​Kapitalizmin kadınlar açısından irdelenmesi

​Kapitalizmin kadınlar açısından irdelenmesi
TT

​Kapitalizmin kadınlar açısından irdelenmesi

​Kapitalizmin kadınlar açısından irdelenmesi

Takipçilerinden önce düşmanlarının kabulüyle Karl Marx’ın, kapitalist sistemi irdelemek ve çalışma biçimini anlamak için başvurulması gereken düşünürlerin en önemlisi olduğunu söyleyebiliriz.
Batı, kendi orta çağından çıkarken ürettiği bu sistemi, ortaya çıktığı ilk zamanlardan daha karmaşık biçimlerde de olsa insan yaşantısının hedeflerine ayak uydurarak yirmi birinci yüzyıla getirmeyi ve günümüze değin dünyaya dayatmayı başarabildi.
Bununla birlikte Marx’ın en önemli eseri olan Das Kapital, bu sistemin özellikle kadını ilgilendiren konulardaki çalışma mekanizmasını ve modern ve çağdaş toplumlarda kadınların konum edinmesinde kapitalizmin oynadığı rolü ortaya çıkarmak isteyen okuyucuya pek de yardımcı olmuyor.
Nitekim düşünür, bu konuda titiz bir resim çizmeksizin ilkeler ve kuru genellemeler sunmakla yetiniyor.
Bu noktada İtalyan kadın düşünür Silvia Federici’nin önemi kendini gösteriyor. Federici, yaklaşık son elli yılda yayımladığı bir dizi detaylı eser ve çalışma ile kadınların kapitalizmin gölgesindeki kaderleri konusunda ‘sermayeye’ eşlik eden bir nevi delil sundu ve onların yaşamına hükmeden toplumsal ve kültürel çerçevelerin tarihsel kökenlerini ele aldı.
Federici’nin yeni çıkan ve İngilizce olarak yayımlanan ‘Cadı Kadınlar: Kadınlar ve Cadı Avına Dair’ adlı son kitabı (112 sayfa), önceki kitaplarında ama özellikle de cadı avı olgusunu irdelediği önemli eseri ‘Caliban ve Cadı Kadınlar (1998)’da sunduğu temel düşüncelerinin kısa ve güncellenmiş bir toplamı mahiyetinde.
Avrupa toplumları, cadı avına toplumun yumuşak yarısının aile düzeninin yeni biçimi lehine olacak şekilde yeniden yapılandırılması ve yeni endüstriyel üretim devresinin amaçlarına hizmet ettirilmesi için araç olarak kullanılan kapitalizmin yükselmeye başladığı zamanlarda tanık oldu. Bu yeni yapılandırma, -çoğunlukla çiftçi toplumunda ve aristokrat aile çerçevesi dışında- iki yarım arasında dengeli ilişkiler olarak nitelenen bir arada yaşam ile geçen on yılların ardından ve erkekleri işçi olarak fabrikaya çekmek, kadınları da çocuk doğurmak ve ev işlerine adamak amacı güden iş bölümü ilkesinin ortaya çıkmasından önce kadınların kazandığı gözle görülür bir ekonomik bağımsızlıktan sonra gündeme geldi.
Federici’ye göre bu duruma, cinsiyet rollerinin yeni biçimine isyan etmeyi hoş gören herkesi korkutmak ve yeni değersiz ücretli işçiler doğuramayan, ekonomik değerden yoksun ve boyun eğmiş kadınlar üzerinde (hoşa gitmeyen bir) etki kurarak ataerkil sistem için sorun çıkarmakla yetinen kadınlardan kurtulmak için özellikle kadınlara yönelik büyücülük yaftasının kullanılması eşlik etti.
Federici, kapitalizmin çocuk doğurma eylemini, uyumlu iki eş arasındaki sevginin bir sonucu olmaktan çıkarıp salt ekonomik bir görev ve toplumun memnuniyetini kazanmak için zorunlu bir basamak haline getirdiğini düşünüyor.
Ona göre “kapitalist toplumlarda tıpkı erkeklerin fabrikanın idaresi için ücretli işçiler haline getirilmesi gibi kadın bedeni de başka bir üretim aracına dönüştürüldü”. Bundan dolayı sömürü ve yüzleşmenin yeri de kadın bedeni ve fabrika oldu.
Federici bu tarihî dönüm noktasını yasa metinleri üzerinden örneklendiriyor. Söz konusu yasalar, on dördüncü yüzyılda İtalyan kadınına dayak veya tecavüze maruz kaldığı bir durumda eşinden davacı olma hakkı tanıyorken resmî kilise kurumu, yeni zenginlerin ortaya çıkardığı yasalar ve edebiyat, tiyatro ve halk şarkıları cadı kadın efsaneleri ile birlikte eşine itaat etmeyen ve emirlerinden çıkan kadının cezalandırılmasına yardımcı oldu. Hatta bazı toplumlar, azimli kadınların başlarına başlık geçirilmesini ve söz hakkı tanınmamasını meşrulaştırdı. Federici, sözü edilen bu başlıkların ABD’de 1800’lü yıllara kadar köleler için kullanıldığını hatırlatıyor.
