DEAŞ ve El Kaide’nin birleşmesi mümkün mü?

DEAŞ ve El Kaide’nin birleşmesi mümkün mü?
TT

DEAŞ ve El Kaide’nin birleşmesi mümkün mü?

DEAŞ ve El Kaide’nin birleşmesi mümkün mü?

Yaşadığımız çağda dünya genelindeki en büyük iki terör grubunun hedefleri arasında kuşkusuz apaçık bir fark var. El Kaide’nin dikkati her zaman ABD’nin üzerinde oldu ve ona en büyük zararı vermeye çalıştı. DEAŞ ise bir devlet kurmaya, coğrafi ve demografik eksenini genişletmeye ilişkin başka bir kavramsal bağlamda hareket etti.  
Bununla birlikte her iki grubun arasında ortak bağların olduğu, silahlı şiddete başvurdukları ve özellikle Afganistan, Irak ve Afrika’nın bazı kaynayan noktaları gibi hassas bölgelerde güçlü bir yer edinmeye çalıştıkları biliniyor.
Özellikle El Kaide ile DEAŞ arasındaki ideolojik benzerliklerin farklılıklardan çok daha fazla olduğu dikkate alındığında, bu durum onların entegre olduğu anlamına mı geliyor?
Bu soru yaklaşık bir buçuk yıl boyunca, dünyanın dört bir yanındaki birçok güvenlik uzmanı için bir sorun haline geldi ve bu sorunun cevabını aramak söz konusu kimseleri oldukça meşgul etti.
Nisan 2017'de Moskova Uluslararası Güvenlik Konferansı’nda konuşan Kolektif Güvenlik Anlaşması Örgütü Genel Sekreteri Valery, DEAŞ ve El Kaide arasında gerçekleştirilen müzakereler yoluyla anlaşmazlıkların üstesinden gelmeye yönelik yeni girişimlerin olduğunu dile getirerek bu girişimlerin gerçekleşmesi durumunda nasıl bir netice ile karşı karşıya kalınacağını sordu. Rus uzman konuşmasının devamında böyle bir durumun dünya üzerindeki terör tehdidinin katlanarak büyümesine sebep olacağını dile getirdi.
Rus istihbaratının DEAŞ ve El Kaide’yi yakından ve dikkatli bir şekilde takip ettiği görülüyor. Bunun sebebi lojistik bakımdan Afganistan’a en yakın ülkenin Rusya olması ve burada iki grup arasında yeni bir terörist varlığın oluşumuna dair çok sayıda haberlerin bulunması olabilir. Belki de Rusya Federal Güvenlik Servisi (FSB) Başkanı Aleksandr Bortnikov’un “her iki grubun güçlerini birleştirmesi ile ortaya çıkacak risklere karşı uyarmasının ve her iki terör örgütünün yakınlıklarına dair işaretler bulunduğunu” açıklamasını yapmasının sebebi de buydu.
Rus uzman, teröristlerin savaş meydanındaki yenilgisinin, onları kanlı faaliyetlerine devam etmeleri için yeni olanaklar aramaya sevk ettiğini düşünüyor. Bu faaliyetler arasında “Orta Asya bölgesine nüfuz etme riskini arttıran Afganistan, Avrupa, Kuzey Afrika ve Güneydoğu Asya'daki milis hareketliliğinin yanı sıra güvenli ülkelerdeki varlıklarını genişletmeleri” gibi durumlar bulunuyor.
Dünya çapındaki radikal politik ve terörist gruplarla ilgilenen entelektüel araştırma merkezleri gözlemcisi muhtemelen, her iki örgüt arasında zaman zaman yaşanan çalışmalara rağmen her iki grubun da silahaltına almak için ortak insan kaynaklarına dayandıklarının ve ideolojik olarak benzerlikler taşıdıklarının farkındadır. Grup üyelerinin çeşitli sebeplerle birbirlerinin saflarına katıldığını gösteren birçok örnek var.
DEAŞ ve El Kaide’nin özellikle medya konuşmaları ve dış dünya ile iletişim kurma yolları göz önüne alındığında, medyada istikrarlı ve benzer bir büyüme sergiledikleri göze çarpıyor. Her iki örgüt de aynı radikal fikirleri empoze etmeye ve benzer yöntemler ile yeni destekçiler bulmaya çalışıyor.
