ABD tarihinde Müslüman entelektüel bir köle: Ömer bin Said

ABD tarihinde Müslüman entelektüel bir köle: Ömer bin Said
TT

ABD tarihinde Müslüman entelektüel bir köle: Ömer bin Said

ABD tarihinde Müslüman entelektüel bir köle: Ömer bin Said

ABD’de köleler henüz okuma yazma bilmezken, içlerinden Afrikalı bir Müslüman anılarını Arapça kaleme alarak tarihe not düştü.
Köle iken “Morro” ya da “Moreau Amca” diye çağrılıyordu.
Ufak tefek, ağır işlere pek yatkın olmayan 60’lı yaşlarında asil bir adamdı ve neredeyse çeyrek asır boyunca kölelik yaptı. Çok az İngilizce biliyordu.
Asıl adı Ömer bin Said idi. 1807’de kaçırıldığında, Batı Afrika ülkesi Senegal’deki köyünde Müslüman bir âlim olarak yaşıyordu.

Kendi tabiriyle "kötü adamlar ordusu" tarafından alı konularak, 6 hafta boyunca kötü şartlardaki bir gemi seyahati ile ABD’nin Güney Karolina eyaletinin Charleston şehrine getirildi.  
İbn-i Said, köyünden zorla alınarak Yeni Dünyaya getirildiğinde 37 yaşındaydı.  
ABD’de sadece birkaç kölenin okuyup yazabildiği 1830’lu yıllarda, kendisi gibi olan kölelerden hayatta kalan tek kişi olduğu düşünülen bu adam, yaşadığı anılarını 1831 yılında 60lı yaşlarındayken Arapça olarak kaleme almaya başladı.  
Köyündeki pek çok insanın vahşice öldürüldüğünü ve kaçmaya çalışanların ağır şekilde cezalandırıldığı gibi konulara değinen İbn-i Said’in eseri, Amerika'daki Müslüman bir kölenin günlük yaşantısı, hayatı ve toplumdaki yerine dair az bilinen detayları da gün yüzüne çıkarıyor.
Anıların orijinali, İbn-i Said’in anadili olan Arapça dilinde yazılmış. Daha sonra ise İngilizce'ye çevrilmiş.
Belgenin Arapça yazılmış olması, İbn-i Said'in sahibi tarafından değiştirilmemiş olduğu anlamına geliyor ki bu da belgeyi daha kıymetli yapıyor.

