​Sudan'ın laik muhalefet liderinden gösterilere destek

Abdulvahid Muhammed Nur  (AFP)
Abdulvahid Muhammed Nur (AFP)
TT

​Sudan'ın laik muhalefet liderinden gösterilere destek

Abdulvahid Muhammed Nur  (AFP)
Abdulvahid Muhammed Nur (AFP)

Sudan hükümetine karşı savaşan Sudan Kurtuluş Hareketi (SLM-AW) kurucusu ve lideri Abdulvahid Muhammed Nur, hareketinin Aralık ayında Hartum'da başlayan ve ülkenin farklı şehirlerine yayılan “Gençlik Devrimi"ni desteklediğini açıkladı.
Göstericilerin sürekli söylediği “Rejim devrilecek” sloganının harfi harfine uygulanması gerektiğini belirten Nur, hükümetin harekete yönelik ‘yıkıcı girişimlerde bulunma, protesto sırasında vatandaşları hedef alma ve İsrail ile anlaşma’ iddialarının kesinlikle doğruyu yansıtmadığını kaydetti.
Sudanlı yetkililer, SLM-AW mensuplarının İsrail’de eğitim alarak, Sudan’daki gösterileri kışkırtacak faaliyetlerde bulunmakla suçladı. Ancak Nur iddiaları yalanlıyor.
Gösterilerin üçüncü ayına girdiğini kaydeden Nur, Sudan rejiminin krizle yüzleşmekten kaçtığını ve krizi çözme konusunda başarısızlığa uğradığını söyledi.
Nur, Sudan’da Devlet Başkanı seçilmesi halinde İsrail’de Hartum Büyükelçiliği’ni açacağını ve Filistin meselesinde iki devletli çözümden yana olduğunu ifade ederek, Sudan halkının çıkarını zedeleyen hiçbir faaliyette bulunmayacağını vaat etti.
“Filistin meselesini çözmek için tek bir safta yer alacağız” ifadelerini kullanan Nur, “İlişkilerimizi, ülkemizin çıkarlarını koruma doğrultusunda kurmalıyız” diye konuştu.
Nur, Şarkul Avsat’a verdiği demeçte şu ifadeleri kullandı: “Cumhurbaşkanı Ömer Beşir, Sudanlıları din ve ırklarına göre bölerek, ülkenin her yerinde savaşın fitilini ateşledi.” Beşir yönetiminden küresel arabulucular aracılığıyla defalarca ‘Hartum’u bölme’ teklifi aldıklarını belirten Nur, reddettiklerini açıkladı. Nur şöyle devam etti: “2006 yılında Nijerya’daki Abuja müzakerelerinde bize bu teklifi sundular. Daha sonra Fransa’ya gittiğim sıralarda defalarca aynı teklif ile geldiler. Özellikle de Uluslararası Af Örgütü, Beşir yönetimini suçlayınca bu tekliflerini yinelediler.”
Nur, her defasında bu girişimleri reddettiklerinin altını çizerek şöyle konuştu: “Sudan’ın parçalanmasını istemiyoruz. Bilakis, herkesi bir araya getirerek bir plan ile ülkenin birlik olmasını istiyoruz. Sorun Darfur’da ya da Güney Sudan’da değil. Asıl mesele, Sudan’daki ‘kardeşlik’ rejiminde.
Sudan’da şu an olup bitenlerin devrimin bir parçası olduğunu savunan Nur, “Bu, bir vatan anlayışını inşa edemeyen başarısız bir yönetimin sebep olduğu ve nesiller boyu devam eden krizlerin birikimidir” ifadelerini kullandı.
“Sudan halkının hak ettiği saygınlık, medeni seviyeye gelmesi ve insanlar arasında, din, ırk, renk ve kültür ayrımı yapmayan eşit bir vatandaşlık anlayışını getirmek için uğraşıyoruz elde etmek için çalışıyoruz” ifadelerini kullanan Nur şöyle devam etti:
“Ülkemize bağımsızlıktan sonra başarısız bir devlet mirası kaldı ve Beşir hükümeti de bu başarısızlığa başarısızlık kattı.”
Hareketinin laik bir Sudan devletin kuracağını belirten Nur, din ve devlet işlerinin ayrılması gerektiğini yineledi.
Nur, "Devrime öncülük eden gençler şimdi yeni fikirlere ve kavramlara sahipler. Amaçları birlik olan bir vatan ve şimdi tüm Sudanlıları iki kelimeyle birleştiren bir slogan etrafında dönüyorlar. “Rejim devrilecek” Sadece iki kelime ama zekice ve derin bir slogan…”
Haziran 2006’da Nijerya’da Abuja anlaşmasını imzalamadığı için hükümetle herhangi bir müzakereye gitmeyeceği konusunda kararlı olan Sudan Kurtuluş Hareketi lideri, hareketinin, İsrail’den silah alarak kaos yarattığı iddialarını net bir dille yalanladı. Nur, “Provokatör bir hareket değiliz. Bilakis, halkı Sudanlıları bölmek ve aralarında korku uyandırmak için uğraşan iktidarın zihniyetinden kurtarmaya çalışıyoruz. Beşir yönetimi başarılı olamadı. Çünkü halk birlik olduğunu bir kez daha gösterdi, dertlerinin adalet olduğunu ve tüm dinler için özgürlüğün önemli bir yeri olduğunu anlayarak birlik içinde hareket etti. Hareketinin zayıfladığı yönündeki iddiaları reddeden Nur, her zamankinden daha güçlü olduğunu öne sürdü. Uluslararası toplumun önerdiği Sudan yönetimi ile uzlaşma tekliflerini ise reddettiklerini açıkladı.
Nur, Sudan'ın kültür ve etnik köken bakımından zengin, geniş bir ülke olduğunu, iktidarı belirli bir grubun lehine çalışarak kendi tekelinde bulundurmasının adil olmadığını vurguladı. Adaletsizliklerin ve zulmün tarih boyu devam etmesinden yakınan Nur, bunun sebebinin merkezi hükümetler olduğunun altını çizdi. Hareketinin, demokratik bir birlik çerçevesinde federal bir yönetim kurmayı amaçladığını ifade eden Nur, “Vatandaşın vali olmak veya kendi yöneticisini kendisi seçmesini içeren bir sistem hedefliyoruz. Halkçı devrim ve silahlı mücadele yoluyla duruşumuzu ilan ettik. Şu anda barışçıl bir ayaklanma var. Böyle bir hedefi kendimize şiar edinmişken, biz bir sivili nasıl öldürebiliriz? Biz ulusal projemizi gerçekleştirmek için uğraşıyoruz. Zaten bu zamana kadar bu vatan için çok sayıda şehit, milyonlarca mülteci verdik…”
Hareketinin vizyonu ile ilgili konuşan Nur, "Hareketimizi, ‘Darfur’u Kurtarma Hareketi’ değil, Sudan Kurtuluş Hareketi olarak isimlendiriyoruz. Sudan’ı ‘Güney Sudan, Darfur, Al-Nevbe Dağları ve Mavi Nil’ olarak ayıran İngiliz sömürgesinden bu yana ülkeyi yöneten dinci zihniyetten kurtarmayı amaçlıyoruz. Hareketinin, Sudan’ın birliğini yeni bir temele dayandırmayı hedeflediğini ifade eden Nur, milliyetçilerin, bölgesel kabile veya aşiretlerin isimler üzerinden ülkeyi bölmesini reddettiğini duyurdu.
