Bağuz’un düşüşü: DEAŞ gitti, tehdidi kaldı

Bağuz’un düşüşü: DEAŞ gitti, tehdidi kaldı
TT

Bağuz’un düşüşü: DEAŞ gitti, tehdidi kaldı

Bağuz’un düşüşü: DEAŞ gitti, tehdidi kaldı

Deyr-i Zor kırsalında yer alan Bağuz kasabasının düşmesi ile birlikte DEAŞ örgütünün 2014 yılında Suriye ve Irak’ta kurulduğunu ilan ettiği ‘devlet’ fiilen sona erdi. Ancak Batılı yetkililer ve radikal gruplar konusunda uzmanlar, DEAŞ’ın son Suriye cephesindeki bu yenilgisinin, örgütün yaydığı tehlikenin sona erdiği anlamına gelmediği konusunda uyarıyor.
Beklendiği üzere örgüte karşı savaş devam edecek ama farklı bir taktik uygulanacak. Şöyle ki uyuyan DEAŞ hücreleri ile onun yardım ağlarına, İngiltereli tanınmış bir generalin değerlendirmesine göre şu an yalnızca Irak’ta sayıları 20 bini bulan topluluğa ve Kürt-Arap Suriye Demokratik Güçleri’nin egemenlik alanları da dahil olmak üzere Suriye içlerinde suikastlar ve patlamalar düzenleyen ve sayıları net olarak bilinmeyen elemanlara karşı düzenlenen operasyonlarda yerel güçlerin desteğine başvurulacak.
DEAŞ karşıtı uluslararası koalisyonun komutan yardımcısı olan ve Irak ve Suriye’de yürütülen operasyonları denetleyen Tümgeneral Christopher Ghika’nın ifadesine göre Washington’ın liderliğinde 79 devleti içine alan koalisyon, Bağuz savaşı bitse de operasyonlarına devam edecek. Ghika, İngiltere Savunma Bakanlığı’nda bir grup gazeteci ile yaptığı görüşmede, DEAŞ’ın henüz ortadan kalkmadığını belirtti. Şarku’l Avsat’ın yönelttiği bir soruya ise “Bağuz’un düşmesi oldukça önemli. Zira bu gelişme, sözde ‘hilafetin’ bu topraklarda sona erdiği anlamına geliyor. Bu grup, 2014 yılında coğrafi bir bölgeye hükmeden yapısıyla ve sözde hilafet olarak kendini büyük oranda ön plana çıkarmaya başladığında bu topraklara tutundu. Bu topraklar üzerindeki egemenlik sahası, ABD’nin yüzölçümüne denk gelecek şekilde yayılmıştı. Ancak son günlerinde birkaç futbol sahasını geçmeyecek bir alana sıkıştı. DEAŞ hilafetinin bu topraklar üzerinde sona ermesi, örgütün ortaya çıktığı andan çöküşüne kadarki sürece dair bir resim sunar. Göstergeler, onun bu topraklarda artık tutunamayacağına ve onun bu toprakların sadece geçmişte bir parçası olduğuna işaret ediyor. Bu, Irak güçleri ile Suriye Demokratik Güçleri’nin Uluslararası Koalisyonun desteğiyle gerçekleştirdiği başarıların bir sonucudur.” cevabını verdi.
General Ghika sözlerini şu uyarı ile sürdürdü:
“Önemli olan bunun, operasyonun bittiği ve Irak, Suriye, bölge ve dünya için tehdit oluşturmaya devam eden DEAŞ’ın sona erdiği anlamına gelmediğini ve bundan dolayı Uluslararası Koalisyonun Suriye ve Irak’taki operasyonlarını devam ettireceğini bilmemizdir.”
Radikal gruplar konusunda uzman olan Washington New America Enstitüsü Uluslararası Araştırmalar Bölümü Başkan Yardımcısı Peter Bergen, bu konuda General Ghika ile hemfikir. Şarku’l Avsat’a konuşan ünlü yazar, “Bu topraklar üzerindeki sözde hilafetin sona ermesi, DEAŞ için ağır bir çöküştür. DEAŞ, ABD büyüklüğündeki topraklara egemen olup İsviçre nüfusuna denk sayıda vatandaşa hükmederek, devlet benzeri bir şey kurdu ve egemenliği altında yaşayan milyonlarca insana vergi dayattı. DEAŞ, bir hilafet kurduğunu iddia etti ve dünya çapında 40 bin gönüllüye kendisine katılmak üzere Suriye ve Irak’a gelmesi konusunda ilham oldu. Bir ara DEAŞ’a katılan yabancı savaşçı sayısı her ay bin 500 idi. Şu an bu sayı sıfır. Kaybetmiş takıma dahil olmayı kimse istemez” yorumunda bulundu.
