Amr Musa ile 'Kendinden nefret eden Araplar' üzerine

Eski Arap Birliği Genel Sekreteri ve eski Mısır Dışişleri Bakanı Amr Musa Independent Arabia’ya röportaj verirken (Salah Reşidi)
Eski Arap Birliği Genel Sekreteri ve eski Mısır Dışişleri Bakanı Amr Musa Independent Arabia’ya röportaj verirken (Salah Reşidi)
TT

Amr Musa ile 'Kendinden nefret eden Araplar' üzerine

Eski Arap Birliği Genel Sekreteri ve eski Mısır Dışişleri Bakanı Amr Musa Independent Arabia’ya röportaj verirken (Salah Reşidi)
Eski Arap Birliği Genel Sekreteri ve eski Mısır Dışişleri Bakanı Amr Musa Independent Arabia’ya röportaj verirken (Salah Reşidi)

Eski Arap Birliği Genel Sekreteri ve eski Mısır Dışişleri Bakanı Amr Musa, İsrail ve ABD’nin Golan Tepeleri’nin İsrail’e ilhak edilmesi yönünde bir karar alma çabalarının kolayca geçiştirilemeyecek bir mesele olduğu konusunda kamuoyunu uyardı.
Amr Musa, Suriye, Golan ve hatta bir bütün olarak Filistin meselesi de dahil olmak üzere herhangi bir Arap ülkesi ile ilgili çok önemli kararlar verilirken,  Arap Baharı olarak adlandırılan sürecin ardından Arap dünyasının yaşadığı zayıflık durumundan yararlanılmasının yanlış olduğunu söyledi.
Araplara yönelik bu tür hareketlerin Arapların sabrını taşma derecesine getirdiğini dile getiren Amr Musa, bardak dolduğu zaman büyük bir patlamaya tanık olunacağını belirtti.
Independent Arabia'ya özel bir röportaj veren tecrübeli siyasetçi, “Bazı Araplar kendilerinden ve Araplıklarından nefret ediyorlar. Tıpkı Yahudi dünyasında kullanılan 'self-hating Jew' (kendinden nefret eden Yahudi) kavramı gibi, Araplar arasında da 'self-hating Arabs' (kendinden nefret eden Araplar) kavramı kullanılıyor” değerlendirmesinde bulundu.
Yüzyılın Anlaşması ile ilgili söylenenlere ve Filistin devletinin kurulması için Mısır’a Kuzey Sina topraklarının bir kısmını vermesi olasılığına ilişkin konuşulanlara değinen Amr Musa, “Sina'daki topraklarımız için savaşa girdik. Sonrasında ise Camp David’de şiddetli bir diplomatik ve politik mücadele verdik. Normal savaştan bir farkı yoktu. Sonra biri gelerek bana şöyle diyor: "Bana da bir pay versene!"
Musa, kendisi ile gerçekleştirilen 3 saatlik diyalogda, Irak işgalinden sonra Kuveyt'i kurtarmaya yönelik birinci ve ikinci Körfez Savaşı'nın patlak vermesinden bu yana Arap bölgesinde neler olup bittiği konusunda kulislerde konuşulan sırları açıklıyor. Ayrıca, merhum Suudi Dışişleri Bakanı Prens Suud el-Faysal'la olan ilişkisinin ayrıntılarından, Körfez bölgesi meselelerinden, Katar rolünden, Türk-İran tehditlerinden ve kendisi tarafından ilk kez açıklanan sırlardan bahsediyor.
-Kısa süre önce Londra merkezli Şarku’l Avsat gazetesinde yayınlanan bir makalesinde, Araplara “Aralık 2018'de ABD Senatosuna sunulan taslak karar ile Golan Tepeleri’nin İsrail’e ilhak edilmesini önlemeye çalışmaları” hususunda çağrıda bulundunuz. 2019 yılının başlarında yürürlüğe girmesi beklenen bu karar, İsrail'in işgal altındaki Golan Tepeleri üzerindeki egemenliğinin tanınmasını sağlıyor. Konuya ilişkin dile getirilen Arap tepkisi sizde bir hayal kırıklığı yaratıyor mu?
Durum tam bir hayal kırıklığı. Ancak, ister basın yoluyla isterse de doğrudan olsun, dile getirilen Arap tepkileri olumluydu. Bu makaleyi yazmadan önce bazı Avrupalı ve Amerikalıların yanı sıra başta Ruslar olmak üzere pek çok Arap ve uluslararası siyasi ve diplomatik çevreler ile görüşmelerde bulundum. Bu temaslar sırasında, Suriye, Golan meselesi ve hatta bir bütün olarak Filistin meselesi de dahil olmak üzere herhangi bir Arap ülkesi ile ilgili çok önemli kararların alınmasında kolaycılığa kaçılmaması hususunda uyarılarda bulundum.