Rusya Dış İstihbarat Servisi Terörle Mücadele Merkezi Başkanı Sergey Kojetev, Eylül ayı başlarında yaptığı açıklamada, DEAŞ ve El Kaide tarafından melez bir oluşumun tesis edilmesi sonucu, hem insan hem de materyal bakımından kendi kaynaklarına sahip olan yıkıcı bir terör gücünün yolda olduğuna işaret etti. Kojetev, dünyanın ölümcül, tehlikeli ve endişe verici bir meydan okuma ile karşı karşıya olduğunun da altını çizdi.
Farklı ABD istihbarat ajansları bu korkunç durumun farkına varamadı mı ya da umursamıyor mu?
Özellikle Başkan Trump’ın dünyanın herhangi bir yerindeki terörizmle mücadele etme ve yok etme hedeflerini ön plana çıkardığından bu yana ABD’nin böyle bir durumdan habersiz olması veya umursamaması mümkün değil. Bu, dünya çapında terörizmle mücadele eden ABD’nin, karanlık grupların geri dönüşünü engellemeye yönelik önleyici savaş gibi son stratejilerinde açık bir şekilde görünüyor. ABD basını şüphesiz ABD askeri müessesesinin kulisinde DEAŞ ve El Kaide arasında gelecekteki bir birleşmeye dair sıcak tartışmalar olduğundan haberdardı.
Georgetown Üniversitesi profesörlerinden biri olan ve Pentagon’a yakınlığı ile bilinen Bruce Hoffman, ABD basınında yer alan bir analiz yazısında şunları söyledi:
“İki grubun ittifakı kaçınılmaz. Suriye'deki iki grup arasındaki yakınlaşma, çatışmanın başlangıcından bu yana gerçekleşmedi. Bilakis aralarındaki rekabet ve fikri farklılıklardan dolayı silahlı çatışmalar yaşanıyordu. Ancak devam eden yenilgiler ve Suriye'nin geniş bölgeleri üzerindeki kontrol kaybının bir sonucu olarak her iki grubun ittifak etmesi şu anda oldukça muhtemel.”
Hudson Enstitüsü Siyasi-Askeri Analiz Merkezi Müdürü Richard Whites, Rusya ve ABD’nin terörist gruplar üzerindeki baskılarını sürdürmelerinin onları ittifak kurmaya ve farklılıkları arkalarında bırakmaya zorladığını düşünüyor. Whites, terörist grupların nadiren ittifak kurduklarını ve asıl olarak bu eğilimde olmadıklarını, fakat buna rağmen sonlarının yaklaştığına dair risklerin ortaya çıkmasıyla birlikte farklılıklarının üstesinden gelerek ittifak edebileceklerini ifade ediyor.
Öte yandan DEAŞ ile El Kaide arasındaki muhtemel ittifak meselesi Birleşmiş Milletler (BM) gözlemcilerinin de gözünden kaçmadı. Nitekim geçen Ağustos ayında yayınladıkları uzun bir raporda, terör örgütlerinin durumlarını ve mekanizmalarını açıkladılar. AFP, raporun içeriğinde bulunan “El Kaide'nin hala kararlılığını sürdürdüğü, bazı bölgelerde DEAŞ örgütünden daha büyük bir tehlike oluşturduğu ve farklı ülkelere yönelik terörist saldırılar başlatmak için iki örgüt arasında ortak işbirliği olasılığı” gibi bazı ifadeleri aktardı.
BM Güvenlik Konseyi’ne sunulan söz konusu rapor, dünyadaki başlıca terör örgütleriyle savaşmaya yönelik olan önceki tüm stratejilerin başarısızlığını gösteren şaşırtıcı bir gerçeği gözler önüne seriyor. ABD tarafından Afganistan, Irak, Somali ve Nijerya’da El Kaide’ye karşı gerçekleştirdiği açık ve gizli savaşlar bu durumun en bariz örneğidir. Bu savaşların aksi neticeler vermesi de muhtemel. Nitekim DEAŞ örgütü ABD’nin Irak ve Suriye işgali sırasında ortaya çıktı, öncesinde değil. Gözlemciler, El Kaide ile ilişkili grupların Somali ve Yemen gibi bazı bölgelerde hala en önemli terör tehdidi olduğunu ve bunun kanıtının ise devam eden saldırılar ve sürekli başarısız olan operasyonlar olduğunu belirtiyorlar.
