Amr Musa: İran ve Türkiye, Arap bölgesinde iddialı ve kazançlı bir rol oynamaya çalışıyor

Eski Arap Birliği Genel Sekreteri ve eski Mısır Dışişleri Bakanı Amr Musa Independent Arabia’ya röportaj verirken (Salah Reşidi)
Eski Arap Birliği Genel Sekreteri ve eski Mısır Dışişleri Bakanı Amr Musa Independent Arabia’ya röportaj verirken (Salah Reşidi)
TT

Amr Musa: İran ve Türkiye, Arap bölgesinde iddialı ve kazançlı bir rol oynamaya çalışıyor

Eski Arap Birliği Genel Sekreteri ve eski Mısır Dışişleri Bakanı Amr Musa Independent Arabia’ya röportaj verirken (Salah Reşidi)
Eski Arap Birliği Genel Sekreteri ve eski Mısır Dışişleri Bakanı Amr Musa Independent Arabia’ya röportaj verirken (Salah Reşidi)

Eski Arap Birliği Genel Sekreteri ve eski Mısır Dışişleri Bakanı Amr Musa, Independent Arabia özel röportajının ikinci bölümünde Suudi Arabistan'ın kendisini savunmasının doğal olduğunu vurgulayarak, “Bu, Suudi Arabistan’ın hakkı olması bir yana, aynı zamanda sorumluluğudur da. Çünkü Suudi Arabistan, BAE ve Körfez bölgesini etkisi altına almaya çalışan İran hamleleri ile karşı karşıya bulunuyor” ifadelerini kullandı.
Bölgedeki Türk ve İran rolü hakkında da önemli açıklamalarda bulunan Musa, bölgedeki Katar rolüne atıfta bulunarak, “1990'lardan bu yana aktif Katar politikalarıyla ilgili soru işaretleri var. Katar’ın jeostratejik nedenlerle bölgedeki dizginleri ele alması pek mümkün değil” dedi.
ABD Başkanı Donald Trump'ın stratejisi hakkında, özellikle bir Arap ittifakı (Arap NATO’su) kurma konusunda belirsizlikler bulunduğunu söyleyen Musa, “Arap NATO’su ne anlama geliyor? Arapların kendileri bu konu hakkında hiçbir şey bilmiyor!” ifadesini kullandı.
Musa, savaş kararından birkaç gün önce Saddam Hüseyin ile Birleşmiş Milletler (BM) arasında başarılı müzakerelerin gerçekleşmesine yol açan Kofi Annan işbirliğiyle sarf ettiği çabalara rağmen, ABD’nin Irak işgalinin arkasındaki gerçek nedenlerin ayrıntılarını açıkladı. Musa ayrıca, ilk kez eski Suudi Dışişleri Bakanı Prens Suud El Faysal ile olan uzun süreli ilişkilerinin sırlarını ve Tiran ve Sanafir krizi ile ilgili olarak aralarında gerçekleşen telefon görüşmesinin içeriğini anlattı.
Suudi Arabistan’ın varlığını muhafaza etmesi
İran'ın Arap bölgesindeki rolünü nasıl değerlendiriyorsunuz? Ayrıca terörle mücadele etmek ve uluslararası barışı ve güvenliği sağlamak için Suudi Arabistan liderliğinde Arap askeri ittifakının kurulması hakkında neler söyleyebilirsiniz?
- Arap askeri ittifakının kurulması, Suudi Arabistan, BAE ve Körfez bölgesini etkisi altına almaya çalışan İran hamleleri karşısında bölgedeki stratejik dengenin korunması noktasında önemli bir olaydır. Suudi Arabistan kendisini İran'ın nüfuzu ile kuzeyden ve güneyden kuşatılmış halde buldu. İran'ın açıklamalarının, Tahran'ın dört Arap başkentinde (Bağdat, Şam, Beyrut ve Sana) etkisi olduğunu unutmayın. Suudi Arabistan'ın kendini düşünmesi doğaldır ve bu onun hakkı ve görevidir. İran'ın üç adayı işgal etmesi, BAE'nin adaları üzerindeki egemenliğini açıkça ihlal ediyor. Aslında İran, işgal ettiği üç BAE adası üzerinde pazarlık etmeye hazırlanmalı.

Kral Selman bin Abdulaziz, Amr Musa, Şeyh Abdullah bin Zayed, Şeyh Halid Al Halife ve Prens Suud El Faysal (Sayın Amr Musa’nın arşivinden)

Ancak Trump, son zamanlarda gayrı resmi olarak “Arap NATO’su” olarak bilinen bir Arap askeri ittifakının kurulmasından bahsetti ve aynı zamanda MESA ve Orta Doğu Stratejik İttifakı gibi isimler kullanıldı. Paralel bir ittifak söz konusu mu ya da durum nedir?
- İran’a yönelik bölgede yeni bir stratejinin geliştirilmesinden bahsediliyor. Arap NATO’su dosyası hakkında yapılan konuşmalar uzun zamandır belirsizliğini koruyor. Ben şahsen bunu geçen Kasım ayında Bahreyn Krallığı'nda düzenlenen Manama Diyaloğunda sordum.
Arap NATO’su ne anlama geliyor? Arapların kendileri, sahibinin kim olduğunu bilmedikleri ve Batılı bir unvana sahip olan bir Arap askeri ittifakıyla aniden ortaya çıkabilir mi? Bu ittifakın doğası, unsurları, stratejisi ve hedefleri nelerdir? Kime ve neye karşıdır?
Elbette, dünyanın çok net bir şekilde değiştiğini aklımızdan çıkarmamalıyız. 20 yıl önce, genel talepler ABD kuvvetlerinin Arap bölgesinden çekilmesine dayanıyordu, şu an olan şey ise kuvvetlerin bölgede kalmasına yönelik genel bir talebin olduğu yönünde. Aynı zamanda bölgede Rusya gibi başka büyük ülkeler de var. ABD’nin Suriye’den çıkmasından söz etmek, yeni gelişmelere dayanan ve farklı şekillerde küresel dengenin ayrılmaz bir parçası olan bölgedeki ağır Washington varlığına kıyasla basit ve cüzidir.