Arap Baharı olarak adlandırılan sürecin ardından Arap dünyasının yaşadığı zayıflık durumundan yararlanılmasının yanlış olduğunu söyledim. Ayrıca Araplara yönelik bu tür hareketlerin Arapların sabrını taşma derecesine getirdiğini ve bardak dolduğu zaman büyük bir patlamaya tanık olunacağını belirttim.
İsrail ile olan sorunlarımız Arap vicdanına dokunan sorunlardır. Yeni nesiller bunları unutmayacak. Arap kamuoyu unutmayacak. İsrail bunu iyi hatırlamalı. Arap halkının her zaman her şeyi kabul edeceğini ve herhangi bir şekilde karşılık veremeyeceğini düşünmek büyük bir hatadır. İsrail bunu da aklında bulundursun.
"İsrail ile olan sorunlarımız Arap vicdanına dokunan sorunlardır. Yeni nesiller bunları unutmayacak. Arap kamuoyu unutmayacak. İsrail bunu iyi hatırlamalı. Arap halkının her zaman her şeyi kabul edeceğini ve herhangi bir şekilde karşılık veremeyeceğini düşünmek büyük bir hatadır. İsrail bunu da aklında bulundursun."
-Bu, Arap halkından bir isyan beklediğiniz anlamına mı geliyor?
Golan Tepeleri’nin İsrail’e ilhak edilmesi buna yol açacaktır (bu kolayca geçiştirilebilecek bir durum değil). İşgal altındaki Kudüs'ün İsrail'in başkenti olarak kabul edilmesi kararına şiddetli bir tepki verildiğine dair kanıtlar var. ABD'nin Birleşmiş Milletler Daimi Temsilcisi Nikki Haley, alaycı bir tavırla, “Bize Başkan Trump'ın Kudüs'ü İsrail'in başkenti olarak tanımasının ardından kıyametin kopacağını söylediler. Ancak hiçbir şey olmadı. Perşembe, Cuma, Cumartesi, Pazar. Gökyüzü hala olduğu yerde duruyor, yere inmedi” ifadelerini kullandı. Ancak burada belirtilmesi gereken gerçek şu ki, gökyüzü ancak kıyamet günü yerle bir olacak. Arap halklarının, özellikle gençlerin mücadelesinin hor görülmesi ve küçümsenerek karşılanması öfke ve umutsuzluğa sebep oluyor. Bu, şu an tahammül sınırını aşmış durumda.
-Beklentilerinize göre bu öfke, Arap yöneticilerin iradesinin dışında mı olacak?
Arap halklarının genel öfkesinin şu anki manzarasının bir analizinden bahsediyorum. Fakat hükümetlerin buna karşı nasıl bir tutum takınacaklarını söyleyemem. Herhangi bir Arap hükümetinin Kudüs'te yaşananları, Golan’ın İsrail’e ilhak edilmesini veya Arapları aşırı derecede küçümseyen Amerikan yönetiminin desteklediği diğer İsrail eylemlerini resmen ve alenen kabul edeceğine dair şüphe yok. İsrail'in Arap gücünü analiz etme ve küçümseme yaklaşımının yüzeysel olduğunu düşünüyorum. İran'la sorunlarımız olduğu gibi İsrail ile de sorunlarımız var. Bunlardan biri diğerinin alternatifi olmuyor. İsrail ile olan sorunlarımız Arap vicdanına dokunan sorunlardır. Yeni nesiller bunları unutmayacak. Arap kamuoyu unutmayacak. İsrail bunu iyi hatırlamalı. Arap halkının her zaman her şeyi kabul edeceğini ve herhangi bir şekilde karşılık veremeyeceğini düşünmek büyük bir hatadır. İsrail bunu da aklında bulundursun.
İsrail'in Arap gücünü analiz etme ve küçümseme yaklaşımının yüzeysel olduğunu düşünüyorum. İran'la sorunlarımız olduğu gibi İsrail ile de sorunlarımız var. Bunlardan biri diğerinin alternatifi olmuyor.
"İsrail'in Arap gücünü analiz etme ve küçümseme yaklaşımının yüzeysel olduğunu düşünüyorum. İran'la sorunlarımız olduğu gibi İsrail ile de sorunlarımız var. Bunlardan biri diğerinin alternatifi olmuyor."
-Makalenizin sonunda Golan sorununa müdahale etmesi için özellikle Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin'e çağrıda bulundunuz. Bu, Araplar tarafından gösterilecek tepkinin noksan olacağına mı işaret ediyor?
 Arap kamuoyunu etkilemek için yazmıyorum, hedefim bu değil. İsrail’in Golan’a ilhakına ilişkin yapılan herhangi bir girişimin, Arap yorumu olmaksızın doğru olamayacağını dile getirmeye çalışıyorum. Karar verme yetkisine sahip değilim ya da devlete karar vermesini söyleyebileceğim resmi bir pozisyonda da bulunmuyorum. BM’ye gidiyorum, fakat bir Arap vatandaşı olarak düşünüyor, konuşuyor, kabul ediyor veya reddediyorum.