Bu rapordan El Kaide’nin, sebep olduğu tüm kanlı sahnelere rağmen DEAŞ’tan daha tehlikeli olduğu anlaşılır mı?
Rapor bize, Batı Afrika ve Güney Asya'da bulunan El Kaide bağlantılı grupların, güçlü bir konum edinmekten aciz kalan DEAŞ örgütü savaşçılarından daha tehlikeli olduğunu söylüyor. Bazı bölgelerde DEAŞ ve diğer El Kaide örgütü ile bağlantılı gruplar arasında mevcut işbirliği olasılığının dünya için yeni ve ciddi bir tehdit oluşturabileceği hususunda da uyarıyor. Örneğin Suriye'deki El Nusra Cephesi, El Kaide’nin dünya üzerindeki en güçlü ve en büyük kollarından biri olmaya devam ediyor. Savaşçılarının sayısı 7 bin ila 11 bin arasında olan bu örgüt, küçük silahlı grupların kendilerine katılmaları için tehditlere, şiddete ve maddi teşviklere başvuruyor.
DEAŞ unsurlarının Taliban saflarına katılmalarına, aralarındaki farklılıkları görmezden gelmelerine ve onlarla stratejik bir ortaklık kurmalarına sebep olan şey nedir?
El Kaide'nin göreli bir üstünlüğe sahip olduğunu, yerel ve küresel hedefler arasında etkili bir denge kurabilme yeteneğinin bulunduğunu görüyoruz. Terör uzmanı Daniel Byman, radikallerin yerel kabilelerle iyi ilişkiler sürdürdüklerine ve şeriatın uygulanmasında esnek olduklarına işaret ediyor. Ayrıca Arap Yarımadası'nda El Kaide örgütünün hala 2015 yılının başında Paris’te gerçekleştirilen Charlie Hebdo saldırısı gibi saldırılar gerçekleştirebileceğini ve El Nusra Cephesi ve Somali'deki Eş-Şebab hareketi ile giderek daha yakın bir ilişki kurduğunu belirtiyor.
El Kaide ile DEAŞ arasındaki ortaklık sonucu oluşacak tehlikeli bir terör koalisyonun ortaya çıkışının ve yükselişinin kurbanı olabilecek belirli bir yer var mı?
Hedef yerin Afganistan olduğu kesin. Yeni bir gruba hayat ve barınak sağlayabilecek üst perde Taliban’dır. 18 yıldır maruz kaldığı şiddetli darbelere rağmen hala ayakta. Terör operasyonları ülkenin farklı bölgelerinde hala devam ediyor. ABD Genelkurmay Başkanı General Joseph Dunford tarafından 18 Kasım'da yapılan açıklamada, Taliban’ın Afgan topraklarındaki ilerleyişine ve Afgan ve yabancı kuvvetlere karşı giriştiği savaşları kaybetmediğine dikkat çekilerek “Taliban’ın sahada kaybetmeyeceği” ifade edilmişti.
El Kaide ile DEAŞ arasındaki birlik için en gözde mekânın Taliban olmasının sebebi nedir?
Muhtemelen iki sebepten dolayı. Bunlardan birincisi Afganistan’ın Amerikan ve Rus varlığının ortak noktası olması ile ilgili, ikincisi ise Taliban tarafından kontrol edilen alanların genişliğidir. Nitekim Taliban ülke topraklarının yüzde 4’ünü oluşturan 14 bölgeyi kontrol ediyor ve 263 diğer bölgede yüzde 66 oranında bir alanda varlık gösteriyor. Taliban’ın saha uzmanlığı, organizasyonel kontrolü ve Amerikalılar ve Ruslar karşısında tarihsel deneyimi, onu doğu ve batıdaki tüm terörist grupların savaş alanındaki en büyük öğretmeni yapmaktadır.
Bu gerçeğe dikkat çeken en önemli kişilerden biri de Stratfor Merkezi’nde araştırmacı olan Scott Stewart’tı. Mart 2017'de şöyle bir soru sordu: DEAŞ ve El Kaide ortak bir zemin bulabilir mi?
Analiz, güvenlikten yoksun başarısız devletlerin bulunduğu yumuşak karna sahip olan bölgelere dikkat çekiyor. Bu bağlamda Afganistan ön sırada geliyor. Stewart'ın görüşünün özeti, El Kaide ve DEAŞ’ın güçlerinin birlikteliğinin dünya için büyük bir tehlike oluşturacak olmasıdır.