"Darfur halkı binlerce yıl öncesine dayanıyor. Büyük bir medeniyete sahipler ve Mısır ve Sudan'da piramitlerin inşasına katkıda bulundular. Darfur Sultanlığı, on yıllarca Kabe'nin örtüsünün dikimine ev sahipliği yaptı. Sonuncusu Sultan Ali Dinar tarafından dikildi. Mekke’de “Aabar Ali” olarak biliniyor. Darfur Sultanlığı, İngiliz ordusunun 1916'da işgaliyle sona erdi” diye konuşan Nur, "Darfur, batı Sudan ve Kurdufan halkı, Sudan’ın en büyük ekonomik projesi olan Cezire Projesinin dayanağıdır” dedi. Hükümetin uluslararası arabulucular aracılığıyla yaptığı teklifleri hatırlatan Nur, “Bütün bu geçmiş, Darfur bölünürse nereye gidecek? Kesinlikle böyle bir şeyi en başından reddettik ve reddedeceğiz” diye konuştu.
Nur şu ifadelere yer verdi: “18 yıldır reddettiğimizi kabul edemeyiz. Beşir, milliyetçi bir başkan olmaya çalıştığını söylüyor ve herkesten tek bir noktada yer almasını bekliyor, bu kabul edilebilir bir şey değil. Rasyonel bir çaba değil. 30 yıllık yönetimden sonra, bir kişi gelir ve bir mesafede durmak istediğini söyler.”
Nur, Sudan halkının taleplerinin yerine getirilmesi için, Beşir ve rejiminin derhal istifa etmesi gerektiğini belirterek en yüksek oranın gençlere verildiği bir geçiş hükümetinin oluşturulması gerektiğini söyledi. Nur’a göre, otuz yıldır devam etmekte olan durumdan en çok etkilenenler gençler. Yaşananların bedelini canlarıyla ödediklerini söyleyen Nur, bazıları öldürüldü, bazıları işkenceye maruz kaldı, bazıları yerinden edildi, bazıları mülteci konumuna düştü. Bazıları ise işsizlik, açlık ve hastalık içinde yaşam mücadelesi veriyor. “İktidardaki İslamcı rejim hiçbir koşul olmadan derhal ortadan kalkmalı” diyen Nur, “Artık yama değil gerçek bir çözüm gerekiyor. İstifa eden veya görevde olan bazı yetkililer, barışçıl göstericileri öldürmek suçundan Uluslararası Ceza Mahkemesi’nde Lahey’de yargılanmalı” şeklinde konuştu. Rejimden itiraflar geldiğini belirten Nur, “Cumhurbaşkanı’nın kendi ağzıyla söylediği ‘Darfur’da birilerini öldürdük’ ifadesi Lahey’e taşınacak. Bu açık açık bir suç itirafıdır” dedi.
"Bir sonraki geçiş döneminin görevi demokratik bir anayasa yazmak, kalıtsal meselelere ve sorunlara çözüm aramak. Bu çok büyük bir şey…” diyen Nur, “Yerinden edilen vatandaşların geri dönmesi için ekonomik adımlar atılarak üretim araçları edindirilmeli” şeklinde konuştu.
Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde adaylığıyla ilgili konuşan Nur, “Bunları gerçekleştirirsek halkın hizmetçisi oluruz, halkın başına bela değil” dedi.
Hareketinin İsrail’le ilişkileri hakkında söylenenlere de değinen Nur, “Gizli yapılan bir şey yok. Her şeyi aleni ve ortada. Mısır’daki Sina üzerinden çok sayıda Sudanlının İsrail’e gitmesinin ardından ben de Şubat 2009’da İsrail’i ziyaret ettim. İsrail’deki Sudanlılarla ilgili işlerin takibini yapmak üzere orada bir ofis açtık. Sudan'ın başkalarının nefretinin kurbanı olduğunu biliyoruz. Sudan Devlet Başkanı olursam, İsrail ve Filistin’de elçilik veya temsilcilik açacağım ve sorunun çözülmesi ve iki devletli çözüm için iki devlete de eşit mesafede yer alacağım” dedi. Nur, sözlerini şöyle tamamladı: “İlişkilerimizi, ülkemizin çıkarları doğrultusunda inşa etmeliyiz.”