Eski Arap Birliği Genel Sekreteri Amr Musa, Suudi Kralı Abdullah bin Abdulaziz ile birlikte (Sayın Amr Musa’nın arşivinden)
İran'ın üç adayı işgal etmesi, BAE'nin adaları üzerindeki egemenliğini açıkça ihlal ediyor. Aslında İran, işgal ettiği üç BAE adası üzerinde pazarlık etmeye hazırlanmalı.
İran'ın şüpheli hareketleri
Türkiye'nin bölgeye yönelik rolü, şüpheli hareketleri dikkate alındığında pek çok tehlikeyi içinde barındırıyor. Bunun İran tehdidi ile eşdeğer olduğunu düşünüyor musunuz?
- Elbette. İran ve Türkiye, Arap bölgesinde iddialı ve kazançlı bir rol oynamaya çalışıyor. Bölgeye ilişkin birtakım emelleri var. Halihazırda Türk hareketliliği, üzerinde çalışılmış plan üzerinde cereyan ediyor. Arap dünyasında dikkatimizi çeken ve tarihi ve coğrafi ortaklarımızla stratejik birliktelikler kurmaya bizi sevk eden durum budur. Bununla ilgili tasavvura sahip olmalıyız.
Geçen yıl, Ekim 2010’da Arap Birliği Genel Sekreteri olarak bana, Çad, Nijer, Mali, Gine ve Senegal’den Etiyopya, Eritre ve Güney Sudan’a kadar, aynı zamanda Sudan ve Asya'nın tüm komşuları, İran, Türkiye ve İsrail gibi tüm komşu ve çevre ülkelerini içeren bir “birlik” kurulması yönünde resmi bir girişim sunuldu.  Ayrıca, Akdeniz ülkeleri, Malta, Kıbrıs, Balkanlar, İtalya ve Fransa gibi ülkeleri de daha sonra bu birliğe ekledik.
Türkiye’nin bölgedeki yüzünü ve emellerini henüz açık etmediği bir zamanda İran ile BAE adalarının işgali konusundaki tutumu, barış girişimi ve Filistin meselesi hakkında çeşitli çevrelerle görüşmelerde bulunduk. O zamanki hedefim, Türkiye'yi bize ve üzerinde anlaşmaya vardığımız koşullara katılmaya davet etmekti.
"Arap NATO’su dosyası hakkında yapılan konuşmalar uzun zamandır belirsizliğini koruyor. Ben şahsen bunu geçen Kasım ayında Bahreyn Krallığı'nda düzenlenen Manama Diyaloğunda sordum. Arap NATO’su ne anlama geliyor? Arapların kendileri, sahibinin kim olduğunu bilmedikleri ve Batılı bir unvana sahip olan bir Arap askeri ittifakıyla aniden ortaya çıkabilir mi? Bu ittifakın doğası, unsurları, stratejisi ve hedefleri nelerdir? Kime ve neye karşıdır?"
Mısır'ın tutumu ne oldu? Hangi ülkeler girişimi reddetti? Neden reddettiler?
- Diğer ülkeler gibi Mısır da, kendi güçlerini aşan bir mesele olarak değerlendirdiği bu girişimi reddetti. Başkanlardan biri “Bunun için vakit çok erken” dedi. Benim görüşüm tam tersiydi. Bence çok geç kaldık. Bölgedeki gelişmelere uygun, özellikle zamanın mevcut şartlarını da dikkat alarak yeni bir bölgesel politika düşünmek zorundaydık. Yaratıcı kaos politikası ortaya çıkıyor ve biz ne yeni fikirler sunuyor ne de herhangi bir politik canlılık gösteriyorduk.
"İran ve Türkiye, Arap bölgesinde iddialı ve kazançlı bir rol oynamaya çalışıyorlar. Bölgeye ilişkin birtakım emelleri var."
Söz konusu reddiye ile ilgili olarak, bölgedeki bu ülkelerin bazılarının politikalarına olan güven eksikliği konusunda aldıkları miras bağlamının bunun üzerinde etkili olduğunu düşünüyor musunuz?
- Bu sadece güven eksikliğinden kaynaklanan tarihsel bir miras değil. Bilakis muhafazakâr düşüncenin bir mirasıdır. Ancak bu girişim hala canlı. Yeni bir bölgesel düzene yönelik herhangi bir Arap hareketinin bu Arap inisiyatifinden uzak bir şekilde kurulacağını düşünmüyorum.
Türkiye, Erbakan’dan bu yana İhvan’ı destekliyor
Ancak, Türkiye'nin rolü sadece bölgede nüfuz sahibi olmak istemesinden ve bölgeye dair emellerinden kaynaklanmıyor. Türkiye siyasetiyle desteklenmekte olan Müslüman Kardeşler dosyası çifte bir tehlike arz etmiyor mu?
- Bu doğru. Türk siyaseti, senelerdir Müslüman Kardeşler ile benzer bir çizgiyi takip ediyor. Bunun, son yıllarda Erdoğan'ın iktidarı sırasında ortaya çıktığını söylemek doğru değil. Hatıralarımda anlattığım, Mısır Cumhurbaşkanı Hüsnü Mübarek’in 1996’nın ikinci yarısında Necmettin Erbakan’ın hükümet liderliğini üstlendiği kısa zaman içerisinde Türkiye’ye yaptığı ziyaret sırasında yaşanan meşhur bir olay var.
Erbakan, Mübarek’e “Sayın Cumhurbaşkanı, sizden bir isteğim var. Mısır'daki Müslüman Kardeşler'in liderlerinin cezaevlerinden çıkmasını talep ediyorum” dedi. Mübarek, “Ne?” diyerek Erbakan’a karşılık verdi. Bunun üzerine Erbakan isteğini tekrarladı ve “Müslüman Kardeşler'in liderlerinin cezaevlerinden çıkarılmasını umuyorum” dedi. Erbakan’a sert bir şekilde karşılık veren Mübarek, “Siz onlar mı meyillisiniz? Onları burada mı istiyorsunuz?” dedi.
Bu olay eğer bir şeyi kanıtlıyorsa o da, Erbakan ve onun talebesi olarak Erdoğan’ın Müslüman Kardeşler ile olan irtibatlarının on yıllardır devam ettiğidir.
Katar ve soru işaretleri
Arap bölgesindeki Katar rolü büyük bir soru işareti. Bunu nasıl yorumluyorsunuz?
- 1990'lardan bu yana aktif Katar politikalarıyla ilgili soru işaretleri var. Katar’ın jeostratejik nedenlerle bölgedeki dizginleri ele alması pek mümkün değil. Aslında bunlar büyük bir etki yaratan dev ekonomik faaliyetlere dayanıyor. Katarlılar, bu engin serveti inşa etmeleriyle birlikte dünya başkentlerinin çoğu için açık bir kapı oldular. Yatırımları, tanınmış bir Amerikalı işadamı tarafından yönetiliyordu. Pek çok etkili Amerikan ve Arap çevrelerine açık olan bu adam, bununla gurur duyuyordu. Ayrıca üst düzey siyasi toplantılar da dâhil olmak üzere ulusal çıkarları güvence altına almak için ABD’nin üst düzey makamlarına ulaşmayı başarmıştı. Şu an olan şey, bazı ülkelerin Katar’ın kendilerine yönelik politikaları hakkında soru işaretleri olduğudur. Belki de bunun tam tersi doğrudur. Kendimize şunu sormamız gerekiyor, “Arap-Arap anlaşmazlıklarını ne zaman sonlandırabileceğiz?”
Ayrıca, ABD Dışişleri Bakanı Mike Pompeo'nun bölgeye yaptığı son ziyaret sırasında bölgedeki yeni ittifakların Katar varlığını hesaba katması gerektiğini açıkça belirtti.
Türk siyaseti, senelerdir Müslüman Kardeşler'in ile benzer çizgiyi takip ediyor. Bunun son yıllarda Erdoğan'ın iktidarı altında ortaya çıktığını söylemek doğru değil.
Dışişleri Bakanı Pompeo’nun bölgeye gerçekleştirdiği son ziyaretin ardından ilan edilen Amerikan pozisyonunun, Arap boykotuna rağmen Katar varlığını zorla empoze etme girişimi olduğunu düşünüyor musunuz?
- Bir şeylerin zor dayatılması umulanı netice vermez. Özellikle de “ittifak” hakkında yapılan konuşmalar ile bir ittifakın sağlanması söz konusu olmaz ve “İnsanlar birbirleri ile boğuşurlar.”
Bu, Kuveyt’in Katar’la olan krizi çözme arabuluculuğunun yakında meyve verebileceğine dair bir işaret olabilir mi?
- Böyle olmasını umuyorum. Arabuluculuk gündüz ve gece arasında bitebilecek bir şey değil. Kuveyt Emiri Şeyh Sabah el-Ahmed el-Cabir es-Sabah’ın sabrına ve bilgeliğine güveniyorum. O bir devlet adamı ve çok iyi bir deneyime sahip.
Kişisel olarak sizden Katar krizine müdahale etmeniz ve tarafları birbirine yakınlaştıracak bir girişimde bulunmanız istendi mi?
- Hayır, böyle bir şey olmadı. Sadece uzun yıllar boyunca Mısır ve Arap diplomatik kariyerim nedeniyle beni başkalarıyla bir araya getiren kişisel arkadaşlıklarım çerçevesinde konuşuyorum. Bunun mutlak anlamda dikkat alınması gerekmiyor. Kimse benden resmi bir şekilde tavsiyede bulunmamı istemedi.
1990'lardan bu yana aktif Katar politikalarıyla ilgili soru işaretleri var. Katar’ın jeostratejik nedenlerle bölgedeki dizginleri ele alması pek mümkün değil.

