Fransız yazar Nicolas Mathieu, Şarku’l Avsat’a konuştu: Orta sınıfın küreselleşmenin getirdiği meseleleriyle ilgileniyorum

Mathieu
Mathieu
TT

Fransız yazar Nicolas Mathieu, Şarku’l Avsat’a konuştu: Orta sınıfın küreselleşmenin getirdiği meseleleriyle ilgileniyorum

Mathieu
Mathieu

İkinci çalışması “Onlardan Sonra Çocukları” (Their children after them) adlı eseriyle 2018 yılında, saygın Goncourt Akademisi Edebiyat Ödülü’nün sahibi olan 40 yaşındaki Fransız yazar Nicolas Mathieu, basının ve medyanın ilgi odağı, festivaller ve kültürel etkinliklerin ise aranan yüzü haline geldi.
Mathieu, geçtiğimiz günlerde Kahire’nin el-Munira semtinde bulunan Fransız Merkezi’nde düzenlenen seminere konuşmacı olarak katılmak üzere Mısır’ı ziyaret etti. Fransız yazar, seminerdeki konuşması öncesinde Şarku’l Avsat’a verdiği röportajda, Fransa'daki anlatı vizyonu, küreselleşme, modernite ve edebi gerçeklik akımlarından bahsetti. İşte Mathieu’nun kendisine yöneltilen İngilizce sorulara Fransızca cevaplar vermeyi tercih ettiği röportajın tam metni:
Öncelikle Goncourt Akademisi Edebiyat Ödülü’nü kazandığınız için tebrik ederim. Bu saygın ödülü kazanmayı bekliyor muydunuz? Bu gibi ödüllerin bir yazara ne gibi getirileri oluyor?
Aslında, romanın bu kadar ilgi görmesini beklemiyordum. Sadece kendi gençlik dönemim ve 90’lı yıllar hakkında yazmıştım. Özellikle Fransız edebiyat sahnesinde güçlü bir rekabet gücü kazanacağımı tahmin bile edemezdim. Yayıncılık alanında büyük bir sıçrama var. Sadece geçtiğimiz yaz, 60 roman yayımlanırken edebiyat sezonunun başlangıcı olan Eylül ayında 180 roman piyasaya çıktı. Ancak sürekli devam eden bu yayıncılık faaliyetleri karşısında yeterli okuyucu kitlesi bulunmuyor. Yaşadığımız dijital çağda okuma oranları düşmüş durumda. Ancak ödüller sayesinde bu gibi edebi eserler, basın ve internet sitelerindeki eleştiri yazıları sayesinde bir süre gündemde kalıyor. Goncourt Ödülü’nü kazandıktan sonra kitabımın satış oranı, bir hafta içinde 50 bin kopyaya ulaştı.
Peki, şuan tüm bu bilgi ve eğlence girdabında edebiyatın değeri nedir?
Edebiyat, özgürlük ve başlama duygusunu harekete geçirir. Bizi diğer hayatlarla tanıştırır. Bunları yaparken yaşamlarımızın karanlık yönlerini de ortaya çıkarabilir. Edebiyat toplumu eleştirmek ve olumsuz yönlerini ortaya koymak için önemli bir araçtır. Toplum eleştirilerinde Gustave Flaubert ve Edmund Burke’ü takip etmeye çalıştım. Bununla birlikte romanlarımı yazarken bırakacakları etki üzerinde düşünmedim. Sadece okunması için yazdım.
“Onlardan Sonra Çocukları” adlı romanınızı yazma fikri nereden geldi? Gördüğümüz üzere eserinizin derin bir boyutu var. Sizce bu kitap, Fransız edebiyatının gerçek eğilimine güçlü bir dönüş vaat ediyor mu?
