​Samir Caca: Esed ve İran demografik nedenlerden dolayı Sünnilerin Suriye'ye dönüşünü istemiyor

Lübnan Kuvvetleri Partisi Başkanı Dr. Samir Caca (Independent Arabia)
Lübnan Kuvvetleri Partisi Başkanı Dr. Samir Caca (Independent Arabia)
TT

​Samir Caca: Esed ve İran demografik nedenlerden dolayı Sünnilerin Suriye'ye dönüşünü istemiyor

Lübnan Kuvvetleri Partisi Başkanı Dr. Samir Caca (Independent Arabia)
Lübnan Kuvvetleri Partisi Başkanı Dr. Samir Caca (Independent Arabia)

Lübnan, bölgesel çatışmalarla kuşatılmış durumda. (Maruni Hristiyan) Lübnan Kuvvetleri (LK) Partisi Genel Başkanı Samir Caca, Independent Arabia'dan Denise Rahma Fahri'ye Lübnan'daki son gelişmeleri değerlendirdi.
Çatışmaları siyasi gündeme bağlayan Caca, Ekonomik açığın tazyiki altında devletin çöküşüne işaret etti. Caca kendinden emin bir dille, bazı sınırların aşılması halinde 2005'teki gibi yeni bir Sedir Devrimi’nin patlak verebileceğini vurguluyor. Suriye rejimi konusundaki tutumunda kararlılığını sürdüren Caca, Esed rejiminin Suriye’de çatışan gruplardan bir grup olduğu ve bölgedeki İran rejiminin bir parçası olduğu değerlendirmesinde bulunuyor.
Ona göre Arapların İran’a karşı direnmeleri, Mısır'ın ağırlığını ortaya koymasını gerektiriyor. Yine Caca’ya göre Hizbullah, Irak'taki Haşdi Şabi tecrübesini aynıyla gerçekleştiremeyecek ve Lübnan rejiminin yapısında herhangi bir değişiklik söz konusu olmayacak.
- Hizbullah ve Lübnan Cumhurbaşkanı Avn’ın yolsuzluk ve yetki çatışması suçlamalarıyla Başbakanı kuşattığı durumlar ışığında hükümetin akıbeti hakkında neler söylersiniz?
 İşlerin o raddeye vardığını söyleyemem. (Maruni Hristiyan) Özgür Yurtsever Hareketi (ÖYH) ile Başbakan arasında bazı sorunlar olduğu doğru. Fakat bu durumu halihazırda bir yetki çatışması olarak değerlendirmek mümkün değil. Her halükarda, şunu söylemeliyim ki yetkilerin dağılımı, Lübnan'ın bağımsızlığının ilk günlerinden şimdiye kadar her daim devlet yapısının özelliklerinden biri olmuştur. Ancak son zamanlarda ortaya çıkan yeni veriler, Hizbullah’ın ilan ettiği yolsuzlukla mücadele savaşının ciddi olmadığını gösteriyor. Sanki yolsuzlukla mücadeleden ziyade siyasi hedefleri varmış gibi görünüyor. Bununla birlikte, yine de herşeyi ayan beyan ortaya çıkartmak için önümüzdeki iki hafta süresince beklemeyi tercih ediyorum. Beni durduran, Hizbullah’ın son kabine toplantısındaki tutumu oldu. Bu yüzden Hizbullah'ın yolsuzlukla mücadelede ve reform hususunda ne kadar ciddi olduğunu bilmediğimi söylüyorum. Nihai kararlar vermememiz gerekiyor. Gelecek iki hafta içinde yapılacak Temsilciler Meclisi ve Bakanlar Kurulu toplantılarında yolsuzlukla mücadelede ciddi tarafların kim olduğu belli olacak.
Başbakan Saad Hariri hükümeti (Reuters)
-Tüm dünyada uyuşmazlık çözümü politikasını benimsemiş, devlet kurumlarının metanetini sağlamış ve siyasi ve ekonomik bakımdan istikrarı temin etmiş bir ülke var mı?
Kastım, kesin sonuçlar alınana kadar beklemek değil. Fakat bütün tarafların yolsuzlukla mücadelede ne kadar ciddi olduğunu ve ülkedeki reform sürecinde büyük, orta veya küçük çapta bir umut olup olmadığını görmek istiyoruz. İlk göstergelerin cesaret kırıcı olduğunu inkar etmiyorum.
-Eğer zayıf bir umut varsa alternatif plan ne olacak?
Sahip olduğumuz araçlarla tamamlamaya devam edeceğiz.
-Siyasi çatışmadan ayrı olarak yolsuzlukla mücadele söz konusu olduğunda Lübnan Kuvvetleri’nin nazarındaki koalisyon imajı değişti mi? Başka bir deyişle, yolsuzlukla mücadelede müttefik olan, aynı zamanda temel stratejilerle ilgili konularda da siyasi bir müttefik değil mi?
Bu zorunlu bir durum değil. Siyasi bakımdan (Sünni) Müstakbel Hareketi ile müttefikiz, bu açık. Devlet reformu sürecinde ve yolsuzlukla mücadelede pek çok müttefikimiz olacağını umuyoruz. Ancak diğer tüm meselelerde durum böyle olmak zorunda değil. Bu yüzden, olanların umut verici bir sinyal vermediğini tekrarlıyorum. Ne olacağını görmek için beklemeliyiz.