Özellikle Moskova ile Washington ve bir dereceye kadar Pekin gibi büyük kutuplar arasındaki farklılıkların derinleşmesi, DEAŞ ve El Kaide’nin yeni bir terör canavarı yaratmalarına katkıda bulunacak ve bununla yüzleşmek zor olacak. Pozisyonlar ne kadar farklılaşırsa, uluslararası aktörler köktenci terörist grupları manipüle ederler. Böylece terörizm ve teröristler, büyümek ve fitneyi yaymak için elverişli bir ortam bulurlar. Bu nedenle tabiri caizse bir sonraki ölümü karşılamak için uluslararası bir güven durumu oluşturulması gerekiyor. Mevcut dünya düzeninin tektonik katmanlarının eridiği bir zamanda, daha fazla sosyal adaletsizlik, sınıf eşitsizliği ve uluslararası çatışmalar ortaya çıkar.



Siyasi tutumları daha gerçekçi yorumlamaya yönelik bir yaklaşım

Birçok kişi bazı Ortadoğu meselelerinin bir anda kamuoyunun gündemine oturmasını ve aniden sesinin kısılarak kaybolmasını eleştiriyor (AFP)
Birçok kişi bazı Ortadoğu meselelerinin bir anda kamuoyunun gündemine oturmasını ve aniden sesinin kısılarak kaybolmasını eleştiriyor (AFP)
TT

Siyasi tutumları daha gerçekçi yorumlamaya yönelik bir yaklaşım

Birçok kişi bazı Ortadoğu meselelerinin bir anda kamuoyunun gündemine oturmasını ve aniden sesinin kısılarak kaybolmasını eleştiriyor (AFP)
Birçok kişi bazı Ortadoğu meselelerinin bir anda kamuoyunun gündemine oturmasını ve aniden sesinin kısılarak kaybolmasını eleştiriyor (AFP)

Muhammed Bedreddin Zayid
Pek çok akademik toplantıda, siyasi seminerde tartışmaların, dünyanın süper gücünün veya uluslararası ya da bölgesel güçlerin belirli konulardaki ilgisinin bir diğerinin lehine azalması etrafında döndüğü göze çarpar. Hatta bazen, sözgelimi Ortadoğu ve sorunlarının ABD için ne ölçüde öncelikli olduğu gibi, bu boyutlardan bazıları hakkında tartışmalar yapılır.
Bazen de sanki ilginin gerilemesi, kendisine gösterilen ilgi ve dikkatin azaldığı taraf için bir hakareti temsil ediyormuş gibi mesele tepkisel bir hava kazanır. Dünyada Filistin davasına ve özel olarak Arap dünyasına olan ilginin yanı sıra genel olarak Washington'un Ortadoğu'ya ilgisi, bölgesel aktörlerin rolleri, bölgenin sorunlarına bağlılık, aynı şekilde Lübnan meselesinde uluslararası ve Arap ilgisinin azalması hakkında dönen pek çok tartışma hatırlıyorum.
Aslında burada sunmak istediğim yaklaşım, uzmanların ve politikacıların bu konuda genellemeler ve varsayımlara girişebilecekleri, oysa pratik uygulamada gerçeklik ve motivasyonların çok daha basit olabilecekleridir. Gerçek bir temel olmaksızın bazen sürprizlere yol açanın bu olduğudur.
Filistin davasından başlayabiliriz; birkaç ay öncesine kadar, üzgün bir dille bu konuya ilginin azalması ve halkının çektiği acılar hakkında konuşuyorduk. Sonra olaylar patlak verdi ve Filistin tekrar olayların odağına yerleşti, yeniden konuşulmaya başlandı. Kısa bir süre öncesine kadar ona olan ilginin azaldığını tasavvur edenler, şimdi kendilerini nasıl gözden geçirebilirler? Aslında her iki görüş de çok fazla abartı içeriyor. Bu davanın son yıllardaki tarihini gözden geçiren, bu konuya ilginin pek çok iniş ve çıkışa tanık olduğunu keşfedecektir.