“Bilgiyi aradım ve 25 yıl boyunca da aramaya devam ettim”
İbn-iSaid, günümüze kadar kalmayı başaran tek Müslüman-Amerikalı köle otobiyografisi olan eserine, Kur’an-ı Kerim’den, Allah’ın her şeye egemen olduğunu söyleyen 67. sure ile başlıyor.
Arapça harflerle demir pasından mürekkeple kâğıt üzerine yazılmış ve kahverengi bir kâğıt kapağı olan belgede sahiplerinin kendisine “iyi” davrandığını belirten İbn-i Said, Allah tarafından cezalandırılmaya karşı da insanları uyarıyor.
Eserde, “benim adım Ömer bin Said” diye yazan entelektüelin, adını korumuş olmasının kendi içinde bir zafer oluşturduğu ortada.
“Doğum yerim Fut Tur [günümüz Senegal sınırları içinde]. ... Bilgiyi aradım ve 25 yıl boyunca da bilgiyi aramaya devam ettim... [Derken oraya] büyük bir ordu geldi. Pek çok insanı öldürdüler. Beni aldılar ve büyük denizin kıyısına götürdüler. Hristiyan bir adama satıldım ve beni alan adam benimle birlikte yürüdü, büyük denizdeki büyük bir gemiye bindik.”
Eseri geçtiğimiz hafta satın alan ABD Kongre kütüphanesinin Afrika ve Orta Doğu Bölümü şefi Mary-Jane Deeb, bu olayın yaklaşık 1807 yılında gerçekleşmiş olabileceğini söylüyor. Deeb, İbn-i Said’in “felsefe, teoloji, astronomi” alanlarında 25 yıllık bir eğitim aldığını düşündüklerini de belirtti.
İbn-i Said’in eğitimini, “Kur’an’ı gönülden okuma, yazma ve öğrenmenin ötesine geçmiş birinden” beklenecek düzeyde olduğunu ifade eden Deeb, öğrenim dili olan Arapça’nın yanısıra bölgedeki yerel dillerden birini de konuşabildiğini söyledi.  
Kaçırıldıktan sonra, tarihçi Sylviane A. Diouf'a göre, şu anda Senegal’e ait olan Saint-Louis limanına, daha sonra da Güney Karolina’daki Charleston şehrine götürüldü. Muhtemelen, o yıl 385 Afrikalı'yı köle olarak Charleston'a teslim eden Saint-Louis'den yelken açan dört Amerikan köle gemisinden biriydi.
“Charleston adı verilen yere varana dek büyük Deniz’de bir buçuk ay kadar gittik. Ve beni sattılar. Zayıf ufak tefek kötü bir adamdı; Johnson adında imansız, Allah korkusu olmayan bir adam satın aldı” diye anlatıyor İbn-i Said.
Yaşadığı çağda da gazetelere konu oldu
Kaçarak Kuzey Carolina’ya giden İbn-i Said, Fayetville şehrinde yakalandıktan sonra orada hapse atıldı. Daha sonra çiftlik sahibi ve gelecekteki kongre üyesi olacak olan John Owen’a satıldı.  
İbn-i Said’in, hapishane duvarına Arapça yakarmalar yazarken yetkililerin dikkatini çektiği de anlatılmaktadır.
İbn-i Said geriye kalan ömrünü Owen ailesinin Kuzey Karolina eyaletinin Bladen şehrindeki Cape Fear River çiftliklerinde rahat bir şekilde geçirmişti.  
İbn-i Said’in saygınlığı ve çektiği çileler nedeniyle kendi yaşadığı çağda da insanların dikkatini çektiğini söyleyen Deeb, entelektüelin gazetelere konu olduğunu ve hatta “bilim insaları” tarafından ziyaret edildiğini belirtti.
İddiaya göre, İbn-i Said Hristiyanlığı bir derece kabul etmişti ve sahibinin kendisi için edindiği Kutsal Kitap’ın Arapçasını okuduğunu söylemişti.
Sahibi James Owen’dan ve kardeşi John’dan övgüyle söz eden İbn-i Said, “O, iyi bir insan, kendisi ne yerse ve ne giyerse aynısını yemem ve giymem için bana verir” dedi.
İbn-i Said’in bu belgeleri neden ya da kim için yazdığı ise henüz belli değil.  