Şam rejimi bir "Devlet" değil
-Şam rejiminin Dürzi din adamlarının Suriye'ye girebilmeleri için Esed yandaşı Dürzi bir din adamından onay alma şartı getirmesini ve Esed rejiminin Lübnan Başbakanı Saad Hariri’yi terörist listesine dahil etmesini nasıl açıklıyorsunuz?
Bu bağlamda, özellikle Lübnan kamuoyuna ve genel olarak Arap kamuoyuna başvurmak çok önemlidir. Son haftalarda ve aylarda Lübnan’da, Esed rejimi ile ilişkilerin normalleşmesi çağrılarına tanık oluyoruz. Bazı bakanlar, Suriye’nin Arap Birliği üyeliğinin tekrar aktif hale getirilmesini talep etti. Ancak, Lübnan Başbakanının ve diğer bazı isimlerin terör listesine dahil edilmesi, rejimin Suriye topraklarında çatışan taraflardan daha fazlası olmadığının en büyük kanıtıdır.
Esed rejimi, Suriye'deki otoriteyi veya devleti temsil etmiyor. Ancak, bunu kesin olarak doğrulayan şey, Dürzi toplumunun dini otoritesi olan 'Şeyhu'l Akl' hususundaki tutumudur. Dünyada hangi ülke benzer bir konuda içişlerine müdahale edilmesine izin verir? Lübnan'da saygın bir Dürzi toplumu var. Nasıruddin el-Garib'in dışında herhangi bir Dürzi alimi kendisine meşru otorite (Şeyhu'l Akl) olarak görmediğini söyleyen Esed rejimi gerçekten asgari devlet ciddiyetine sahip mi? Dolayısıyla bu olay şu anda Suriye'de devlet olmadığını, bilakis rakip grupların olduğunu gösteriyor. Beşşar Esed grubu bunlardan birini temsil ediyor. Bu nedenle, Suriye ile söz konusu olacak herhangi bir koordinasyon, yönetim aracılığıyla yapılmalıdır. Çünkü Suriye'yi şu anda siyasi düzeyde temsil eden hiçbir şey yok.
Lübnan’dan birisinin Suriye’nin Arap Birliği’ne dönmesini talep etmesinin utanç verici olduğunu düşünüyorum. Çünkü halihazırda Suriye’nin üyeliğini etkinleştirecek ve ülkeyi temsil edecek hiçbir kurum bulunmuyor.
-Suriye'nin şu anda Arap Birliği'ne geri dönme ihtimalinin olmadığını söyleyen Suudi Arabistan Dışişleri Bakanı Adil el-Cubeyr’in benimsediği yeni bir pozisyon var. Bunun, Esed rejiminin ele alınması konusunda temelde bölünmüş görüşlerin bulunduğu Lübnan'a yansıması olacak mı?
Suudi Arabistan'ın, Arap Birliği ve Körfez Arap Ülkeleri İşbirliği Konseyi’ndeki (KİK) etkisini dikkate almak gerekiyor. Öte yandan, en son Lübnan’daki Dürzi toplumunun içişlerine açıkça müdahale eden Esed rejimi ile olan doğrudan deneyimimiz, elimizde olan bir başka kanıttır. Bu, şu anda Suriye'de bir devlet olmadığını açıkça gösteriyor. Suriye halkını temsil eden devletin Arap Birliği'ne dönüşü sorununu gündeme getirmek için siyasi bir çözüm beklememiz gerekiyor.
-Bugün Lübnan egemenliğini güvence altına almaktan ve söz konusu adım karşısında bir tutum benimsemekten kim sorumlu?
Maalesef, kararlı bir tutum benimsemek öncelikle Lübnan hükümetinin sorumluluğunda. Hiçbir bakanın Suriye'yi ziyaret etmesine izin vermemesi gerekiyor. Başbakan ve bir grup Lübnanlının isimleri, hala Suriye’deki teröristler listesinde yer alıyor!
Esed rejimi Lübnan'daki Dürzi toplumu gibi bir toplumun içişlerine müdahale ettiği sürece herhangi bir bakanın Suriye'yi ziyaret etmesine izin verilmemelidir.
-Bir ara Esed rejimi ile Körfez ilişkilerinin normalleşmesinden söz ediliyordu. Bu süreç durdu mu? Esed’in İran’a ziyarette bulunması normalleşme girişimlerini boşa mı çıkardı?
Esed rejimi ve Arap dünyasının ilişkilerinin normalleşmesi, her gün Arap yetkililerden duyduğumuz açıklamalarla durduruldu. Belki de 'Esed rejiminin kendisini İran'dan uzak tutacağı umuduyla' normalleşme hakkında güçlü bir şekilde konuşulabilirdi. Ancak, Esed rejiminin bölgedeki İran sisteminin ayrılmaz bir parçası haline geldiğini gördük. Bu nedenle, Suriye rejimi ile İran arasında bir ayrışma olduğunu düşünmek abestir. Çünkü bugüne kadar rejimin bir parçası olarak devam edegeldi. Elini rejimin üzerinden kaldırdığı an düşer. Bundan dolayı Esed rejimi ile normalleşme konusunun yerinde olmadığını anlıyoruz.
