Amr Musa: İran ve Türkiye, Arap bölgesinde iddialı ve kazançlı bir rol oynamaya çalışıyor

Eski Arap Birliği Genel Sekreteri ve eski Mısır Dışişleri Bakanı Amr Musa Independent Arabia’ya röportaj verirken (Salah Reşidi)
Eski Arap Birliği Genel Sekreteri ve eski Mısır Dışişleri Bakanı Amr Musa Independent Arabia’ya röportaj verirken (Salah Reşidi)
TT

Amr Musa: İran ve Türkiye, Arap bölgesinde iddialı ve kazançlı bir rol oynamaya çalışıyor

Eski Arap Birliği Genel Sekreteri ve eski Mısır Dışişleri Bakanı Amr Musa Independent Arabia’ya röportaj verirken (Salah Reşidi)
Eski Arap Birliği Genel Sekreteri ve eski Mısır Dışişleri Bakanı Amr Musa Independent Arabia’ya röportaj verirken (Salah Reşidi)

Eski Arap Birliği Genel Sekreteri ve eski Mısır Dışişleri Bakanı Amr Musa, Independent Arabia özel röportajının ikinci bölümünde Suudi Arabistan'ın kendisini savunmasının doğal olduğunu vurgulayarak, “Bu, Suudi Arabistan’ın hakkı olması bir yana, aynı zamanda sorumluluğudur da. Çünkü Suudi Arabistan, BAE ve Körfez bölgesini etkisi altına almaya çalışan İran hamleleri ile karşı karşıya bulunuyor” ifadelerini kullandı.
Bölgedeki Türk ve İran rolü hakkında da önemli açıklamalarda bulunan Musa, bölgedeki Katar rolüne atıfta bulunarak, “1990'lardan bu yana aktif Katar politikalarıyla ilgili soru işaretleri var. Katar’ın jeostratejik nedenlerle bölgedeki dizginleri ele alması pek mümkün değil” dedi.
ABD Başkanı Donald Trump'ın stratejisi hakkında, özellikle bir Arap ittifakı (Arap NATO’su) kurma konusunda belirsizlikler bulunduğunu söyleyen Musa, “Arap NATO’su ne anlama geliyor? Arapların kendileri bu konu hakkında hiçbir şey bilmiyor!” ifadesini kullandı.
Musa, savaş kararından birkaç gün önce Saddam Hüseyin ile Birleşmiş Milletler (BM) arasında başarılı müzakerelerin gerçekleşmesine yol açan Kofi Annan işbirliğiyle sarf ettiği çabalara rağmen, ABD’nin Irak işgalinin arkasındaki gerçek nedenlerin ayrıntılarını açıkladı. Musa ayrıca, ilk kez eski Suudi Dışişleri Bakanı Prens Suud El Faysal ile olan uzun süreli ilişkilerinin sırlarını ve Tiran ve Sanafir krizi ile ilgili olarak aralarında gerçekleşen telefon görüşmesinin içeriğini anlattı.
Suudi Arabistan’ın varlığını muhafaza etmesi
İran'ın Arap bölgesindeki rolünü nasıl değerlendiriyorsunuz? Ayrıca terörle mücadele etmek ve uluslararası barışı ve güvenliği sağlamak için Suudi Arabistan liderliğinde Arap askeri ittifakının kurulması hakkında neler söyleyebilirsiniz?
- Arap askeri ittifakının kurulması, Suudi Arabistan, BAE ve Körfez bölgesini etkisi altına almaya çalışan İran hamleleri karşısında bölgedeki stratejik dengenin korunması noktasında önemli bir olaydır. Suudi Arabistan kendisini İran'ın nüfuzu ile kuzeyden ve güneyden kuşatılmış halde buldu. İran'ın açıklamalarının, Tahran'ın dört Arap başkentinde (Bağdat, Şam, Beyrut ve Sana) etkisi olduğunu unutmayın. Suudi Arabistan'ın kendini düşünmesi doğaldır ve bu onun hakkı ve görevidir. İran'ın üç adayı işgal etmesi, BAE'nin adaları üzerindeki egemenliğini açıkça ihlal ediyor. Aslında İran, işgal ettiği üç BAE adası üzerinde pazarlık etmeye hazırlanmalı.

Kral Selman bin Abdulaziz, Amr Musa, Şeyh Abdullah bin Zayed, Şeyh Halid Al Halife ve Prens Suud El Faysal (Sayın Amr Musa’nın arşivinden)

Ancak Trump, son zamanlarda gayrı resmi olarak “Arap NATO’su” olarak bilinen bir Arap askeri ittifakının kurulmasından bahsetti ve aynı zamanda MESA ve Orta Doğu Stratejik İttifakı gibi isimler kullanıldı. Paralel bir ittifak söz konusu mu ya da durum nedir?
- İran’a yönelik bölgede yeni bir stratejinin geliştirilmesinden bahsediliyor. Arap NATO’su dosyası hakkında yapılan konuşmalar uzun zamandır belirsizliğini koruyor. Ben şahsen bunu geçen Kasım ayında Bahreyn Krallığı'nda düzenlenen Manama Diyaloğunda sordum.
Arap NATO’su ne anlama geliyor? Arapların kendileri, sahibinin kim olduğunu bilmedikleri ve Batılı bir unvana sahip olan bir Arap askeri ittifakıyla aniden ortaya çıkabilir mi? Bu ittifakın doğası, unsurları, stratejisi ve hedefleri nelerdir? Kime ve neye karşıdır?
Elbette, dünyanın çok net bir şekilde değiştiğini aklımızdan çıkarmamalıyız. 20 yıl önce, genel talepler ABD kuvvetlerinin Arap bölgesinden çekilmesine dayanıyordu, şu an olan şey ise kuvvetlerin bölgede kalmasına yönelik genel bir talebin olduğu yönünde. Aynı zamanda bölgede Rusya gibi başka büyük ülkeler de var. ABD’nin Suriye’den çıkmasından söz etmek, yeni gelişmelere dayanan ve farklı şekillerde küresel dengenin ayrılmaz bir parçası olan bölgedeki ağır Washington varlığına kıyasla basit ve cüzidir.

