HSBC Genel Müdürü'ne Erdoğan'a hakaretten soruşturma

HSBC Genel Müdürü'ne Erdoğan'a hakaretten soruşturma
TT

HSBC Genel Müdürü'ne Erdoğan'a hakaretten soruşturma

HSBC Genel Müdürü'ne Erdoğan'a hakaretten soruşturma

Türk makamları, İngiliz bankası HSBC Holding’in Türkiye ayağı Genel Müdürü Selim Kervancı hakkında Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'a hakaret ettiği gerekçesiyle soruşturma başlattı. Öte yandan İçişleri Bakanlığı 2018’de, hükümet tarafından 15 Temmuz 2016'daki başarısız darbe girişiminden sorumlu tutulan ve “terör örgütü” olarak sınıflandırılan Fethullah Gülen’in Hizmet Hareketi’ne üye olma suçlamasıyla 52 binden fazla kişinin gözaltına alındığını duyurdu.
HSBC Genel Müdürü Kervancı’ya yönelik soruşturma, Kervancı’nın 2013’te İstanbul’daki Gezi Parkı ve ülkenin diğer birçok büyük şehrinde yaşanan protesto gösterileri sırasında Twitter’da Adolf Hitler’in son günlerinin anlatıldığı 2004 yapımı “Çöküş” filminin bir sahnesinin yer aldığı videoyu retweetlemesi nedeniyle açıldı.
Cumhuriyet gazetesi dün yayınlanan haberinde Kervancı’nın hükümetin Erdoğan'ın muhaliflerine karşı başlattığı kampanyadaki en üst düzey yetkililerden biri olduğunu belirtilirken, Kervancı’nın Eylül ayında İstanbul'da polise ifade verdiğinin ortaya çıktığını kaydetti.
Öte yandan bankanın haberler hakkında yorum yapmaktan kaçındığını söyleyen ABD merkezli Bloomberg, Erdoğan'ın, Mart ayında yapılacak yerel seçimlere hazırlık amacıyla, 5 yıl önce “Gezi Parkı” olaylarında kendisine yönelik protesto gösterilerini düzenlemekle suçlanan kişilere yönelik saldırılarını yenilediğini söyledi.
Cumhurbaşkanı Erdoğan, konuşmalarında ve seçim mitinglerinde Gezi Parkı olaylarını 2016’daki başarısız darbe girişiminin bir ön hazırlığı olarak nitelendirirken geçtiğimiz Kasım ayında ABD'li milyarder işadamı George Soros'u, kurucusu olduğu Açık Toplum Vakfı aracılığıyla, protesto gösterilerini desteklemekle suçlamıştı. Aralık ayında ise suçlama, Cumhuriyet Savcısı tarafından İstanbul’da mahkemeye sunulan dilekçeyle resmiyet kazandı.
Türkiye'deki bankacılar, “faiz lobisi” olarak isimlendirdiği bir takım kesimlerin Türkiye'nin ekonomik büyümesini engelleyen faiz oranlarının yüksek seyretmesi için sürekli baskı yapmakla suçlayan Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın son günlerde hedefi haline geldiler.
Türkiye Bankalar Birliği'nden (TBB) gelen son verilere göre HSBC Türkiye, aktif değeri bakımından toplam 47 şubeyle Türkiye'nin en büyük bankaları arasında 15’inci sırada yer alıyor. İngiltere merkezli HSBC’nin Türkiye'deki şubelerinde yaklaşık 2 bin 250 kişi istihdam ediliyor.
“42 binden fazla hesap incelendi”
Öte yandan İçişleri Bakanlığı, müfettişlerin sosyal paylaşım sitelerinde, nefreti teşvik etme, devlet görevlilerine hakaret etme ve terör propagandası yapma suçlamasıyla 2018 yılında 42 binden fazla hesabı incelediklerini açıkladı.
CHP’li Tekin’den Gezen'e yurt dışı yasağı konulmasına tepki
Diğer bir gelişmede ise ana muhalefet partisi Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) milletvekili Gürsel Tekin, sanatçı Müjdat Gezen'e bir televizyon programında Cumhurbaşkanı Erdoğan’ı eleştirdiği için konulan yurt dışı yasağına tepki gösterdi.
Tekin Twitter'dan paylaştığı mesajda, "Sen benim vatanseverliğimi sorgulayamazsın, haddini bil" dediği için yurt dışı çıkış yasağı kondu, kızını göremiyor. Bu zulmün benzeri 12 Eylül'de yok. Bu dönemin hakimleri gelecekte bu benzersiz zalimlikleriyle anılacak” ifadelerini kullandı. Tekin şöyle devam etti:
“Paramız 1 yılda yüzde 32 değer kaybetti. Enflasyon yüzde 25'e zıpladı. İşsizlik rekor kırdı. Bu kibrin bedelini millet ödüyor. Ders vermek de hepimizin görevi.”
Özel bir kanalda sanatçı Metin Akpınar’la birlikte katıldığı “Halk Arenası” adlı televizyon programında açıklamalarda bulunan Gezen, toplumsal kutuplaşmaya yol açan muhtemel darbeler ve uygulamalar karşısında demokrasiye dönüşün önemini ve gerekliliğine dikkati çekti.
Soruşturma kapsamında Gezen, Savcılık sorgusunun ardından adli kontrol İstemiyle mahkemeye sevk edildi. Ancak Cumhurbaşkanı’na yönelik eleştirisinin hakaret içermediğini söyleyen Gezen, “Böyle bir demokrasi yok, böyle bir dünya yok. Yani dilimi kesseler, işaret dili öğrenirim yine gereken eleştiriyi yaparım” şeklinde konuştu.
2018'de FETÖ'den 52 bin kişi gözaltına alındı
Öte yandan İçişleri Bakanlığı, hükümetin 15 Temmuz 2016’daki başarısız darbe girişimini düzenlemekle suçlanan ve ABD’de yaşayan Fethullah Gülen ile bağlantısı olduğu iddiasıyla 52 binden fazla kişinin gözaltına alındığını duyurdu.   Aynı bağlamda dün Ankara Başsavcısı, 60 Hava Kuvvetleri mensubu hakkında gözaltı kararı çıkardı.
Uluslararası insan hakları örgütlerinin verilerine göre, başarısız darbe girişiminden bu yana 402 bin kişi hakkında soruşturma başlatıldı. Yaklaşık 60 bin kişi tutuklandı. Çeşitli devlet kurum ve kuruluşlarında çalışan yaklaşık 175 bin kişinin işine son verildi veya açığa alındı.