Deeb, ABD’deki diğer Müslüman Köleler için olabileceğini söylüyor. ABD tarihindeki kölelerin yüzde 10 ile 15’inin Müslüman olduğu biliniyor.
İbn-i Said, “Ömer’den Şeyh Hunter’a” diyerek el yazmasının bir yerinde şöyle yazmıştır:
“Benden hayatımın hikâyesini yazmamı istedin. Büyük ölçüde konuşmayı ve özellikle de Araplarla konuşmayı unuttuğum için hayatımı yazamam”.
Şeyh Hunter’ın kim olduğu tam olarak bilinmemektedir. Bu bir ihtimal rahip Eli Hunter olabilir. Alryyes’e göre, Hunter bir grup siyahî insanı Afrika’ya geri göndermek için çalışan Amerikan Kolonileşme Cemiyeti mensubuydu.  
“Köleliği sürdüğü sırada bir köle tarafından yazılmış otobiyografi”
ABD’ye köle olarak getirilen İbn-i Said’e ait 1831 tarihli nadir el yazması anılar ABD Kongre Kütüphanesi tarafından geçen hafta Derrick Beard isimli Müslüman bir koleksiyoncu’dan satın alınmıştı.
Geçtiğimiz Temmuz ayında 59 yaşında hayatını kaybeden Beard, eseri 20 yıl boyunca ülke çapında sergilemişti.
İnternete koyulan ve böylece tüm kamuoyunun erişimine açılan eser, daha önce Kuzey Carolina eyaletindeki Davidson Üniversitesi'nde muhafaza ediliyordu.
Kütüphaneden Deeb, “(Beard) bunu bizim almamız gerektiğine karar vermişti” dedi.
Deeb, Beard’in, “bunun (İbn-i Said’in eserinin) özel bir koleksiyoncuda kalmayıp tüm Amerikalıların ulaşabileceği bir yerde olması gerektiğine” inandığını söyledi.
Deeb sözlerine şöyle devam etti:
“Çok üzücü… Çok hastaydı… ‘bunu alıyor musunuz? Bunu alacak mısınız’ demişti. Biz satın aldıktan birkaç ay sonra vefat etti. Tek diyebileceğim, mutlu ölmüş olmalı. Çünkü elyazması, istediği gibi, kütüphaneye geldi.
Kur’an’daki tüm bölümler içinden bunu (67.sure) seçmiş. İslam’da her şey Allah’a aittir. Kimse gerçekten bir şeye sahip değildir… Bu ayetin seçilmiş olması son derece önemlidir. Diğer insanların sahip olma hakkına kökten bir eleştiridir bu. Bu, pek çok nedenlerden ötürü çok önemli. Öncelikle… bu köleliği sürdüğü sırada bir köle tarafından yazılmış olan bir otobiyografi. Özgür bir adam değil, köle olarak öldü.”
İbn-i Said, 1864’te 90’lı yaşlarındayken İç Savaş’ın ortasında kölelik henüz kaldırılmamışken ölmüştü.
Afrika’da yıllarca İslamî çalışmalar yapan İbn-i Said’in Arapça kaleme aldığı eserini ABD’de kendi sahibi de dahil, çok az kişi okuyabiliyordu.
Amerika’daki köleler arasında okuma yazmanın tehlikeli addedildiğini ve genellikle yasaklandığını belirten Deeb, İbn-i Said “daha açık yazabilirdi” dedi.  
Deeb, bilindiği kadarıyla bu belgenin, ABD’de esaret altındaki bir köle tarafından yazılan tek Arapça el yazması olduğunu da sözlerine ekledi.
Amerikanın kölecilik tarihine ışık tutacak
Kongre Kütüphanesi'nden yapılan açıklamada belgenin Afrika'nın 18. ve 19. yüzyıllarına ayrıca Amerika'nın kölecilik tarihine önemli ışık tuttuğu ve bu nedenle bu alanlarda yapılacak araştırmalar için paha biçilmez bir kaynak oluşturduğu belirtildi.
28 Mart 1996’da ABD’deki köleler hakkında bir kitap yazmakta olan Diouf,  İbn-i Said koleksiyonunun da içinde olduğu Afrikalı Amerikanlar hakkında basılı ve elyazması eserlerin satışa konduğu ilk özel müzayedeye katılmak üzere New York’taki Swann Galerilerine gitti.
Teklif vermek için gitmiş değildi. “Sadece el yazmalarını görmek istedim” dedi. Orada Beard ile tanıştı.
 “Onu tanımıyordum”, diyen Diouf, Beard’i, “son derece sosyal, daima gülümseyen, çabuk samimiyet kuran bir insan” olarak tanımladı.
Diouf aralarında geçen konuşmayı şöyle anlatıyor:
“Kendisinin Müslüman olduğunu ve koleksiyonu almakla ilgilendiğini söyledi. İlginçti, çünkü tek teklif veren o idi. Başka hiç kimsenin eserle ilgilenmemesi bir tür şok oldu benim için. Çünkü insanların büyüleneceğini düşünmüştüm” dedi.
Diouf, kanser hastası olduğu belirtilen Beard’in, eserlerin ABD tarihinin bir parçası olduğu gerekçesiyle ülkede kalmasını istediğini belirtti.
Koleksiyonun 21.850 dolara satıldığını duyuran Swann galerisi, şu açıklamaya yer vermişti:
 “(Beard) bir Afrika-Amerikalı, bir Müslüman ve Afro-Amerikan sanat ve maddi kültür koleksiyoncusu olarak bu özel parçalar için derin bir sorumluluk hissediyordu. Bunları, onlar üstünden para kazanmak için almış değildi. Bu belge ve hikayeleri paylaşırken son derece hassastı. Eserin, Derrick’le her zaman nerede olduğunu ve ona özen göstereceğini ve paylaşacağını biliyorduk.”

