Amr Musa ile 'Kendinden nefret eden Araplar' üzerine

Eski Arap Birliği Genel Sekreteri ve eski Mısır Dışişleri Bakanı Amr Musa Independent Arabia’ya röportaj verirken (Salah Reşidi)
Eski Arap Birliği Genel Sekreteri ve eski Mısır Dışişleri Bakanı Amr Musa Independent Arabia’ya röportaj verirken (Salah Reşidi)
TT

Amr Musa ile 'Kendinden nefret eden Araplar' üzerine

Eski Arap Birliği Genel Sekreteri ve eski Mısır Dışişleri Bakanı Amr Musa Independent Arabia’ya röportaj verirken (Salah Reşidi)
Eski Arap Birliği Genel Sekreteri ve eski Mısır Dışişleri Bakanı Amr Musa Independent Arabia’ya röportaj verirken (Salah Reşidi)

Eski Arap Birliği Genel Sekreteri ve eski Mısır Dışişleri Bakanı Amr Musa, İsrail ve ABD’nin Golan Tepeleri’nin İsrail’e ilhak edilmesi yönünde bir karar alma çabalarının kolayca geçiştirilemeyecek bir mesele olduğu konusunda kamuoyunu uyardı.
Amr Musa, Suriye, Golan ve hatta bir bütün olarak Filistin meselesi de dahil olmak üzere herhangi bir Arap ülkesi ile ilgili çok önemli kararlar verilirken,  Arap Baharı olarak adlandırılan sürecin ardından Arap dünyasının yaşadığı zayıflık durumundan yararlanılmasının yanlış olduğunu söyledi.
Araplara yönelik bu tür hareketlerin Arapların sabrını taşma derecesine getirdiğini dile getiren Amr Musa, bardak dolduğu zaman büyük bir patlamaya tanık olunacağını belirtti.
Independent Arabia'ya özel bir röportaj veren tecrübeli siyasetçi, “Bazı Araplar kendilerinden ve Araplıklarından nefret ediyorlar. Tıpkı Yahudi dünyasında kullanılan 'self-hating Jew' (kendinden nefret eden Yahudi) kavramı gibi, Araplar arasında da 'self-hating Arabs' (kendinden nefret eden Araplar) kavramı kullanılıyor” değerlendirmesinde bulundu.
Yüzyılın Anlaşması ile ilgili söylenenlere ve Filistin devletinin kurulması için Mısır’a Kuzey Sina topraklarının bir kısmını vermesi olasılığına ilişkin konuşulanlara değinen Amr Musa, “Sina'daki topraklarımız için savaşa girdik. Sonrasında ise Camp David’de şiddetli bir diplomatik ve politik mücadele verdik. Normal savaştan bir farkı yoktu. Sonra biri gelerek bana şöyle diyor: "Bana da bir pay versene!"
Musa, kendisi ile gerçekleştirilen 3 saatlik diyalogda, Irak işgalinden sonra Kuveyt'i kurtarmaya yönelik birinci ve ikinci Körfez Savaşı'nın patlak vermesinden bu yana Arap bölgesinde neler olup bittiği konusunda kulislerde konuşulan sırları açıklıyor. Ayrıca, merhum Suudi Dışişleri Bakanı Prens Suud el-Faysal'la olan ilişkisinin ayrıntılarından, Körfez bölgesi meselelerinden, Katar rolünden, Türk-İran tehditlerinden ve kendisi tarafından ilk kez açıklanan sırlardan bahsediyor.
-Kısa süre önce Londra merkezli Şarku’l Avsat gazetesinde yayınlanan bir makalesinde, Araplara “Aralık 2018'de ABD Senatosuna sunulan taslak karar ile Golan Tepeleri’nin İsrail’e ilhak edilmesini önlemeye çalışmaları” hususunda çağrıda bulundunuz. 2019 yılının başlarında yürürlüğe girmesi beklenen bu karar, İsrail'in işgal altındaki Golan Tepeleri üzerindeki egemenliğinin tanınmasını sağlıyor. Konuya ilişkin dile getirilen Arap tepkisi sizde bir hayal kırıklığı yaratıyor mu?