Savaş Ortadoğu'yu nereye götürüyor?

Fotoğraf: Sara Padovan
Fotoğraf: Sara Padovan
TT

Savaş Ortadoğu'yu nereye götürüyor?

Fotoğraf: Sara Padovan
Fotoğraf: Sara Padovan

Robert Ford

Donald Trump'ın İran'a karşı savaşında İsrail'i ne kadar destekleyeceği belirsizliğini koruyor, ancak tahminler, çatışmanın ivmesinin bu yılın sonlarında gerileyeceği yönünde.

Kendi açısından İran, ABD ile tam ölçekli bir çatışmaya kaymak konusunda istekli görünmüyor. Nitekim 23 Haziran'daki sınırlı misilleme, füze saldırısı öncesinde ABD’ye saldırıyı bildirdi. Trump da bunu daha sonra hesaplı bir adım olarak değerlendirdi. Ancak bu, çatışmanın yakın bir zamanda sona ereceği anlamına gelmiyor.

İran, nükleer ve balistik füze programlarına halen sıkı sıkıya bağlı ve kapsamlı yabancı denetimlere izin vermiyor. İsrail'in İran güvenlik kurumlarını hedef alması ve İsrailli yöneticiler ile Donald Trump'ın tekrarlanan açıklamaları, geride kalan İranlı yöneticiler arasında İsrail ve ABD'nin er ya da geç İslam Cumhuriyeti'ni devirmeye çalıştığına dair inancın pekişmesine yardımcı oldu.