El yazmasının 183 yıllık serüveni
El yazmaları 1836’da, Batı Afrika’dan gelmiş eski bir Müslüman köle olan “Yaşlı Paul” lakaplı Lahman Kebby’ye gönderildi.
Kebby bunları Amerikan Etnoloji Cemiyeti kurucu üyelerinden koleksiyoncu Theodore Dwight’a verdi.   
Dwight, Arapça el yazmaları, bunların tercümeleri, mektupları ve haberlerinin koleksiyonunu topluyordu.
Deeb’in dediğine göre anlatı ve koleksiyon çeşitli kişilerin eline geçti ve 20. yüzyılın büyük bir kısmında gözlerden uzak kaldı.
Gazeteci Jonathan Curiel’e göre koleksiyon, İslamî paralar koleksiyoncusu Howland Wood’un torunları tarafından İskenderiye’deki bir sandıkta bulundu.
Washington Post'dan Independent Türkçe
 



Mario Vargas Llosa’nın ardından: Edebiyat devinin 4 eseri

Vargas Llosa, ABD'deki Harvard, Princeton ve Columbia gibi prestijli üniversitelerde dersler vermişti (AFP)
Vargas Llosa, ABD'deki Harvard, Princeton ve Columbia gibi prestijli üniversitelerde dersler vermişti (AFP)
TT

Mario Vargas Llosa’nın ardından: Edebiyat devinin 4 eseri

Vargas Llosa, ABD'deki Harvard, Princeton ve Columbia gibi prestijli üniversitelerde dersler vermişti (AFP)
Vargas Llosa, ABD'deki Harvard, Princeton ve Columbia gibi prestijli üniversitelerde dersler vermişti (AFP)

Minerva’nın Baykuşu bu hafta, 13 Nisan’da hayatını kaybeden çağdaş edebiyatın devlerinden Mario Vargas Llosa’nın eserlerinin peşinden giderek, farklı coğrafyalarda yaşanan siyasi ve toplumsal mücadeleleri takip edecek.

Genç yaşında başladığı edebiyat kariyerinde hızla yükselerek önce Peru’nun sonra da dünyanın en çok tanınan yazarlarından birine dönüşen Llosa, 28 Mart’ta 89 yaşına girmişti. Hayatını kaybetmesinin ardından Peru hükümeti 14 Nisan’da bir günlük yas ilan etti. Latin Amerika liderlerinden Avrupalı siyasetçilere kadar birçok isim büyük yazar için taziye mesajları paylaştı. 

2010 Nobel Edebiyat Ödülü’nü kazanan Llosa, Julio Cortazar, Carlos Fuentes ve Gabriel Garcia Marquez gibi Latin Amerikalı yazarlarla adını edebiyat tarihine yazdırdı. 

Siyasi görüşlerindeki değişim ve polemikçiliğiyle de adından çokça bahsettiren Llosa’nın 4 eserini inceledik.

Kent ve Köpekler

Llosa’nın 23 yaşındayken kaleme aldığı Kent ve Köpekler hem ülkesinde hem de dünyada büyük ses getirerek Latin Amerikalı yazarın tanınmasını sağladı.

Yazarına İspanyolca edebiyatın en saygın ödüllerden biri olan La Crítica Ödülü’nü 1964’te kazandıran roman, Peru'nun başkenti Lima’daki Leoncio Prado Askeri Akademisi’nde okuyan öğrenciler arasında geçiyor. 

fvghyj
Vargas Llosa, "bireyin direnişini, başkaldırısını ve yenilgisini" işleyen romanlarıyla Nobel Edebiyat Ödülü'nün sahibi oldu (Can Yayınları)

Anlatının eleştirel tonunu şekillendiren düşünceler, Llosa’nın da iki yıl öğrencilik yaptığı bu askeri okuldaki zorlu deneyimlerine dayanıyor. Zengin ve yoksulların, burjuva ve işçilerin çocuklarının okuduğu akademideki katı hiyerarşik düzen, ayrımcılık ve çeşitli örtbas uygulamaları Peru toplumunun mikrokozmosu olarak sunuluyor. 