Eski Arap Birliği Genel Sekreteri Amr Musa, Suudi Kralı Abdullah bin Abdulaziz ile birlikte (Sayın Amr Musa’nın arşivinden)
İran'ın üç adayı işgal etmesi, BAE'nin adaları üzerindeki egemenliğini açıkça ihlal ediyor. Aslında İran, işgal ettiği üç BAE adası üzerinde pazarlık etmeye hazırlanmalı.
İran'ın şüpheli hareketleri
Türkiye'nin bölgeye yönelik rolü, şüpheli hareketleri dikkate alındığında pek çok tehlikeyi içinde barındırıyor. Bunun İran tehdidi ile eşdeğer olduğunu düşünüyor musunuz?
- Elbette. İran ve Türkiye, Arap bölgesinde iddialı ve kazançlı bir rol oynamaya çalışıyor. Bölgeye ilişkin birtakım emelleri var. Halihazırda Türk hareketliliği, üzerinde çalışılmış plan üzerinde cereyan ediyor. Arap dünyasında dikkatimizi çeken ve tarihi ve coğrafi ortaklarımızla stratejik birliktelikler kurmaya bizi sevk eden durum budur. Bununla ilgili tasavvura sahip olmalıyız.
Geçen yıl, Ekim 2010’da Arap Birliği Genel Sekreteri olarak bana, Çad, Nijer, Mali, Gine ve Senegal’den Etiyopya, Eritre ve Güney Sudan’a kadar, aynı zamanda Sudan ve Asya'nın tüm komşuları, İran, Türkiye ve İsrail gibi tüm komşu ve çevre ülkelerini içeren bir “birlik” kurulması yönünde resmi bir girişim sunuldu.  Ayrıca, Akdeniz ülkeleri, Malta, Kıbrıs, Balkanlar, İtalya ve Fransa gibi ülkeleri de daha sonra bu birliğe ekledik.
Türkiye’nin bölgedeki yüzünü ve emellerini henüz açık etmediği bir zamanda İran ile BAE adalarının işgali konusundaki tutumu, barış girişimi ve Filistin meselesi hakkında çeşitli çevrelerle görüşmelerde bulunduk. O zamanki hedefim, Türkiye'yi bize ve üzerinde anlaşmaya vardığımız koşullara katılmaya davet etmekti.
"Arap NATO’su dosyası hakkında yapılan konuşmalar uzun zamandır belirsizliğini koruyor. Ben şahsen bunu geçen Kasım ayında Bahreyn Krallığı'nda düzenlenen Manama Diyaloğunda sordum. Arap NATO’su ne anlama geliyor? Arapların kendileri, sahibinin kim olduğunu bilmedikleri ve Batılı bir unvana sahip olan bir Arap askeri ittifakıyla aniden ortaya çıkabilir mi? Bu ittifakın doğası, unsurları, stratejisi ve hedefleri nelerdir? Kime ve neye karşıdır?"
Mısır'ın tutumu ne oldu? Hangi ülkeler girişimi reddetti? Neden reddettiler?
- Diğer ülkeler gibi Mısır da, kendi güçlerini aşan bir mesele olarak değerlendirdiği bu girişimi reddetti. Başkanlardan biri “Bunun için vakit çok erken” dedi. Benim görüşüm tam tersiydi. Bence çok geç kaldık. Bölgedeki gelişmelere uygun, özellikle zamanın mevcut şartlarını da dikkat alarak yeni bir bölgesel politika düşünmek zorundaydık. Yaratıcı kaos politikası ortaya çıkıyor ve biz ne yeni fikirler sunuyor ne de herhangi bir politik canlılık gösteriyorduk.
"İran ve Türkiye, Arap bölgesinde iddialı ve kazançlı bir rol oynamaya çalışıyorlar. Bölgeye ilişkin birtakım emelleri var."
Söz konusu reddiye ile ilgili olarak, bölgedeki bu ülkelerin bazılarının politikalarına olan güven eksikliği konusunda aldıkları miras bağlamının bunun üzerinde etkili olduğunu düşünüyor musunuz?
- Bu sadece güven eksikliğinden kaynaklanan tarihsel bir miras değil. Bilakis muhafazakâr düşüncenin bir mirasıdır. Ancak bu girişim hala canlı. Yeni bir bölgesel düzene yönelik herhangi bir Arap hareketinin bu Arap inisiyatifinden uzak bir şekilde kurulacağını düşünmüyorum.
Türkiye, Erbakan’dan bu yana İhvan’ı destekliyor
Ancak, Türkiye'nin rolü sadece bölgede nüfuz sahibi olmak istemesinden ve bölgeye dair emellerinden kaynaklanmıyor. Türkiye siyasetiyle desteklenmekte olan Müslüman Kardeşler dosyası çifte bir tehlike arz etmiyor mu?