-İran'la yüzleşmek, Ortadoğu'da İran etkisinin azaltılmasını talep eden ABD ve Körfez ülkelerinin öncelikleri arasında yer alıyor. Lübnan buradaki aygıtlarıyla Tahran için kilit bir alan teşkil ediyor. Varşova Konferansı, bu yüzleşmenin nasıl gerçekleşeceğini belirlemek içindi. Lübnan konferansa katılmadı. Bu İran'la olan mücadelenin dışında olduğunuz anlamına mı geliyor?
Hükümet, kendisini söz konusu meseleden uzak tutma politikasını benimsediğinden dolayı konferansa katılmadı. Bu nedenle, diğer tarafların da benzer pozisyonları benimsemesi gerekiyor. Beyrut'un bu konferansa katılmaması oldukça doğal. Ancak bu, Lübnan’ın oyunun dışında olduğu anlamına gelmiyor.
- Lübnan bu durumda İran ile nasıl yüzleşecek?
-Lübnan’ın İran’la yüzleşmesi şart değil. Lübnan hükümetinin öncelikle Lübnan halkının çıkarlarına öncelik vermesi gerekiyor, diğerlerinin çıkarlarına değil.
-Neden?
Çünkü Lübnan’daki bazı grupların farklı öncelikleri var. Lübnan’daki bazı partiler, 'savaşın sesinin üstünde ses yok' politikasını benimsiyor. Ama Lübnan’ın sesi bu değil.
-Suudi Arabistan’ın bölgedeki kaygıları ışığında Lübnan’a olan ilgisini nasıl görüyorsunuz? Lübnan hala Suudi Arabistan’ın öncelikleri arasında yer alıyor mu?
Bugün Lübnan’ın, özellikle Yemen, Suriye ve Irak’taki meşguliyetleri nedeniyle Suudi Arabistan’ın öncelikleri arasında yer aldığını düşünmüyorum. Ancak bana göre Lübnan, bölgede bir denge unsuru olmaya devam ediyor. Bundan dolayı Suudi Arabistan, BAE, Körfez ve genel olarak Araplar arasında bir önceliğinin bulunması gerektiğini düşünüyorum.
-Suudi Arabistan'ın Lübnan'dan sorumlu elçisi Kraliyet Divanı Müsteşarı Nizar Alula’nın ziyareti belirli bir mesaj taşıyor muydu? Bu ziyaretin özel bir amacı var mıydı?
Suudilerin bu günlerdeki ilgileri oldukça karmaşık. Veliaht Prens Muhammed bin Selman’ın geçen hafta Pakistan, Hindistan ve Çin'e ziyarette bulunduğuna tanık olduk. Lübnan; bölgedeki varlığı, kültürel, politik ve stratejik değeri nedeniyle daha fazla önem verilmeyi hak ediyor.
İran'a karşı Mısır ağırlığını koymalı
-Sizce, İran’la yüzleşmek adına ortaya atılan en iyi Arap yol haritasının ne olması gerekiyor?
Öncelikle Arapların bir araya gelmesi gerekiyor. Bölgedeki İran müdahalesine karşı olan ve Mısır Arap Cumhuriyeti tarafından temsil edilen büyük bir Arap gücü var. Ancak şimdiye kadar ağırlığını ortaya koymadı. Belki de geçmiş yıllarda tanık olunan devrimler ve ayaklanmalardan sonra hala iç işleri ile ilgili sıkıntılı durumlar var. Ancak bu, Mısır'ın bölgede çok büyük bir ağırlığının bulunduğu gerçeğini değiştirmiyor.
-İran'la yüzleşmenin Mısır’dan başlaması gerektiğini mi düşünüyorsunuz?
Hayır, halihazırda bu çatışmalarla uğraşan Körfez'den başlaması gerekiyor. Fakat Mısır ağırlığını koymadığı sürece talep edilen güçler arasındaki denge sağlanamayacaktır. İran'ın 80 milyondan fazla nüfusa sahip bir ülke olduğunu da unutmamalıyız. Öte yandan, İran’ın bölgedeki çok sayıda ülkede askerleri ve silahlı grupları bulunuyor.
-Uluslararası alanda Lübnan’ın bütünüyle İran’ın elinde bulunduğunu öne sürülüyor. İran'ın müttefikleri Temsilciler Meclisinin çoğunluğunu oluştururken, hükümet 'Hizbullah hükümeti' olarak nitelendiriliyor. Lübnan Kuvvetleri bu çatışmada kendisini yalnız mı görüyor?