“Bağdadi, DEAŞ içindeki herhangi bir eleman seviyesine düştü”
Ancak lideri Ebu Bekir Bağdadi’nin serbest olduğu, DEAŞ’a karşı bir zaferden gerçekten bahsedilebilir mi? General Ghika, Bağdadi’nin akıbetine pek önem vermiyor. Nitekim Şarku’l Avsat’a yaptığı açıklamada, “Bağdadi’nin nerede olduğunu gerçekten bilmiyoruz. Bilsek ona karşı bir şeyler yapardık. Irak veya Suriye’de olabileceği gibi bölge dışında da olabilir. Bilmiyoruz. Gerçek bu. Bununla birlikte ben onun bugünün değil dünün adamı olduğuna inanıyorum. Sanmıyorum ki şu an bir önem ifade etsin. Saklanmaya mecbur olmakla Bağdadi, DEAŞ içindeki herhangi bir eleman seviyesine düştü. Bana kalırsa inanılırlığını her geçen gün yitiriyor. Şu da var ki Bağdadi ortada yoksa da DEAŞ şu an bir liderlikten yoksun değil. Bu sebeple bu topraklar üzerindeki sözde hilafet ortadan kalkana kadar DEAŞ’ın bir tehdit olarak kalacağını, zira onun izinden gitmeye hazır olan yeni liderler ve üyelerin olacağını düşünüyorum. Bu yeni liderler daha tecrübesiz ve öldürülen veya tutuklanan eski liderlerden her bakımdan daha güçsüzler. Hiç şüphe yok ki örgüt, daha da zayıfladı ancak liderlik dizginini almaya hazırlananlar olacak. Bu olaya, diğer terör gruplarında defalarca rastladık” ifadelerini dile getirdi.
Peter Bergen de bu noktada benzer bir değerlendirmede bulunuyor. Şarku’l Avsat’a konuşan Bergen, durumu şu sözlerle değerlendirdi;
“DEAŞ, sanal bir hilafet olarak saldırı için akıl çelme çabalarına devam edecek. Ancak daha önce olduğundan çok daha zayıf olarak. Asıl sorun DEAŞ’ı doğuran koşulların hala mevcut olmasıdır. Ortadoğu’nun Suriye ve Yemen gibi ülkelerinde mezhep temelli ayrışmalar söz konusu iken Libya ve Afganistan gibi ülkelerinde zayıf veya başarısız hükümetler varlık gösteriyor. Üstelik çoğu ülkesinin ekonomisi de zayıf. Libya, Yemen, Afganistan ve diğer Müslüman ama zayıf ülkelerin yeni bir ‘DEAŞ’a gebe olduğunu öngörebiliriz. Bu oğul ‘DEAŞ’ babası gibi başarılı olmayabilir ama DEAŞ’ın yerini alan bir topluluk oluşturabilir.”
Bu ‘yeni DEAŞ’ın ortaya çıkmasından yana duyulan endişeler, Başkan Donald Trump’ı DEAŞ’a karşı operasyon kapsamında Suriye’deki Amerikan güçlerinin tamamını geri çekmekten alıkoyan sebeplerden biri olabilir. Gerçekleştirdiği basın toplantısında bu konuya ilişkin olarak Ghika, “Trump, DEAŞ’ın bu topraklar üzerindeki sözde hilafet sona erene kadar devam edecek bir tehdit olduğunu kabul etti. Önemli olan Irak ve Suriye sakinleri için tehdit oluşturan bir saldırı başlatmaması adına Suriye’nin kuzeydoğusunun DEAŞ için güvenli bir bölge olmasına izin vermememizdir. Trump’ın Amerikan güçlerinin bir kısmını Suriye’nin kuzeydoğusunda bırakma kararı, DEAŞ’a karşı saldırının sürekliliğine imkân sağlayacak” sözlerini sarf etti.
Bu çerçevede Ghika, DEAŞ’a bağlı hücrelerin Suriye Demokratik Güçleri’nin egemen olduğu noktalarda halen operasyon yürüttüğüne işaret ederek Rakka’da 16 kadar suikast girişimin yanı sıra bir dizi patlama olayını ortaya çıkardı.