- Bu doğru. Türk siyaseti, senelerdir Müslüman Kardeşler ile benzer bir çizgiyi takip ediyor. Bunun, son yıllarda Erdoğan'ın iktidarı sırasında ortaya çıktığını söylemek doğru değil. Hatıralarımda anlattığım, Mısır Cumhurbaşkanı Hüsnü Mübarek’in 1996’nın ikinci yarısında Necmettin Erbakan’ın hükümet liderliğini üstlendiği kısa zaman içerisinde Türkiye’ye yaptığı ziyaret sırasında yaşanan meşhur bir olay var.
Erbakan, Mübarek’e “Sayın Cumhurbaşkanı, sizden bir isteğim var. Mısır'daki Müslüman Kardeşler'in liderlerinin cezaevlerinden çıkmasını talep ediyorum” dedi. Mübarek, “Ne?” diyerek Erbakan’a karşılık verdi. Bunun üzerine Erbakan isteğini tekrarladı ve “Müslüman Kardeşler'in liderlerinin cezaevlerinden çıkarılmasını umuyorum” dedi. Erbakan’a sert bir şekilde karşılık veren Mübarek, “Siz onlar mı meyillisiniz? Onları burada mı istiyorsunuz?” dedi.
Bu olay eğer bir şeyi kanıtlıyorsa o da, Erbakan ve onun talebesi olarak Erdoğan’ın Müslüman Kardeşler ile olan irtibatlarının on yıllardır devam ettiğidir.
Katar ve soru işaretleri
Arap bölgesindeki Katar rolü büyük bir soru işareti. Bunu nasıl yorumluyorsunuz?
- 1990'lardan bu yana aktif Katar politikalarıyla ilgili soru işaretleri var. Katar’ın jeostratejik nedenlerle bölgedeki dizginleri ele alması pek mümkün değil. Aslında bunlar büyük bir etki yaratan dev ekonomik faaliyetlere dayanıyor. Katarlılar, bu engin serveti inşa etmeleriyle birlikte dünya başkentlerinin çoğu için açık bir kapı oldular. Yatırımları, tanınmış bir Amerikalı işadamı tarafından yönetiliyordu. Pek çok etkili Amerikan ve Arap çevrelerine açık olan bu adam, bununla gurur duyuyordu. Ayrıca üst düzey siyasi toplantılar da dâhil olmak üzere ulusal çıkarları güvence altına almak için ABD’nin üst düzey makamlarına ulaşmayı başarmıştı. Şu an olan şey, bazı ülkelerin Katar’ın kendilerine yönelik politikaları hakkında soru işaretleri olduğudur. Belki de bunun tam tersi doğrudur. Kendimize şunu sormamız gerekiyor, “Arap-Arap anlaşmazlıklarını ne zaman sonlandırabileceğiz?”
Ayrıca, ABD Dışişleri Bakanı Mike Pompeo'nun bölgeye yaptığı son ziyaret sırasında bölgedeki yeni ittifakların Katar varlığını hesaba katması gerektiğini açıkça belirtti.
Türk siyaseti, senelerdir Müslüman Kardeşler'in ile benzer çizgiyi takip ediyor. Bunun son yıllarda Erdoğan'ın iktidarı altında ortaya çıktığını söylemek doğru değil.
Dışişleri Bakanı Pompeo’nun bölgeye gerçekleştirdiği son ziyaretin ardından ilan edilen Amerikan pozisyonunun, Arap boykotuna rağmen Katar varlığını zorla empoze etme girişimi olduğunu düşünüyor musunuz?
- Bir şeylerin zor dayatılması umulanı netice vermez. Özellikle de “ittifak” hakkında yapılan konuşmalar ile bir ittifakın sağlanması söz konusu olmaz ve “İnsanlar birbirleri ile boğuşurlar.”
Bu, Kuveyt’in Katar’la olan krizi çözme arabuluculuğunun yakında meyve verebileceğine dair bir işaret olabilir mi?
- Böyle olmasını umuyorum. Arabuluculuk gündüz ve gece arasında bitebilecek bir şey değil. Kuveyt Emiri Şeyh Sabah el-Ahmed el-Cabir es-Sabah’ın sabrına ve bilgeliğine güveniyorum. O bir devlet adamı ve çok iyi bir deneyime sahip.
Kişisel olarak sizden Katar krizine müdahale etmeniz ve tarafları birbirine yakınlaştıracak bir girişimde bulunmanız istendi mi?
- Hayır, böyle bir şey olmadı. Sadece uzun yıllar boyunca Mısır ve Arap diplomatik kariyerim nedeniyle beni başkalarıyla bir araya getiren kişisel arkadaşlıklarım çerçevesinde konuşuyorum. Bunun mutlak anlamda dikkat alınması gerekmiyor. Kimse benden resmi bir şekilde tavsiyede bulunmamı istemedi.
1990'lardan bu yana aktif Katar politikalarıyla ilgili soru işaretleri var. Katar’ın jeostratejik nedenlerle bölgedeki dizginleri ele alması pek mümkün değil.