Şahsen yanlış olduğunu düşündüğüm bu açıklamaya katılmıyorum.  Hizbullah’ın halihazırda bazı müttefikleri ile birlikte Lübnan arenasındaki en etkili hareket olduğu doğrudur. Ancak bu, Lübnan’ın tümüyle İran’ın etkisi altında olduğu anlamına gelmiyor. Bu bağlamda bazı can alıcı örnekler vereceğim. Mesela Hizbullah Genel Sekreteri Hasan Nasrallah, geçtiğimiz günlerde Lübnan’ın İran’la yapmak istediği bir dizi anlaşma teklifini içeren bir konuşma yaptı. Bunlar arasında askeri, enerji, ilaç ve diğer alanlarda işbirliği anlaşmaları da bulunuyor. Birkaç gün sonra İran Dışişleri Bakanı Muhammed Cevad Zarif Lübnan'ı ziyaret etti ve belirtilen alanlara dair herhangi bir mutabakat zaptı imzalanmadı. Bununla birlikte Esed rejimi ile İran arasında yüzlerce mutabakat zaptı imzalandığını görüyoruz. Öte yandan, Ocak ayında Lübnan'da yapılan Arap Ekonomik Zirvesi ile ilgili olarak herkes, Esed rejimi dahil olmadığı sürece İran’ın bu zirveyi Lübnan’da yapmak istemediğinin farkındaydı. Lübnan’daki mevcut bütün hareketliliğe rağmen zirvenin Esed rejiminin katılımı olmadan yapıldığına tanık olduk. İran nasıl oluyor da Lübnan rejimi üzerinde egemen oluyor?
Hizbullah'ın ciddi olarak düşündüğü iki konu var: Birincisi, Irak’taki Haşdi Şabi gibi yasallaşmak, ikincisi ise kanun aracılığıyla Lübnan rejiminin üçte birinde yer edinmektir. Haşdi Şabi kuruluşundan 3 sene sonra resmi bir kuruma dönüştü. Lübnan'da Hizbullah’ın askeri bir kurum olarak resmileşmesi konusu henüz gündeme gelmese de, grubun müttefiklerinin bile bu durumu kabullenmesi söz konusu değil. Bundan dolayı İran’ın Lübnan’a egemen olduğu iddiası doğru değil.
-Herkes Lübnan Kuvvetleri’nin (LK) Esed rejimi ile ilgili karşıt tutumunu biliyor. Fakat Lübnan Kuvvetleri nasıl oluyor da Suriyeli göçmenleri Esed Suriyesi'ne göndermek istiyor?
Suriyeli göçmenlerin geri dönüşünün önündeki en büyük engel Esed rejiminin kendisidir. Çok sayıda uluslararası kuruluş, Suriyeli göçmenlerin geri dönüşü konusunda araştırmalar yaptılar. Araştırmalar, göçmenlerin yüzde 95’inden fazlasının derhal geri dönmek istediğini gösteriyor. Birçoğu, geri dönmeme sebebinin, Esed rejimi tarafından maruz kalacakları baskı olduğunu dile getiriyor. Ayrıca altyapı sorunları ve yeniden askere alım gibi durumlar göçmenlerin geri dönmeme sebepleri arasında yer alıyor. Bütün bunlar göçmenlerin dönmeme sebeplerinin bütünüyle Suriye rejimi ile ilgili olduğunu gösteriyor.
-Öyleyse bu hususta rejimle temaslarda bulunulmasının amacı nedir? Öyle ki göçmenlerin geri dönüşünün önündeki en büyük engelin Beşşar Esed olduğunu görünüyor.
Bizim için mesele, Esed'e karşıt ya da yandaş olmamız değil. Bu konunun Beşşar Esed sayfasındaki lekelerin temizlenmesinde bir araç olarak kullanılmasını istemiyoruz. Geri dönüşler için rejime baskı yapılmasını umuyor ve bunu da sadece Rusya'nın yapabileceğine inanıyoruz. Bundan dolayı Cumhurbaşkanı Mişel Avn’a, Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin'den göçmenlerin geri dönüşü önündeki engellerin kaldırılması için Suriye rejimine baskı yapması çağrısında bulunmasını istiyorum.
Lübnan'daki Suriyeli mülteci kampları (Reuters)
-Rus inisiyatifinin ciddi olduğunu düşünüyor musunuz?
Evet, fakat şu ana kadar bir sonuç vermedi.
-Neden?
Çünkü Beşşar Esed ve onun İranlı müttefikleri göçmenlerin Suriye'ye dönmesini istemiyorlar. Suriye'deki demografik gerçekliğe bakarsak, Suriye topraklarında yaklaşık altı ya da yedi milyon Sünni olduğunu görüyoruz. Bazı azınlıklara ek olarak yaklaşık üç veya dört milyon Nusayri ve yaklaşık iki milyon buçuk milyon Hristiyan bulunuyor. Tabloya bakınca dağılımda bir denge olduğu görünüyor. Ancak Suriye'ye yaklaşık 12 milyon Sünni’nin geri dönüşü ile birlikte bu denge tekrar bozulacak. Beşşar Esed ve İranlı müttefiklerinin göçmenlerin geri dönüşüne izin vermek istememelerinin nedeni budur. Bu bağlamda, Hizbullah’ın geçen yıl göçmenlerin geri dönüşüne yardımcı olmak amacıyla komiteler kurduğunu hatırlatmak istiyorum. Bugün artık bunu duymuyoruz. Bunun nedeni, Esed’in bunu istemiyor oluşudur. Esed rejimi ile ilişkileri yeniden başlatmak için göçmenler meselesinin açılmasını isteyen kimseler var. Bu konuda yapılacak en iyi şey, Rusları, Esed’in göçmenleri kabul etmesi hususunda baskı yapmaya ikna etmeye çalışmaktır. Bu nedenle, Cumhurbaşkanı Avn’ın Moskova ziyareti sırasında bunu gündeme getirmesini istedik.