Ancak İran rejimi gerçekte devrilmedi. Gerçek şu ki, ne kadar yoğun ve sürekli olursa olsun, hava ve füze saldırılarının sonucu olarak bir rejim değişikliğine hiç şahit olmadık. İran’da, 2011'de Libya'da veya 2024'te Suriye'de olduğu gibi, hükümet kurumlarının kontrolünü ele geçirebilecek güçlü bir silahlı muhalefet de yok. Aynı biçimde, 1979'da İran'ın kendisinde olduğu gibi, İran nüfusunun büyük bir kesiminin etrafında toplanabileceği net bir muhalif figür de yok.

Washington'u, Irak'ın kitle imha silahlarına sahip olmadığına, ancak Bağdat'ın işgali ve Amerikalı uzmanların doğrudan denetimleri ikna edebilmişti

Bir yıl sonra, İran dini lideri bir din adamı veya İran Devrim Muhafızları'ndan bir subay olabilir, ancak rejimin doğası büyük ölçüde değişmeden olduğu gibi kalacaktır. ABD ve Avrupa’nın desteğini almış bir İsrail saldırısı, sendeleyen İran devletinin İsrail'e olan düşmanlığını sürdürmesini sağlayacaktır. Batı'ya karşı düşmanlığını açıkça ifade etmese de en azından ona karşı derin bir şüphe duymaya devam edecektir.

Tahran, İsrail ve ABD'nin İran hükümetini ve ekonomisini zayıflatmayı bırakacağına güvenmediği için nükleer ve balistik füze programlarından koşulsuz vazgeçmek için hiçbir gerekçe görmüyor. Ayrıca, bu programları kademeli de olsa yeniden inşa etmek için teknolojik kapasiteye sahip. Dahası İslam Cumhuriyeti içinde hızla nükleer silah geliştirilmesini isteyen sesler giderek daha fazla yükselecektir. Kuzey Kore örneğine bakıldığında, hayatta kalan İran liderleri, rejime yönelik ek dış tehditleri yalnızca bir nükleer silahın caydırabileceği sonucuna varabilirler.

Buna karşılık, Amerikalılar ve İsrailliler, yeni şüpheli nükleer tesisleri ve personelini hedef almak için her zaman doğru olmayabilecek istihbarata dayanacaklar. Bu hava saldırıları, bazı açılardan, Kuveyt Savaşı ile 2003 ABD işgali arasındaki yıllarda Saddam Hüseyin döneminde Irak'a karşı gerçekleştirilen ABD operasyonlarına benzeyecek. Ancak Washington'daki Carnegie Vakfı'nda Nükleer Politika Programı Direktörü ve akademisyen James Acton, 19 Haziran'da New York Times'da, hedef alınan devlet nükleer programı sürdürmeye kararlıysa, hiçbir hava harekatının nükleer programı tamamen durdurmada başarılı olamadığı konusunda uyardı. Hatırlayalım ki, Washington'u Irak'ın kitle imha silahlarına sahip olmadığına, ancak Bağdat'ın işgali ve ABD uzmanlarının doğrudan denetimleri ikna edebilmişti.

cdfg
Fotoğraf: Sara Padovan

Trump'ı İran'a karşı askeri bir saldırı düzenlemeye zorlayanlar, İran'ın dahili nükleer ve füze programlarının tamamen ve garantili olarak ortadan kaldırılmasının ancak kara kuvvetlerinin konuşlandırılmasıyla sağlanabileceği gerçeğini sürekli olarak göz ardı ediyorlar. Ancak Trump, İran ile askeri bir gerilimi tırmandırma peşinde değil; aksine, müzakere masasında İran'ı siyasi olarak teslim olmaya itmeye çalışıyor. Burada soru şu; İran'ı kısa sürede teslimiyet müzakerelerini kabul etmeye zorlama gücüne sahip mi?