Durum tam bir hayal kırıklığı. Ancak, ister basın yoluyla isterse de doğrudan olsun, dile getirilen Arap tepkileri olumluydu. Bu makaleyi yazmadan önce bazı Avrupalı ve Amerikalıların yanı sıra başta Ruslar olmak üzere pek çok Arap ve uluslararası siyasi ve diplomatik çevreler ile görüşmelerde bulundum. Bu temaslar sırasında, Suriye, Golan meselesi ve hatta bir bütün olarak Filistin meselesi de dahil olmak üzere herhangi bir Arap ülkesi ile ilgili çok önemli kararların alınmasında kolaycılığa kaçılmaması hususunda uyarılarda bulundum.
Arap Baharı olarak adlandırılan sürecin ardından Arap dünyasının yaşadığı zayıflık durumundan yararlanılmasının yanlış olduğunu söyledim. Ayrıca Araplara yönelik bu tür hareketlerin Arapların sabrını taşma derecesine getirdiğini ve bardak dolduğu zaman büyük bir patlamaya tanık olunacağını belirttim.
İsrail ile olan sorunlarımız Arap vicdanına dokunan sorunlardır. Yeni nesiller bunları unutmayacak. Arap kamuoyu unutmayacak. İsrail bunu iyi hatırlamalı. Arap halkının her zaman her şeyi kabul edeceğini ve herhangi bir şekilde karşılık veremeyeceğini düşünmek büyük bir hatadır. İsrail bunu da aklında bulundursun.
"İsrail ile olan sorunlarımız Arap vicdanına dokunan sorunlardır. Yeni nesiller bunları unutmayacak. Arap kamuoyu unutmayacak. İsrail bunu iyi hatırlamalı. Arap halkının her zaman her şeyi kabul edeceğini ve herhangi bir şekilde karşılık veremeyeceğini düşünmek büyük bir hatadır. İsrail bunu da aklında bulundursun."
-Bu, Arap halkından bir isyan beklediğiniz anlamına mı geliyor?
Golan Tepeleri’nin İsrail’e ilhak edilmesi buna yol açacaktır (bu kolayca geçiştirilebilecek bir durum değil). İşgal altındaki Kudüs'ün İsrail'in başkenti olarak kabul edilmesi kararına şiddetli bir tepki verildiğine dair kanıtlar var. ABD'nin Birleşmiş Milletler Daimi Temsilcisi Nikki Haley, alaycı bir tavırla, “Bize Başkan Trump'ın Kudüs'ü İsrail'in başkenti olarak tanımasının ardından kıyametin kopacağını söylediler. Ancak hiçbir şey olmadı. Perşembe, Cuma, Cumartesi, Pazar. Gökyüzü hala olduğu yerde duruyor, yere inmedi” ifadelerini kullandı. Ancak burada belirtilmesi gereken gerçek şu ki, gökyüzü ancak kıyamet günü yerle bir olacak. Arap halklarının, özellikle gençlerin mücadelesinin hor görülmesi ve küçümsenerek karşılanması öfke ve umutsuzluğa sebep oluyor. Bu, şu an tahammül sınırını aşmış durumda.
-Beklentilerinize göre bu öfke, Arap yöneticilerin iradesinin dışında mı olacak?
Arap halklarının genel öfkesinin şu anki manzarasının bir analizinden bahsediyorum. Fakat hükümetlerin buna karşı nasıl bir tutum takınacaklarını söyleyemem. Herhangi bir Arap hükümetinin Kudüs'te yaşananları, Golan’ın İsrail’e ilhak edilmesini veya Arapları aşırı derecede küçümseyen Amerikan yönetiminin desteklediği diğer İsrail eylemlerini resmen ve alenen kabul edeceğine dair şüphe yok. İsrail'in Arap gücünü analiz etme ve küçümseme yaklaşımının yüzeysel olduğunu düşünüyorum. İran'la sorunlarımız olduğu gibi İsrail ile de sorunlarımız var. Bunlardan biri diğerinin alternatifi olmuyor. İsrail ile olan sorunlarımız Arap vicdanına dokunan sorunlardır. Yeni nesiller bunları unutmayacak. Arap kamuoyu unutmayacak. İsrail bunu iyi hatırlamalı. Arap halkının her zaman her şeyi kabul edeceğini ve herhangi bir şekilde karşılık veremeyeceğini düşünmek büyük bir hatadır. İsrail bunu da aklında bulundursun.