Çeşitli çevrelerden makaleye veya makalenin içeriğine dair gelen geniş tepkilerden anladığım kadarıyla, bir kişinin yazmış olduğu bir makale ile meseleye son noktayı koyması bekliniyorlar. Oysa bu sadece bir makaleden ibaret. Fakat bu makalenin öncesinde birçok ülkede devlet ve hükümet başkanları ile bakanlar ve yetkililerle konuştuğuma atıfta bulunmak gerekiyor.
-Bu başkanların ve bakanların bazılarının isimlerini açıklayabilir misiniz?
Bundan hoşlanmıyorum. Konuyu birden fazla ortak toplantıda sunmuş ve uzun uzun tartışmıştım. Amerika muhtemelen uzun süre Ortadoğu’da bulunmayacak ve muhtemelen sürekli olarak kendisine dayanılan bir ülke olmayacak.
-Pek çok kimse tarafından yorumlanan “self-hating Arabs” (kendinden nefret eden Araplar) ifadenizle ne demek istediniz?
Arap sorunlarına karşı olan ve onları unutmak isteyenleri kastettim. Kendilerinde, kendilerine ve içlerindeki Araplığa karşı bir duygunun bulunduğu kimseleri kastettim. Bazı Araplar kendilerinden ve Araplıklarından nefret ediyorlar. Tıpkı Yahudi dünyasında kullanılan self-hating Jew (kendinden nefret eden Yahudi) kavramı gibi, Araplar arasında da self-hating Arabs (kendinden nefret eden Araplar) kavramı kullanılıyor.
-ABD'nin Suriye’den çekilme ilanı, Golan Tepelerinin İsrail’e ilhak edilmesi meselesiyle ilişkili olabilir mi?
Sanmıyorum, ama belki de bu durum İsrail’in Golan’ı ilhak etmeye çalışmasının stratejik sebeplerinin bir parçası olabilir. Amerika muhtemelen uzun süre Ortadoğu’da bulunmayacak ve muhtemelen sürekli olarak kendisine dayanılan bir ülke olmayacak. Bu nedenle İsrail, güvenlik ve refahını sağlayacağı bölgelere yerleşmeye çalışıyor. Buna karşılık, Arap dünyası ve genel olarak Ortadoğu hala kaynıyor.  
Stratejik pozisyonlar, sağlam politikalar, reformlar ve iyi yönetim dışında hiçbir şey durumu kurtarmayacaktır. Bağımlılığın devam etmesi ve insanların umutlarına ve ihtiyaçlarına cevap verilememesi bir hatadır. Arap dünyasının birçok yerinde tanık olduğumuz hukuksuzluk ve kötü yönetimler şu anda içinde bulunduğumuz duruma bizi sürüklemiştir.
-Arap dünyasındaki kötü yönetim derken ne kastediyorsunuz?
Hükümetin, polisin, yargının değil, genel olarak eğitim, sağlık ve hizmetler gibi insanların ihtiyaçlarının yönetimini kastediyorum.  Arap dünyasında zarar gören toplum ve toplum yönetiminin neticesinde, kaosla sonuçlanan Arap Baharı ortaya çıktı. Evet, refah içinde yaşayan bazı Arap ülkelerinin kaosa maruz kalmadığı söylenebilir. Ancak, diğer taraftan önemli bir siyasi hareketliliğin yaşandığı belirtilmelidir. Özellikle Körfez toplumlarında İsrail ve Filistin meselesiyle ilgili yeni politikalardan hoşlanmayan pek çok kişi var. Filistinlilerin haklarını savunan ve Arapların çıkarlarını destekleyen bir tutumu benimsiyorlar. Arap dünyasının daha fazla politik, ekonomik ve sosyal reformlara ihtiyacı var. Tüm bunları üstlenecek tek bir reform söz konusu değil. Arafat istisnai bir pozisyonda bulunuyordu ve gerçekten büyük bir sorumluluğu üstlendi. Verebileceği daha iyi karalar olmasına rağmen mazurdur.
"Arafat istisnai bir pozisyonda bulunuyordu ve gerçekten büyük bir sorumluluğu üstlendi. Verebileceği daha iyi karalar olmasına rağmen mazurdur."
SİNA'DAN BİR METRE BİLE TAVİZ VERİLMEYECEK
-Bazı siyasi analistler, Yüzyılın Anlaşması ile ilgili olarak Arap Barış Girişimi (2002’de Kral Abdullah’ın başlattığı bir girişim) olduğu değerlendirmesinde bulunuyorlar. Buna katılıyor musunuz?
Şimdiye kadar, Yüzyılın Anlaşması olarak adlandırılan anlaşmaya dair tam veya kesin bir formül yoktu. Nisan ayında açıklanacağına dair söylentiler vardı. İsrail’in nisan ayında erken parlamento seçimlerini gerçekleştireceği nedeniyle bu tarih, İsrail’in ihtiyaçlarını karşılamak için belirlenmiş gibi görünüyor. İsrailliler, -özellikle İsrail başbakanının seçim pozisyonunu etkileyebilecek şekilde fikrini ifade etmesi gerektiğinden dolayı- herhangi bir çatışmaya girmemek konusunda dikkatli davranıyorlar. Bunun yanı sıra, Ortadoğu'daki atmosferin sorun ve şüphelerle dolu olduğu apaçık ortada. Buradaki temel soru şudur: “Amerikan politikası gerçekten İsraillilerle Filistinliler arasında güvenilir bir arabulucu olarak görülebilir mi?”
