Suriye’nin kaynaklarını kimler paylaşıyor?

Suriye’nin kuzeyinde varilleri benzinle dolduran bir adam (AFP)
Suriye’nin kuzeyinde varilleri benzinle dolduran bir adam (AFP)
TT

Suriye’nin kaynaklarını kimler paylaşıyor?

Suriye’nin kuzeyinde varilleri benzinle dolduran bir adam (AFP)
Suriye’nin kuzeyinde varilleri benzinle dolduran bir adam (AFP)

Suriye iç savaşı, ülke ekonomisinin de krize müdahil ülkeler arasında bölünmesine sebep oldu. Esed rejiminin hakim olduğu bölgelerde Rusya ve İran nüfuzu belirleyen olurken ABD, SDG aracılığıyla Türkiye ise silahlı muhalif gruplar aracılığıyla ülke ekonomisinden pay alıyor.
Rusya, Suriye’nin fosfat kaynaklarını kontrol ediyor, petrol ABD’nin müttefiklerinin, zeytinyağı ise Türkiye’nin elinde.
Suriye’de 8 yıla yakın süredir devam eden iç savaş, hem yerel hem de uluslararası çatışma taraflarının nüfuz alanlarındaki mevcut kaynakları kontrol etmesi sebebiyle ülke ekonomisinin özellikle de dahili ve tarım kaynaklarının dağılmasına neden oldu.
Savaşın ilk yıllarından bu yana, fon kaynakları ve rejim üzerindeki baskısı göz önüne alındığında, çoğunlukla ülkenin kuzeydoğu, doğu ve orta bölgelerindeki petrol ve gaz kuyuları muhalif grupların ardından DEAŞ, Heyet-i Tahrir el-Şam (HTŞ/ eski adıyla Nusra Cephesi) ve Kürt gruplar tarafından hedef haline geldi.
Rejime karşı protestoların başladığı 15 Mart 2011’e kadar yeraltı ve tarım kaynaklarının kontrolünü elinde tutan Esed rejiminin ekonomi haritası, savaşın 8. yılına girmesiyle birlikte silahlı muhaliflerin ve uluslararası destekçilerinin lehine olan buğday, pamuk, zeytin ve diğer tarımsal zenginliklerin yanı sıra petrol, gaz kuyuları ve fosfat madenlerinin çoğunluğunun kaybedildiğini gösteriyor.
Suriye’ye uygulanan uluslararası ekonomik yaptırımlar çerçevesinde rejim, İran tarafından sağlanan kredilerle petrol, doğal gaz ve birçok gıda ihtiyaçlarını ithal etmek zorunda kaldı.
Petrol
Dünya Enerji Konseyi raporu, Suriye’nin petrol rezervini 2,5 milyar varil olarak tahmin ediyor. Basın raporları, 2012 yılının ikinci yarısından bu yana hafif petrol sisteminin üretiminin, 2013 yılının üçüncü ayı itibariyle de ağır petrol üretiminin durduğunu açıkladı.
Savaş öncesi petrol üretimi yaklaşık 385 bin varil civarındayken, rapora göre Suriye Petrol ve Doğal Kaynaklar Bakanı Ali Ganem, petrol üretiminin günlük 20 bin varil olduğunu belirtti. Ganem, savaş öncesindeki petrol tüketiminin de günde 240 ila 250 bin varil olduğuna dikkati çekti.
Sahadaki hızlı gelişmelerle birlikte rejim, Palmira/Tedmur bölgesinde başta Şair, el-Hayl, Arak, Cahar, el-Muhr ve Ebu Rabah bölgelerindeki petrol ve doğalgaz alanlarının kontrolünü yeniden sağladı. ABD liderliğindeki uluslararası koalisyon destekli Kürt-Arap ittifakı Suriye Demokratik Güçleri (SDG) ise başta Deyr-i Zor’un doğusundaki Rmelan, el-Cebisa, el-Hasaka, el-Omar, el-Tanak ve Kuniko olmak üzere doğu ve kuzeydoğu bölgelerindeki petrol ve doğal gaz alanlarının kontrolünü sürdürdü.
Ülkenin kuzeyindeki ve kuzeydoğusundaki alanları (Suriye’nin toplam yüzölçümünün yaklaşık yüzde 30’unu) kontrol eden SDG kaynaklarından Şarku’l Avsat’a belirtilene göre, SDG yaklaşık bin kuyunun kontrolünü elinde tutuyor. Bazıları iyi durumda ve üretim süreci kolayca gerçekleştirilebiliyor. Ancak bazılarında üretim durmuş ve bazıları ise gelişmiş mekanizmaların bulunmaması nedeniyle zor bir durumda.
Kaynaklar, üretim sürecinin SDG’nin askeri kolu Halk Koruma Birlikleri (YPG) olarak nitelendirilen Kürt özerk yönetimi olarak denetlendiğini belirtti.
Petrolün rafine edilme sürecinin başlangıçta “ilkel brülörlerden” yapılan yerel rafinerilerden geçtiğini söyleyen kaynaklar, ancak bugün Rmelan ve el-Cebisa bölgelerinde sofistike elektrikli brülörlerinin görülmeye başlandığını söyledi.
Kaynaklar, üretim miktarına değinmezken, süreçte Suriye’deki yerel pazarın ve komşu bölgelerin ihtiyaçlarını karşılamanın hedeflendiğini belirtti.