İsrail'in Arap gücünü analiz etme ve küçümseme yaklaşımının yüzeysel olduğunu düşünüyorum. İran'la sorunlarımız olduğu gibi İsrail ile de sorunlarımız var. Bunlardan biri diğerinin alternatifi olmuyor.
"İsrail'in Arap gücünü analiz etme ve küçümseme yaklaşımının yüzeysel olduğunu düşünüyorum. İran'la sorunlarımız olduğu gibi İsrail ile de sorunlarımız var. Bunlardan biri diğerinin alternatifi olmuyor."
-Makalenizin sonunda Golan sorununa müdahale etmesi için özellikle Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin'e çağrıda bulundunuz. Bu, Araplar tarafından gösterilecek tepkinin noksan olacağına mı işaret ediyor?
 Arap kamuoyunu etkilemek için yazmıyorum, hedefim bu değil. İsrail’in Golan’a ilhakına ilişkin yapılan herhangi bir girişimin, Arap yorumu olmaksızın doğru olamayacağını dile getirmeye çalışıyorum. Karar verme yetkisine sahip değilim ya da devlete karar vermesini söyleyebileceğim resmi bir pozisyonda da bulunmuyorum. BM’ye gidiyorum, fakat bir Arap vatandaşı olarak düşünüyor, konuşuyor, kabul ediyor veya reddediyorum.
Çeşitli çevrelerden makaleye veya makalenin içeriğine dair gelen geniş tepkilerden anladığım kadarıyla, bir kişinin yazmış olduğu bir makale ile meseleye son noktayı koyması bekliniyorlar. Oysa bu sadece bir makaleden ibaret. Fakat bu makalenin öncesinde birçok ülkede devlet ve hükümet başkanları ile bakanlar ve yetkililerle konuştuğuma atıfta bulunmak gerekiyor.
-Bu başkanların ve bakanların bazılarının isimlerini açıklayabilir misiniz?
Bundan hoşlanmıyorum. Konuyu birden fazla ortak toplantıda sunmuş ve uzun uzun tartışmıştım. Amerika muhtemelen uzun süre Ortadoğu’da bulunmayacak ve muhtemelen sürekli olarak kendisine dayanılan bir ülke olmayacak.
-Pek çok kimse tarafından yorumlanan “self-hating Arabs” (kendinden nefret eden Araplar) ifadenizle ne demek istediniz?
Arap sorunlarına karşı olan ve onları unutmak isteyenleri kastettim. Kendilerinde, kendilerine ve içlerindeki Araplığa karşı bir duygunun bulunduğu kimseleri kastettim. Bazı Araplar kendilerinden ve Araplıklarından nefret ediyorlar. Tıpkı Yahudi dünyasında kullanılan self-hating Jew (kendinden nefret eden Yahudi) kavramı gibi, Araplar arasında da self-hating Arabs (kendinden nefret eden Araplar) kavramı kullanılıyor.
-ABD'nin Suriye’den çekilme ilanı, Golan Tepelerinin İsrail’e ilhak edilmesi meselesiyle ilişkili olabilir mi?
Sanmıyorum, ama belki de bu durum İsrail’in Golan’ı ilhak etmeye çalışmasının stratejik sebeplerinin bir parçası olabilir. Amerika muhtemelen uzun süre Ortadoğu’da bulunmayacak ve muhtemelen sürekli olarak kendisine dayanılan bir ülke olmayacak. Bu nedenle İsrail, güvenlik ve refahını sağlayacağı bölgelere yerleşmeye çalışıyor. Buna karşılık, Arap dünyası ve genel olarak Ortadoğu hala kaynıyor.  