-Filistin devletinin kurulması için Mısır’ın Kuzey Sina topraklarının bir kısmını vermesi olasılığına ilişkin konuşulanlar hakkında neler söyleyebilirsiniz? Kapsamlı diplomatik ilişkilerinizi göz önüne aldığımızda, bu hususta bir anlaşmaya yapıldığına dair herhangi bir bilginiz var mı?
Bu anlaşmayla ilgili herhangi bir bilgim yok, fakat çeşitli görüşmelerden edindiğim birtakım bilgiler var ve mantıklı düşünüyorum. Kuzey Sina'daki Mısır topraklarına gelirsek, böyle bir şey kesinlikle mümkün değildir.  Filistinlilerin İsrail'in işgal ettiği bir toprağı var. Size bunu mu ifşa etmemi istiyorsunuz? Bunu kim söyledi? Mısır'ın böyle bir şeyi kabul etmesinin mümkün olduğunu kim söyledi? Böyle bir fikir mantıklı bir kapıdan çıkmış olmaz, olsa olsa safsata ile malul bir zihnin ürünüdür. Başka bir sorunu çözmek için Mısır topraklarından bir metre bile almak mümkün değildir. Sina'daki topraklarımız için savaşa girdik. Sonrasında ise Camp David’de şiddetli bir diplomatik ve politik mücadele verdik. Normal savaştan bir farkı yoktu. Sonra biri bana gelerek bana şöyle diyor: "Bana da bir pay versene!"
Hangi Arap hükümeti Kudüs'te yaşananları, Golan’ın İsrail’e ilhak edilmesini veya Arapları aşırı derecede küçümseyen Amerikan yönetiminin desteklediği diğer İsrail eylemlerini resmen ve alenen kabul edebilir?
"Hangi Arap hükümeti Kudüs'te yaşananları, Golan’ın İsrail’e ilhak edilmesini veya Arapları aşırı derecede küçümseyen Amerikan yönetiminin desteklediği diğer İsrail eylemlerini resmen ve alenen kabul edebilir?"
ARAFAT OLAĞANÜSTÜ BİR LİDER
-Kişisel hatıralarınızda merhum Filistinli lider Yaser Arafat’ı uzun uzun anlattınız. Onun hakkında ve Filistin davasına ilişkin neler söyleyebilirsiniz?
Arafat istisnai bir pozisyonda bulunuyordu ve gerçekten büyük bir sorumluluğu üstlendi. Verebileceği daha iyi karalar olmasına rağmen mazurdur. Yaptığı doğrular da oldu yanlışlarda. Cesur ve liderlik kabiliyeti olan biriydi. Fakat çözümü zor bir mesele ile karşı karşıyaydı ve karmakarışık bir atmosferde yelken açmıştı. Dava gerçekten tek bir ülke tarafından benimsendi: Mısır.  
Mısır, Yaser Arafat ve Filistin davasını çok destekledi. Aslında, Mısır'ın Filistin davasına yardım ettiği gibi, Filistin davası da Mısır’ı desteklemiştir. Filistin sorunu, Mısır diplomasisine canlılık, hareket özgürlüğü ve bölgesel liderlik ve prestijli uluslararası merkez için fırsat vermiştir. Evet, Mısır olmasaydı Filistin davası olmazdı. Bu büyük ilgi, Kral Faruk'un Filistin savaşa girmesinden bu yana devam ediyor. Mısır'ın Filistin davasına olan bağlılığı, 1940'lardan bu yana netleşmeye başladı.
Röportajın ikinci bölümünde yer alacak olan meseleler:
- Suud el-Faysal ve Musa arasında Tiran ve Sanafir davasıyla ilgili olarak neler yaşandı?
Türkiye ve İran’ın Körfez bölgesindeki rolü nedir?
- Bazı Arap ülkeleri, Arap Baharı’nın patlak vermesinin öncesinde Arap Birliği tarafından önerilen girişimi neden reddetti?
- Eski Mısır Cumhurbaşkanı Hüsnü Mübarek'in Türkiye'nin Müslüman Kardeşler liderlerinin serbest bırakılması talebine verdiği tepki neydi?
- Savaştan birkaç gün önce BM ve Saddam Hüseyin arasındaki müzakerelerin başarılı bir şekilde sonuçlanmasına rağmen, neden Irak’ın vurulması yönünde karar alındı? Ahmed Ben Helli, Saddam Hüseyin’le görüştükten sonra Musa’ya ne dedi?
- Musa iki defa suikast girişimine maruz kaldı mı?
RÖPORTAJIN İKİNCİ BÖLÜMÜ İÇİN TIKLAYINIZ
RÖPORTAJIN SON BÖLÜMÜ İÇİN TIKLAYINIZ