Musa ve Faysal (Sayın Amr Musa’nın arşivinden)
Suudi Dışişleri Bakanı Prens Suud el-Faysal ile pek çok kez ortak görevlerde bulundunuz. Aklınıza gelen pozisyonlarınızdan bahseder misiniz?
- Prens Suud, diplomasi dünyasında en yakın arkadaşlarımdan biriydi. Diplomatik kariyerimin ilk yıllarından itibaren kendisinden etkilendim. Kendisi o sıra Suudi Arabistan Dışişleri Bakanıydı. Hindistan’da Mısır Büyükelçisi olarak görev yaptıktan sonra Mısır’ın Birleşmiş Milletler (BM) Büyükelçisi olarak görev yaptım. Sonrasında ise Arap Birliği Genel Sekreterliği görevine getirildim. Geçtiğimiz 20 yıl boyunca Mısır Dışişleri Bakanı olarak görev yaptım. Faysal’ın aklı, dengesi, insani ve diplomatik ilişkilerdeki zarafeti, ayrıca diplomatik zekâsı ve Arap ve uluslararası diplomasi dünyasındaki uzun tecrübesi beni etkiledi. Kelimenin tam anlamıyla ortak ve arkadaş olduk.

Musa ve Faysal, Arap Birliği toplantılarının birinde görünüyor (Sayın Amr Musa’nın arşivinden)
Bu uzun yıllar boyunca bazı açılardan anlaşmazlık yaşadığınız oldu mu?
- Arap siyasi ve diplomatik çalışmalarında,  Tiran ve Sanafir krizinde bile birlikte geçirdiğimiz 20 yıl boyunca herhangi bir anlaşmazlık yaşadığımızı hatırlamıyorum. 1990'ların sonlarında Tiran ve Sanafir krizi hakkında bir telefon görüşmesi yaptık. Diğer şeylerin yanı sıra bana, “Gel Tiran ve Sanafir meselesini görüşelim” dedi. Prense neden şimdi bu kapıyı açtığımızı sordum. Bana, “Kurtuluştur!” dedi. Filistin meselesi gibi çok ciddi meseleler hakkında da görüşmelerde bulunduk. 2005-2011 yılları arasında Arap Birliği Genel Sekreteri olarak görevimi sürdürdüğüm sırada, Arap Birliği Bakanlar Konseyi, İsrail ile Filistin arasındaki müzakerelere ilişkin girişimlerde ipi eline almıştı. Konseyin görüşü, müzakerelerin “daha fazla zaman harcamak olduğu” yönündeydi. Prens Suud'un varlığı ve desteği olmasaydı, müzakere sürecine ilişkin veto verdiğimiz o kolektif pozisyonu elde edemezdik. 2002’de Beyrut Zirvesi’nde Kral Abdullah’ın başlattığı Arap barış girişimi üzerindeki önemli rolünü unutmamız mümkün değil. Onun başlıca rolü, bu girişiminin kolektif olarak kabulünü sağlamaktı ve destek vermekte isteksiz olan Suriye'yi ikna etmekti.
Faysal'ın diplomasisinin, Kuveyt’i Irak işgalinden kurtarmak için gerçekleştirilen ilk Körfez Savaşı döneminde önerdiği şeylere ilişkin neler hatırlıyorsunuz?
- O zamanlar BM’deki Mısır delegasyonunun başkanıydım. Prens Suud El Faysal'ı ve Suudi Dışişleri Bakanı olarak hareketlerini takip ediyordum. Arap pozisyonunu Kuveyt’in kurtuluşuna doğru harekete geçirmede çok önemli bir rol oynadı. Özellikle o sıra Birinci Körfez Savaşı karşısındaki Arap tutumunda bir bölünme söz konusuydu.
Prens Suud, diplomasi dünyasındaki en yakın arkadaşlarımdan biriydi. Diplomatik kariyerimin ilk yıllarından itibaren kendisinden etkilendim.
El Faysal Irak'ta önemli bir rol oynamasına rağmen, (Irak'ın o zaman Dışişleri Bakanı Tarık Aziz, Faysal'ın diplomasisini ülkesini Irak-İran savaşında desteklemek için kullandı) dünün müttefikleri neden bugün düşman oldu?
- Faysal, Suudi Arabistan’ın İran’a karşı aldığı ve 8 yıl boyunca devam eden diplomatik abluka kararında önemli bir rol oynadı. Bununla Irak'a karşı savaşı durdurması ve uluslararası kararlara uyması amaçlanıyordu. O zamanlar, Mısır ve Suudi Arabistan arasında Irak-İran savaşı konusunda bir tür görüş birliği olduğunu belirtmek gerekir. Önemli bir Arap devletini korumak gibi ortak bir karar mevcuttu. Bu gibi durumlarda, yalnızca Mısır-Suudi ittifakı ile meselenin üstesinden gelinebilir. Çünkü her iki ülkenin de Arap bölgesinde ve uluslararası alanda büyük bir ağırlığı var.

Musa ve Kofi Annan (Sayın Amr Musa’nın arşivinden)
2002’de, Irak’ın ABD saldırılarına maruz kalmasının önüne geçmeye çalışan mevcut Arap diplomatik hareketi hakkında ünlü bir ifadeniz vardı: “Ellerimiz bağlı durmayacağız.” Ama olanlar bunun tam aksiydi? Neler oldu?