Şarku’l Avsat muhabirimiz, 2012 yılında muhalifler tarafından kesilmesinden sonra 2014 yılında rejim tarafından açılan ve İsirya kasabasında bulunan alternatif karayolu üzerindeki Hanasir kasabası ve Halep yol ayrımında konuşlandırılmış ve SDG kontrolündeki alanlardan gelen yüzlerce petrol tankerinin olduğunu bildirdi. Bu çerçevede ekonomistler, fiyatları dünya genelinden daha düşük olması dolayısıyla rejimin Kürtlerden petrol aldığını vurguladı.
Kaynaklar, mazotun litresi 35, 50 ila 60 Suriye lirası arasında değişen fiyatlarla yerel pazarın gereksinimlerini karşıladığını söyledi. Rejimin kontrolündeki alanlardaki fiyatlar ise savaş öncesinde 7 lira iken sonrasında 180 liraya yükseldi.
Doğalgaz
Rejimin, DEAŞ örgütünün bölgeden temizlenmesinin ardından merkez bölgelerdeki gaz alanlarının çoğunu geri alacakları ifadelerine rağmen, en büyük gaz alanı olan ve Deyr-i Zor’da bulunan Kuniko, SDG kontrolünde kalmaya devam ediyor. Alandan günde yaklaşık 10 milyon metreküp doğal gaz üretildiği tahmin ediliyor.
Petrol ve Doğal Kaynaklar Bakanlığı’ndan 2017 yılı ortasında yayınlanan verilere göre, Suriye’deki doğalgaz üretimi savaş öncesinde günlük yaklaşık 21 milyar metreküptü. Şu an ise bu oran günlük yalnızca 8,7 metreküp civarında. Bakan Ganem ise üretimin, şu anda günlük 16,5 milyar metreküpe yükseldiğini savundu.
Ganem, Halep ve batı sahilinde olduğu gibi kontrol ettikleri alanlarda aralıklarla meydana gelen gaz krizlerine, yerli tüp almak için saatlerce süren uzun kuyruklara yönelik iddiaları ise reddetti.
Aynı şekilde Suriye Sanayi Odaları Birliği Başkanı Faris el-Şihabi, kişisel Facebook sayfası aracılığıyla, Suriye’nin 240 milyar metreküpten daha fazla gaz rezervine sahip olduğunu vurguladı.
Yerel gazetelere göre, Suriye’nin savaştan önceki günlük evsel gaz tüketimi, 3 bin ila 3 bin 500 ton arasındaydı ve yıllık toplam tüketim 900 bin tona ulaşırken Suriye, 400 bin ton yerel kaynak tedarik edildikten sonra da 500 bin ton ithalata sahipti.
Savaş öncesinde 9 kg yerli gaz tüpünün fiyatı 250 liraydı, şu an ise 2 bin 700 lira olarak satılırken, krizler sırasında 7 bin 500 liraya kadar yükseliyor.
Fosfat
Fosfat, 2011 yılına kadar ihracat listesinde dünyada beşinci sırada yer alan Suriye’de önemli bir yere sahipti ve güvenilir rezervinin 2 milyar ton olduğu tahmin ediliyordu. Savaş öncesi yıllara kadar üretim miktarı yıllık 3,5 milyon tondu. Hunayfis, el-Şarkiyye ve el-Rahim'de, el-Hamma bölgesindeki el-Cafife, el-Selisavat, el-Şicari ve el-Habari bölgelerinde, kıyı bölgeleri olan Ayn Leylun, Ayn el-Tinah, Kale el-Mahalaba ve Hamam el-Karahala’da dağılmıştı.
Yakın zamanlı bir araştırmaya göre fosfat, rejim müttefiklerinin (Rusya ve İran) destek maliyetlerine karşılık bir kaynak listesi olarak ihraç ediliyor ve bu durum, iki ülke arasında rezerv alımı konusundaki rekabeti de artırmış durumda.
2015 yılı Mayıs ayından bu yana rejim ile İran Devrim Muhafızları tarafından denetlenen Lübnan- Irak yabancı güçleri, DEAŞ’ı bölgeden temizledikten sonra Palmira şehrinin ve Hunayfis ile el-Şarkiyye’de fosfat yataklarının kontrolünü sağladı. Mayıs 2017’deki Rus müdahalesinin ardından çevre bölgeler de rejim ve müttefiklerinin kontrolüne girdi. Bu kontrol, İran’ın Suriye Başbakanı İmad Hamis tarafından 2017 yılında Tahran ziyareti sırasında imzalanan anlaşmaya uygun olarak söz konusu yatakları teslim alması, İran’ın rejime verdiği dört kredi hattından kaynaklanan ve 5 milyar doları aşan borçların ödenmesi için bir ön girişimdi.
Ancak rejim, Tahran’la yapılan anlaşmaların uygulanmasında kısa sürede gecikme yaşatmaya başladı. İran’ın elde etmek istediği alanlarda Moskova ile ekonomik işbirliğini ve sözleşmelerin imzalanmasını hızlandırdı. Bu çerçevede rejim, madenler için bakım çalışmaları yürütmek, Lübnan’daki Selaata ihracat limanını korumak, üretim hizmetleri ve ihracat limanına ulaşım sağlamak amacıyla bir Rus şirketi ile sözleşme imzaladı. Şirket, yatakların kontrol edilmesi sonrasında geçtiğimiz Haziran ayında faaliyetlerine başladı.