Suriye Demokratik Güçleri’nin elinde tutuklu bulunan DEAŞlılar ve aileleri hakkında ise İngiltereli General şu açıklamada bulundu;
“Uluslararası Koalisyon olarak biz, savaş meydanlarında acımasızca suç işleyen savaşçı DEAŞ unsurlarının aleyhinde delil topluyoruz. İleride herhangi birinin bu vahşete katıldığına dair bir delil bulabilirsek hemen bu delilleri bir araya getireceğiz ve kendisine karşı bir ceza davası açılabilsin diye yetkililere sunacağız. Ancak bu iş şu an zor. DEAŞ’ın son cephesi, çok kalabalık; Bağuz’daki operasyonu yavaşlatan binalar, çadırlar ve başka şeyler var. Suriye Demokratik Güçleri de istemsiz mağduriyetler yaşanmasın diye geçtiğimiz haftalarda bu operasyonların ilerleyişini yavaşlattı.” Uluslararası Koalisyon Güçleri Komutan Yardımcısı, Suriye’nin doğusundaki el-Havl Mülteci Kampında DEAŞ savaşçılarının aileleri de dahil olmak üzere on binlerce yerinden edilmişe sunduğu koruma ve hizmetlerden ötürü Suriye Demokratik Güçleri’ne övgüde bulundu. el-Havl Mülteci Kampı, Suriye Demokratik Güçleri’nin yerinden edilmişler için kurduğu üç kampın en büyüğü. Başlangıçta sadece yaklaşık 20 bin kişiye tahsis edilmişken hâlihazırda 60 bini aşkın kişiyi barındırıyor. Ghika, DEAŞ’ın geçen haftalarda kuşatılan son cephesinden görülmemiş sayıda savaşçı ve ailenin çıkmasıyla birlikte yerinden edilmiş kişi sayısının şaşırtıcı olduğunu belirtiyor.
DEAŞ terör örgütü gücünün doruklarında iken Suriye ve Irak’taki ana etkinlik noktalarında ve dünya çapındaki farklı şubelerinde yerel ve yabancı unsurlardan (Ensar ve Mücahidin) oluşan on binlerce savaşçıya sahipti. Ancak Bağuz’da yenilgiye uğrayıp sözde ‘devletinin’ düşmesinden sonra belirgin bir şekilde zayıfladı. Hele de 8 milyondan fazla insanı içine alan 88 bin kilometrekarelik bir alanda milyar dolarlar toplayan çok büyük bir ‘devleti’ yönettiği geçmiş zamanları ile kıyaslandığında.
Ghika, örgütün geriye kalan gücüne dair açıklamasında, “DEAŞ’ın Fırat’ın merkez havzasında yer alan son cephesinde, son birkaç güne kadar bu topraklar üzerindeki devletlerinden kalan son parçaya tutunmuş bir şekilde orada kalan yüzlerce savaşçı yer alıyordu. Değerlendirmelerimize göre Irak’ta ise 10 ila 20 bin arasında bir sayı söz konusu. Bununla birlikte onların çoğu savaşçı olmayıp destek ağlarının üyeleri. Dünya çapındaki DEAŞ unsurlarının sayısına gelince bunun için belirli bir rakam vermek gerçekten zor. DEAŞ’a bağlı yaklaşık 10 kol olabilir ve her bir koldaki eleman sayısı, duruma göre artıp eksilebilir” ifadelerine yer verdi.
Mevcut denklemde El Kaide’nin konumu hakkında ise Ghika şu açıklamada bulundu;
“Dünyanın gözü şu an çeşitli sebeplerden ötürü DEAŞ’ın üzerinde. Ancak bu demek değildir ki farklı biçimleriyle gerek eski gerek yeni şiddet yanlısı aşırılığa, dünyanın güvenliğine bir tehdit oluşturduğu nazarıyla bakılmasın. Gelecekte bu meseleyi ele almamız gerekiyor.”
Yazar Bergen, DEAŞ’a karşı savaşın neredeyse sona ermesi ile birlikte El Kaide ile ilgilenilmesi gerektiği konusunda da General Ghika ile aynı düşünceyi paylaşıyor ve şöyle diyor;
“El Kaide, Suriye’nin yanı sıra Afganistan ile Pakistan arasındaki sınır bölgesinde DEAŞ’ın çöküşünden faydalanıyor. Onlar şu an Usame’nin oğlu Hamza b. Ladin’i El Kaide’nin yeni neslinin liderliği için hazırlıyorlar”. 