Musa ve Faysal (Sayın Amr Musa’nın arşivinden)
Suudi Dışişleri Bakanı Prens Suud el-Faysal ile pek çok kez ortak görevlerde bulundunuz. Aklınıza gelen pozisyonlarınızdan bahseder misiniz?
- Prens Suud, diplomasi dünyasında en yakın arkadaşlarımdan biriydi. Diplomatik kariyerimin ilk yıllarından itibaren kendisinden etkilendim. Kendisi o sıra Suudi Arabistan Dışişleri Bakanıydı. Hindistan’da Mısır Büyükelçisi olarak görev yaptıktan sonra Mısır’ın Birleşmiş Milletler (BM) Büyükelçisi olarak görev yaptım. Sonrasında ise Arap Birliği Genel Sekreterliği görevine getirildim. Geçtiğimiz 20 yıl boyunca Mısır Dışişleri Bakanı olarak görev yaptım. Faysal’ın aklı, dengesi, insani ve diplomatik ilişkilerdeki zarafeti, ayrıca diplomatik zekâsı ve Arap ve uluslararası diplomasi dünyasındaki uzun tecrübesi beni etkiledi. Kelimenin tam anlamıyla ortak ve arkadaş olduk.

Musa ve Faysal, Arap Birliği toplantılarının birinde görünüyor (Sayın Amr Musa’nın arşivinden)
Bu uzun yıllar boyunca bazı açılardan anlaşmazlık yaşadığınız oldu mu?
- Arap siyasi ve diplomatik çalışmalarında,  Tiran ve Sanafir krizinde bile birlikte geçirdiğimiz 20 yıl boyunca herhangi bir anlaşmazlık yaşadığımızı hatırlamıyorum. 1990'ların sonlarında Tiran ve Sanafir krizi hakkında bir telefon görüşmesi yaptık. Diğer şeylerin yanı sıra bana, “Gel Tiran ve Sanafir meselesini görüşelim” dedi. Prense neden şimdi bu kapıyı açtığımızı sordum. Bana, “Kurtuluştur!” dedi. Filistin meselesi gibi çok ciddi meseleler hakkında da görüşmelerde bulunduk. 2005-2011 yılları arasında Arap Birliği Genel Sekreteri olarak görevimi sürdürdüğüm sırada, Arap Birliği Bakanlar Konseyi, İsrail ile Filistin arasındaki müzakerelere ilişkin girişimlerde ipi eline almıştı. Konseyin görüşü, müzakerelerin “daha fazla zaman harcamak olduğu” yönündeydi. Prens Suud'un varlığı ve desteği olmasaydı, müzakere sürecine ilişkin veto verdiğimiz o kolektif pozisyonu elde edemezdik. 2002’de Beyrut Zirvesi’nde Kral Abdullah’ın başlattığı Arap barış girişimi üzerindeki önemli rolünü unutmamız mümkün değil. Onun başlıca rolü, bu girişiminin kolektif olarak kabulünü sağlamaktı ve destek vermekte isteksiz olan Suriye'yi ikna etmekti.
Faysal'ın diplomasisinin, Kuveyt’i Irak işgalinden kurtarmak için gerçekleştirilen ilk Körfez Savaşı döneminde önerdiği şeylere ilişkin neler hatırlıyorsunuz?
- O zamanlar BM’deki Mısır delegasyonunun başkanıydım. Prens Suud El Faysal'ı ve Suudi Dışişleri Bakanı olarak hareketlerini takip ediyordum. Arap pozisyonunu Kuveyt’in kurtuluşuna doğru harekete geçirmede çok önemli bir rol oynadı. Özellikle o sıra Birinci Körfez Savaşı karşısındaki Arap tutumunda bir bölünme söz konusuydu.
Prens Suud, diplomasi dünyasındaki en yakın arkadaşlarımdan biriydi. Diplomatik kariyerimin ilk yıllarından itibaren kendisinden etkilendim.
El Faysal Irak'ta önemli bir rol oynamasına rağmen, (Irak'ın o zaman Dışişleri Bakanı Tarık Aziz, Faysal'ın diplomasisini ülkesini Irak-İran savaşında desteklemek için kullandı) dünün müttefikleri neden bugün düşman oldu?
- Faysal, Suudi Arabistan’ın İran’a karşı aldığı ve 8 yıl boyunca devam eden diplomatik abluka kararında önemli bir rol oynadı. Bununla Irak'a karşı savaşı durdurması ve uluslararası kararlara uyması amaçlanıyordu. O zamanlar, Mısır ve Suudi Arabistan arasında Irak-İran savaşı konusunda bir tür görüş birliği olduğunu belirtmek gerekir. Önemli bir Arap devletini korumak gibi ortak bir karar mevcuttu. Bu gibi durumlarda, yalnızca Mısır-Suudi ittifakı ile meselenin üstesinden gelinebilir. Çünkü her iki ülkenin de Arap bölgesinde ve uluslararası alanda büyük bir ağırlığı var.