İran'ın vekilleriyle yüzleşmek: Bölgesel rol

Lina Jaradat
Lina Jaradat
TT

İran'ın vekilleriyle yüzleşmek: Bölgesel rol

Lina Jaradat
Lina Jaradat

James Jeffrey

24 Haziran'da dünya Ortadoğu'da farklı bir sahneye uyandı. Ateşkes, Gazze Şeridi hariç, 7 Ekim 2023'te İran’ın vekillerinin başlattığı bölgesel bir çatışmayı, son olarak Tahran'ın kendisinin doğrudan müdahil olmasının akabinde sonlandırdı. Bu çatışma İran ve vekilleri için dolaylı olarak da askeri müttefiki Rusya için ağır bir yenilgiyle sonuçlandı. Savaşın tozu dumanı dağılırken temel bir soru ortaya çıkıyor; nadiren barışı tatmış bir bölgede uzun vadeli istikrarı sağlamak için bu başarıyı nasıl kullanabiliriz? İlk adım İran'ı çevrelemektir, ancak bu çabanın başarısı, ayrıntılarının tam ve derinlemesine anlaşılmasına bağlı.

ABD, daha önceki çatışmalarda olduğu gibi bu çatışmada da bazen başarılı, bazen de etkisi sınırlı kilit bir rol oynadı. Ancak bu rolün, Başkan Trump'ın bu hayati öneme sahip bölgeye olan ilgisini kaybetmesi nedeniyle değil, aksine ABD'nin ne sunabileceği ve nelerden kaçınması gerektiği konusundaki gerçekçi vizyonundan hareketle “savaş sonrası” aşamada değişmesi muhtemel.  Trump'ın siyasi tabanında izolasyonistlerin güçlü varlığı göz önüne alındığında bu kaçınma önemli. İran'a yönelik son saldırıda olduğu gibi, Amerikan taahhütlerinin kısa vadeli, düşük maliyetli ve doğrudan Amerikan vatandaşının çıkarlarıyla bağlantılı olması koşuluyla, bu akımı ikna etmek mümkün.

Bu nedenle bölge ülkeleri, Başkan Trump'ın mayıs ayında Riyad'da yaptığı konuşmada ortaya koyduğu, ABD'nin Ortadoğu politikasının genel çerçevesini ciddiye almalı. ABD, bundan sonra “son çare” rolünü, yani yalnızca kesinlikle gerekli olduğunda ve başka alternatif kalmadığında müdahale eden bir güvenlik garantörü rolünü üstlenmeyi planlıyor. Fordo tesisinin bombalanması bu tür kararlı müdahalelerin açık bir örneğiydi. Daha geniş çerçevede, Trump konuşmasında, bölgenin sorumluluklarını üstlenebilme gücüne güvendiğini, bölgenin birçok krizi kendi başına çözebilecek olgunluğa ulaştığına inandığını dile getirdi.

Bölgesel güçler, bu alanlarda gerçek bir değişim yaratmak için uzun vadeli vizyonlara ve sahadaki detaylara ilişkin kapsamlı bir anlayışa sahip, ABD ise bunlardan yoksun

Bu durum, bölgedeki iki ana taraf olan ABD ve Türkiye'nin de aralarında bulunduğu bölge ülkeleri arasında ideal bir rol dağılımına işaret ediyor; burada İsrail'in özel bir statüye sahip olduğuna işaret edelim. Zira Amerikan güvenlik şemsiyesi, İsrail ile eşgüdüm halinde, İran'ın doğrudan oluşturduğu stratejik tehditlerle mücadeleye odaklanacaktır. Gazze, Lübnan, Irak, Suriye ve Yemen'de İran’ın vekillerinin kalan ağlarıyla mücadeleye gelince, son dönemde Suriye'ye yönelik izlenen politikada da görüldüğü gibi, gayriresmi bir ittifak çerçevesinde bölge devletlerinin sorumluluğunda olduğu varsayılıyor. Bu dağılım iki nedenden dolayı mantıklı görünüyor; birincisi, bu ağların nüfuzunu ve dolayısıyla İran'ın bunlar üzerindeki kontrolünü sınırlamak, en çok bu ağlara ev sahipliği yapan ülkelere komşu olan Arap ülkeleri ve Türkiye’nin menfaatinedir. İkincisi, bölgesel güçler bu alanlarda gerçek bir değişim yaratmak için uzun vadeli vizyonlara ve sahadaki detaylara ilişkin kapsamlı bir anlayışa sahip, ABD ise bunlardan yoksun.

Aşağıda, vekillerin etkisini azaltmayı ve böylece İran'ın gayrimeşru hegemonyasını zayıflatmayı amaçlayan bölgesel katılım için bir “eylem planı” yer almaktadır. Bu plan, ABD'nin doğrudan müdahalesini gerektiren alanları belirliyor. Diğer uluslararası tarafların rolleri ise nispeten sınırlı kalıyor. Zira Avrupa Birliği ve İngiltere genel olarak ABD'nin hedeflerine destek verseler de finansal alan dışında bölgesel güvenliğe katkıları sınırlı olmayı sürdürüyor. Öte yandan Çin ve Rusya'nın, Güvenlik Konseyi'ndeki birkaç sınırlı ve yoğun rol dışında, bölgenin farklı yerlerinde 20 aydır süren operasyonlar boyunca neredeyse hiçbir etkileri olmadı.