Keza tek sebep bu olmasa da, geçmişe göre ilginin azalmasının, Arap Baharı'ndan bu yana çatışma ve kriz odaklarının çeşitlenmesinde yattığını, Filistin davasının ayağının altındaki halıyı çeken birçok şey olduğunu da fark edecektir. Bu konuya daha sonra döneceğim.
Genel bir çerçeveden başlayabiliriz; o da bazen bu konuyla ilgilenenlerin, karar vericiler, yazarlar, araştırmacılar, gözlemciler veya vatandaşlar olsun insan olduklarını unutmamız. Dikkat edilirse kamusal meseleler ile iç ve dış politika konularına etkilendikleri ölçüde ilgi gösterdiklerini, hepimizin hayatımızda farklı derecelerde bildiklerimizin onlar için de geçerli olduğunu unutmuş gibi yapıyoruz. Bu gerçeklerden biri mesela, arabasıyla bir ürün satın almak ya da bir akrabasını, arkadaşını ziyaret etmeye giden birisi kaza yaptığında ya da ani bir acı hissettiğinde, bu yeni ve daha acil krizle yüzleşmek için rotasını değiştirmekten başka seçeneği olmadığıdır.
Çağdaş Arap dünyamızda karşı karşıya olduğumuz en belirgin husus, kriz noktalarının çokluğu ve herkesin bu sıkıntılarla mücadele eden halklara karşı ilgisizlikten yakınması. Bu nedenle, Arap Baharı ile başlayan ve öyle ya da böyle devam eden bir Filistin yakınması da var. Pek çok kişi ilginin yakında yeniden gerilemesinden endişe ediyor. Öte yandan, bugün milyonlarca Suriyeli de dünyanın kendilerini unuttuğundan yakınıyor. Ne rejimi değiştirebildiler, ne de dünyanın mevcut rejimi yeniden tanıyıp kabullenmesini engelleyebildiler. Ne çözüm gerçekleşti ne de rejim karşıtları rejim ve destekçilerinin zaferlerini kutlamasını istiyorlar. Hala çeşitli tarafların işgali altında olan geniş Suriye toprakları var. Dolayısıyla Suriye'de tanınmış bir yazar ve şahsiyetin ortaya çıkıp “Putin-Biden” zirvesinin ülkesi hakkında somut bir şey üretmediğini kaydetmesi anlaşılabilir. Öte yandan Filistin davasına sempati duyan birçok Suriyelinin bakış açısına göre, bu dava ilgi çekmeye devam edecek, ancak Suriye ve halkının krizi hakkında kimse konuşmak istemiyor. Aynısını, gerçek bir siyasi durgunluk sürecinde gibi görünen Yemen için de tahmin edebiliriz. Farklı televizyon kanallarını takip edenler, kendilerini bazen çelişki derecesine varacak kadar özdeş olmayan dünyalar karşısında bularak, şaşıp kalıyorlar.
Bölgedeki bir kriz hakkında her yazdığımda bana “hani Yemen?” diye soran Yemenli bir arkadaşım var. Krizleri, acıları, milyonlarcasının yerinden edilmesine ilişkin Arap ilgisinin zamansal ve mekansal kapsamıyla ilgili ağır Yemen eleştirileri, aşırı derecede uyumsuzluğuna dönük  ithamları olduğunu biliyorum. Kendilerine yönelik uluslararası ilgiye karşı benzer izlenimleri olduğunu da. Bu ilginin durgun suları hareketlendirmek için zaman zaman boşuna önerilen ve harcanan siyasi çabalarda kayda değer bir başarı sağlayamadan insani yönlere odaklanmasına ağır eleştirileri olduğundan haberim var.  
Birçok Lübnanlı arkadaşımdan duyduğum Lübnan şikayeti de, aslında diğer krizlerin ağırlığını, sayısını, bunların tüm uluslararası ve bölgesel sistemdeki aciliyetini görmezden geliyor. Yukarıda saydığımız gibi karar vericilerden medya ve vatandaşlara kadar ilgililerin tüm bu büyük aktivizmi takip ederken dikkatlerinin dağıldığını göz adı ediyor. Güçlü kurumların varlığında bile Lübnan meselesi doğal olarak eninde sonunda tek bir karar verici veya tek bir karar verici kurumla çatışacak.