HDK, Kadugli'deki BM merkezine saldırdı

Kuzey Kordofan'daki bir kampta gıda yardımı için sıra bekleyen yerinden edilmiş kişiler (AFP)
Kuzey Kordofan'daki bir kampta gıda yardımı için sıra bekleyen yerinden edilmiş kişiler (AFP)
TT

HDK, Kadugli'deki BM merkezine saldırdı

Kuzey Kordofan'daki bir kampta gıda yardımı için sıra bekleyen yerinden edilmiş kişiler (AFP)
Kuzey Kordofan'daki bir kampta gıda yardımı için sıra bekleyen yerinden edilmiş kişiler (AFP)

Sudan’da Hızlı Destek Kuvvetleri (HDK) dün, kuşatma altındaki Güney Kordofan eyaletinin yönetim şehri Kadugli’ye insansız hava aracı (İHA) saldırısı düzenleyerek Birleşmiş Milletler (BM) karargahını hedef aldı. Bu saldırı sonucunda Bangladeşli altı asker hayatını kaybetti. Şehirdeki bazı insani yardım kuruluşları ve BM ajansları, personelini tahliye etmeye başladı. Şehir ayrıca sakinlerinin toplu göçüne tanık oluyor.

Sudan Geçici Egemenlik Konseyi, saldırıyı ‘uluslararası insani hukukun ciddi bir ihlali ve açık bir ihlali’ olarak nitelendirdi.

Konsey tarafından yapılan açıklamada şu ifadeler yer aldı:

“Korunan bir BM tesisini hedef almak, organize terörizme eşdeğer tehlikeli bir tırmanış ve suç teşkil eden bir davranıştır ve uluslararası hukuku kasıtlı olarak hiçe saymayı ve insani yardım ve uluslararası misyonların çalışmalarını doğrudan tehdit etmeyi amaçlamaktadır.”

Açıklamada, BM ile uluslararası topluma BM tesislerinin korunmasını sağlamak için ‘kararlı tutumlar ve caydırıcı önlemler’ alınması çağrısı yapıldı.

Bu gelişme, BM Genel Sekreteri António Guterres'in HDK’yı ‘kötü aktörler’ olmakla suçlamasından iki gün sonra yaşandı. Buna karşın HDK, BM'yi ‘çifte standart’ uygulamakla suçladı.


İsrail, önde gelen Hamas liderlerinden Raid Saad'a suikast düzenledi

Hamas lideri Raid Saad (sosyal medya)
Hamas lideri Raid Saad (sosyal medya)
TT

İsrail, önde gelen Hamas liderlerinden Raid Saad'a suikast düzenledi

Hamas lideri Raid Saad (sosyal medya)
Hamas lideri Raid Saad (sosyal medya)

İsrail Times gazetesine göre, İsrailli bir yetkili bugün, Hamas'ın üst düzey lideri Raid Saad'ın Gazze şehrinde düzenlenen bir hava saldırısında öldürüldüğünü doğruladı. Bu da İsrail'in ateşkes anlaşmasını ihlal etmesi anlamına geliyor.

Alman Basın Ajansı'na (DPA) göre görgü tanıkları ve sağlık kaynakları bugün, Gazze şehrinin güneybatısındaki Raşid Caddesi üzerindeki Nablusi kavşağı yakınlarında bir araca düzenlenen İsrail hava saldırısında dört Filistinlinin öldüğünü ve birçok kişinin de yaralandığını bildirdi.

Görgü tanıkları, İsrail uçağının Nablusi Meydanı yakınlarında bir araca birkaç füze ateşlediğini, aracı imha ettiğini ve can kayıplarına yol açtığını söyledi. Ambulans ekipleri, ölü ve yaralıları hastanelere taşımak için acilen olay yerine gitti.