Musa ve Kofi Annan (Sayın Amr Musa’nın arşivinden)
2002’de, Irak’ın ABD saldırılarına maruz kalmasının önüne geçmeye çalışan mevcut Arap diplomatik hareketi hakkında ünlü bir ifadeniz vardı: “Ellerimiz bağlı durmayacağız.” Ama olanlar bunun tam aksiydi? Neler oldu?
- İfade böyle değildi, fakat Irak savaşı Ortadoğu’da cehennemin kapılarını açacaktı. Öyle de oldu. Dışişleri Bakanı görevinden Arap Birliği Genel Sekreterliği görevine geldiğim dönemde, BM Genel Sekreteri Kofi Annan ile uzun süreli bir arkadaşlığım oldu. Ona, “Arap Birliği Genel Sekreteri olarak 22 ülkeyi ziyaret edeceğim. Son ziyaretimi Irak’a gerçekleştireceğim ki, böylece Irak’a gönderdiğiniz mesaj hususunda bir anlayışa varalım” dedim. Öyle de oldu. Ziyaretlerime Tunus’la başladım ve sonrasında Mağrip ve Maşrık ülkelerine gittim Irak’a ulaşmadan önce New York'ta Annan'ı ziyaret ettim. Annan’a, “Sizden Saddam’a uluslararası gözlemciler ve nükleer silahlar konusunda bir mesaj ileteceğimi düşünüyorum” dedim.
Nitekim bu mesaj, 19 Ocak 2002'de Annan tarafından Irak eski Cumhurbaşkanı’na iletildi. Saddam Hüseyin’e, “Sayın Başkan, nükleer güç ve gözlemciler konusu, BM ile olan anlaşmazlığınızın temelidir. Dikkat edilmesi gereken bunlardır. Nükleer bir projeniz var mı?” diye sordum. Bana böyle bir projesinin olmadığını söyledi. Cevabı peş peşe iki kez daha sordum ve her seferinde “hayır” cevabı aldım. Öyle ki, bu toplantıda benimle birlikte olan Arap Birliği Genel Sekreter Yardımcısı Ahmed bin Helli, şakayla karşılık olarak bana neden soruyu iki kez sorduğumu sordu ve “Bizi kaybetmek mi istiyorsun?” dedi. Bende ona, “Sayın Büyükelçi, Irak’ın durumunun çok hassas olmasından dolayı bunu vurgulamam lazımdı” dedim.
Sonra Saddam Hüseyin’e, “Öyleyse neden uluslararası gözlemcilerin gelmesini reddediyorsun?” diye sordum. O da bana, “Çünkü hepsi CIA'den” diyerek cevap verdi. Ona, “BM ile gerçekleştireceğiniz müzakereler ile bunu teyit etme fırsatınız olsa bile mi?” diye sordum.  Bana, “Umurumda değil” dedi. Toplantıdan sonra Arap Zirvesi Başkanı olması dolayısıyla Ürdün Kralı 2. Abdullah ile görüşmeye gittim ve ona olanları anlattım. Daha sonra görüşmenin detaylarını kendisine anlatmak için Kofi Annan'la bir araya geldim. Bana, “Bu önemli bir söz. ABD’lilerle istişare etmemiz gerekiyor” dedi. Aynı şekilde olanları anlatmak için ABD Dışişleri Bakanı Colin Powell ile de bir araya geldim, fakat Powell'ın tepkisi şaşkınlık vericiydi. Bana, “Saddam Hüseyin seninle ve Kofi Annan'la dalga geçmiş. Saddam'ın nükleer silahları var” dedi. Buna rağmen, BM ve Saddam Hüseyin arasında başarılı müzakereler gerçekleşti. Ne yazık ki, savaş kararı alındı. Mesele, zaman meselesiydi. Olan oldu.
Ancak eski ABD Başkanı George W. Bush, savaş kararının yanlış bilgilere dayandığını açıklaması, Irak'ın işgalinden yıllar sonra geldi!
- Her şey bitmişti. Eski ABD Dışişleri Bakanı Colin Powell'ın Güvenlik Konseyi huzurunda, nükleer füzelerle dolu olduğunu söylediği araçların resimlerini gösterdiği anı hiç unutmam. Powell, nükleer silah tehdidinden bahsetmiş ve Saddam Hüseyin’i bundan caydıracak bir karar çıkarılmasını istediklerini dile getirmişti.
Faysal, Suudi Arabistan’ın İran’a karşı aldığı ve 8 yıl boyunca devam eden diplomatik abluka kararında önemli bir rol oynadı.
Ölüm tehdidi
Biri Lübnan’da diğeri Irak’ta olmak üzere iki suikast girişimine maruz kaldığınız doğru mu?
- Bunu birçok kez duydum. Fakat gerçek şu ki, genel itibariyle ehemmiyet vermediğim çok fazla tehdit aldım, ancak bunlar suikast derecesine ulaşmadı. Çevremdeki korumalarım oldukça sıkıydı. Tehditlerin çoğunu Irak'ta, özellikle zor güvenlik zamanlarında seyahat etmeye kararlı olduğum dönemde aldım. Korumam çok güçlüydü ve Kürt Peşmerge kuvvetlerindendi.
Musa yarın yayınlanacak olan röportajın son bölümünde, üzerinden 8 yıl geçen Arap Baharı’nın ayrıntılarına ilişkin açıklamalarda bulunacak. Neden bazılarının söylediği “komplo terimi” reddediliyor? Sudan bölünürken neden Irak'ı bölme girişimi başarısız oldu? Neden Trump'ın bölgeye yönelik politikasını cevaplardan daha ziyade sorular barındırmakla nitelendirdi?
Musa, Arap Birliği Genel Sekreteri olarak görev yaptığı sırada, NATO’nun Libya’yı vurmasına yardım ettiği suçlamalarına ilk kez yanıt veriyor. Kaddafi neden Suudi Arabistan'ı bölme planı yaptı? Ümmü Gülsüm’ün “Gözyaşlarını isyan etmiş görüyorum” şarkısının sırrı neydi?
RÖPORTAJIN İLK BÖLÜMÜ İÇİN TIKLAYINIZ
RÖPORTAJIN SON BÖLÜMÜ İÇİN TIKLAYINIZ



Rubio, İsrailli mevkidaşı ile Trump'ın Gazze barış planının uygulanmasını görüştü

Marco Rubio ve İsrailli mevkidaşı Gideon Saar, Washington'daki ABD Dışişleri Bakanlığı merkezinde (AFP)
Marco Rubio ve İsrailli mevkidaşı Gideon Saar, Washington'daki ABD Dışişleri Bakanlığı merkezinde (AFP)
TT