Yayımlandığında büyük skandal yaratan ve yüzlerce kopyası askeri okulda törenle yakılan eser, bakış açılarını çizgisel olmayan bir anlatım tekniği kullanarak aktarmasıyla William Faulkner’ın Ağustos Işığı’yla Ses ve Öfke’sini de akla getiriyor. 

İspanyolcadan çeviren: Roza Hakmen, 448 s., 2024, Can Yayınları
 

Katedral’de Sohbet

Llosa’nın “Yazdıklarım arasında yangından sadece bir roman kurtarmak zorunda kalsaydım onu kurtarırdım” dediği Katedral’de Sohbet, okuru 1950’lerde Manuel A. Odria diktatörlüğü altındaki Peru’nun çalkantılı yıllarına götürüyor. 

General Odria yönetimine yakın olan zengin bir iş insanının oğlu Santiago Zavala’yla babasının şoförü Ambrosio’nun yıllar sonra karşılaşıp Katedral adlı barda sohbete dalmasıyla başlayan roman, dönemin sınıfsal çatışmalarından özgürlük mücadelesi ve esaret altında yaşamanın zorluklarına uzanan bir anlatıya dönüşüyor. 

fvghy
Katedral'de Sohbet, Perulu yazarın üzerinde en çok uğraştığı eserlerinden biri (AFP)

Llosa’nın Lima’daki San Marcos Üniversitesi’ndeyken cunta karşıtı komünist öğrenci grubu Cahuide’de geçirdiği yılların etkisini taşıyan Zavala karakteri, insanlığa karamsar bakış açısıyla anlatının uç kutuplarından birini oluşturuyor. Peru halkını saran teslimiyetçi tavır ve cuntanın yolsuzlukları onun gözünden karanlık bir panorama halini alıyor.

Geçmiş ve şimdiki zaman kipleri arasındaki hızlı geçişleriyle dikkat çeken 800 sayfalık devasa eser, şu dürüst sorunun peşinden uzun bir yolculuğa çıkıyor:

Acaba Peru tam olarak ne zaman çuvallamıştı?

İspanyolcadan çeviren: Süleyman Doğru, 808 s., 2022, Can Yayınları
 

Dünya Sonu Savaşı

19. yüzyıl Brezilyası’nın derinliklerine inen Dünya Sonu Savaşı, Güney Amerika ülkesinin tarihindeki en kanlı çatışmalarından biri olan Canudos Savaşı’nı (1896–1898) konu ediniyor.

Dini lider ve vaiz Antonio Conselheiro’nun öncülük ettiği bir grup yoksul insanın, Bahia eyaletindeki Canudos köyünde kendilerine ait bir yaşam alanı oluşturması, önce eyalet yönetimiyle sonra da federal hükümetle gerilimin tırmanmasına neden olur. Eyalet yönetiminin talebiyle köye baskın düzenleyen orduyla Canudos sakinleri arasında şiddetli çatışmalar yaşanır. Uzun süre askerlere karşı direnen köylüler, Brezilya ordusunun dördüncü baskınında neredeyse tamamen katledilir. Yaklaşık 25 bin kişinin öldürüldüğü savaşta Canudos’ta sadece 150 kişi hayatta kalır.

sdfrgty
Llosa'nın birçok romanında Latin Amerika'daki diktatörlükler ve savaşlar konu ediniliyor (AFP)

Salman Rushdie’nin “akan kan kadar karanlık” diye nitelediği roman, toplumla iktidar arasındaki çatışmaları, şiddeti ve fanatizmi savaşın her iki tarafına da ışık tutarak ele alıyor. Bu özellikleriyle Dünya Sonu Savaşı, Amerikalı edebiyat eleştirmeni Harold Bloom tarafından “Batı kanonuna” da dahil edildi.