Stratejik pozisyonlar, sağlam politikalar, reformlar ve iyi yönetim dışında hiçbir şey durumu kurtarmayacaktır. Bağımlılığın devam etmesi ve insanların umutlarına ve ihtiyaçlarına cevap verilememesi bir hatadır. Arap dünyasının birçok yerinde tanık olduğumuz hukuksuzluk ve kötü yönetimler şu anda içinde bulunduğumuz duruma bizi sürüklemiştir.
-Arap dünyasındaki kötü yönetim derken ne kastediyorsunuz?
Hükümetin, polisin, yargının değil, genel olarak eğitim, sağlık ve hizmetler gibi insanların ihtiyaçlarının yönetimini kastediyorum.  Arap dünyasında zarar gören toplum ve toplum yönetiminin neticesinde, kaosla sonuçlanan Arap Baharı ortaya çıktı. Evet, refah içinde yaşayan bazı Arap ülkelerinin kaosa maruz kalmadığı söylenebilir. Ancak, diğer taraftan önemli bir siyasi hareketliliğin yaşandığı belirtilmelidir. Özellikle Körfez toplumlarında İsrail ve Filistin meselesiyle ilgili yeni politikalardan hoşlanmayan pek çok kişi var. Filistinlilerin haklarını savunan ve Arapların çıkarlarını destekleyen bir tutumu benimsiyorlar. Arap dünyasının daha fazla politik, ekonomik ve sosyal reformlara ihtiyacı var. Tüm bunları üstlenecek tek bir reform söz konusu değil. Arafat istisnai bir pozisyonda bulunuyordu ve gerçekten büyük bir sorumluluğu üstlendi. Verebileceği daha iyi karalar olmasına rağmen mazurdur.
"Arafat istisnai bir pozisyonda bulunuyordu ve gerçekten büyük bir sorumluluğu üstlendi. Verebileceği daha iyi karalar olmasına rağmen mazurdur."
SİNA'DAN BİR METRE BİLE TAVİZ VERİLMEYECEK
-Bazı siyasi analistler, Yüzyılın Anlaşması ile ilgili olarak Arap Barış Girişimi (2002’de Kral Abdullah’ın başlattığı bir girişim) olduğu değerlendirmesinde bulunuyorlar. Buna katılıyor musunuz?
Şimdiye kadar, Yüzyılın Anlaşması olarak adlandırılan anlaşmaya dair tam veya kesin bir formül yoktu. Nisan ayında açıklanacağına dair söylentiler vardı. İsrail’in nisan ayında erken parlamento seçimlerini gerçekleştireceği nedeniyle bu tarih, İsrail’in ihtiyaçlarını karşılamak için belirlenmiş gibi görünüyor. İsrailliler, -özellikle İsrail başbakanının seçim pozisyonunu etkileyebilecek şekilde fikrini ifade etmesi gerektiğinden dolayı- herhangi bir çatışmaya girmemek konusunda dikkatli davranıyorlar. Bunun yanı sıra, Ortadoğu'daki atmosferin sorun ve şüphelerle dolu olduğu apaçık ortada. Buradaki temel soru şudur: “Amerikan politikası gerçekten İsraillilerle Filistinliler arasında güvenilir bir arabulucu olarak görülebilir mi?”
-Filistin devletinin kurulması için Mısır’ın Kuzey Sina topraklarının bir kısmını vermesi olasılığına ilişkin konuşulanlar hakkında neler söyleyebilirsiniz? Kapsamlı diplomatik ilişkilerinizi göz önüne aldığımızda, bu hususta bir anlaşmaya yapıldığına dair herhangi bir bilginiz var mı?