Arap ülkeleri arasında, mevcut Filistin liderliğinin Gazze'de ne ölçüde rol üstlenmeye hazır olduğu konusunda görüş ayrılıkları öne çıkıyor. Ancak bölge, eninde sonunda kendisini Ramallah'ın bu bağlamda neler sunabileceğiyle yüzleşmek zorunda bulacaktır

Gazze

BAE ve Mısır, Gazze'deki “ertesi gün” aşaması için Filistin Ulusal Otoritesi, bölgesel organlar ve uluslararası tarafların ortak roller üstlenmesini öngören planlar sundular. Bu planların genel hatları ümit verici görünse de Hamas'ın Gazze’de siyasi kontrolden vazgeçmesini, güç kullanımının başka bir Filistinli oluşuma veya kolektif bir Arap oluşumuna ya da ortak bir oluşuma münhasır olduğunu tanımasını şart koşuyor. Bu şartın sağlanması zor olsa da özellikle İsrail'in, tıpkı Lübnan'da Hizbullah'ın başına gelenlere benzer şekilde, Hamas'ın askeri gücünü yeniden inşa etmesi durumunda müdahale etme hakkını savunacağı düşünüldüğünde, imkânsız değil. Mevcut Filistin liderliğinin Gazze'de rol üstlenmeye ne kadar hazır olduğu konusunda da Arap ülkeleri arasında görüş ayrılıkları öne çıkıyor. Ancak bölge, eninde sonunda kendisini Ramallah'ın bu bağlamda neler sunabileceğiyle yüzleşmek zorunda bulacaktır.

İsrail ile Hamas arasında ateşkes sağlanmasının ardından 23 Ocak 2025'te, yerinden edilen Filistinliler Gazze Şeridi'nin kuzeyindeki Cibaliye'ye geri dönerken, insanlar yıkılan binaların enkazları arasında çadırlar kuruyor (AFP)İsrail ile Hamas arasında ateşkes sağlanmasının ardından 23 Ocak 2025'te, yerinden edilen Filistinliler Gazze Şeridi'nin kuzeyindeki Cibaliye'ye geri dönerken, insanlar yıkılan binaların enkazları arasında çadırlar kuruyor (AFP)

Bu bağlamda ABD’nin rolü çok önemli. ABD, Gazze'deki Hamas kalıntılarına karşı devam eden ve sivil halka büyük zararlar veren savaşı durdurması için mevcut İsrail hükümetine baskı yapabilecek tek taraf olmaya devam ediyor. Başkan Trump'ın İran'a yönelik saldırısının olumlu yan etkilerinden biri de kazandığı güvenilirlik oldu ve bu da ona İsrailliler üzerinde bu hassas konuda etkili baskı uygulayabilme olanağı tanıyor.

Suriye

Genel olarak Türkiye ile ittifak içinde olan önde gelen Arap devletleri takdire şayan bir öncü rol üstlendiler. Ancak Suriye'deki sahne farklı; İran'ın açık nüfuzu önemli ölçüde gerilemiş olsa da Tahran hâlâ çok sayıda Suriyeli tarafla örtülü ilişkilerini sürdürüyor ve nüfuzunu yeniden kazanmak konusunda oldukça istekli olduğunu gösteriyor. Buna karşılık mevcut Suriye rejimi, Esed'in eski müttefiki İran'a karşı açık bir düşmanlık sergiliyor. En büyük meydan okuma, 14 yıldır süren savaş nedeniyle nüfusunun yarısının yerinden edildiği, yüz binlerce kişinin öldürüldüğü ve kapsamlı bir ekonomik çöküş yaşayan yeni Suriye devletinin kırılganlığıdır. Kuzeyde, kuzeydoğuda, batıda ve güneyde yayılan ve merkezi hükümete bağlılıkları şüpheli silahlı grupların yanı sıra, DEAŞ’a bağlı grupların devam eden varlığının gölgesinde kökleşmiş iç ayrışmalar, bu durumu daha da derinleştiriyor.