Aracını çarptığı için yapmak istediği işi bırakıp daha acil olan krizi çözmeye yönelen kişi hakkında daha önce verdiğimiz örneğe, kişinin bu sorun ile başa çıkmak için ne yapması gerektiğini bilmiyor olabileceğini de ekleyebiliriz. Şahsi görüşüm, şu anda uluslararası ve bölgesel tarafların, bu krizleri çözmek veya kendisiyle başa çıkmak için ne yapılması gerektiğine dair belirli ve başarılı bir yol bilmedikleridir.
Örneğin Lübnan krizinde bölgesel ve uluslararası taraflar ve bunların arasında da baskın bir esas taraf var, o da İran. Ama İran aynı zamanda müttefiki "Hizbullah" aracılığıyla, Lübnan Cumhurbaşkanı Mişel Avn'a bağlı ve Cibran Basil liderliğindeki Özgür Yurtsever Hareketi ile karmaşık bir ittifakla da zincirlenmiş durumda. İkinci taraf, sahnenin karmaşıklığı konusunda oldukça bilgili ve tıpkı kendisinin Hizbullah'a ihtiyacı olduğu gibi, Hizbullah'ın da kendisine ihtiyacı olduğunun farkında. İran'ın gücü ve zayıflığı karmaşık bir bölgesel denge sahnesinde iç içe geçerken, rejimi bu çıkmazdan çıkarmaya çalışan diğer taraflar felç olmuş ya da çözüm için yeterli araçlara sahip değillermiş gibi görünüyorlar.
Suriye'de Rusya ve müttefiklerinin zaferlerini deklare etmesini engelleyen Batılı güçlerin elinde ne yeterli araç var ne de kimsenin istemediği, maddi ve insani kayıplarının oldukça maliyetli olabileceği yeni bir kapsamlı çatışmayı sürdürmek için gerçek bir istek yok.
Suriye rejimine muhalif bu cephedeki ana oyuncu, yani Türkiye kapasitesinin sınırlarını biliyor ve başka bir şey üzerine bahis oynuyor; sınırlarına bitişik bölgesel genişleme ve bölgesel denge ve çatışmalarda kullanmak amacıyla aşırılıkçı milisler kartını elinde tutmak. Bu sayede bugün “Libya” dosyasında olduğu gibi başka dosyalarda, yarın da belki başka alanlarda avantaj ve kazanımlar elde etmek istiyor.
Bunun ışığında, Suriye krizinin daha fazla uzamaması için bir çözüm ve çıkış yolu bulmak isteyen tarafların, bu krizle başa çıkmak için yeterli araçlara sahip olmadıkları için ellerinden bir şey gelmiyor. Tıpkı yukarıda bahsettiğimiz arabasıyla kaza yapan, kendisini tamir etmese de sürebilen ama bu nedenle birkaç gün sonra arabasının çalışacağının bir garantisi olmayan kişi gibi. Arabasını tamir edemiyor çünkü parası yok, ama gidip alışveriş yapıp, ekmek falan alıyor ya da erteleyebileceği bir işi halletmeye çalışıyor. Söylemek istediğimiz, tüm insanlar bir noktada karşı karşıya oldukları krizle yüzleşmeye takatleri kalmadığını kabullenmeyebilirler, ama asıl sorun ve zor olan ne politikacıların ne de ülkelerin bunu alenen kabul etmemeleridir.
Son olarak, son İsrail savaşının dersleri bunu doğruladı. Bütün dünyanın çözülmemiş Filistin meselesinin devam etmesinden, krizlerin ve meydan okumaların çokluğundan yorulduğu doğru, ama aynı zamanda herkes henüz baskı yapacak ve bu krizi çözecek yeterli güce sahip olmadığının da farkında. İsrail aşırı sağı böyle bir vehme kapılmış olabilir ama eninde sonunda meselenin bundan çok daha karmaşık olduğunu keşfedecek. Liderlerinde de meselenin karmaşıklığını görememelerine neden olan bir inatçılık ve kibir var veya projelerinin etkileneceği korkusuyla bunu deklare etmeye cesaret edemiyorlar. Tıpkı Filistinlilerin haklarını savunan ama en azından şimdiye kadar ne yapacağını bilemeyen onlarca birbirine karşıt politikacı gibi. Bunu ifşa ve itiraf edemiyorlar ve çok azı bunun ötesine geçen geçici düzenlemeler veya çözümler düşünecek bilgeliğe ve hayal gücüne sahip.