Bu anlaşmayla ilgili herhangi bir bilgim yok, fakat çeşitli görüşmelerden edindiğim birtakım bilgiler var ve mantıklı düşünüyorum. Kuzey Sina'daki Mısır topraklarına gelirsek, böyle bir şey kesinlikle mümkün değildir.  Filistinlilerin İsrail'in işgal ettiği bir toprağı var. Size bunu mu ifşa etmemi istiyorsunuz? Bunu kim söyledi? Mısır'ın böyle bir şeyi kabul etmesinin mümkün olduğunu kim söyledi? Böyle bir fikir mantıklı bir kapıdan çıkmış olmaz, olsa olsa safsata ile malul bir zihnin ürünüdür. Başka bir sorunu çözmek için Mısır topraklarından bir metre bile almak mümkün değildir. Sina'daki topraklarımız için savaşa girdik. Sonrasında ise Camp David’de şiddetli bir diplomatik ve politik mücadele verdik. Normal savaştan bir farkı yoktu. Sonra biri bana gelerek bana şöyle diyor: "Bana da bir pay versene!"
Hangi Arap hükümeti Kudüs'te yaşananları, Golan’ın İsrail’e ilhak edilmesini veya Arapları aşırı derecede küçümseyen Amerikan yönetiminin desteklediği diğer İsrail eylemlerini resmen ve alenen kabul edebilir?
"Hangi Arap hükümeti Kudüs'te yaşananları, Golan’ın İsrail’e ilhak edilmesini veya Arapları aşırı derecede küçümseyen Amerikan yönetiminin desteklediği diğer İsrail eylemlerini resmen ve alenen kabul edebilir?"
ARAFAT OLAĞANÜSTÜ BİR LİDER
-Kişisel hatıralarınızda merhum Filistinli lider Yaser Arafat’ı uzun uzun anlattınız. Onun hakkında ve Filistin davasına ilişkin neler söyleyebilirsiniz?
Arafat istisnai bir pozisyonda bulunuyordu ve gerçekten büyük bir sorumluluğu üstlendi. Verebileceği daha iyi karalar olmasına rağmen mazurdur. Yaptığı doğrular da oldu yanlışlarda. Cesur ve liderlik kabiliyeti olan biriydi. Fakat çözümü zor bir mesele ile karşı karşıyaydı ve karmakarışık bir atmosferde yelken açmıştı. Dava gerçekten tek bir ülke tarafından benimsendi: Mısır.  
Mısır, Yaser Arafat ve Filistin davasını çok destekledi. Aslında, Mısır'ın Filistin davasına yardım ettiği gibi, Filistin davası da Mısır’ı desteklemiştir. Filistin sorunu, Mısır diplomasisine canlılık, hareket özgürlüğü ve bölgesel liderlik ve prestijli uluslararası merkez için fırsat vermiştir. Evet, Mısır olmasaydı Filistin davası olmazdı. Bu büyük ilgi, Kral Faruk'un Filistin savaşa girmesinden bu yana devam ediyor. Mısır'ın Filistin davasına olan bağlılığı, 1940'lardan bu yana netleşmeye başladı.
Röportajın ikinci bölümünde yer alacak olan meseleler:
- Suud el-Faysal ve Musa arasında Tiran ve Sanafir davasıyla ilgili olarak neler yaşandı?
Türkiye ve İran’ın Körfez bölgesindeki rolü nedir?
- Bazı Arap ülkeleri, Arap Baharı’nın patlak vermesinin öncesinde Arap Birliği tarafından önerilen girişimi neden reddetti?
- Eski Mısır Cumhurbaşkanı Hüsnü Mübarek'in Türkiye'nin Müslüman Kardeşler liderlerinin serbest bırakılması talebine verdiği tepki neydi?
- Savaştan birkaç gün önce BM ve Saddam Hüseyin arasındaki müzakerelerin başarılı bir şekilde sonuçlanmasına rağmen, neden Irak’ın vurulması yönünde karar alındı? Ahmed Ben Helli, Saddam Hüseyin’le görüştükten sonra Musa’ya ne dedi?
- Musa iki defa suikast girişimine maruz kaldı mı?
RÖPORTAJIN İKİNCİ BÖLÜMÜ İÇİN TIKLAYINIZ
RÖPORTAJIN SON BÖLÜMÜ İÇİN TIKLAYINIZ