Federici’nin eseri, neredeyse eşyanın aslı ve kutsal özü olduğuna inandığımız kadın ve erkek olgularını derinlikli bir bakış açısıyla ele alıyor ve hemen her sayfasında gölgeleri ortadan kaldırıp ‘kapitalin’ insanlığın çoğu üzerinde devam eden egemenliği üzerinden nesiller boyu işlenen büyük suçların biriktirdiği tozları siliyor.
Temel analiz birimi, göz ardı edilemeyecek derecede Avrupa merkezli olsa da çıkarımlarının çoğu, Batı tarzının dışındaki farklı insan toplumlarına da uyarlanabilir ve ders çıkarılabilir. Bu haliyle eser, feminizm savunusuna soyunan herkes için sözün dizginlerini bırakmadan önce gerekli bir okuma niteliğindedir.
Uzman olmayan ve çerçevesinin konduğu tarihsel iklime vâkıf olmayan kişiler için anlaşılması genelde zor olan Marksist metnin aksine Federici, keyif ve şok hissini bir arada yaşatıyor. Mesela ‘dedikodu’ hakkındaki makalesini ele alalım.
Günümüzde dedikodu, bugünün en uygar Batı toplumlarının merkezinde de olumsuz bir içeriğe sahip boş laf türü ve tamamıyla zaman kaybı olarak görülür. Ama Federici, kadınlar arasındaki iletişim fikrinin insan toplumlarının hareketliliği açısından oldukça önemli bir mesele olduğunu dile getiriyor.
Nitekim kadınlar, ataerkillerin dedikodu olarak ifade ettiği şey ile toplumların hafızasını oluşturur, toplumsal kültürü nesiller boyu aktarır, resmî tarih yazımının gözden kaçırdıklarını kayda geçirir ve böylece toplumun kimliğini, şahsiyetini, bilgeliğini ve tecrübe aktarımını oluştururlar.
Pratik anlamda da bu sözler, kadınlar arasında hayatta kalma ve dayanışma aracı olarak varlığını sürdürür. Kadınlar bu şekilde gönül meseleleri, başkalarının toplumsal tavrını açıklama, bilinçlerini oluşturan deneyimlerini kulak hırsızlarından uzakta paylaşma konusunda fikir alışverişinde bulunurlar. Sağlık bakımı, çocuklar ve ev işlerinde nesillerin tecrübesini aktarma konusundaki büyük değeri de cabası.
Federici, dedikoduya karşı açılan bu sert savaşın başlangıcını da aynı şekilde kapitalist asrın başlangıcına dayandırıyor ve zengin sendikaların finanse ettiği ve erkeğe boyun eğmeyi kabul etmeyen bağımsız kadın hakkında bolca sahne sunan halk tiyatrolarının çalışmalarından şaşırtıcı örnekler veriyor. Bu tiyatrolarda böylesi kadın huysuz ve kötü ahlaklı olarak tasvir edilirken eşine hürmet gösteren ve onun kölesiymiş gibi davranan bir adamın erkeklik unvanını hak etmediği ifade ediliyor ve böyle sahneler genelde alaycı ve aşağılayıcı biçimlerde tasvir ediliyor. Kadın dedikoduları ise şeytanlık, bozgunculuk, haset ve aile çıkarlarına özensizlik çerçevesine yerleştiriliyor. 
Yazar Avrupa dillerinde, edebi metinlerde, şarkılar ve kilise hükümlerinde dedikodu kelimesinin kökenlerini inceleyerek temel iletişim aracı olarak olumlu bir niteliğe sahip bu kelimenin Avrupa’nın orta çağlarından sonra toplumlar üzerindeki ataerkil egemenliğin sağlamlaştırılmasına yönelik bir ihtiyacın ortaya çıkması ile nasıl olumsuz bir vasfa dönüştüğünü ele alıyor. Buna göre dedikodu, Hollywood ve başka yerlerde cinsel ve ahlaki çatışmanın kurbanları olan kadınların yönettiği son özgürlük hareketlerinin üretim sırrı idi ve bugün onlar için daha adil bir gelecek vadediyor.
Federici, yüksek tabaka kadınlarına karşı acımasız davranıyor ve zenginlik ve nüfuzun sürekliliğini sağlamak amacıyla çocuk doğuran eşler olarak kapitalizmin kendilerinden istediği köleliğe tarih boyu boyun eğmeleri bakımından onların aşağı tabakadaki kadınlardan daha kötü bir durumda olduğunu düşünüyor. Üstelik metres edinen erkekler de hoş görülüyor ki bu, itaat edip çocuk doğuran bir eş olduğu sürece egemen erkekler için rahatlatıcı bir düzenlemedir. Metres, suçlu, gizli ve korkak olur ve onları bir seviyede her zaman adamın kalbi-servet üzerine bir rekabete sürükler. Federici, eşi ve eğer varsa metreslerine yönelik baskıcı uygulamalarının, maruz kaldığı zulme yani kapitalizm olarak adlandırılan ruhlar değirmenine yönelik doğal bir tepki olduğunu düşündüğü çağdaş adama da acımaz.
Tabiidir ki Federici’yi okumak mevcut durumu özümseyen, bunun için eğitilen ve olayların kökenine inmeye alışık olmayan zihinler için zorlu bir görev olabilir ancak bu, yaşanması gereken bir zorluktur; çağdaş mağaramızın yanılgılarından kurtulmayı istiyorsak şayet.