BM Güvenlik Konseyi'nin 1701 sayılı kararına dayanan 2024 ateşkesi şartları, Lübnan hükümeti ve halkının Hizbullah'ın nüfuzunu azaltmaya yönelik çabalarına hukuki bir zemin sağlıyor

Bölge ülkelerinin öncelikli görevi, özellikle Başkan Trump'ın Suriye'ye yönelik ciddi toparlanma çabalarını engelleyen yaptırımları kaldıran başkanlık kararnamesini yayınlamasının ardından, etkili ekonomik destek sağlamaktır. İkinci görev ise bölgesel pozisyon birliğini korumaktır. Nitekim 2018 yılından itibaren Arap dünyasında Suriye politikası konusunda ortaya çıkan ayrışmalar, Esed rejimine yönelik ortak pozisyonu zayıflatmıştı. Bu durum daha sonra, özellikle de Esed'in Arap Birliği'ne tam dönüşü karşılığında herhangi bir reformda bulunmayı reddetmesinin ardından 2023'te düzeltildi.

Bugün en büyük meydan okuma, Arap devletleri ile Türkiye arasında yalnızca Şam rejimine yönelik değil, aynı zamanda ülkenin geniş bölgelerini kontrol eden silahlı gruplara karşı pozisyonlarda da görüş ayrılığı yaşanması olasılığıdır. Bu bağlamda Arap dünyası ile Türkiye'nin görüş birliği içinde olması zaruri hale geliyor. Burada, iç reform, yönetişim, güvenlik ve dış ilişkiler dosyalarını kapsayan net bir “yapılacaklar listesi” hazırlanması, Arap dünyasının 2021-2024 yılları arasında Esed'e yönelik benimsediği yaklaşıma benzer şekilde, yeni Suriye hükümetine ortak bir çerçeve olarak sunulması öneriliyor.

ABD Başkanı Trump, Suriye dosyasıyla ilgili olarak Türkiye Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ile arasındaki gerginliği azaltmak konusunda arabuluculuk yapabileceğini İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu'ya bildirdi. Bu, mevcut Suriye bağlamında en hassas konulardan birinde gerilimi azaltabilir. Buna paralel olarak ABD, DEAŞ’ı çevrelemeye devam etme konusunda doğrudan çıkar sahibi ve bu da Kürt liderliğindeki Suriye Demokratik Güçleri (SDG) ile sürekli iş birliğini gerektiriyor. Ancak Suriye'deki tablo oldukça karmaşık; zira aynı güçler, Türkiye ile PKK bağlantıları nedeniyle çatışma içinde oldukları bir dönemde, Şam ile kuzeydoğunun merkezi devlete yeniden entegrasyonu konusunda, idari, ekonomik, enerji ve güvenlik konularını da içeren müzakereler yürütüyor.

Dolayısıyla ABD'nin yaptırımları kaldırma sorumluluğunun yanı sıra hâlâ temel bir rolü bulunuyor. Son olarak Washington'un, Golan Tepeleri'nin hukuki statüsü de dahil olmak üzere, Suriye ile İsrail arasında 1974’te varılan anlaşmada yer alan konuları ele almak için hem Suriye hem de Ürdün ile birlikte çalışması gerekiyor.

 İsrail ile Hizbullah arasında ateşkesin yürürlüğe girmesinin ardından, Beyrut'un güney banliyölerindeki hasarlı binaların yakınından geçen araçlar Lübnan, 27 Kasım 2024 (Reuters)İsrail ile Hizbullah arasında ateşkesin yürürlüğe girmesinin ardından, Beyrut'un güney banliyölerindeki hasarlı binaların yakınından geçen araçlar Lübnan, 27 Kasım 2024 (Reuters)