Bununla beraber Trump'ın İran'a büyük çaplı bir kara harekâtını onaylaması pek olası değil. Operasyonel koşullar düşük riskli olduğu sürece hava saldırılarını tercih edecektir ama bilindiği gibi, daha önce Yemen'de Husilere karşı yürütülen hava harekatının uzun sürmesinden rahatsızlık duyduğunu da dile getirmişti. Buna ilave olarak, deniz devriyelerinin artırılmasını destekleyeceği ve Çin'e yapılan sevkiyatlar da dahil olmak üzere İran petrol ihracatına fiili bir ambargo uygulama yönünde harekete geçeceği de tahmin ediliyor. Bu adımlarının amacı, düşman İran hükümetini döviz rezervlerinden mahrum bırakmaktır. İran petrol ihracatını durdurmak Tahran'ı daha da zayıflatacak, nükleer ve balistik füze programlarını yeniden inşa etme girişimlerini yavaşlatacak olsa da onu tamamen felç etmeye yetmeyecektir.

İran Devrim Muhafızları Ordusu artık mali ve askeri olarak daha zayıf ve Bağdat ile Güney Irak'ta bir zamanlar sahip olduğu etki seviyesini koruyamayacaktır

İsrail daha güçlü, ancak kısıtlamalar varlığını sürdürecektir.

İran'da bir rejim değişikliği ihtimali azalırken, İsrail her zamankinden daha fazla Amerikan desteğine ihtiyaç duyacaktır. İsrail Hava Kuvvetleri'nin İran hedeflerine karşı elde ettiği kayda değer başarılara rağmen, özellikle de Fordo'daki müstahkem yeraltı İran nükleer tesisini yok edememesi başta olmak üzere, çatışma aynı zamanda gücünün sınırlarını da açığa çıkardı. Buna ilaveten İsrail, kıyılarına bir ABD Donanma muhribi ve sınırlı ABD stoklarından ek THAAD füze savunma sistemi birimleri konuşlandırılması gibi, füze savunma sistemini takviye etmek için ABD’den takviye talebinde bulunmak zorunda da kaldı.

Bu Amerikan örtüsü altında, İsrail sadece İran nükleer programıyla bağlantılı olduğundan şüphelenilen yerleri hedef alan düzensiz saldırılar düzenlemekle kalmayacak, aynı zamanda Filistinlilere yönelik baskıcı politikalarına ve Batı Şeria'nın bazı kısımlarını kademeli olarak ilhak etmeye devam edecektir. Bunun karşısında Filistinliler kendilerini kasvetli bir gelecekle karşı karşıya bulacaklardır. Aynı zamanda, İsrail'in güvenilirliği ve desteklenmesine verilen destek, Demokrat Parti'yi destekleyen genç Amerikalılar arasında azalmaya devam ediyor ve bu yaklaşık on yıldır belirgin olan bir eğilim.

Son zamanlarda, genç Cumhuriyetçiler de İsrail’i daha az destekler oldu ve Kongre'deki İsrail yanlısı grupların hakimiyeti muhtemelen önümüzdeki üç yıl boyunca devam edecek fakat ABD bütçesi üzerindeki artan yük ve yerel sosyal programlara yapılan harcamaların gerilemesi, İsrail'e koşulsuz ABD desteğinin uygulanabilirliği ve sürdürülebilirliği hakkındaki mevcut sorgulamaları yoğunlaştıracak.

İbrahim Anlaşmaları genişletiliyor mu?

Mevcut çatışmanın durmasıyla birlikte, Washington İsrail ile ilişkilerin normalleştirilmesi konusunu yeniden gündeme getirirken, Kuveyt, Katar, Umman ve Suudi Arabistan bir dizi karmaşık hesaplarla yüzleşeceklerdir. Nitekim Trump, 14 Mayıs'ta Riyad'da yaptığı konuşmada, Körfez ülkelerinin bu adımı atmaları umudunu dile getirse de bu adımın zamanlamasının tamamen onlara bağlı olduğunu kabul etti.