Emperyal proje uğruna ulus devletlerin içeriden işgali

Irak’ın 1 buçuk milyondan oluşan eğitimli bir askeri kuvveti varken Haşdi Şabi’ye ihtiyacı var mı? (Reuters)
Irak’ın 1 buçuk milyondan oluşan eğitimli bir askeri kuvveti varken Haşdi Şabi’ye ihtiyacı var mı? (Reuters)
TT

Emperyal proje uğruna ulus devletlerin içeriden işgali

Irak’ın 1 buçuk milyondan oluşan eğitimli bir askeri kuvveti varken Haşdi Şabi’ye ihtiyacı var mı? (Reuters)
Irak’ın 1 buçuk milyondan oluşan eğitimli bir askeri kuvveti varken Haşdi Şabi’ye ihtiyacı var mı? (Reuters)

Refik Huri
Irak'ta ulus devlet projesi dışında bir çözüm yok. Bu projenin karşısında büyük engeller duruyor. Geleneksel yapı ve bunun devlet seviyesinin altında projelerde istihdam edilmesi, Irak’ı emperyal projesinin bir parçası haline getirmek isteyen bölgesel planla bağlantılı engeller.
Ulus devlete inanan ve onun için çalışan Başbakan Mustafa el-Kazimi'nin zorlanmadan, zaman ve emek vermeden, yeni nesle, “Ekim Devrimi” nesline güvenmeden bu engelleri aşması kolay değil.
Durum epey kompleksli ve yargı üzerinde bile baskı var. Nitekim Haşdi Şabi’nin askeri geçit törenleri ortasında yargı, Kerbela’da aktivistlere suikast düzenlemekle itham edilen Haşdi Şabi’nin Enbar Operasyonlar Komutanı Kasım Muslih’i serbest bıraktı. Kazimi’nin dediği gibi, Musul’un DEAŞ’ın eline düşmesinin arkasında nasıl ki “yanlış gidişat” yer alıyorsa, DEAŞ’ın coğrafi kontrolü sonrası evreyi organize eden negatif gidişat da Irak’ın çöküşüne yol açabilir.
Devlete meydan okuyan ve devletin güvenliğine karşı tehlikeli uygulamaları olan Haşdi Şabi ile mücadelede Kazimi'nin sonuna kadar gitmesini neyin engellediği kimsenin meçhulü değil. Yine Başbakan'ın, Şii dini mercii Ayetullah Ali es-Sistani'nin Musul'dan Bağdat'a yönelmeye hazırlanan DEAŞ'a karşı koymak için verdiği "Cihad Fetvası”nın 7’inci yıldönümünde yaptığı konuşmada, resmin tamamını çizmesi beklenmiyordu.
Kazimi, Haşdi Şabi’nin “canavarı durdurmak” için harcadığı çabaları övdü ve dini merciinin; “Fetvanın ulusal olmayan projeler çıkarına siyasi ve ekonomik olarak istismar edilmesine” yönelik uyarılarını tekrar etmekle yetindi. Kazimi’nin; “Silahlı kuvvetleri destekleyerek ve performansını ulusal askeri kurallara göre kontrol ederek yanlış gidişatı düzeltmeye ve ülkeyi doğru çizgiye getirmeye” çalışmanın altını çizmesi de doğaldı.
DEAŞ Hilafeti’ne karşı mücadelede bir “gereklilik” olan Haşdi Şabi, DEAŞ’a karşı zaferin  ardından Irak için “zararlı” olmaya başladı.
Bağdat’taki Yeşil Bölge ve havalimanlarının yanı sıra ABD kuvvetlerini içeren askeri üslere roketler ve insansız hava araçları ile saldırılar düzenlemeye devam ediyor. Son olarak Asaib Ehli'l Hak örgütünün lideri, roket saldırıları ortasında ABD kuvvetlerine karşı savaş kararının alındığını deklare etti.