Aslında amacım tamamen değişen gençlik hakkında bir roman yazmaktı. Romanı çağdaş gerçeklikle ilişkilendirmek istiyordum. Fransa'nın kuzeyine yaptığım bir ziyaret sırasında kapalı bir fabrika gördüm. Buranın hikayesini duyduğumda bir özlem hissettim. İçimde, küreselleşmenin istilasına hazırlık aşamasında gibi yaşadığımız hayatın hatlarını çizme isteği uyandı.
Burada yazılı olarak belirli bir metodu veya akımı benimsediğimi iddia etmiyorum. Ancak umarım bu olur. Çevremde teknoloji, akıllı telefonlar ve ekranlarla uğraşan zavallı gençler görüyorum. Gençlik dönemlerimiz, yani hayallerimiz ve arzularımız tamamen farklı. Kitabımı yazarken 90’lı yılların sadece Fransa’da değil, tüm dünyada siyasi ve sosyal yaşam açısından çok önemli olduğunu gördüm.  Romanın, tüm bu detayları ve Berlin Duvarı’nın yıkılışı, Samuel P. Huntington’ın “medeniyetler çatışması” teorisi ve Francis Fukuyama'nın “tarihin sonu” kuramı gibi dünya tarihine yön veren olayları ele alacağını bilmiyordum. Kitap, Fransız ailelerin yaşamlarında 90’lı yılların getirdiği dönüşümleri ve değişimleri ortaya koyan zorlu bir yolculuğa çıkarıyor. Bununla birlikte elbette, küreselleşmeden ağır bir biçimde etkilenen işçi sınıfının hayatını ve çok sayıda ailenin parçalanmasına yol açan, birçok gencin cehennem hayatı yaşamalarına neden olan fabrikaları ele almam gerekiyordu.
Romanla ilgili bir planınız var mı? Romanınızın kahramanları olan gençlerin yazdıklarınıza tepkileri nasıl oldu?
Roman birbirine düğümlenmiş ipler gibi isyan, nefret, öfke ve sevgi kavramlarını işliyor. Bir çerçeve oluşturmadım. Öyle olsaydı, yazdığım bilimsel bir tez olurdu. Önümde bir başlangıç bir de son vardı. Romanın birçok sinema filminde yansıtıldığı gibi mutlu sonla bitmeyeceğini ve romandaki tüm kahramanların hayatlarının hayal kırıklıklarıyla geçeceğini düşünmüştüm. Hayaller, gerçekliğin sarp kayalarına vurarak yıkılabiliyor. Bazen hayat çarpmalarla dolu bir yol olabiliyor. Roman, 14 yaşındaki kahramanı Anthony’nin bir yaz gecesi Fransa’nın doğusundaki bir vadide arkadaşıyla buluşmasıyla başlıyor. Ardından aynı sosyal sınıftan olmadığı Steve’e olan aşkının hikayesini anlatıyor.
8 yıllık zaman zarfında yaz mevsiminin seçilmesinin sembolik bir anlamı var mı?
Kurgu içinde zaman aralığını seçmenin yer ve karakterler kadar önemli olduğunu düşünüyorum. Kış veya yaz mevsiminin seçimi mutlaka karakterlerin davranışlarına yansıyor. Dikkatle ele alınan olayları ve detayları kontrol ediyor. Ben yalnızca gençlik döneminde çevremizdeki görüntüleri, ara sıra kapıldığımız yabancılaşma duygusunu ve ailelerinin gençlere bakışlarındaki değişimi aktarmaya çalıştım. Roman, bizi zamanın üzerimizdeki etkisini düşünmeye çağırıyor. Zaman, olaylar ve karakterlerdeki değişimin anahtarıdır. Bununla birlikte fikirsel ve fiziksel değişimler de var.