Rubio, İsrailli mevkidaşı ile Trump'ın Gazze barış planının uygulanmasını görüştü

Marco Rubio ve İsrailli mevkidaşı Gideon Saar, Washington'daki ABD Dışişleri Bakanlığı merkezinde (AFP)
Marco Rubio ve İsrailli mevkidaşı Gideon Saar, Washington'daki ABD Dışişleri Bakanlığı merkezinde (AFP)

ABD Dışişleri Bakanlığı dün yaptığı açıklamada, Dışişleri Bakanı Marco Rubio'nun İsrailli mevkidaşı Gideon Saar ile bir araya geldiğini ve görüşmede bölgesel güvenlik konuları ile insani yardım çabalarının yanı sıra, Başkan Donald Trump'ın Gazze'de ateşkes için hazırladığı 20 maddelik planın uygulanmasının ele alındığını bildirdi.

Bakanlığın açıklamasında, "İki bakan ayrıca Suriye ve Lübnan'daki durumu görüştü ve Ortadoğu'da barış ve istikrarın sağlanması için yakın işbirliğine olan bağlılıklarını yinelediler" ifadeleri yer aldı.


Netanyahu, yeni Suriye’yi diplomasiyle değil bombalarla karşılıyor: İsrail, yeni Şam yönetimini barış ortağı değil kontrol edilmesi gereken hedef olarak kodluyor

Başbakan Binyamin Netanyahu, 19 Kasım'da Suriye ile olan tampon bölgeyi, savunma, dışişleri ve güvenlik yetkilileri eşliğinde ziyaret etti (İsrail Başbakanlık Ofisi)
Başbakan Binyamin Netanyahu, 19 Kasım'da Suriye ile olan tampon bölgeyi, savunma, dışişleri ve güvenlik yetkilileri eşliğinde ziyaret etti (İsrail Başbakanlık Ofisi)
TT

Netanyahu, yeni Suriye’yi diplomasiyle değil bombalarla karşılıyor: İsrail, yeni Şam yönetimini barış ortağı değil kontrol edilmesi gereken hedef olarak kodluyor

Başbakan Binyamin Netanyahu, 19 Kasım'da Suriye ile olan tampon bölgeyi, savunma, dışişleri ve güvenlik yetkilileri eşliğinde ziyaret etti (İsrail Başbakanlık Ofisi)
Başbakan Binyamin Netanyahu, 19 Kasım'da Suriye ile olan tampon bölgeyi, savunma, dışişleri ve güvenlik yetkilileri eşliğinde ziyaret etti (İsrail Başbakanlık Ofisi)

Kasım 2025’in yağmurlu bir gecesinde, İsrail ordusunun Ramallah’ın kalbine yönelik baskını sürerken, başkanlık binasına birkaç metre mesafedeki bir noktada oturan üst düzey bir Filistinli yetkili acı bir tebessümle şunu söyledi:
“Şu an Filistin hakkında konuşmak istemiyorum. İsrail’i sömürgeci bir devlet olarak tanımlayan ezber cümleleri de tekrar etmeye niyetim yok. Şu anda konuşmak istediğim şey Suriye.”

Yetkiliye göre Suriye, Başbakan Binyamin Netanyahu’nun yalnızca gerçek bir barışı istemediğinin değil, komşu devletleri de görmek istemediğinin en açık kanıtı haline geldi. Zira Şam’daki yeni siyasi liderlik, İsrail’e karşı savaş ya da düşmanlık istemediğini açıkça ilan etmiş olmasına rağmen, İsrail Suriye topraklarını son derece sert askerî operasyonlarla ihlal etmeyi sürdürüyor.
Filistinli yetkili şöyle devam ediyor:
“Hamas 7 Ekim 2023’te savaşı başlattı, Hizbullah İsrail’i vurdu, Husiler İran’ın teşvikiyle ‘destek savaşına’ katıldı… Fakat Suriye tam tersine çatışmanın dışında kalmayı seçti; hatta çok daha fazlasını yaptı.”

“İsrail için bir tehdit yok”

Saldırganlığı caydırma operasyonlarının sonrası Şam’da kontrolü devralan yeni yönetim, İsrail dahil komşu hiçbir ülkeye tehdit oluşturmadığını açıkladı.
Bununla birlikte Beşşar Esed rejiminin çökmesi ve İran ekseninin bölgedeki en stratejik üssünü kaybetmesi, Suriye ile İsrail arasında çıkarların kesiştiği yeni bir dönemi mümkün kılabilirdi.

Filistinli yetkili, “İsrailliler sanki bu gerçekleri unuttu. Suriye artık İran milislerinin oyun alanı değil” diyor.

Bu süreçte ABD, Türkiye ve Azerbaycan, iki taraf arasında arabuluculuk yapmaya hazır olduklarını bildirerek, sınırların tamamen güvenli hâle gelmesini sağlayacak güvenlik düzenlemeleri için müzakerelere davet etti. İsrail’in çekincelerine rağmen Suriye, doğrudan görüşmelere dahi razı oldu. Nitekim Dışişleri Bakanı Esad el-Şeybani ile İsrail Stratejik İşler Bakanı Ron Dermer arasında altı toplantı gerçekleştirildi.