- İfade böyle değildi, fakat Irak savaşı Ortadoğu’da cehennemin kapılarını açacaktı. Öyle de oldu. Dışişleri Bakanı görevinden Arap Birliği Genel Sekreterliği görevine geldiğim dönemde, BM Genel Sekreteri Kofi Annan ile uzun süreli bir arkadaşlığım oldu. Ona, “Arap Birliği Genel Sekreteri olarak 22 ülkeyi ziyaret edeceğim. Son ziyaretimi Irak’a gerçekleştireceğim ki, böylece Irak’a gönderdiğiniz mesaj hususunda bir anlayışa varalım” dedim. Öyle de oldu. Ziyaretlerime Tunus’la başladım ve sonrasında Mağrip ve Maşrık ülkelerine gittim Irak’a ulaşmadan önce New York'ta Annan'ı ziyaret ettim. Annan’a, “Sizden Saddam’a uluslararası gözlemciler ve nükleer silahlar konusunda bir mesaj ileteceğimi düşünüyorum” dedim.
Nitekim bu mesaj, 19 Ocak 2002'de Annan tarafından Irak eski Cumhurbaşkanı’na iletildi. Saddam Hüseyin’e, “Sayın Başkan, nükleer güç ve gözlemciler konusu, BM ile olan anlaşmazlığınızın temelidir. Dikkat edilmesi gereken bunlardır. Nükleer bir projeniz var mı?” diye sordum. Bana böyle bir projesinin olmadığını söyledi. Cevabı peş peşe iki kez daha sordum ve her seferinde “hayır” cevabı aldım. Öyle ki, bu toplantıda benimle birlikte olan Arap Birliği Genel Sekreter Yardımcısı Ahmed bin Helli, şakayla karşılık olarak bana neden soruyu iki kez sorduğumu sordu ve “Bizi kaybetmek mi istiyorsun?” dedi. Bende ona, “Sayın Büyükelçi, Irak’ın durumunun çok hassas olmasından dolayı bunu vurgulamam lazımdı” dedim.
Sonra Saddam Hüseyin’e, “Öyleyse neden uluslararası gözlemcilerin gelmesini reddediyorsun?” diye sordum. O da bana, “Çünkü hepsi CIA'den” diyerek cevap verdi. Ona, “BM ile gerçekleştireceğiniz müzakereler ile bunu teyit etme fırsatınız olsa bile mi?” diye sordum.  Bana, “Umurumda değil” dedi. Toplantıdan sonra Arap Zirvesi Başkanı olması dolayısıyla Ürdün Kralı 2. Abdullah ile görüşmeye gittim ve ona olanları anlattım. Daha sonra görüşmenin detaylarını kendisine anlatmak için Kofi Annan'la bir araya geldim. Bana, “Bu önemli bir söz. ABD’lilerle istişare etmemiz gerekiyor” dedi. Aynı şekilde olanları anlatmak için ABD Dışişleri Bakanı Colin Powell ile de bir araya geldim, fakat Powell'ın tepkisi şaşkınlık vericiydi. Bana, “Saddam Hüseyin seninle ve Kofi Annan'la dalga geçmiş. Saddam'ın nükleer silahları var” dedi. Buna rağmen, BM ve Saddam Hüseyin arasında başarılı müzakereler gerçekleşti. Ne yazık ki, savaş kararı alındı. Mesele, zaman meselesiydi. Olan oldu.
Ancak eski ABD Başkanı George W. Bush, savaş kararının yanlış bilgilere dayandığını açıklaması, Irak'ın işgalinden yıllar sonra geldi!
- Her şey bitmişti. Eski ABD Dışişleri Bakanı Colin Powell'ın Güvenlik Konseyi huzurunda, nükleer füzelerle dolu olduğunu söylediği araçların resimlerini gösterdiği anı hiç unutmam. Powell, nükleer silah tehdidinden bahsetmiş ve Saddam Hüseyin’i bundan caydıracak bir karar çıkarılmasını istediklerini dile getirmişti.
Faysal, Suudi Arabistan’ın İran’a karşı aldığı ve 8 yıl boyunca devam eden diplomatik abluka kararında önemli bir rol oynadı.
Ölüm tehdidi
Biri Lübnan’da diğeri Irak’ta olmak üzere iki suikast girişimine maruz kaldığınız doğru mu?
- Bunu birçok kez duydum. Fakat gerçek şu ki, genel itibariyle ehemmiyet vermediğim çok fazla tehdit aldım, ancak bunlar suikast derecesine ulaşmadı. Çevremdeki korumalarım oldukça sıkıydı. Tehditlerin çoğunu Irak'ta, özellikle zor güvenlik zamanlarında seyahat etmeye kararlı olduğum dönemde aldım. Korumam çok güçlüydü ve Kürt Peşmerge kuvvetlerindendi.
Musa yarın yayınlanacak olan röportajın son bölümünde, üzerinden 8 yıl geçen Arap Baharı’nın ayrıntılarına ilişkin açıklamalarda bulunacak. Neden bazılarının söylediği “komplo terimi” reddediliyor? Sudan bölünürken neden Irak'ı bölme girişimi başarısız oldu? Neden Trump'ın bölgeye yönelik politikasını cevaplardan daha ziyade sorular barındırmakla nitelendirdi?
Musa, Arap Birliği Genel Sekreteri olarak görev yaptığı sırada, NATO’nun Libya’yı vurmasına yardım ettiği suçlamalarına ilk kez yanıt veriyor. Kaddafi neden Suudi Arabistan'ı bölme planı yaptı? Ümmü Gülsüm’ün “Gözyaşlarını isyan etmiş görüyorum” şarkısının sırrı neydi?
RÖPORTAJIN İLK BÖLÜMÜ İÇİN TIKLAYINIZ
RÖPORTAJIN SON BÖLÜMÜ İÇİN TIKLAYINIZ



