirgesi'nin 5. maddesine bağlı olmadığının da bir örneği.

İşte meselenin özü de budur: Nasıl bir Suriye istiyoruz?

Hukuk ve kurumlar devleti Suriye'nin sesi, iki grubun kopardığı gürültü arasında neredeyse duyulmuyor. Bir tarafta destekçiler var ve bunların çoğu Suriyelilerin “Aralık 2024 devrimcileri” olarak adlandırdığı, devrimin 14 yılı boyunca önemli bir rol veya sese sahip olmayan, şimdiyse hükümetin sağ tarafında yer alan kişiler. Diğer taraftaki hükümetin muhalifleri arasındaysa, hükümetin her türlü eylemini çarpıtmakla meşgul olan, çoğunluğu eski rejim kalıntısı ve solcu olan sesler bulunuyor. İkisi arasında aklın sesi kayboluyor.

Suriye'nin istikrarı sadece Suriye için değil, bölge için de bir öncelik. İstikrarlı bir Suriye, komşu ülkelerin istikrarının başlangıcıdır ve bir vatandaşlık devleti ve hukukun üstünlüğünün inşası, Suriyelilerin onlarca yıllık geleceğinin temel taşıdır. Sağlam olmayan temeller üzerine inşa edilen her yapı, özellikle Suriye'nin düşmanları hâlâ pusuda beklediğinden, çökme riski altındadır. Hukukun üstünlüğü, adalet, özgürlük, vatandaşlık ve şeffaflık, istediğimiz devleti inşa etmek için önceliklerdir.