Cezayir, Tunus ve Yemen gibi bazı Arap Birliği üyeleri normalleşme sürecine yönelmeyecek olsalar da İsrail, özellikle Suudi Arabistan olmak üzere tüm Körfez ülkeleriyle resmi siyasi ve ticari ilişkiler kurmaya halen istekli ve buna önem veriyor.

Ancak, İran'ın belirgin şekilde zayıflamasıyla birlikte, Körfez ülkelerinin Tahran'ın tehditlerine karşı caydırıcı olarak İsrail ile acil iş birliği ihtiyacı da azalıyor.

Bu hükümetler, İsrail'in Filistinlilere yönelik baskıcı politikalarından rahatsız olurlarsa, açıkça normalleşme adımları atmak yerine, İsrail ile sessiz bir iş birliği seviyesini sürdürmeyi tercih edebilirler.

Bununla birlikte, bu ülkeler ister normalleşme yolunda ilerlemeye ister ilerlememeye karar versinler, özellikle İsrail'in büyüyen askeri gücünün farkında oldukları için Washington ile ilişkilerini güçlendirmeye çalışacaklardır. Aynı zamanda, Çin ve hatta Rusya da dahil olmak üzere diğer küresel güçlerle ilişkilerini güçlendirerek seçeneklerini çeşitlendirmek için gayret edeceklerdir.

7 Ekim'den önce, Akdeniz’den Arap Yarımadası, Hindistan ve belki de Uzak Doğu'ya kadar pazarları birbirine bağlayan bir ulaşım koridoru projesi ile ilgili aktif tartışmalar dönüyordu. Her Körfez ülkesinin, ekonomisini çeşitlendirme ve büyümeyi teşvik etme konusunda kendi vizyonu ve planları var. Ancak, ABD ve İsrail'in İran'a yönelik devam edecek hava harekatı, bölgesel yatırım ortamının çekiciliğini zayıflatacaktır. Sınırlı olsa bile, İran’ın saldırıları da arzu edilen istikrar için sürekli bir tehdit olmaya devam edecektir.

Trump, İran hedeflerine doğrudan saldırılar düzenlemek için ABD üslerini kullanmaya karar verirse Tahran zayıflayacaktır, ancak komşularına karşı daha düşmanca davranacaktır. Böyle bir senaryo, Körfez hükümetlerinin İran'a açılma politikalarıyla oluşturmaya çalıştıkları ve öncelikle yabancı yatırım çekmeyi amaçlayan istikrar ortamını baltalayacaktır. Bu nedenle, yatırım fırsatları, bölgesel olarak daha istikrarlı ve dolayısıyla bazı uzun vadeli yatırım biçimleri için daha cazip görünebilecek Latin Amerika gibi diğer bölgelere kayabilir.

Bu bağlamda, Körfez ülkeleri İran, İsrail ve ABD arasındaki savaş sona erdikten sonra büyük olasılıkla diplomatik ve politik bir çözüm çağrısında bulunmaya devam edeceklerdir. Ancak, böyle bir anlaşmaya varmak, çatışmanın doğrudan taraflarına bağlı kalmaya devam ediyor. Bunun için de Trump'ın 2015 nükleer anlaşmasından aniden çekilmesi, ardından 13 Haziran'da İsrail'in İran'a saldırmasının akabinde yeniden başlayan çatışmalarla baltalanan asgari düzeyde bir karşılıklı güven gerekiyor. Saldırıların sürmesi öngörülebilir, gelecekte daha düşük bir düzeyde de olsa çatışmanın ve yüksek tansiyonun devam etmesini olası kılıyor.

*Bu makale Şarku'l Avsat tarafından Londra merkezli Al Majalla dergisinden çevrilmiştir.