Amr Musa: Finansör olduğu sürece terör bitmez



Ortadoğu'da toplumsal sözleşmeyi yeniden şekillendiren köklü değişimler

Görsel: Lina Cedarat
Görsel: Lina Cedarat
TT

Ortadoğu'da toplumsal sözleşmeyi yeniden şekillendiren köklü değişimler

Görsel: Lina Cedarat
Görsel: Lina Cedarat

Lina el-Hatib

Ortadoğu, bir nesil boyunca bölgenin geleceğini şekillendirecek bir sosyal ve kültürel dönüşüm sürecinden geçiyor. Bu dönüşümler bölgedeki tüm ülkelerde aynı hızda ilerlemese de toplumlar kendilerini yeniden şekillendirip süregelen siyasi ve ekonomik değişimlere uyum sağladıkça yeni bir toplumsal sözleşmenin önünü açıyor.

Ortadoğu ülkeleri geleneksel olarak hükümetlerin vatandaşlarına sosyal refah, kamu sektöründe istihdam ve mali destek sağladığı bir sosyal sözleşmeye bağlı kaldı. Günümüzde bu model, devletin vatandaşlarına yenilikçilik ve girişimcilik fırsatları sunduğu bir modele doğru hızla dönüşüyor. Bu dönüşümün belki de en çarpıcı özelliklerinden biri, Ortadoğu'nun dünyayı algılayışında ve daha da önemlisi toplumlarının kendilerini nasıl algıladıklarında daha köklü bir değişimi yansıtan kültürel üretim, sanatsal ifade ve teknolojik yenilikteki artıştır.