Suriye’deki Rus yatırım faaliyetlerine aşina kaynakların Şarku’l Avsat’a yaptığı açıklamaya göre Rusya, Suriye’deki fosfat madenlerine nihayet kendi lehine yatırım yapmaya başladı.
Zeytinyağı
Uluslararası Para Fonu (IMF) verilerine göre, savaş öncesinde Suriye, zeytin ve zeytinyağı üretiminde Arap ülkeleri arasında birinci, uluslararası düzeyde de üçüncü sıradaydı. Suriye’deki zeytin ağaçlarının sayısının 100 milyon ve ortalama üretimin 1,2 milyon ton olduğu tahmin ediliyor. Savaşın devam etmesiyle birlikte ise bu rakamlar, kademeli olarak düşerken, yüzde 300 oranında bir gerilemeye neden oldu.
Zeytin yetiştiriciliği, kuzeybatıdaki İdlib bölgesinde yoğunlaşmış durumda. Bölgenin büyük bir çoğunluğu HTŞ tarafından kontrol edilirken, bir kısmı da Türkiye destekli silahlı ve İslami grupların kontrolünde.
Savaş öncesinde yaklaşık 50 lira olan Suriye döviz kurunun ABD doları karşısında 500 liranın üzerine çıkmasıyla birlikte savaş öncesinde litre fiyatı 190 lira olan zeytinyağının fiyatı da 2 bin 500 liraya yükseldi.
Şam’da bulunan bir kaynağın Şarku’l Avsat’a belirttiğine göre İdlib’de bugün 1 zeytinyağı tenekesinin fiyatı 20 bin lira. Şam’a ulaştırma maliyesi ise 5 bin lira ve başkentte de yaklaşık 35 bin liradan satışı yapılıyor.
Kaynak, başkentte yaşayan İdlib halkının bazısının, akrabaları tarafından üretimi yapıldıktan sonra mahsullere ulaştığı, bazılarının da getirdiği zorlukları önlemek üzere mahsulleri satmayı tercih ettiğini söyledi. Şam yansılı el-Watan gazetesi, geçtiğimiz aylarda Türkiye makamlarının, Halep’in kuzeyindeki Afrin bölgesinde destekledikleri silahlı grupların, Türkiye topraklarına zeytinyağını kaçakçılık faaliyetlerini kolaylaştırdığını yazmıştı.
Buğday ve pamuk
Bir Birleşmiş Milletler (BM) raporuna göre 2011 yılı öncesinde Suriye, yıllık 4 milyon ton buğday üretirken, 1,5 milyon ton buğday ihracatı yapıyordu. Suriye’nin bu yılki buğday üretimi ise 1,2 milyon ton ile 29 yılın en düşük seviyesinde.
Halep’in yanı sıra birçoğu SDG kontrolünde olan el-Hasaka, Deyr-i Zor ve Rakka’da 23 milyondan fazla Suriyeli için buğday rezervi bulunuyor.
Suriye Tarım Bakanlığı verilerine göre Hasaka ve Halep’ten sonra Rakka buğday üretiminde üçüncü sırada bulunuyor. Ancak motorları çalıştırmak için gereken yüksek yakıt ve gübre fiyatlarındaki endişe verici artış nedeniyle sulama kanallarına bağlı arazilerin ekiminde önemli bir düşüş yaşandı. 2011 yılında 161 bin 303 hektardan 607 bin ton buğday üretimine sahip olan alanda, istatistiklere göre 2014 yılında 376 bin tona gerileme yaşandı.
Rejime yakın kaynaklara göre hükümet, bu yılki üretim miktarının daha da az olacağını duyurdu.
SDG kontrolü altındaki bölgelerdeki bazı çiftçiler buğday mahsullerini “özerk yönetime” satarken, Türkiye destekli grupların kontrolündeki bölgelerde bulunan çiftçiler de Türkiye’nin desteklediği geçici hükümete bağlı merkezlere buğday satıyor. Rejim kontrolündeki alanlarda, un ihtiyaçlarını karşılamak için yılda 1 ila 1,5 milyon ton arası buğdaya ihtiyaç var. Bu nedenle rejime bağlı Tahıl Ticareti ve İşletmesi Genel Kuruluşu, ihtiyaçlarını karşılamak üzere uluslararası ihaleler başlatacak.
BM, yakın zamanda Suriye’deki 13 milyon insanın insani yardıma ihtiyacı olduğunu açıklamıştı.
Öte yandan DEAŞ’ın Rakka’daki kontrolü boyunca sulama yapısı, üretim ve pamuk tarlalarında düşüş yaşandı. SDG’ye yakın bir kaynak, bu yıl SDG kontrolündeki pamuk tarlalarının, Habur Çay’ının kuruması, yağış eksikliği ve gerekli gübrelerin olmaması nedeniyle savaş öncesi dönemde ekili alanların yüzde 25’ine bile eşit olmadığını belirtti. Tarım Bakanlığı tarafından yayınlanan Tarım İstatistikleri Grubu verilerine göre, Rakka’da 2011 yılında yaklaşık 50 bin hektardan 187,5 bin ton pamuk üretimi yapılırken, 2014 yılında bu oran 20 bin hektardan 50 bin tona düştü. Verilere göre, 2011 yılında tüm Suriye topraklarındaki toplam pamuk alanı, 175 bin hektardan 672 bin ton civarındaydı.