Rusya’ya giden Suriye heyetinin ziyaret amacı ve verdiği mesajlar

Suriye Dışişleri Bakanı Esad Şeybani ve Rusya Dışişleri Bakanı Sergey Lavrov, Rusya’nın başkenti Moskova'da yaptıkları görüşmelerin ardından düzenlenen basın toplantısında tokalaşırken, 31 Temmuz 2025 (Reuters)
Suriye Dışişleri Bakanı Esad Şeybani ve Rusya Dışişleri Bakanı Sergey Lavrov, Rusya’nın başkenti Moskova'da yaptıkları görüşmelerin ardından düzenlenen basın toplantısında tokalaşırken, 31 Temmuz 2025 (Reuters)
TT

Rusya’ya giden Suriye heyetinin ziyaret amacı ve verdiği mesajlar

Suriye Dışişleri Bakanı Esad Şeybani ve Rusya Dışişleri Bakanı Sergey Lavrov, Rusya’nın başkenti Moskova'da yaptıkları görüşmelerin ardından düzenlenen basın toplantısında tokalaşırken, 31 Temmuz 2025 (Reuters)
Suriye Dışişleri Bakanı Esad Şeybani ve Rusya Dışişleri Bakanı Sergey Lavrov, Rusya’nın başkenti Moskova'da yaptıkları görüşmelerin ardından düzenlenen basın toplantısında tokalaşırken, 31 Temmuz 2025 (Reuters)

Subhi Franjieh

Suriye hükümetinden 20'den fazla isim Beşşar Esed rejiminin düşmesinden sonra Suriye'nin Rusya'ya yaptığı ilk resmi ziyaret kapsamında 31 Temmuz Perşembe günü Moskova'ya geldi. Heyetin başında Suriye Dışişleri Bakanı Esad Şeybani, Savunma Bakanı Murhaf Ebu Kasra, Genel İstihbarat Başkanı Hüseyin Selame ve Suriye Arap Cumhuriyeti Cumhurbaşkanlığı Genel Sekreteri Mahir Şara bulunuyor. Suriye heyetinin gündeminde, Rus tarafıyla görüşülecek birçok konu var. Bunların başında Rusya’nın Suriye'deki askeri üsleri, önceki rejim döneminde imzalanan Suriye-Rusya ekonomik anlaşmalarının akıbeti, İsrail'in Suriye'nin güneyindeki müdahaleleri, Suriye Demokratik Güçleri (SDG) ile ilişkiler ve Suriye rejiminin kalıntıları geliyor.

Şarku’l Avsat’ın Al Majalla'dan aktardığı habere göre haziran ayı sonlarında gerçekleşmesi beklenen ziyaret Suriye hükümeti tarafından ertelenmişti. Ancak Suriye'nin güneyindeki kanlı olayların ve İsrail'in Suriye'deki Dürzileri korumak bahanesiyle müdahalesinin yol açtığı karmaşıklıklar, Suriye hükümetinin Rusya ziyaretiyle içeride ve dışarıda kamuoyuna çeşitli mesajlar vermek istemesi nedeniyle hız kazandı. İki gün süren ziyaret sırasında Rusya'daki Suriyeli iş adamlarıyla da görüşmeler gerçekleşti. Bu görüşmeler, iş birliği kapılarını açmak ve Suriyelilere Suriye'nin yeniden inşasında ve ekonomik yatırımlarda rol almalarının memnuniyetle karşılanacağını bildirmeyi amaçlıyordu.