İspanyolcadan çeviren: Süleyman Doğru, 856 s., 2021, Can Yayınları
 

Teke Şenliği

Teke Şenliği, Dominik Cumhuriyeti’nde 31 yıl hüküm süren ve bu süreçte yaklaşık 50 bin kişinin ölümünden sorumlu tutulan diktatör Rafael Trujillo’nun iktidarında yaşananları ve ona düzenlenen suikastı anlatıyor.

cfdvbghtyj
Perulu yazar, birçok romanında bilinç akışı ve çizgisel olmayan zaman gibi modernist anlatı tekniklerini kullanıyor (AFP)

Llosa, kendine has çok katmanlı anlatısını üç hikayeyi iç içe geçirerek kurguluyor. İlk hatta Trujillo’nun has adamlarından birinin kızı olan Urania Cabral’ın gözünden takip ettiğimiz anlatı, ikinci izlekte bizi diktatörün öldürülmeden önceki son gününe götürüyor. Üçüncü ve son hikayeyse Trujillo’ya suikast düzenleyen kişileri ve sonrasında nasıl öldürüldüklerini gösteriyor. 

Tarihi olaylar ve gerçek kişiler arasına ustalıkla yerleştirilen kurmaca karakterlerle zenginleşen roman, diktatörlüğün yarattığı travmatik etkilerden iktidarın yozlaşmasına ve toplumsal cinsiyet rollerinin hiyerarşik yapılanmasına kadar birçok önemli meseleyi ele alıyor.

İspanyolcadan çeviren: Peral Bayaz, 552 s., 2024, Can Yayınları

Birçok Latin Amerikalı yazar gibi Llosa da siyasi olarak aktifti. Gençliğinden beri Marksist düşünceye yakın durdu, Küba devrimini ve Fidel Castro yönetimini destekledi. Ancak 1960’ların sonlarına doğru Havana yönetimini eleştirdi ve Kübalı şair Heberto Padilla’nın 1971’de hapse atılmasının ardından kendisini “liberal” diye tanımlayarak sol çizgiden uzaklaştı. Peru’da liberal reformları savunan merkez sağ Demokratik Cephe koalisyonunun liderliğini yaparak 1990’da devlet başkanlığı seçimine girdi fakat yarışı rakibi Alberto Fujimori’ye karşı büyük farkla kaybetti. 

Brezilya'da radikal sağcı Jair Bolsonaro'yu Lula da Silva'ya tercih etti. Kolombiya'da solcu Gustavo Petro'nun zaferinden hoşnutsuzluğunu dile getirdi, Şili'de ülkenin en genç devlet başkanı olan Gabriel Boric karşısında sağcı rakibi José Antonio Kast'ı övdü. Arjantin'in “anarko-kapitalist” lideri Javier Milei'ye de destek verdi. 

Diktatörlüğün tehlikelerine, fanatizme ve zulme karşı birçok eser kaleme almış bir yazarın komünizmden ultra-liberalizme kayışı her zaman tartışmalı konulardan biri oldu. Siyasi görüşlerindeki keskin dönüşlere rağmen hayatı boyunca edebiyatın öneminde ısrar eden ve onu bir ölüm kalım mücadelesi olarak gören Llosa, kurmacaya atfettiği değeri Nobel Edebiyat Ödülü kabulü konuşmasında şöyle ifade ediyor:  

Kurmaca, uygarlığın varlığını sürdürebilmesi, içimizde insanın en iyi yanlarının uyandırılabilmesi ve korunabilmesi için mutlak bir gerekliliktir (…) Edebiyatsız bir dünya, tutkulardan, ülkülerden ya da başkaldırıdan yoksun bir dünya olurdu, insanı gerçekten insan yapan şeyden, kendi olmaktan sıyrılıp düşlerimizin hamuruyla yoğurulmuş bir başkasına, başkalarına dönüşme gücünden yoksun kılınmış bir otomatlar dünyası olurdu.

Independent Türkçe