Lübnan

BM Güvenlik Konseyi'nin 1701 sayılı kararına dayanan 2024 ateşkesinin şartları, Lübnan hükümetine ve halkına, “devlet içinde silahlı devlet” olarak Hizbullah'ın nüfuzunu azaltmaya yönelik çabalarına yasal bir zemin sağlıyor. Bu bağlamda, Lübnan'ın karşı karşıya olduğu hukuki zorluklar ve ciddi ekonomik kriz göz önüne alındığında, BM ve uluslararası bağışçılara önemli rol düşüyor. Ancak Arap ülkelerinin de halen en az bunun kadar önemli, finansal destek ve diğer ekonomik yardım biçimlerini sunmak gibi ciddi bir rolü bulunuyor. Bunun ötesinde, bu rol, Lübnan hükümetine Hizbullah'ı dizginleme sözünü yerine getirmesi için baskı yapmak amacıyla siyasi tutumları birleştirmeye kadar uzanıyor. Arap ülkeleri de dahil olmak üzere dış yardımların, silahsızlandırma taahhüdüne, 1701 sayılı kararın uygulanmasına ve ateşkese bağlanması, Lübnan ve bölgede barış ve istikrarın sağlanması için olmazsa olmaz bir unsurdur.

Lübnan örneğinde olduğu gibi Arap ülkelerinin Irak hükümetiyle de tarihi ilişkileri bulunuyor ve bu ilişkiler ekonomik ve diplomatik düzeyde giderek gelişiyor

Arap iş birliğinin etkin koordinasyon gerektiren en önemli alanlarından biri de Lübnan-Suriye ilişkileri. Suriye'nin Hizbullah'a gönderilen silahlar konusunda kaçakçılığı sınırlaması için bölgesel desteğe ihtiyacı var. Zira Şam'daki hükümetin değişmesinden sonra bile, 1701 sayılı kararın açıkça ihlali niteliğindeki silah sevkiyatı girişimleri devam etti. Lübnan ve Suriye'nin Şeba Çiftlikleri konusunda ortak tavır alması da önem taşıyor.

ABD ise Lübnan'da doğrudan önemli bir rol oynamasa da Lübnan ordusuna verdiği sürekli destek, sunduğu diğer yardımların yanı sıra, Güvenlik Konseyi'ndeki daimi üye olarak etkinliği aracılığıyla aktif olmayı sürdürüyor. Buradan hareketle Arap ülkelerinin, İsrail'in ateşkese bağlılığının sağlanması, Lübnan topraklarında halen işgal ettiği mevzilerden güçlerini çekmesi başta olmak üzere, Lübnan’da Washington ile koordinasyon ve iş birliği yapmaları gerekiyor.

Irak

Lübnan örneğinde olduğu gibi Arap ülkelerinin Irak hükümetiyle de tarihi ilişkileri bulunuyor ve bu ilişkiler hem ekonomik hem de diplomatik düzeyde giderek gelişiyor. Ancak Irak sahnesi doğası gereği Lübnan'dakinden farklı. İran'ın Irak'taki nüfuzu, bilhassa Lübnan'daki doğrudan vekili Hizbullah'ın nüfuzuyla karşılaştırıldığında daha güçlü nüfuza sahip siyasi partiler, Haşdi Şabi’ye bağlı milisler aracılığıyla çok daha geniş ve çeşitli. Ancak Lübnan’a göre Irak'ın kırılganlığı daha derin görünüyor. Şarku’l Avsat’ın al Majalla’dan aktardığı analize göre zira Irak İran'a komşu olmasının yanı sıra, onunla yakın enerji bağları da var. Ayrıca Lübnan'dan farklı olarak, vekillerin nüfuzunu sınırlamasını sağlayacak uluslararası hukuki yetkilerden de yoksun. Dünyanın önde gelen petrol üreticilerinden biri olan Irak, İran'ın bölgesel hesaplarında stratejik bir kazanımı temsil ediyor.

Irak liderliğine, Tahran ile angajmanda aşırıya kaçmasının ciddi sonuçlar doğurabileceği hatırlatılmalı; bu durum Kürtleri ayrılığa itebilir ve Sünni Arapları DEAŞ’ın kollarına geri dönmeye teşvik edebilir

Arap ülkeleri, Irak hükümetiyle gelişen diplomatik ve ekonomik ilişkilerini, dolaylı yoldan harekete geçerek, Bağdat'ın karar alma bağımsızlığını desteklemeye katkıda bulunmak için kullanabilirler. Irak liderliğine, Tahran ile angajmanda aşırıya kaçmasının ciddi sonuçlar doğurabileceği hatırlatılmalı; bu durum Kürtleri ayrılığa itebilir ve Sünni Arapları DEAŞ’ın kollarına geri dönmeye teşvik edebilir. Bu iki gelişme sadece Irak'ın değil, tüm bölgenin güvenliği için tehdit oluşturuyor. Bu bağlamda, Kürdistan Bölgesel Yönetimi ile Bağdat hükümeti arasındaki ilişkilerin yönetilmesi konusunda Türkiye ile iş birliği yapılması en önemli önceliktir.