Romanı ne kadar sürede yazdınız?
İşe gitmeden önce güneşin ilk ışıklarıyla yoğun bir şekilde yazmaya koyuluyordum. Günde bin kelime yazarak iki buçuk yılda tamamladım.
Romanda hem anlatıcı hem de diyalog tekniğini kullanmışsınız. Tarzınız sanki bir belgeseli anımsatıyor. Okuyucu kitabı okurken sanki arka planda Whitney Houston, Celine Dion veya Michael Jackson şarkıları çalıyor gibi hissediyor. Romanınızın 1990'lı yıllardan bir miras ya da belki de bir “ağıt” olduğuna mu kast ediyorsunuz?
Hayır. Tam olarak bunu kast etmedim. Birçok görsel ve işitsel referans üzerine inşa edilmiş bir roman olduğu doğru. Fakat, romanın çok ilginç olduğunu söyleyen veya ayrıntılarından bahseden gençlerle karşılaştığımda mutlu olduğumu inkar edemem.
Edebiyat hayata bir bakış açısı sunuyor. Gençlerin duygularını ifade etmenin güçlüklerine rağmen bu duyguları aktarma konusunda ısrarcıydım. Bunun için oturup gençlerle konuştum. Aralarında yaygın olarak kullandıkları kelimeleri seçmeye gayret ettim.
İlk kitabım olan “For Animals War” (Hayvanlar için Savaş), kış mevsiminde geçiyor. Bu yüzden ikinci kitabımda başka bir ruh haline bürünmek ve başka bir zaman dilimi sunmak istedim. Böylece yaz mevsiminde geçen bir romanla gençler arasındaki kader, belirlenircilik, güç ve sosyal ilişkiler sorunlarına ışık tutmayı amaçladım.
Roman, küreselleşmeyi ve modernliği kahramanlarınızın hayatlarını mahvetmekle suçluyor.  “Onlardan Sonra Çocukları” kitabı bize hangi mesajı vermek istiyor?
Romanda, 90'lı yıllarda gençlerin hayatlarının sosyal yönünü ele almaya, estetik bir yaklaşım benimsemeye çalıştım. Gerçeklik ile kurgu arasında ince bir çizgi olduğuna inanıyorum. “Onlardan Sonra Çocukları” kitabında gerçekliğin, insanı bazen dar bir çevrede yaşamak ve büyüklerinin kaderlerini miras olarak almak zorunda bıraktığına işaret ettim. Romanı yazmadaki amacım, bazen dünyanın değişebileceği konusunda hayal kırıklığına uğrayan gençlere bir mesaj vermekti. Burada toplumun dayattığı güç problemleri ortaya çıkıyor. Ancak, dünyanın doğasının tam olarak farkına varılmasıyla, engellerden kurtulmak, ilerlemek ve hayatta aktif bir rol oynamanın mümkün olabileceğini düşünüyorum.
İlk romanınızda suç dünyasını ele almıştınız. İkinci kitabınızı özellikleri ve sosyal gerçekliğe yönelimi sebebiyle edebi bir projenin başlangıcı olarak görebilir miyiz?
İlk romanım bir kara polisiyeydi. Olayların dönüşümüyle polisliğin başka bir yüzü ortaya çıkıyordu. Bu tür hikayeler artık okuyucuların ilgisini çekmiyor. Artık halk tarihi ve bilim kurguya yöneliyor. Fransa’da Amerikan edebiyatına özel bir ilgi var. Ancak ilk romanım iyi bir tepki aldı ve bir televizyon dizisine dönüştürüldü. İlk romanımın gördüğü bu ilgi otomatik olarak ikinci romanımın yazım havasını değiştirdi.