Lübnan Maliye Bakanı Şarku'l Avsat'a konuştu: Mevduat sahiplerinin paralarını 3 aşamada iade edeceğiz

TT

Lübnan Maliye Bakanı Şarku'l Avsat'a konuştu: Mevduat sahiplerinin paralarını 3 aşamada iade edeceğiz

Lübnan Maliye Bakanı Şarku'l Avsat'a konuştu: Mevduat sahiplerinin paralarını 3 aşamada iade edeceğiz

Uluslararası Para Fonu (IMF) ve Dünya Bankası'nın Washington'daki bahar toplantılarına katılan Lübnan heyetinin başkanı Maliye Bakanı Yasin Cabir, Şarku'l Avsat'a verdiği mülakatta bankalardaki mevduat sahiplerinin paralarının iadesinin birbirini takip eden üç aşamada gerçekleşeceğini doğruladı. Hizbullah'a bağlı Karzı Hasen derneğinin kapatılması yönündeki ABD baskısını kabul eden Cabir, milislerin silahsızlandırılmasını sağlayacak bir savunma politikasının gerçekleştirilmesi gerektiğini vurguladı. Lübnan'ın Arap bağrına doğal dönüşünden söz eden Cabir, Arap ülkeleriyle, özellikle de Suudi Arabistan ile ilişkileri “mükemmel” olarak nitelendirdi.