-Özellikle Suudi Arabistan’ın seyahat yasağını kaldırmasının ardından Körfez turistlerinin bu yaz Lübnan'a geri dönüşleri ile ilgili söylentiler var. Bu karar hakkında ne düşünüyorsunuz?
İşler istenildiği şekilde seyreder ve Lübnan’da asgari düzeyde düzenlilik sağlanırsa söz konusu kişilerin Lübnan’a dönüşleri mümkün olur. Öyle umuyoruz. Ancak, geri dönüşlerin asgari uygun koşullarla bağlantılı olduğunu anlamalıyız. Çok şükür güvenlik konusunda istikrar sağlandı. Ancak, geri dönüşleri için ahlaki ve psikolojik koşulları da sağlamalıyız.
-Rusya Dışişleri Bakanı Sergey Lavrov'un Körfez devletlerine yaptığı ziyaretleri nasıl değerlendiriyorsunuz. Bunu Körfez ülkeleri ile Esed rejimi arasındaki ilişkilerin normalleşmesine bir dönüş olarak görmek mümkün mü?
Rejimin halihazırda İran sisteminin ayrılmaz bir parçası olmasından dolayı bunun başarılı olabileceğini sanmıyorum. Dolayısıyla bunun gerçekleşmesi mümkün görünmüyor. Esed'in İran ziyareti bunun delilidir.
-Bazı Arap ülkelerinde Arap Baharı’nı hatırlatan bir hareketliliğe tanık olunuyor. Sizce yeni silahlı çatışmaların, kimlik konusundaki anlaşmazlıkların ve radikal İslami örgütlenmelerin önünü almak için yerine getirilmesi gereken şartlar nelerdir?
Sudan'da, şu anda kimlikler üzerine herhangi bir çatışma söz konusu değil. Tamamen politik bir hareketliliğe tanık oluyoruz. Bu Cezayir için de geçerlidir. Fakat radikal İslamcılar bir şekilde harekete geçerlerse, mevcut hareketliliğin başarısız olacağına inanıyorum. Suriye'deki aşırılık yanlılarının dahil olduğu herhangi bir hareketin başarısız olma gibi.
-Sizce, herhangi bir siyasi akım radikal bir İslami harekete dönüşmeden nasıl başarılı olabilir?
Mutedil bir hareket olmalı ve amacı yalnızca kendisi tarafından ilan edilmelidir. Önümüzdeki en açık örnek Tunus’ta yaşananlardır. Bugün Tunus’ta olanlar yalnızca normal politik oyunlar çerçevesinde yaşanıyor.
-Lübnan’daki güvenlik durumu hakkında endişeli misiniz?
Hayır.
-Tanınmış liderlerin öncülüğünde yeni bir Sedir Devrimi’ne ne kadar sürede tanık olabiliriz?
Bazılarının sınırları aşması durumda bir anda gerçekleşebilir. Aynı şekilde Suriye vesayeti döneminde yapılanlara benzer uygulamalara geri dönülmesi de buna yol açar. Bu ise bize başka bir konunun kapısını açar. Günümüzdeki temel sorunun, devletin iyi yönetilip yönetilmemesi meselesi olduğunu düşünüyorum.
-Politikayı bir kenara bırakıp ekonomiyi mi odağa taşıyorsunuz?
Bu nitelendirme doğru değil. İşler kendilerini empoze ediyor. Haftalar içerisinde farkına varılmadığı takdirde bizi uçuruma sürükleyecek mali bir durum ile karşı karşıya bulunuyoruz. Siyaseti bir kenara koymuyoruz, koymamız da mümkün değil. Fakat bugün politikayı gölgede bırakan bir şey var: Ekonomi ve para. Devletin siyasi strateji nedeniyle yıkılması mümkün olduğu gibi ekonomik nedenlerden dolayı da çökmesi imkansız değil. Bugün karşı karşıya kaldığımız en büyük tehlike ekonomik canipten geliyor. Bu durumda daha dikkat isteyen, çok fazla zaman alan ve elverişli koşulları gerektiren politik sorunları çözmeye mi yönelmeliyiz?
-CEDRE (Sedir) Konferansı'nın koordinatörü, Lübnan'daki yetkililerin ciddi olmadıklarını ve bağışçı ülkelerin ve Lübnan halkının zamanını boşa harcadıklarını söyledi. Sizin böyle bir izleniminiz var mı?
İşler önümüzdeki haftalarda da temel adımlar atılmaksızın bugün olduğu gibi devam ederse, böyle bir izlenim edinebilirim. Bütçe açığının düşürülmesi halihazırdaki en önemli ve en temel meseledir.
-Lübnan Kuvvetleri bu konuda ne yapabilir?
Bir kişinin doğrulanmış ve gerekçelendirilmiş bir mesele ile ilgili çağrıda bulunması, çok sayıda insanı bu meseleyi desteklemek için cezbetmeyi kolaylaştırır.
 