Şimdi konuyu biraz değiştirelim. Üçüncü nesil Arap göçmeni yazarların Fransız edebiyatında etkili olduğu söylenebilir mi?
Elbette. Çok fazla okunuyorlar. Özellikle Yasmina Khadra ve Kamel Daoud en çok satanlar listesinde yer alıyor. Bununla birlikte Arapçadan çevrilen eserlere de büyük bir ilgi var. Fakat roman satışlarında geçtiğimiz yıla oranla yüzde 17'lik bir düşüş yaşandı.
ABD'li romancı James Patterson’ın Facebook Messenger üzerinden sunduğu “interaktif okuma deneyimi” gibi bir çalışma yapmayı düşünür müsünüz?
Bunu hiç düşünmedim. Fakat okuyucuları yeniden romanlara çekmek için elimden gelen her şeyi yapmaya çalışıyorum. Belki de okuyucu kitlesini eski haline getirmek için teknoloji ile yazıyı birleştirmeliyiz. Ben de “Facebook” kurbanlarından biriyim. Zamanımı çok fazla alıyor.  Dizi ve sinema izlenmelerinin yanı sıra okuma oranlarını da düşürdü. Okuyucuyu yeniden kitaplara çekmemiz gerektiğine inanıyorum. Bence edebiyat ışığını hiçbir zaman kaybetmedi.
Sosyal hareketlere yönelik ilginizden dolayı soruyorum. Sarı Yelekliler hareketi size ilham veriyor mu?
Evet.  Fakat doğrudan veya genel olarak bu hareket hakkında bir şeyler yazmak istemiyorum. Ben daha çok hareketin büyük bölümünü oluşturan orta sınıfın sorunlarıyla ilgileniyorum. Bu insanlar benim ilgi odağımda. Çünkü ben de onlardan biriyim. “Orta sınıf” küreselleşme tarafından yok edildi. “Onlardan Sonra Çocukları” kitabında, bu sınıfın çocuklarının öfke ve umutsuzluğunu kaleme aldım. Onların hayatlarının ve günlük yaşamlarının bir portresini çizmeye çalıştım.
Yazma isteğinizi ne zaman keşfettiniz?
7 yaşlarımdayken okumayı çok seviyordum. Fakat yazma isteğimi, öğretmenim sayesinde fark ettim. Benden yazmamı istediğinde yeteneğimi göstermek için bir metin yazdım. Bu benim hayatımın dönüm noktasıydı.
Fransız veya yabancı en sevdiğiniz yazarlar kimlerdir?
Gustave Flaubert, Emile Zola, Louis-Ferdinand Celine, Jean-Patrick Manchette ve Annie St-Arnault en sevdiğim Fransız yazalar. Ernest Hemingway gibi sıradan insanların hayatlarını kaleme alan Amerikalı yazarları da beğeniyorum. Bununla birlikte şiiri de seviyorum. Çünkü şiir, insan ruhuna nüfuz ediyor.
Şu anda üzerinde çalıştığınız yeni bir projeniz var mı?
Kadın ve erkek ilişkileri üzerine yazmak istediğim romantik bir çalışmanın taslağını geliştirdim.
Günlük hayatınız da ne iş yapıyorsunuz? Goncourt Ödülü’nü kazandıktan sonra işten ayrılıp kendinizi kitap yazmaya adamayı düşünür müsünüz?
Hayır, hiç sanmıyorum. Şu anda her gün yeni insanlarla tanışmamı sağlayan, en son gelişmeler ve yeni hikayeler hakkında bilgi edindiğim hava kalitesini koruma alanında çalışıyorum.