Washington'daki IMF ve Dünya Bankası toplantıları çerçevesinde yaptığı görüşmeleri genel olarak iyi olarak nitelendiren Cabir, bu ziyaretin yıllar içinde oluşan uçurumun kapatılması açısından önemli olduğunu belirtti.

Lübnan hükümeti tarafından onaylanan “gerekli reformları” sunmak üzere IMF temsilcileriyle yaptığı görüşmeleri anlatan Cabir, “Bunlar aslında birileri için yapmadığımız reformlar, bunları IMF için yapmıyoruz, bunlar ülkemiz için, bizim için ve halkımız için yaptığımız reformlar” dedi.

Cabir : “Elektrik sektöründe reform yapmak istiyorsak, Lübnanlılar jeneratörü açıp kapatmak ve mahalle jeneratörüne abonelik ödemek yerine daha düşük bir fatura ödesin ve 24 saat hizmet alsın, ben kime hizmet ediyorum? IMF'ye mi, yoksa halkıma mı? Pratikte, bu boşluğu doldurma konusunda uzun bir yol kat ettiğimizi düşünüyorum" dedi. Temsilciler Meclisi'nin bankacılık gizliliği değişiklik yasasını 87 oyla kabul etmesini değerlendiren Cabir “Lübnan hükümetinin gerçekleştirdiği reformlara bir güvenoyu” olarak nitelendirerek, bankacılık sektörünün yeniden düzenlenmesine ilişkin bir başka yasa tasarısı hazırladığını ve bu tasarının hızlı bir şekilde incelenerek Temsilciler Meclisi Genel Kurulu'na sunulmak üzere Maliye Komitesi'ne havale edildiğini söyledi.

Mevduat sahiplerinin fonlarının ülkelerine geri gönderilmesi

Cabir, "Lübnan'ın öncelikleri dikey değil yataydır. IMF ile bir anlaşma, Dünya Bankası ile anlaşmalar, temerrüde düşen dış borçlar konusunun ele alınması, Banka reformu meselesi, mevduat sahipleri meselesi gibi sorunlar önceliklidir. Bizim için her şey önceliklidir” dedi.

Lübnan merkez Başkanı Kerim Said'in bankaların nasıl yeniden yapılandırılacağı ve mevduat sahiplerinin paralarının nasıl iade edileceği konusunda bir çalışma hazırladığını açıklayan Cabir, "Dünyadaki hiçbir bankacılık sektörü tüm mevduat sahiplerine aynı anda tüm parayı iade edemez. Aşamalar olacak: İlk aşama orta gelirli insanlar için olacak, 100 bin dolar ve altında geliri olanlar. Onlara öncelik verilecek çünkü tüm mevduat sahiplerinin yüzde 84'ünü onlar oluşturuyor. Daha sonra ikinci aşama “daha yüksek miktarlar için, belki 500 bin dolara kadar ya da 1 milyon doara kadar ve daha sonra daha yüksek miktarlar için hızlı bir şekilde gelecek. Plan bir bütün olarak yayınlanacak, ancak geri ödeme aşamalı olacak. İşleyen bir bankacılık sektörüne çok ihtiyacımız var. Bu, yeterli sermayeye sahip ve tüm uluslararası standartlara uyan bir bankacılık sektörü olacak. Bu başarılamazsa ‘herhangi bir bankanın başka bir bankayla birleşebileceğini, hedefe ulaşmak için üç bankanın birbiriyle birleşebilecek" dedi.

Para ekonomisi nedeniyle gri listeye alındıklarını ifade eden Cabir, "Gri listeden çıkmak için para bankalara geri dönmeli ve normal bankacılık hayatına dönmeliyiz” şeklinde konuştu.

Amerikalıların Karzı Hasen derneğini kapatma talebiyle ilgili olarak da şunları söyledi: “Bu bizim değil Merkez Bankası Başkanı'nın meselesi. Tabii ki ne olacağını göreceğiz.”