Körfez'de kültürel yeniliğin yükselişi

Körfez ülkeleri bugün iddialı yeni bir toplumsal sözleşme oluşturmaya çalışıyor. Petrolden elde edilen gelire bel bağlamak yerine, ekonomiyi çeşitlendirmeye yönelik fırsatlar için çaba sarf ediyor. Gençler kendilerini girişimci, sanatçı ve küresel vatandaş olarak görmeye ve ulusal vizyonlara katkıda bulunmaya teşvik ediliyor. Körfez, bölgesel bir kültürel yenilik merkezi olarak ortaya çıkıyor.

Mısır ve Lübnan yıllarca Arap müziği ve sahne sanatları alanında ön saflarda yer aldı. Mısırlı ve Lübnanlı sanatçılar, Mısır sineması ve pembe dizileriyle birlikte uzun süre bölgedeki sanat sahnesine hakim oldular. Ancak iki ülkedeki ekonomik değişimler, yetenekli kişilerin beyin göçünü destekledi ve eğlence üretim merkezlerini yavaş yavaş sınırların ötesine itti. Şimdi Körfez ülkelerindeki iddialı ulusal vizyonlar sayesinde bu yetenekler Suudi Arabistan, Birleşik Arap Emirlikleri (BAE) ve Katar'da kendine yeni bir yuva bulurken bu ülkelerde yerel enerjilerle kesişerek yeni bir Arap kültürel rönesansını müjdeliyor.

Dünya standartlarında müze ve sanat galerilerinin oluşturulmasını öngören Suudi Arabistan 2030 Vizyonu’nda sanat önemli bir rol oynuyor.

Suudi Arabistan, şu an dünyanın en büyük müzik festivallerinden biri olan ve uluslararası ve yerel DJ'leri çeken MDLBeast Soundstorm gibi önemli etkinliklere ev sahipliği yapıyor. Gamers8, Suudi Arabistan’ın kendisini küresel oyun endüstrisinde lider olarak konumlandırma hedefinin bir parçası. Aylar süren bir eğlence ve kültür festivali olan Riyad Sezonu, oyun yarışmalarından şiir okumalarına kadar çeşitli etkinliklerle milyonlarca ziyaretçiyi kendine çekiyor.

Üç Körfez ülkesi kendilerini film ve eğlence alanında küresel merkezler haline getirmeye çalışıyor. Suudi Arabistan, bölgesel ve uluslararası film yapımcılarını desteklemek amacıyla 2020 yılında Cidde'de Kızıldeniz Uluslararası Film Festivali'ni (RSIFF) düzenledi. Festivalle yakından ilişkili olan Kızıldeniz Film Festivali Vakfı, Suudi Arabistan'daki yerel film endüstrisinin önemli bir destekçisi ve uluslararası film yapımlarına fon sağlıyor.

Öte yandan Katar'da Doha Film Enstitüsü bağımsız Arap film yapımcılarını desteklerken yeni isimlerin keşfedilmesi için bir platform sağlıyor. BAE’de ise Abu Dabi’nin medya serbest bölgesi Twofour54, Görevimiz Tehlike ve Yıldız Savaşları gibi gişe rekorları kıran Hollywood filmlerini kendine çekti.

Ancak bu rönesans sadece eğlence sektörüyle sınırlı kalmayıp görsel sanatlar ve teknolojiyi de kapsıyor. Katar'ın Katara Kültür Köyü, mirası çağdaş sanatsal ifadeyle birleştirerek tiyatro, müzik ve görsel sanatlar etkinliklerine ev sahipliği yapıyor. BAE, Art Dubai ve Sharjah Bienali gibi etkinlikler düzenlemeye devam ediyor ve müzelerde yerel ve uluslararası sanat eserleri sergileniyor.

Edebiyat alanında ise Emirates Havayolu Edebiyat Festivali gibi festivaller aracılığıyla yazılı kültür gelişirken BAE’li yazarlar, uluslararası sahnede varlıklarını hissettiriyor.