Dışişleri Bakanı Şeybani, Kremlin'de Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin ile, ardından Şeybani ve Mahir Şara, Rusya Dışişleri Bakanı Sergey Lavrov ile sonrasında da Şeybani, Murhaf Ebu Kasra ve Seleme, Rusya Savunma Bakanı Andrey Belousov ile görüştü. Suriye hükümetini defalarca kez Moskova’ya davet eden Rusya, tüm bu görüşmelerden birkaç saat sonra Suriye heyeti adına resepsiyon verdi. Al Majalla'ya konuşan bir diplomatik kaynak, Putin ile görüşmenin ziyaret öncesinde kesinleşmemiş olduğunu, ancak Lavrov ve Belousov ile yapılan ‘olumlu görüşmelerin’ sonucunda gerçekleştiğini belirtti. Kaynak, Suriye’nin devrik Devlet Başkanı Beşşar Esed'in kardeşi Mahir Esed'in, ziyaretin gündemini ve Moskova'daki Suriyeli büyük sermayedarlarla yapılan görüşmeleri düzenlemede önemli bir rol oynadığını ve ayrıca onun varlığının iki taraf arasındaki buzları eritmede etkili olduğunu da ekledi.

Al Majalla kaynaklarına göre Putin ile yapılan görüşme yaklaşık bir saat sürdü ve görüşmede, Esed rejimi döneminde faaliyet gösteren Suriye-Rusya Ortak Komitesi'nin yeniden faaliyete geçirilmesi ve komite üyelerinin değiştirilmesi konusunda mutabakat sağlandı. Komitenin görevi, Suriye ve Rusya arasında politika, güvenlik ve ekonomi konularında koordinasyonu sağlamak olacak. Görüşmelerde ayrıca, Rusya'nın Suriye ile savunma iş birliği alanında kolaylıklar sağlamaya hazır olduğu yönünde mesajlar da yer aldı.

Al Majalla birkaç gün önce Rusya'nın Suriye ile ilişkilerinin geleceğine olumlu baktığını yayınlamıştı. Suriye'nin Batı eksenine kaymasının kaçınılmaz olmadığını ve Rusya'nın Şam ile iletişim kurma ve askeri açıdan anlaşma sağlama şansı olduğunu düşünüyor. Bunu, Suriye hükümetine yeni Suriye ordusunu güçlendirmek için Rus silahları satın alması için kolaylıklar sağlayarak yapmayı planlıyor. Moskova, bunun Şam'ın Rusya'nın Hmeymim Hava Üssü’nde veya Kamışlı’daki askeri üste kalmasına onay vermesinin önünü açacağını düşünüyor.

Suriye'nin değişen öncelikleri

Geçtiğimiz aralık ayı başlarında Suriye rejiminin düşüşünden ve Beşşar Esed'in insani sığınma hakkı verdiği Rusya'ya kaçmasından bu yana, Suriye hükümetinin öncelikleri birkaç konuya odaklandı. Bunların başında Beşşar Esed ve Esed'in Suriyelilere karşı savaşında kendisine yardım eden askeri komutanları geri kazanma ve Rusya'da bulunan Suriye fonlarını geri alma çabaları geliyor. Ayrıca Esed'e askeri destek sağladığı ve Suriyeli sivilleri ve Suriye'nin altyapısını hedef aldığı için Rusya'dan tazminat talep edilmesi de bu konular arasındaydı. Fakat bu öncelikler, özellikle de geçtiğimiz mart ayında Suriye’nın kıyı bölgelerinde yaşanan olaylar, eski Suriye rejimi savaşçılarının güvenli bir sığınak olarak Lazkiye'deki Hmeymim Hava Üssü’ne sığınması ve yine kıyı şeridinde Rusya’dan koruma talep eden çağrılar başlaması sonrasında değişmeye başladı ve bunlara güvenlik öncelikleri eklendi.

Bu gelişme Suriye hükümetinde endişe yarattı ve Rusya'nın Fırat'ın doğusunda, Kamışlı’daki havaalanında eski rejimin komutanlarıyla görüşerek onları kendisiyle iş birliği yapmaya ikna etmek suretiyle sessizce askeri adımlar atmasının ardından bu endişe daha da arttı. Diğer taraftan SDG'nin kontrol ettiği ve Suriye hükümetinin coğrafi sınırları dışında sayılan havaalanında askeri nüfuzunu güçlendirdi. Bu dönüşümler Suriye hükümetinin önceliklerini değiştirdi.

Putin ile görüşme ziyaret öncesinde kesin değildi, ancak Lavrov ve Belousov ile yapılan ‘olumlu görüşmelerin’ sonucunda gerçekleşti.

Al Majalla'ya konuşan bazı kaynaklar, Suriye hükümetinin Suriye'deki (Hmeymim ve Kamışlı’daki) Rus güçlerinin geleceği ve önümüzdeki dönemde bununla nasıl başa çıkılacağı konusunu ele aldığını söyledi. Hükümetin görüşmelerinde Rus güçlerinin Kamışlı'daki varlığı, Hmeymim'deki varlığından daha önemliydi. Çünkü Kamışlı’daki hava üssü, Rusya'nın temmuz ayında onlarca askeri naklederek askeri nüfuzunu güçlendirmesiyle son zamanlarda Suriye hükümeti üzerinde güvenlik ve siyasi bir baskı oluşturmaya başladı. Ayrıca, Rusya ile SDG arasında düzenli toplantılar yapılıyor ve SDG, önümüzdeki dönemde kendisini destekleyen ABD'nin nüfuzunun daha da azalması durumunda Rusya ile ittifak planları yapmaya çalışıyor.