Amr Musa: Finansör olduğu sürece terör bitmez



Sudan'da iki hükümet... Çözüm mü, bölünme mi?

Geçtiğimiz temmuz ayında Omdurman'daki bir çarşı (AFP)
Geçtiğimiz temmuz ayında Omdurman'daki bir çarşı (AFP)
TT

Sudan'da iki hükümet... Çözüm mü, bölünme mi?

Geçtiğimiz temmuz ayında Omdurman'daki bir çarşı (AFP)
Geçtiğimiz temmuz ayında Omdurman'daki bir çarşı (AFP)

Sudan'da iki hükümetin varlığı, iç ve dış çevrelerde akıllardan uzak bir ihtimal değildi. Bu senaryo, Sudan ordusu ile Hızlı Destek Kuvvetleri (HDK) arasında savaşın patlak vermesinden yaklaşık bir yıl sonra, barışçıl bir çözüm için herhangi bir vizyon veya işaretin ufukta görünmemesi nedeniyle, olası birkaç senaryodan biri olarak ortaya atıldı.

ABD Barış Enstitüsü (USIP) Nisan 2024'te, Kenya'nın başkenti Nairobi'de, savaşa karşı olan geniş bir yelpazedeki siyasi ve sivil güçlerin katılımıyla bir çalıştay düzenledi. Çalıştayda savaşın gidişatı ve nereye varacağı değerlendirildi ve olası senaryolar incelendi.

Çalıştayda 3 senaryo ortaya kondu; İlki, savaşın, çatışmanın iki tarafından biri olan Sudan ordusu veya HDK’nin askeri zaferiyle sona ermesi idi. Ancak bu seçenek, savaşın niteliği ve dış müdahalelerin açıkça ortaya çıkması nedeniyle dışlandı.

frgty6u7
Sudan ordusu ile Hızlı Destek Kuvvetleri (HDK) arasında Hartum'da yaşanan çatışmalarda ağır hasar gören bina (AFP)

İkinci senaryo, müzakere ve savaştı. Bu senaryoda, sahadaki güç dengesinde radikal bir değişiklik ya da ‘zayıf denge’ meydana gelir ve müzakere masasında savaşın durdurulması yönünde bir adım atılır. Her iki taraf da çatışmalardan yorgun düşmüş olsa da, ordu ve İslamcı müttefiklerinin, düşmanlıkları durdurmayı ve sivilleri koruyarak insani yardım ulaştırmayı amaçlayan Cidde Platformu’na defalarca ret cevabı vermeleri nedeniyle, bu seçenek o dönemde mümkün olmadı.

Çalıştayda yapılan uzun tartışmaların ardından odaklanılan üçüncü senaryo, Sudan'da iki hükümetin varlığıdır. Bu senaryo en olası olanıdır ve ülkedeki çatışmaların şiddetini azaltabilir ve taraflar arasında müzakere masasına oturmak için yollar açabilir.

Geçtiğimiz hafta, Sudan Kurucu İttifakı, HDK Komutanı Korgeneral Muhammed Hamdan Daklu (Hamideti) başkanlığında, ülkenin batısındaki Güney Darfur eyaletinin başkenti Nyala'yı merkez alan paralel bir hükümet kurduğunu duyurdu. Ancak, ülkeyi bölünmeye maruz bırakma korkusuyla, resmi devlet kurumları dışında herhangi bir otorite kurulmasına bölgede önceden karşı çıkılmıştı.