İsrail kaynaklarına göre Şam, kapsamlı bir anlaşmaya ulaşmak adına büyük esneklik gösteriyor. 1967 ve 2024’te işgal edilen tüm toprakların iadesi karşılığında tam barış anlaşmasına hazır; fakat ara formüller de değerlendiriliyor. Bunlar arasında Golan’ın 15 yıla kadar İsrail’e kiralanması veya 1974 sınırlarına dönüşü öngören bir güvenlik mutabakatı da var.

Aynı kaynaklar,  yeni yönetiminin “İbrahim Anlaşmaları”na katılmaya da sıcak baktığını, bunun İsrail’in 1948’den bu yana hayalini kurduğu tarihi bir açılım olacağını belirtiyor.

İsrail’in karşılığı: İşgal ve hava saldırıları

Tehdit politikasını seçen İsrail, Aralık 2024’ten bu yana yeni yönetimin nefes almasına fırsat vermeden askerî havaalanları ve üsleri hedef alan yaklaşık 500 hava saldırısı düzenledi. Suriye’nin savunma kapasitesinin yüzde 85’ini yok eden İsrail, 450 km²’lik Suriye toprağını işgal ederek genişliği 7 km’yi aşan hat boyunca, Şeyh Cebel'den Dera’ya kadar ilerledi. Bazı bölgelerde 20 km derinliğe kadar kara harekâtı yürüten İsrail 9 askerî üs kurdu.

frgt
Netanyahu, Salı günü Suriye'deki tampon bölgedeki İsrail güçlerini denetledi (AP)

İsrail ayrıca, “Dürzi müttefikleri koruma” gerekçesiyle iç çatışmaları körükledi. Oysa İsrail’deki Dürzi vatandaşlar bizzat İsrail hükümetleri tarafından ayrımcılığa maruz kalıyor.
Tel Aviv yönetimi, Şam’ın yeni liderliğini Nusra Cephesi bağlantıları üzerinden karalamaya çalışsa da, geçen yıllarda bizzat İsrail ordusuna bağlı sahra hastaneleri ve Safed, Hayfa, Tel Aviv’deki çeşitli merkezlerin çok sayıda Nusra üyesini tedavi ettiği biliniyor.

Netanyahu’yu kim durdurabilir?

Son günlerde İsrail’de ortaya çıkan bilgiler, ABD Başkanı Donald Trump’ın İsrail’e ve Netanyahu’ya “Suriye politikasındaki yanlışları” nedeniyle sert bir uyarıda bulunduğunu gösteriyor.
Trump’ın, Suudi Arabistan ve Veliaht Prens Muhammed bin Selman’ın talebi üzerine, Şam’daki yeni yönetimle daha olumlu bir yaklaşım benimsemeye yöneldiği ifade ediliyor.

frgt
Suudi Veliaht Prensi Muhammed bin Selman, Trump ve Eş-Şara'nın Suriye'ye uygulanan yaptırımların kaldırılmasını görüşmek üzere Riyad'da geçen mayıs ayında gerçekleştirdiği toplantıdan bir kare (SPA)

Trump, İsrail’in attığı adımların “yanlış ve mantıksız” olduğunu düşünürken, birçok analist Netanyahu’yu dizginleyebilecek tek gücün Trump yönetimi olduğuna inanıyor.
Ancak bunun sahadaki sonuçlarının görülmesi zaman alabilir. Bu arada şu soru giderek daha sık soruluyor: “İsrail, Suriye ile böyle bir şekilde davranarak bölgesine nasıl bir mesaj veriyor?”


Trump’ın açıklaması ateşkesi tehlikeye mi attı? 17. Maddeyle Gazze'de fiili bölünme ihtimali masada mı?

Filistinliler, Gazze Şeridi'nin merkezindeki Nuseyrat mülteci kampında kaplarını suyla dolduruyor (AFP)
Filistinliler, Gazze Şeridi'nin merkezindeki Nuseyrat mülteci kampında kaplarını suyla dolduruyor (AFP)
TT

Trump’ın açıklaması ateşkesi tehlikeye mi attı? 17. Maddeyle Gazze'de fiili bölünme ihtimali masada mı?

Filistinliler, Gazze Şeridi'nin merkezindeki Nuseyrat mülteci kampında kaplarını suyla dolduruyor (AFP)
Filistinliler, Gazze Şeridi'nin merkezindeki Nuseyrat mülteci kampında kaplarını suyla dolduruyor (AFP)

ABD Başkanı Donald Trump’ın, Gazze’deki ateşkes anlaşmasının “ikinci aşamasının değiştirileceği” yönündeki kısa ve belirsiz açıklaması, bu değişikliğin ne anlama geldiğine ilişkin soruları gündeme taşıdı.

Uzmanlara göre Trump’ın işaret ettiği değişiklik, anlaşmanın uygulanma biçiminde bir revizyon anlamına geliyor. Buna göre, İsrail’in hâlihazırda yüzde 55’ini kontrol ettiği Gazze’den çekilmesi ve Hamas’ın silahsızlandırılmasına geçilmesi yerine, 17. maddenin devreye alınması söz konusu olabilir. Bu madde, barış planının taraflardan biri kabul etmese bile tek taraflı olarak ilerletilmesine imkân tanıyor.

10 Ekim’de yürürlüğe giren ateşkes anlaşmasındaki 17. madde, Hamas’ın öneriyi geciktirmesi veya reddetmesi halinde, “yardımların genişletilmesi dahil, planın belirtilen unsurlarının, İsrail ordusunun terörden arındırılmış olarak uluslararası istikrar gücüne devrettiği bölgelerde uygulanacağını” düzenliyor.