Oscar ödüllü oyuncu çocukken nasıl cinselleştirildiğini anlattı

Natalie Portman çocukken "son derece cinselleştirildiğini" söyledi (AFP)
Natalie Portman çocukken "son derece cinselleştirildiğini" söyledi (AFP)
TT

Oscar ödüllü oyuncu çocukken nasıl cinselleştirildiğini anlattı

Natalie Portman çocukken "son derece cinselleştirildiğini" söyledi (AFP)
Natalie Portman çocukken "son derece cinselleştirildiğini" söyledi (AFP)

Natalie Portman, çocuk oyuncuyken "son derece cinselleştirilerek" "uzun bir Lolita evresine" maruz kalması hakkında konuştu.

İlk performansını 13 yaşındayken Luc Besson'un 1994 yapımı gerilim filmi Sevginin Gücü'nde (Léon: The Professional) sergileyen Oscar ödüllü oyuncu, ailesinin ölümünden sonra bir tetikçinin yanına aldığı genç kız Mathilda'yı canlandırmıştı.

Interview dergisi için Wednesday'in yıldızı Jenna Ortega'yla konuşan Portman, çocukken cinselleştirildiğini ve bunun ekrandaki genç kızlar için endemik bir deneyim olduğunu düşündüğünü söyledi.

Oyuncu "Bu konu hakkında daha önce biraz konuşmuştum; çocukken son derece cinselleştirilmem hakkında, ki bence bu ekrandaki pek çok genç kızın başına geliyor. Bundan çok korkmuştum" dedi.

Portman şöyle devam etti:

Açıkçası cinsellik çocuk olmanın büyük bir parçası ama ben bunun bana yöneltilmesini değil, içimde olmasını istedim. Ve sanırım kendimi koruma yolum 'Ben çok ciddiyim. Çok çalışkanım. Zekiyim ve bu sizin saldıracağınız türden bir kız değil' diye davranmaktı.

İnsanların kendisini rahat bırakmasını sağlamak için bir savunma mekanizması olarak aşırı zeki olduğu imajını yaratmış.

Portman "Böyle bir şey olmamalıydı ama işe yaradı" dedi.

Ama bence bu, gerçek hayatta aptal ve şapşal olmam ve insanların beni gerçekten ciddi bir kitapsever sanması arasındaki kopuklukla ilgili. Gerçek hayatta çok gizli kapaklı biri değilim (her şeyi anlatırım) ama toplum içinde, ne kadar mahrem olduğunuzu söyleyince, mahremiyetinize çok daha fazla saygı duyulacağı apaçık ortadaydı.

cvfghyju
Jean Reno ve Natalie Portman, Sevginin Gücü'nde (Sony Pictures Home Entertainment)

"Çocuklarımla fotoğraf çekimi yapmayacağım' gibi küçük bir bariyer oluşturdum" diye ekledi.

Portman ergenlik döneminde Harika Kızlar (Beautiful Girls/1996), Çılgın Marslılar (Mars Attacks!/1996), Yıldız Savaşları: Bölüm I - Gizli Tehlike (Star Wars: Episode I - The Phantom Menace/1999), Buradan Çok Uzakta (Anywhere But Here/1999) ve Kalbin Olduğu Yer (Where the Heart Is/2000) gibi filmlerde rol aldı. Harvard Üniversitesi'nde psikoloji okumak için 1999'dan 2003'e kadar oyunculuğa ara verdi ancak 2001'de Anton Çehov'un Martı (The Seagull) oyununun Broadway yapımında rol almak üzere sahneye geri döndü.

Profesyonel bale dünyasını konu alan, 2010 yapımı psikolojik korku filmi Siyah Kuğu'daki (Black Swan) performansıyla En İyi Kadın Oyuncu Oscar'ını kazandı.

Sevginin Gücü'ndeki rolü hakkında daha önce konuşan Portman, 2023'te The Hollywood Reporter'a filmle ilişkisinin "karmaşık" olduğunu söylemişti.

"Hâlâ çok sevilen bir film ve bana, şimdiye kadar yaptığım neredeyse tüm filmlerden daha çok bununla ilgili soru soruluyor ve bu bana kariyerimi kazandırdı" diyen oyuncu şöyle eklemişti:

Ama bugün izlediğinizde, kesinlikle bu filmin en hafif tabiriyle bazı nahoş yönleri var. Yani evet, benim için karmaşık bir mesele.

2020'de Portman, "Lolita figürü" olarak resmedildikten sonra kendisini medyadan korumak için "kaleler" inşa ettiğini söylemişti.

Oyuncu, "Sanırım daha çocukken cinselleştirilmek kendi cinselliğimden bir şeyler götürdü çünkü beni korkuttu" demişti.

Güvende olabilmemin yolu 'Ben tutucuyum, ciddiyim, bana saygı duymalısınız, ben akıllıyım ve bana o gözle bakmayın' demekmiş gibi hissettirdi.

Independent Türkçe