Siyasi analist Mahir Ebu’l Cuh, Port Sudan ve Nyala'da meşruiyet için çekişen iki hükümetin varlığının artık bir gerçek olduğunu ve her ikisinin de meşru olmadığını, bu nedenle herhangi bir yasal tanıma olmaksızın ele alınacağını söyledi.

dfrgty6
Sudan Egemenlik Konseyi Başkanı ve Ordu Komutanı Orgeneral Abdulfettah el-Burhan, askerleriyle birlikte daha önceki bir Hartum ziyareti sırasında (Arşiv – Sudan ordusu sayfası)

Ebu’l Cuh, “Arap ve Afrika ülkeleri Sudan'ın bölünmesini istemiyor ve bölünmeye izin vermeyecek. Böylece bölgede parçalanmanın önü açılmayacak” ifadelerini kullandı.

Ebu’l Cuh, “Port Sudan'da ordunun liderliğindeki fiili hükümetin para birimi ve kimlik belgelerinin değiştirilmesi ve kontrol ettiği bölgelerde lise sınavlarının yapılmasıyla ilgili olarak attığı adımlar, HDK’yi bir ittifak kurmak ve paralel bir otorite oluşturmak için gerekçeler ve mazeretler bulmaya itti” dedi.

Siyasi analist Ebu’l Cuh, uluslararası toplumun ‘Sudan'da iki hükümetin varlığının çatışmanın sonucu olduğunu; nedeni olmadığını, çözümün her iki tarafın da varlığında yattığını ve bunun bölgesel ve uluslararası tarafların çıkarlarına uygun olduğunu anladığını, bu nedenle her iki hükümetle de muhatap olunmasının muhtemel olduğunu’ belirtti.

Ebu’l Cuh, ABD, Suudi Arabistan, Birleşik Arap Emirlikleri (BAE) ve Mısır'dan oluşan dörtlünün ertelenen toplantısının amacının ‘bölge ülkelerinin endişelerini ve çıkarlarını uzlaşma formülüyle ele almak, bunları krizin çözümüne katkıları çerçevesinde değerlendirmek ve ateşkesle başlayıp Sudan'da demokratik federal sivil yönetimin yeniden tesis edilmesiyle devam etmek’ olduğunu bildirdi.

Ebu’l Cuh, HDK’nin ‘taktiksel’ bir çerçeve içinde ‘iki hükümetin varlığı’ senaryosunu hedeflediğini ve bunun amacının ‘müzakerelerin (eğer gerçekleşirse) fiili durum olarak iki otorite arasında veya her iki tarafın askeri liderleri arasında yapılması’ olduğunu söyledi.

Siyasi ve askeri analist Hüsameddin Bedevi ise Sudan'da iki hükümetin varlığının, uluslararası toplumun barışçıl çözüm şansını artıracağını düşündüğü bir senaryo olduğunu, ancak aynı zamanda düşmanlığın ileri aşamalarına ve çatışmanın uzamasına yol açabilecek olumsuz sonuçlar doğurabileceğini ifade etti.

Bedevi, “Silahlı çatışmanın devam etmesi ve uluslararası aktörlerin çekişmeleri, tarafları kontrol haritasını genişletmeye ve kendi sosyal çevrelerini temsil eden bölgelerde askeri varlık göstermeye itti” dedi.

Bedevi, “Her iki taraf da uluslararası meşruiyet arıyor ve kontrolündeki bölgelerde sivilleri koruduğu mesajını dünyaya iletmeye çalışıyor” diye konuştu.

Diğer yandan Darfur Bölgesi Valisi ve Sudan Kurtuluş Hareketi lideri Mini Arko Minawi, HDK tarafından ilan edilen paralel hükümetin bir veya iki yıl devam etmesi halinde fiili bir hükümet haline geleceğini ve uluslararası alanda tanınacağını, insani yardımların ulaştırılmasını kolaylaştırmak için ateşkesin dayatılacağını söylemişti.