Geçen ekim ayında Hamas ile İsrail arasında imzalanan “barış belgesi” sadece birinci aşamayla ilgili maddeleri içeriyordu. Bu aşama; ilk ateşkes, İsrail güçlerinin geri çekilmesi, esir takası ve insani yardım girişlerinin kolaylaştırılmasını kapsıyor. Ancak savaş sonrası Gazze’nin yönetimine ilişkin “ikinci aşama” konusunda resmî bir mutabakat sağlanmış değil.

Perşembe günü yaptığı açıklamada Trump, planın ikinci aşamasının “çok yakında değiştirileceğini” söyledi. Açıklama, sürecin tıkanması ve sahadaki ilerlemenin sınırlı kalması nedeniyle endişelerin arttığı bir döneme denk geldi; ancak Trump değişikliğin içeriğine dair ayrıntı vermedi.

sadfd
Filistinli bir kadın, İsrail'in Han Yunus'ta düzenlediği bir baskın sonucu akrabalarından birinin öldürülmesine tepki gösteriyor (AFP)

Ahram Siyaset ve Strateji Merkezi İsrail Çalışmaları uzmanı Dr. Said Okaşa, (Saeed Okasha) Trump’ın sözünü ettiği değişikliğin büyük olasılıkla 17. maddeye dayanacağını belirtiyor. Okaşa’ya göre bu adım, “eski Gazze” ve “yeni Gazze” ayrımını güçlendirecek bir fiili bölünmeye kapı aralayabilir. Bu yaklaşımı geçen ay ABD’nin bölge özel temsilcisi Steve Witkoff’un da çeşitli görüşmelerde dile getirdiğini hatırlattı.

Okkaşa, anlaşmanın geçen ay Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi tarafından onaylandığını anımsatarak, Hamas’ın silahsızlanma sürecine yanıt vermemesi gibi gerekçelerle 17. maddenin yeniden devreye sokulmasının mümkün olduğunu söyledi. Uzman, böyle bir senaryonun Gazze’de “ne savaş ne barış” şeklinde sürecek bir çıkmaz yaratabileceğini ifade etti.

dfgt
Filistinliler, Cebaliye'de yıkılan binaların enkazı arasında sokaklara kurulmuş çadırların yanından geçiyor (AFP)

Filistinli siyaset analisti Dr. Ayman el-Rakkab da, Trump’ın değişiklik açıklamasının içeriğinin belirsizliğine işaret ederek, “İsrail’in bölgede kalma isteğiyle birleştiğinde, Gazze’nin fiilen ikiye bölünmesi ihtimali güçleniyor” değerlendirmesinde bulundu.

Bu belirsizlik sürerken, Axios haber sitesi Trump’ın 25 Aralık’tan önce Gazze’de barış sürecinin ikinci aşamasına geçileceğini açıklamayı planladığını duyurdu. Habere göre Washington, Gazze’de oluşturulacak yeni yönetim yapısı ve uluslararası istikrar gücünün son hazırlıklarını tamamlıyor. ABD Başkanı’nın, bu adımları görüşmek üzere İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu ile ay sonundan önce bir araya gelmesi bekleniyor.

İkinci aşamanın önünde ciddi engellerin olduğunu ifade eden Rakkab: “Barış Konseyi ile teknokrat hükümet henüz kurulmadı. Güvenliği devralacak polis gücü ve uluslararası istikrar kuvveti oluşturulmadı. Bu nedenle somut bir hareketin en erken ocak ayında mümkün olabileceğini düşünüyorum” dedi.

Okaşa, yakın vadede İsrail’in kontrolde tuttuğu bölgeyi yüzde 60 seviyesine çıkarmaya çalışabileceğini, ancak anlaşmanın genel çerçevesinde büyük bir tırmanış beklemediğini belirtti.

Geçtiğimiz günlerde Yedioth Ahronoth, İsrail’in yaklaşık iki milyon Filistinliyi sarı çizginin doğusunda İsrail kontrolündeki yeni bölgelere yeniden yerleştirmeyi, Hamas kontrolündeki bölgeleri tamamen sivillerden boşaltmayı ve Hamas unsurlarını bu bölgelerde aşamalı şekilde takip etmeyi içeren bir plan hazırladığını yazmıştı. Şarku’l Avsat’ın  Telegraph gazetesinin Batılı diplomatlara dayandırdığı haberinden aktardığı bilgilere göre ABD planının Gazze’nin kalıcı biçimde ikiye ayrılması riskini barındırdığını bildirmişti.

Mısır Dışişleri Bakanı Bedr Abdulati ise geçtiğimiz günlerde Barselona’da AB Dış Politika Yüksek Temsilcisi Kaja Kallas ile yaptığı görüşmede, Gazze ile Batı Şeria’nın birliğinin korunması gerektiğini vurgulayarak, ayrıntıları tartışılan hiçbir adımın “bölünmeyi pekiştirmesine” izin verilemeyeceğini söyledi. Abdulati, çarşamba günü yaptığı başka bir açıklamada da, “Gazze’nin bölünmesini konuşmak dahi mümkün değildir. Gazze, Doğu Kudüs dâhil olmak üzere, kurulacak Filistin devletinin ayrılmaz bir parçasıdır” dedi.

Uzman Okaşa’ya göre Mısır, hem Gazze’nin bölünmesini hem de anlaşmayı zayıflatacak her türlü değişikliği engellemek için diplomatik çabalarını sürdürecek. Buna karşın, Trump’ın planı etrafındaki belirsizlik nedeniyle önümüzdeki döneme ilişkin tüm senaryolar hâlâ masada.