İranlı Kürtler savaşsız ganimet bekliyor

Irak ve İran arasındaki sınır bölgelerindeki İran Kürdistan Demokratik Partisi'nden ​​bir grup savaşçı (AFP)
Irak ve İran arasındaki sınır bölgelerindeki İran Kürdistan Demokratik Partisi'nden ​​bir grup savaşçı (AFP)
TT

İranlı Kürtler savaşsız ganimet bekliyor

Irak ve İran arasındaki sınır bölgelerindeki İran Kürdistan Demokratik Partisi'nden ​​bir grup savaşçı (AFP)
Irak ve İran arasındaki sınır bölgelerindeki İran Kürdistan Demokratik Partisi'nden ​​bir grup savaşçı (AFP)

Abdulhalim Süleyman

İranlı muhalif siyasi ve askeri güçler, ülke içinde devam eden savaş ile ihtiyatlı bir etkileşim içinde gibi görünüyor. Etkileşim, İran rejimini durumdan, İsrail ile sert bir askeri çatışmaya sürüklenmeden sorumlu tutma konusunda birbirine yakın pozisyonların ötesine geçmiyor. İsrail ile çatışma, İran’ın çok sayıda askeri komutanının canını aldı, insansız hava araçları ve balistik füze üretiminin yapıldığı askeri tesisleri ve nükleer tesisleri ve ayrıca medya ve propaganda aygıtını hedef aldı. İnternet zaman zaman kesildi.

Devleti Fars-Şii karakterde olan ve yönetim sistemi olarak Velayet-i Fakih’i benimseyen İran'ın, eski dinlere ve çeşitli mezheplere ek olarak Kürtler, Araplar, Azeriler, Beluçlar, Türkmenler, Ermeniler ve diğerleri gibi çok sayıda milliyet, etnik köken ve dini gruptan oluştuğu iyi biliniyor.

Çoğunluğu Horasan'ın yanı sıra batı ve kuzeybatı bölgelerini kendilerine yurt edinen Kürtler, son on yıllarda ve günümüze kadar İran rejimlerine karşı harekete geçen en önemli milliyetçi güçler arasında.