Bu, elbette eğitim ve bilgi alanları başta olmak üzere ihtiyaç duyulan hizmetlerin yanı sıra kuvvetlerin çekilmesi konularını ABD ile müzakere eden hükümetin kararı değil. ABD’nin nükleer dosyayla ilgili müzakereler sırasında kendisinden bölgesel etkisini sınırlama ve “istikrar bozucu davranışlarını” durdurma talebine karşılık, ABD'yi güçlerini “Batı Asya”dan çekmeye zorlayarak denklemi tersine çevirmek isteyen İran'ın kararı.
Bu karar, Arap ülkelerini kontrol etmek, ulus devlet projelerini fıkhi bir ad taşıyan emperyal bir proje lehine sona erdirmek amacıyla bu ülkelerin ordularına alternatif askeri kuvvetler oluşturmaya dönük geniş stratejinin bir parçası.
Gerçekler konuşuyor; Cihad Fetvası’ndan 7 yıl sonraki sahne, Haşdi Şabi’nin Necef'e bağlı "dini mercii Haşdi Şabisi" ve Velayet-i Fakih'e bağlı "Velayet Haşdi Şabisi" olarak ikiye bölünmüş olduğunu gösteriyor.
Velayet-i Fakih’e bağlı Haşdi Şabi, Hizbullah Tugaylarının öldürülen lideri Mehdi Mühendis’in belirttiği gibi bir “ümmet ve mercii projesi”.
Bir diğer lider de; “Biz Velayet-i Fakih’e bağlıyız ve onun dışında hiç kimseden emir almayız” demişti.
Haşdi Şabi’nin meşru ve kanunen silahlı kuvvetler başkomutanlığına, bir komuta zincirine bağlı olması, kadrolu ve maaşlı olması durumu değiştirmiyor. Bu durum, Lübnan’daki Hizbullah ve Suriye’deki birçok milis grubu gibi İran’ın tesis ettiği, finanse ettiği ve silahlandırdığı milisler, Yemen’de desteklediği ve silahlandırdığı Husi Ensarullah örgütü için de geçerli.
Bu grupların tamamı bulundukları ülkelerde iktidarı kontrol ediyor ve sadece Devrim Muhafızlarının direktiflerine uyuyorlar. Yemen’de Husilerin yaptığı gibi meşruiyete karşı darbeler gerçekleştiriyorlar. Bunlar her şeyden önce, bir dini grubun tamamını arkasında toplamaya çalışan mezhepçi milis gruplar.
Uluslararası ve bölgesel güçler arasında, Mollalar Cumhuriyeti gibi projesi için savaşacak ve onu savunacak milis grupları olan kimse yok. ABD, Rusya, Türkiye ve İsrail işgal için ordularını, içeriden ve dışarıdan paralı askerler kullanıyorlar. İran’a gelince, Yemen, Irak, Suriye ve Lübnan'ı bu ülkelerin evlatlarından oluşan milis gruplarla "işgal ediyor".
Milisler Velayet-i Fakih’e inanıyor ve bunu ümmetin kaderi olarak görüyorlar. Ancak bu emperyal proje birçok zorluk ve engelle karşı karşıya. Bunlar bir kısmıyla, İran'ın jeopolitik çatışmadaki emellerini sınırlayan bölgesel ve uluslararası güçlerin çıkarlarıyla çatışmasından kaynaklanıyor. Bir kısmını da çok mezhepli ülkeler üzerinde tek bir mezhep veya dini grubun hegemonyasını reddeden yerel güçlerle mücadele oluşturuyor.
Bu noktada şu basit soruyu sormalıyız; Irak’ın 1 buçuk milyondan oluşan eğitimli bir askeri kuvveti varken Haşdi Şabi’ye ihtiyacı var mı?
Cevap daha da basit; katiyen yok.
Gelgelelim, Haşdi Şabi ve milisleri yaratan emperyal proje hala bunu empoze etme gücüne sahip, ama nihayetinde gelecek yalnızca ulus devletlerindir.