Altının parasallaştırılması yok

Lübnan'ın altın stokları hakkında konuşan Cabir, “Bu stok, Lübnan Merkez Bankası'nın varlıkları olduğu ve doğru rolünü oynadığında gelecek için bir güven kaynağı olabileceği konusunda güven veriyor. Maalesef geçmiş yıllarda eski başkan Riyad Selame aracılığıyla bazı yanlış politikalar uygulandı ve şimdi bunların önüne geçilecek. Altının paraya çevrilmesi artık söz konusu değil. Neden mi? Çünkü ilk olarak, altını paraya çevirme kararı ne Merkez Bankası Başkanı'nın, ne Maliye Bakanı'nın ne de hükümetin elinde. Bunun Temsilciler Meclisi'ne gitmesi ve orada bir karar alınması gerekiyor. Bu konu tartışma konusu değildir" şeklinde konuştu.

Hizbullah ve silahları

ABD yönetiminin Lübnan'da odadaki fil (Oturma odasındaki fil) olarak gördüğü Hizbullah ve silahlarına ilişkin bir soruya Cabir şu yanıtı verdi: “Lübnan ordusunun güneyde konuşlandığını, rolünü yerine getirdiğini ve anlaşmayı ya da BM kararını (1701) doğru bir şekilde uyguladı. Ordunun konuşlanmasını ve ülkeyi elinde tutmasını istiyorsak, orduyu isteriz. Ama ona kabiliyetler vermek istemiyor muyuz, bunu organize bir şekilde yapmak istemiyor muyuz? Cumhurbaşkanı bu dosyadan sorumludur ve bu dosyayı akıllıca ele almaktadır. 8 yılını Genelkurmay Başkanı olarak geçirmiştir ve araziyi, koşulları ve olasılıkları bilmektedir.

Bazen baskı oluyor ve biz hala Bakanlar Kurulu'nun 4 bin 500 yeni asker alma kararını alıyoruz. Bugüne kadar güneye gitmesi için gereken 10 bin askeri tamamlayamadı; bu işler zaman alır ve bence Hizbullah da dahil olmak üzere tüm taraflar orduya saygı duyuyoruz ve onunla işbirliği yapmak istiyoruz diyorlar. Cumhurbaşkanı bir savunma politikası üzerinde çalışacağını, toplantılar düzenleyeceğini söylüyor ama ona zaman verelim.”

Suudi Arabistan ile ilişkiler

Suudi Arabistan ve diğer Arap ülkeleriyle ilişkilerin başlatılması hakkında konuşan Cabir, “Arapların bağrında olmak bizim için doğaldır çünkü Lübnan bu Arap dünyasına aittir” dedi. Lübnanlılar bugün yüzbinlerce Arap ülkesine dağıldığını ifade eden Cabir ,Suudi Arabistan, BAE, Kuveyt, Katar ve Irak gibi ülkelerle ilişkileri ‘çok mükemmel’ olarak nitelendirdi. Cabir, “Elimizi uzatmış durumdayız ve Arap kardeşlerimizle en iyi ilişkilere sahip olmak için çaba göstereceğiz” şeklinde konuştu.

Arap devletlerini “büyük kardeşler” olarak tanımlayan Cabir "Küçük bir ülke olan ve ne yazık ki sahip olduğu tüm imkânları kullanmayan Lübnan'a ilgi duyuyorlar. Arap kardeşlerimizin hem kendi aralarında hem de bizim onlarla yaptığımız konuşmalarda Lübnan'ı çok istediklerini ve Lübnan'ın daha iyi olmasını istediklerini düşünüyorum. Lübnan'a dönmeyi çok istiyorlar" dedi.

Yaşadıklarının hiçbir ülke kaldıramayacağını belirten Cabir, “Lübnan 2019‘da mali bir çöküş yaşadı, 2020’de yarı nükleer bir patlama oldu, Kovid, dünyanın geri kalanı gibi boş boş oturduk, sonra bir cumhurbaşkanlığı boşluğu, karar alamayan bir geçici hükümet, çalışmayan bir parlamento çünkü bir bölüm cumhurbaşkanı yoksa Temsilciler Meclisi'nin de çalışmayacağını söylüyor ve ardından 13 aylık bir savaş. Bunların hepsine birlikte kim dayanabilir.”

iki milyon Suriyeli Arap'ı kucakladıklarını da unutmaması gerektiğini ifade eden Cabir, "Acaba ABD iki yıl boyunca 120 milyon Meksikalıyı kabul etse ne olur? Lübnan çok şeye katlandı. Lübnan tüm sektörlerinde yapısal ve gerçek reformlar gerçekleştirmek için büyük bir çaba sarf ediyor ve Arap kardeşlerimiz ve dünya bunun yanında duruyor" dedi.