 Kürtler, Urmiye, İran'da resmen Kürdistan Eyaleti olarak bilinen Sini’nin (Senendec) yanı sıra, Kirmanşah, Hemedan, Loristan (Hormava), Bahtiyari ve İlam eyaletleri ile Huzistan (Ahvaz) ve Horasan’ı kaplayan ve Doğu Kürdistan olarak adlandırmayı tercih ettikleri bölgede bir insan gücü olarak dağılmışlar. Urmiye bu eyaletlerin en büyüğü ve gölüyle ünlü. İlam, Kürtlerin yaşadığı en küçük eyalet. Resmi olmayan tahminlere göre, İran'daki Kürtlerin sayısı 10 milyonu aşıyor.

Onlarca yıllık isyan

Şah döneminden İslam Cumhuriyeti'ne kadar, İran'daki Kürtler ile yönetimdeki rejimler arasında uzun bir çatışma geçmişi bulunuyor. 1946'da Kadı Muhammed tarafından kurulan ve sadece yaklaşık 11 ay hayatta kalan Mahabad Cumhuriyeti'nin kurulması ve deklare edilmesinden önce, bir dizi Kürt bölgesinde yerel isyanlar ve ayaklanmalar meydana geldi. Bu devlete son verilmesinden sonra Humeyni iktidara gelene kadar çeşitli zamanlarda Peşmerge tarafından çeşitli isyanlar yürütüldü.

O dönemde Kürtler, monarşinin sona ermesi ve yeni rejimin gelişi konusunda iyimserlerdi. Ancak ülkenin yeniden istikra kavuşmasının ardından ülke içinde haklarını elde edemediler. Dahası Humeyni, Kürt bölgelerine saldırı çağrısı yapan bir fetva bile yayınladı. Bu arada, 1980'lerin sonlarında Avusturya'da İran hükümetiyle yapılan bir müzakere toplantısı sırasında suikasta uğrayan İran Kürdistan Demokratik Partisi (HDKA) ​​lideri Abdurrahman Kasımlo gibi Kürt liderler suikasta uğradı. Kasımlo’nun yerine Sadık Şeref Kandi geçti ama o da 1992'de Almanya'da İran istihbaratı tarafından öldürüldü. Bu arada, Kürt milliyetçi grupların yanı sıra Komala adıyla bilinen sol grupları da içeren İranlı Peşmerge savaşçı grupları, devam eden isyanları için Irak'ın Kürt bölgelerini sığınak olarak kullanıyorlardı. Daha sonra, Kürdistan İşçi Partisi (PKK) ve lideri Abdullah Öcalan'ın ideolojisini paylaşan PJAK örgütü ortaya çıktı.

Sonunda, İran hükümeti ile Irak Kürdistan Bölgesel Yönetimi (IKBY) arasında, İranlı Kürt savaşçıların İran ile sınır bölgelerinden uzaklaştırılması, İran’daki Kürt bölgeleri ile sınıra yakın engebeli dağlık alanlarda bulunan kampların boşaltılması konusunda bir anlaşmaya varıldı. İranlı Kürt örgütler ve özellikle de HDKA ile İran Kürdistan Komala Partisi IKBY yetkililerinin taleplerini kabul ettiler. Bu, Mahsa Amini'nin İran güvenlik güçleri tarafından öldürülmesinin ardından ülke genelinde patlak veren protestolar sırasında gerçekleşti. İranlı Kürt örgütler de merkezlerinin bombalanması ve bazı liderlerinin Irak topraklarında öldürülmesi de dahil olmak üzere çeşitli baskılara maruz kaldılar.

Son yıllarda, İran'daki Kürt vatandaşları, aktivistlerinin hapishanelerde infaz edildiği, cenazelerinin Kürt şehirlerindeki ailelerine teslim edildiği veya alenen meydanlarda vinçlere asılarak infaz edildiği haberleriyle uyandı. Aktivistlerin anlattığı rejimin kendilerine yönelik icraatlarından ve politikalarından ise bahsetmiyoruz bile. Bunun sonucunda, Kürt toplumu İran içindeki rejime tamamen karşıt ve muhalif bir hale geldi. Farklı etnik veya mezhepsel yapıya sahip birçok yerel topluluk gibi, otoriteye kızgın.

Otoritenin geri çekilmesi beklentisi

Kürt gazeteci ve siyasi analist Meysam Moradi, İran'daki Kürtlerin, son 50 yıldır verdikleri mücadeleler aracılığıyla, kendi kendilerini yönetmek için bölgelerinde bir güç boşluğu oluşması fırsatını beklediklerini söylüyor. İsrail'in İran hava sahası üzerindeki tam kontrolü ve çeşitli askeri hedefleri imha etmesi ile birlikte, son ve devam eden saldırılarının ardından İran'da durumun, İran hükümetini başarısız bir devlet olmaya doğru ittiğini ekliyor. İsrail saldırılarının devam etmesiyle birlikte, İran hükümetinin çökme olasılığı olduğunu belirtiyor.