Irak'taki Amerikan rolüne gelince, giderek azalsa da özellikle enerji sektöründeki ticari anlaşmalar açısından hâlâ büyük önem taşıyor. Buna ilave olarak, DEAŞ’ın geri dönüşünü engellemede oynadığı önemli rolün yanı sıra, son yıllarda biriktirdiği hukuki, mali ve diplomatik mirasla etkisini sürdürüyor. Washington, Arap ülkeleri, Türkiye ve daha geniş ölçüde uluslararası toplum açısından önemli olan sonuç şudur, Irak'ın son 20 yıldır Lübnan ve Yemen'in izlediği yola sapması bölgesel bir felakete yol açacaktır.

Arap devletleri, ABD dahil olmak üzere herhangi bir dış güçle karşılaştırıldığında, İran ve bölgedeki ağlarından beklenen direnişe karşı koymaya en muktedir ülkeler olmaya devam ediyorlar

Yemen

Yemen dosyasında onlarca yıldır hiçbir dış güç gerçek bir atılım sağlayamadı. Buna vekili Husilerin ülkeyi tamamen kontrol altına almasını veya uluslararası alanda meşru olarak tanınmasını sağlayamayan İran da dahil. Husilerle merkezi hükümet arasındaki çatışmanın büyük ölçüde donmuş bir biçimde kalacağı varsayıldığında, Arap devletlerinin meşru hükümete siyasi destek vermeye ve insani yardımları yoğunlaştırmaya odaklanmaları gerekiyor. ABD açısından ise Husiler'in deniz trafiğine yönelik saldırılarını yeniden başlatmaması durumunda, Husiler ile çatışmaya girme konusuna ilgisi sınırlı kalmaya devam edecektir. Konunun karmaşıklığı göz önüne alındığında, sahadaki gelişmeler farklı bir yaklaşımı gerektirmediği sürece, konunun sonraki bir aşamaya bırakılması daha iyi olacaktır.

Arka planda Husiler tarafından ele geçirilen kargo gemisinin yer aldığı sahilde yürüyen bir Husi savaşçısı 5 Aralık 2023 (ABE)Arka planda Husiler tarafından ele geçirilen kargo gemisinin yer aldığı sahilde yürüyen bir Husi savaşçısı 5 Aralık 2023 (ABE)

Sonuç

İran, bölge genelinde geniş bir vekil ağı kurmak için onlarca yıl harcadı ve bu çabasında büyük ölçüde başarılı oldu; bu da Arap dünyasını muazzam bir baskı altına soktu. Dört Arap ülkesi ve Gazze Şeridi halklarının kendi kaderlerini tayin haklarını ellerinden aldı. Bu halklar, çeşitli aşamalarda, ağır insani kayıplar vermelerine neden olan ve tüm bölgenin istikrarsızlaşmasına yol açan savaşlara girmeye zorlandılar. Uzun vadede refah ve barışın hüküm sürdüğü bir Ortadoğu için sadece nükleer ve askeri programlarıyla ilgili olarak değil, aynı zamanda vekalet yoluyla diğer ülkeleri kontrol etme yeteneği açısından da İran'ın nüfuzu azaltılmalıdır. Birkaç nedenden ötürü, Arap ülkeleri, ABD dahil olmak üzere herhangi bir dış güçle karşılaştırıldığında bu görevi yerine getirmeye en muktedir ülkeler olmaya devam ediyorlar. Ancak bu konuda başarıya ulaşmak için, İran ve bölgedeki ağlarından beklenen direnişe karşı ortak bir duruş ve kolektif bir iradeye ihtiyaç vardır.

*Bu analiz Şarku'l Avsat tarafından Londra merkezli al Majalla dergisinden çevrilmiştir.