Sanat, dünya standartlarında müzeler ve sanat bienalleri oluşturulmasını öngören Suudi Arabistan 2030 Vizyonu’nda önemli bir rol oynuyor. Diriye Bienali Vakfı Riyad'ı, merkezinde kültürel inovasyonun yer aldığı küresel bir çağdaş sanat merkezi olarak konumlandırıyor. Suudi Arabistan, geçtiğimiz ocak ayında Ortadoğu'da yeni medya ve dijital sanatlara adanmış ilk merkez olan Diriye Sanat Bienali'nin açılışını gerçekleştirdi.

Bu dönüşümlerin etkisi Körfez ülkeleriyle sınırlı kalmayıp Arap dünyasındaki kültürel uyanışa kadar uzanıyor.

Körfez'in gelişmiş bir kültürel yenilik merkezi olarak yükselişi, sadece ekonomiye yansımakla kalmıyor, aynı zamanda Körfez ve ötesindeki toplumları da dönüştürüyor. Dijital medyanın yaygınlaşmasıyla bölgenin yeni nesli - dijital yerliler nesli- tüm dünyada akranlarıyla daha önce hiç olmadığı kadar yakından bağlantılılar.

Yurtdışında üretilen kültürü tüketmekle yetinmeyen bu nesil, kendi içeriğini üretirken, sesinin duyulmasını ve yeteneklerinin dünyanın dört bir yanında tanınmasını istiyor ve kendini ülkelerini inşa etme sürecinde kilit bir oyuncu olarak görüyor. Suudi Arabistan 2030 Vizyonu ve BAE 2031 Vizyonu gibi büyük dönüşüm planları, hırsları kucaklayan ve becerileri geliştiren platformlar sağlarken kültür sektörüne yapılan büyük yatırımlar, Arap toplumlarının imajını bölgesel ve uluslararası düzeyde yeniden şekillendiriyor.

Kültürel ortamın yeniden canlandırılması

Bu dönüşümlerin etkisi Körfez ülkeleriyle sınırlı kalmayıp Arap dünyasındaki kültürel uyanışa kadar uzanıyor. Bunun nedeni, çeşitli Arap ülkelerinin vatandaşlarının Körfez kültür alanlarına katılımının yanı sıra, diğer ülkelerde taklit edilecek bir kalkınma modeli haline gelen Körfez'deki kültürel yenilenmenin yaygınlaşmasıdır.

fgrthy
Görsel: Lina Cedarat

Bu dinamik, ülkelerinin içinden geçtiği savaş ve çatışmalara rağmen kültürel yaratıcılıklarını ve sosyal yenilikçiliklerini durdurmayan Lübnan ve Suriye gibi ülkelerin vatandaşları için özellikle önem arz ediyor. Lübnan'da Nicolas Sursock Müzesi gibi kurumlar, Ashkal Alwan gibi bağımsız sanat alanları ve Beirut and Beyond gibi müzik festivalleri yaratıcılığın, deneyselliğin ve kültürel direnişin nişaneleri oldu.

Vatandaşların geleneksel mezhepçi sistemi reddederek daha fazla şeffaflık, hesap verebilirlik ve ekonomik adalet taleplerini dile getirdikleri 2019 protestoları bir dönüm noktası oldu. Siyasi elitlerin yapısal reforma karşı direnişine rağmen, teknoloji meraklısı genç nesillerin öncülük ettiği yeni bir taban sivil aktivizm biçimi ortaya çıktı. Alternatif eğitim girişimleri, start-uplar ve yaratıcı gruplar devletin dolduramadığı boşlukları doldurmak için ortaya çıktı.

Bugün, yeni Lübnan hükümeti geçmişin başarısızlıklarını ele almaya çalışırken, sivil toplum aktörleri artık devlete alternatif bir rol oynamayı değil, vatandaşlık ve kendi kendini güçlendirme pozisyonundan hareketle devletle ortaklık kurmayı amaçlıyor.

Toplumsal sözleşmenin doğasındaki bu değişim, sosyal yenilenmenin gelişmesine olanak sağladı. 2020 yılında Beyrut Limanı’nda meydana gelen patlamanın ardından, Live Love Beirut gibi gönüllü ağları, evleri yeniden inşa etmek, patlamadan etkilenen ailelere yardım sağlamak ve toplumsal uyumun hizmetinde sanatsal ve kültürel yaratıcılığı harekete geçirmek için kaynakları ve alanında uzman kişileri seferber etti. Şiddet sarmalından çıkmaya çalışan Lübnan’ın canlı bir kültür merkezi olarak konumunu sağlamlaştırma fırsatı giderek daha umut verici görünüyor.