Moradi şöyle devam ediyor: “Bu senaryo gerçekleşmezse, Suriye'dekine benzer bir durum İran'da da ortaya çıkabilir ve hükümet, başkenti kaybetmemek için bazı bölgelerden Tahran'a doğru çekilmek zorunda kalabilir. Böyle bir durumda, Kürt, Arap ve Beluç halkları için bölgelerini kontrol etmek adına altın bir fırsat doğabilir.”

 İran'daki Kürtlerin, bazıları aktif, bazıları ise Tahran'daki merkezi hükümete karşı onlarca yıldır devam eden askeri eylemlerden dolayı zayıflamış olan, askeri kanatları bulunan bir dizi parti ve örgütü var. Bunların en önde gelenleri İran Kürdistan Demokratik Partisi, İran Kürdistan Komala İşçi Partisi, Devrimci Kürdistan Komala İşçi Partisi, Komünist Parti, Kürdistan Özgürlük Partisi ile Doğu Kürdistan'daki büyük örgütler arasında yer alan Kürdistan Özgür Yaşam Partisi'dir (PJAK). Hepsinin toplumsal bir tabanı ve milis gücü var.

Bunların çoğu, özellikle en eskisi olan HDKA, bir dizi bölünme, dönüşüm ve bazen de liderlik düzeyinde birleşmelerin yanı sıra, faaliyet ve varoluş koşullarında görülen diğer değişikliklere tanık oldu. Zira bunların çoğu öncelikli olarak IKBY'de ve daha az ölçüde bazı Avrupa ülkelerinde yaşadılar ve faaliyet gösterdiler. Bu arada, karşıt askeri taraf, Komala Partisi'nden grupların ittifak yaptığı PJAK, İran'daki Kürt partilere, özellikle İslam Cumhuriyet'inin maruz kaldığı yapısal saldırıların ardından birlikte çalışma çağrısı yaptı. PJAK, Kürt bölgelerindeki toplumsal grupları bölgelerini yönetmeleri için “halk komiteleri” şeklinde örgütlemeye ve herhangi bir saldırı durumunda meşru savunma hakkının kullanılmasına odaklanmaya teşvik ediyor.

İranlı Kürt aktivist ve yazar Ikram Balkani, Independent Arabia'ya PJAK’ın bazı Kürt örgütlerine kıyasla askeri faaliyetlerini durdurmadığı için iyi bir dinamiğe sahip olduğunu söyledi. Bu örgütler, merkezleri IKBY’deki kamplarda bulunduğu ve üyelerinin bir kısmı bu ülkede uzun süre kaldıkları için daha sonra sivil hayata geçiş yaptılar. PJAK'ın, kadın askeri kanadı olan Kadın Koruma Güçleri de dahil olmak üzere tek bir örgütsel konsey tarafından birbirine bağlı birkaç askeri kanadı olduğunu ekledi. Diğer Kürt partilerin askeri gruplarının da Peşmerge saflarında savaşan kadın savaşçıları var.

Ancak siyasi analist Moradi'ye göre, halk düzeyinde, Mahsa Amini suikastının ardından yapılan gösteriler sırasında İran Kürdistanı şehirlerindeki Kürt birliği açık ve net, yüksek bir seviyede ortaya çıktı. “Bu, Doğu Kürdistan'daki Kürtlerin ulusal birliklerini yüksek seviyede koruyabildikleri anlamına geliyor, ancak Kürt parti ve örgütler söz konusu olduğunda durum biraz farklı. 'İran Kürdistan Partileri İşbirliği Merkezi' çatısı altındaki partiler iç çatışmalar nedeniyle dağıldı” dedi. İsrail'in İran'a yönelik saldırılarından sonra, bu partilerin henüz ortak bir açıklama yapamadığını ve “bunun da aralarındaki iç çatışmaların henüz çözülmediği anlamına geldiğini” açıkladı.

 ABD ile net ilişkiler yok

Şarku’l Avsat’ın Independent Arabia’dan aktardığı analize göre ABD ve İsrail'in dikkati ve odağı askeri operasyonlara, İsrail'in iddia ettiği gibi nüfuzuna ve varlığına yönelik tehdit çemberinden çıkarılması için, İran'ın nükleer programına ve askeri yeteneklerine son vermeye odaklanmış durumda. Dolayısıyla bilhassa Saddam Hüseyin rejiminde olduğu gibi, ülkedeki muhalif güçlerle ortaklık içinde yönetimin değiştirilmesi henüz tartışılmadığından, Kürt taraflar ile ilişkiler ön plana çıkmadı. Ancak Kürt aktivist Balkani, özellikle terör örgütü olarak sınıflandırılmadığından, ABD ile PJAK da dahil olmak üzere Kürt güçler arasında iş birliğinin mümkün olduğunu düşünüyor.