Görüşmelerde, Rusya'nın Beşşar Esed döneminde Suriye ile imzaladığı askeri ve ekonomik anlaşmaların yeniden gözden geçirilmesi gerektiği de ele alındı. Al Majalla'nın bilgilerine göre, bu askeri ve ekonomik anlaşmaların bazıları Suriye hükümetinin ekonomik planlarını ve Arap ve Batı yatırımlarına açılmasını engelliyor. Rusya’nın kıyı bölgesindeki varlığı ve önceki rejimle imzalanan anlaşmalar, Suriye hükümetinin temmuz ayı ortalarında Dubai Ports World (DP World) şirketi ile 800 milyon dolar değerinde imzaladığı anlaşmanın bazı yönlerinin uygulanmasını engelleyebilir. Suriye Kara ve Deniz Limanları Genel Müdürlüğü ile imzalanan bu anlaşma, Birleşik Arap Emirlikleri (BAE) merkezli şirkete, Tartus Limanı’nı geliştirmesi ve işletmesi için 30 yıllık imtiyaz hakkı veriyor. Birbiriyle çakışan bu durum, Suriye hükümetinin çimento, gaz, fosfat ve altyapı gibi birçok sektörde Arap ve Batılı şirketlerle imzalamayı planladığı birçok sanayi ve yatırım anlaşması için de geçerli. Bilgilere göre hükümet heyeti, önceki anlaşmaların gözden geçirilmesi ve geleceği konusunda Rus tarafının esnek davranmasını bekliyor.

tynju
Şeybani ve beraberindeki heyet, Moskova'da Lavrov ile görüşürken, 31 Temmuz 2025 (AFP)

Suriyeli heyetin gündemindeki dosyalardan biri de İsrail’in Suriye'ye askeri müdahalesiydi. Suriye hükümeti, İsrail'in Suriye'deki Dürzi azınlığı koruma söylemiyle istikrarı bozduğunu düşünüyor. Şam, İsrail'in davranışının iç bölünmeyi pekiştirdiğini ve hükümetin Suriye coğrafyasını birleştirmek için iç uzlaşmaya varmayı zorlaştırdığını düşünüyor. Şam, Moskova'nın bazı Arap ülkeleri, Türkiye ve ABD’nin çabalarının yanı sıra Şam'ın içeride bazı adımlar atmasını engelleyen İsrail'in müdahalelerini durdurmak için uzlaşmaya varmada ek bir rol oynamasını umuyor. Şam'ın Rusya’nın üstlenmesini umduğu rolü, bir yandan Moskova ile Tel Aviv arasındaki yakın ilişkiden, diğer yandan da Şam'ın beklentileriyle uyumlu olduğunu düşündüğü Rusya'nın İsrail'in müdahalelerine karşı tutumundan kaynaklanıyor. Al Majalla kaynaklarına göre Suriye heyetinin şu anda borç ve tazminat konularını gündeme getirmesi beklenmiyor, çünkü Suriye'nin güvenliği ve hükümetin Arap dünyası ve Batılı ülkelerin yatırımlarıyla yeniden inşa sürecini hızlandırma çabaları daha önemli hale geldi.

Öte yandan Şam bu ziyaretin, dış destekten yararlanmaya çalışan birçok askeri gücün beklentilerini azaltmada rol oynayacağını düşünüyor. Bunlar arasında, Rusya'nın kendilerini destekleyerek askeri güç oluşturmaya hazır olduğu yönünde söylemler yaymaya çalışan, Suriye rejiminin kıyı şeridinde kalan hücreleri de bulunuyor. Bunun yanında SDG'nin bazı uzantıları da Rusya'nın Fırat'ın doğusunda güçlü bir müttefik olabileceğine inanıyor. Diğer taraftan Şam, Moskova ziyaretini, dış destek yoluyla siyasi kazanımlar elde etmeye çalışan Suveyda'daki askeri konseye yönelik bir iç mesaj olarak görüyor.

Hükümetin görüşmelerinde Rus güçlerinin Kamışlı'daki varlığı, Hmeymim'deki varlığından daha önemliydi. Çünkü Kamışlı’daki hava üssü, Suriye hükümeti üzerinde güvenlik ve siyasi bir baskı oluşturmaya başladı.

Suriye hükümeti, bu ziyaretin Batı'nın endişelerini uyandırmasını beklemiyor, çünkü Şam, bu ziyaretin hükümetin güvenliğini ve ekonomisini güvence altına alma çabalarının bir parçası olduğunu düşünüyor. Ayrıca bu ziyaret, Rusya ile ittifak bağlamında değil, daha çok Rus müdahalesini durdurmak ve Suriye'nin çıkarlarını güvence altına alacak şekilde Moskova ile ilişkileri normalleştirmek için atılmış bir adım olarak görülüyor. Ancak Şam aynı zamanda Batı'ya, ittifaklar ve askeri ve siyasi destek sağlamak için Batı dışında başka kapılar da çalabileceği mesajını vermek istiyor.

Suriye Dışişleri Bakanı Esad Şeybani, 31 Temmuz Perşembe günü Moskova'da Rus mevkidaşı Sergey Lavrov ile düzenlediği ortak basın toplantısında, Suriye-Rusya ilişkilerinin kritik ve tarihi bir süreçten geçtiğini, Rusya ile iş birliğinin saygıya dayandığını ve ‘Rusya ile diyalogun Suriye'nin geleceğini destekleyen stratejik bir adım’ olduğunu söyledi. Şeybani, “Suriye halkının çıkarlarını güvence altına almak için Rusya ile önceki anlaşmaları yeniden gözden geçirmek üzere bir komite kurduk” diye devam etti.

Ziyaretin amacı baskı mı yoksa stratejik bir konumlanma mı?