Bölge ülkelerinin tek tek karşılaştığı zorlukların kendine has özelliklerine rağmen, bölgenin genel dönüşümü Ortadoğu'nun kimliği, ekonomisi ve isteklerinin derinlemesine yeniden şekillenmesini yansıtıyor.

Lübnan’da kurulan yeni hükümet, kültürün ekonomik bir motor ve sosyal güçlendirme aracı olarak önemini kabul ederken devletin vizyonu ile vatandaşların istekleri arasındaki bu yeni uyum, kültür sektörünün sürdürülebilir bir rönesans yaşaması, yaratıcı ekonominin teşvik edilmesi ve özellikle de birbirini izleyen savaşların sosyal yarıklar açmasının ardından Lübnan toplumunun bileşenleri arasındaki uyumun güçlendirilmesi için umut veriyor.

Bu durum, on yıllık savaşın devletin merkezileşmesine dayanan geleneksel toplumsal sözleşmenin çökmesine yol açtığı Suriye için de geçerli. Beşşar Esed rejiminin devrilmesinden sonra sahada kalanlar bir topluluk girişimleri mozaiği olsa da hem ülke içinde hem de diasporada yaşayan Suriyeliler kültür ve girişimcilik yoluyla Suriye kimliğini yeniden şekillendirme girişimlerinden vazgeçmedi.

Suriye Kültür Kataloğu ve Suriye Devriminin Yaratıcı Hafızası gibi girişimler Suriye sanatını, edebiyatını ve müziğini belgeliyor. Diasporadaki Suriyeli sanatçılar, savaşın insani maliyetini belgeleyen sergiler, tiyatro ve film çalışmalarıyla Avrupa ve Amerika'nın kültürel ortamını zenginleştirdi. Suriye bugün, yaratıcılığı toplumda birleştirici bir güç olarak benimseyen yeni bir toplumsal sözleşme oluşturmak için gerçek bir fırsata sahip.

Ortadoğu geçiş sürecinde

Şarku’l Avsat’ın Al Majalla’dan aktardığı habere göre Lübnan ve Suriye, geleneksel kimlik ve aidiyet hiyerarşileri tarafından yönetilmeye devam ederken, bu hiyerarşiler bölgedeki hızlı kültürel ve gelişimsel hareketlilik nedeniyle derin bir şekilde sorgulanıyor. Eski düzenin destekçileri, küresel vatandaşlık, ifade özgürlüğü ve girişimcilik hırsı değerlerine dayalı yükselen milli aidiyet duygusu karşısında kendilerini tehdit altında hissediyor. Bu çatışma en çok gençlerin rolü ve kadınların kamusal alandaki yeri söz konusu olduğunda belirginleşiyor. Zira eski silahlı güçler, gençleri asimile etmeye ve kadınları marjinalleştirmeye çalışıyor.

Ancak bölge genelinde gençler kendilerini devletin cömertliğinin pasif alıcıları olarak değil, kendi kaderlerini şekillendiren aktif aktörler olarak görüyor. Kadınların çeşitli alanlarda katılımı artıyor. Suudi Arabistan'da kadınlar üniversite mezunları arasında başı çekiyor ve daha önce hiç görülmemiş bir hızla kendi işlerini kuruyorlar. Suriye'de yeni hükümette sadece bir kadın bakan atanmış olsa da kadınlar sanat, mühendislik ve girişimcilik gibi çok çeşitli alanlarda liderlik etmeye devam ediyor. Lübnan'da ise kadınlar kamusal alanda gün geçtikçe daha görünür hale geliyor.

Kısacası, tek tek ülkelerin karşılaştığı zorlukların özgünlüğüne rağmen, bölgedeki genel dönüşümler Ortadoğu'nun kimliği, ekonomisi ve özlemlerinin derin bir şekilde yeniden şekillendiğini yansıtıyor. Ortaya ise çoklu anlatılara ve farklı görüşlere yer veren, daha çeşitli, birbirine bağlı ve canlı bir Ortadoğu çıkıyor. Ekonomik eşitsizlikten silahlı çatışmalara kadar karşılaşılan tüm zorlukların büyüklüğüne rağmen, yaratıcılık ve kültürel yenilenme fırsatları onlarca yıldır hiç bu kadar fazla olmamıştı.