Rusya, Suriye rejiminin düşüşünden bu yana eski Suriye rejiminin kalıntıları ve subaylarıyla iletişim kanallarını açık tutmak da dahil olmak üzere birçok konuda sessizce çalışıyor. SDG ile görüşmelerini sürdürmek ve zaman zaman Kamışlı havaalanı dışında seyahat eden Rus otobüslerinin korunması konusunda SDG ile iş birliği yapmak, SDG liderleriyle Şam ile müzakere konularını görüşmek için toplantılar düzenlemek gibi konular yer alıyor. Suriye sahilinde olaylar başlamasıyla birlikte, Rusya’nın sahil bölgesindeki halkın ruh halini değiştirmede ve Suriye'deki istikrar çabalarını, rejimin kalıntıları ve subaylarını destekleyerek veya onları Rusya'nın askeri gündemine hizmet etmek üzere Suriye sınırları dışına naklederek bozma konusunda daha belirgin bir rol oynadığı ortaya çıktı.

ftyu7
Rusya Savunma Bakanı Andrey Belousov, Suriye Dışişleri Bakanı Esad Şeybani ve Suriye Savunma Bakanı Murhaf Ebu Kasra, Rusya'nın Moskova kentinde bir araya geldiler, 31 Temmuz 2025 (AFP)

Suriye hükümeti bu eylemleri endişeyle izliyordu ve müttefikleri aracılığıyla Ruslara, bu adımların Rusya ile Suriye arasındaki ilişkileri normale döndürme çabalarını baltaladığını mesajını vermeye çalışıyordu. Rusya ise, özellikle Suriye hükümetinin 2019 yılında Rus şirketi STG ile Suriye rejimi arasında imzalanan ve Moskova'ya Tartus limanını 49 yıl boyunca işletme ve yatırım yapma hakkı tanıyan anlaşmayı feshetmesinin ardından, Suriye'nin güvenliğini ve istikrarını sarsma kapasitesine sahip olduğunu Şam’a iletmek istediği görülüyor.

Rusya, Suriye’nin Suveyda ilinde geçtiğimiz temmuz ayı başlarında kanlı olaylar başladığında Fırat'ın doğusunda faaliyetlerini yoğunlaştırdı ve Rus uçakları onlarca Rus askerini Kamışlı’daki hava üssüne taşıdı. Üsse silah ve mühimmat da nakledildi. Fırat'ın doğusunda, Rusya'nın yakın gelecekte SDG ile Suriye hükümeti arasında bir çatışma başlamasında durumunda barış arabulucusu ve çatışmayı önleyici güç olarak hazırlandığına dair söylentiler yayıldı. SDG'nin bir kanadı bu söylentiyi yakaladı ve Şam ile ilişkilerinin kötüleşmesi durumunda Rusya ile ittifak kurma olasılığını değerlendirmeye çalıştı.

Al Majalla, SDG liderlerinin son zamanlarda Kamışlı'daki hava üssünün Şam ve Moskova arasındaki müzakerelerde masaya yatırıldığını ve Şam'ın bu üssün kalması konusunda esnek bir tutum sergileyeceğini söylediğini öğrendi. Bu haberlerin doğru olması halinde SDG'nin Rusya ile ittifak kurmak için elinde bir koz olacağını belirttiler. Tüm bu göstergeler Şam'ın endişelerini artırdı ve bu da Suriye hükümetinin Dışişleri Bakanlığı, Savunma Bakanlığı ve Genel İstihbarat Teşkilatı’nın üst düzey isimlerinin Moskova ziyaretini hızlandırdı. Bu da ziyaret sırasında ele alınacak konuların niteliğine dair bir gösterge olarak değerlendirilebilir.

Al Majalla, SDG liderlerinin son zamanlarda Kamışlı'daki hava üssünün Şam ve Moskova arasındaki müzakerelerde masaya yatırıldığını ve Şam'ın bu üssün kalması konusunda esnek bir tutum sergileyeceğini söylediğini öğrendi.

Rusya, Şam'ın kontrolünden uzak olan Fırat'ın doğusunda sessizce nüfuzunu güçlendirmeye çabasıyla haziran ve temmuz aylarında SDG ile görüşmelerini yoğunlaştırdı, eski rejimin kalıntılarına kapılarını açık tuttu ve Rusya’nın müttefiklerini terk etmeyeceği yönündeki genel havayı korudu. Tüm bu faktörler, Şam'ı bu ve diğer konuları görüşmek üzere müzakerelere başlamaya zorladı. Bazıları bunu Rusya'nın Şam ile ilişkilerin normalleşmesini hızlandırmak için attığı bir adım olarak görebilir. Rusya aynı zamanda devrik Beşşar Esed rejimi sonrası bir nüfuz durumu oluşturmaya çalışıyor ve bu da yeni Şam yönetiminin bunu hızlı bir şekilde sonlandırmasını zorlaştırıyor. Rusya’nın beklentilerine göre bu kartlar, Suriye'de sıcak sularda veya Fırat'ın doğusunda Rusya’nın askeri ve ekonomik varlığının devamını sağlayan stratejik hamleler.

dfrgtyhu
Suriye'nin batısındaki Tartus Limanı, 16 Aralık 2024 (AFP)

Rusya'nın Suriyeli heyeti ağırlaması ve bu ziyaretin Rusya Devlet Başkanı Putin ile Suriye Dışişleri Bakanı Esad Şeybani'nin görüşmesiyle taçlandırılması, sadece iki ülke arasındaki normalleşme sürecini hızlandırmayı değil, aynı zamanda Batı'ya provokatif mesajlar vermeyi de amaçlıyordu. Bu mesajlar, Rusya'nın Suriye coğrafyasında hala bir oyuncu olduğunu ve Esed rejiminin düşüşünden sonra bile Rus ayısının kaybeden taraf olmayacağını bir kez daha kanıtlıyor.

Al Majalla'nın edindiği bilgilere göre Moskova'nın hedefleri arasında önümüzdeki dönemde Şam ile çeşitli düzeylerde anlaşmalara varmak da yer alıyor. Bu anlaşmalar arasında Suriye ordusuna yeniden silah satışı ve askeri misyonlar aracılığıyla ordu kadrolarının eğitimi bulunuyor. Moskova, bunun yanında önceki rejim döneminde imzalanan bazı yatırım sözleşmelerini de sürdürmeyi hedefliyor. Moskova, Suriye'nin siyasi ve ekonomik açıdan Batı'ya açılması nedeniyle bu hedefleri gerçekleştirmenin zor olduğunu bilse de Batı'nın bir an önce geri adım atmasını ve Suriye'ye alternatif ve tarihi müttefik olarak siyasi çarkını Suriye topraklarında yeniden harekete geçirmesini umuyor.