İsrail askeri sözcüsü Avichay Adraee ise yaptığı açıklamada, ordu ve Şin Bet'in (İsrail Güvenlik Teşkilatı) Gazze Şehrinde üst düzey bir Hamas komutanını hedef alan bir saldırı düzenlediğini ve onu son zamanlarda hareket için silah üretimi ve yeniden yapılanma çalışmaları yapmakla suçladığını belirtti.

İsrail Ordu Radyosu, saldrırının hedefinin, İzzeddin el-Haddad'dan sonra "Hamas'ın ikinci adamı" ve askeri üretim dosyasından sorumlu kişi olarak tanımladığı Raid Saad olduğunu bildirdi. İsrail'in bugünkü operasyonu gerçekleştirmeden önce son haftalarda kendisine birkaç kez suikast girişiminde bulunduğunu belirtti.

Şarku’l Avsat’ın İbranice yayın yapan Ynet internet sitesinden aktardığına göre Raid Saad Hamas'ın askeri kanadı olan Kassam Tugayları'nın liderlerinden biri.

Hamas'tan hava saldırısının hedefinin kimliğiyle ilgili resmi bir açıklama yapılmadı.

Axios haber sitesi, İsrail'in saldırıdan önce Amerika Birleşik Devletleri'ni önceden bilgilendirmediğini ifade etti.


Suriye halkının merkezi mi yoksa federal devlet mi anlaşmazlığı üzerine bir okuma

Şam'da Suriye Devlet Başkanı Beşşar Esed'in devrilmesini kutlamak için düzenlenen havai fişek gösterileri arasında muhaliflerin bayrağını dalgalandıran bir Suriyeli (Reuters)
Şam'da Suriye Devlet Başkanı Beşşar Esed'in devrilmesini kutlamak için düzenlenen havai fişek gösterileri arasında muhaliflerin bayrağını dalgalandıran bir Suriyeli (Reuters)
TT

Suriye halkının merkezi mi yoksa federal devlet mi anlaşmazlığı üzerine bir okuma

Şam'da Suriye Devlet Başkanı Beşşar Esed'in devrilmesini kutlamak için düzenlenen havai fişek gösterileri arasında muhaliflerin bayrağını dalgalandıran bir Suriyeli (Reuters)
Şam'da Suriye Devlet Başkanı Beşşar Esed'in devrilmesini kutlamak için düzenlenen havai fişek gösterileri arasında muhaliflerin bayrağını dalgalandıran bir Suriyeli (Reuters)

Macid Kıyali

Suriye’de Beşşar Esed rejiminin düşmesinin ardından geçiş dönemi liderliği ile muhalifleri arasında yaşanan iç çatışma, siyasi sistemin niteliği, özellikle de merkeziyetçilik mi yoksa ademi merkeziyetçilik mi, merkezi bir devlet mi yoksa federal bir devlet mi tartışmaları üzerine yoğunlaşıyor.

Bu konu meşru olmasına rağmen, tartışmaya katkı sağlamak amacıyla bazı temel gözlemler aşağıda sunuyorum.

İlk gözleme göre ademi merkeziyetçilik ya da federalizm meselesini gündeme getirmek, bu konuda kutuplaşmanın temel nedeninin Suriye’deki iç çatışmada kimlik, etnik, mezhepsel ve bölgesel özelliklerin baskın olması olduğu gerçeğini görmeyi zorlaştırdı.

Çatışmanın önde gelen tarafları, siyasi veya sınıfsal güçleri ya da tarafları temsil etmekten ziyade kimlik temelli yahut mezhepsel, etnik ve bölgesel kimliği vurgulayan taraflar olduklarından, bu konunun siyasi niteliği göz ardı ediliyor.

Dikkati çeken ikinci gözleme göre ise federal ya da ademi merkeziyetçi bir devlet için mücadele eden güçler, bunu demokrasi meselesinden daha öncelikli tutuyorlar. Bunun nedeni, söz konusu güçlerin (SDG, Suveyda'daki Hicri Hareketi ve kıyı şeridinde Esed rejiminin çöküşünden etkilenen güçler) demokratik olmayan güçler olmaları. Prensipte pozisyonları, politikaları ve tercihleri ve temsil ettiklerini iddia ettikleri gruplarla olan ilişkileri göz önüne alındığında bu güçlerin Esed rejimi altında kendilerini ifade etmedikleri ve bu konuyu bu kadar yoğun bir şekilde gündeme getirmedikleri unutulmamalı.

Üçüncü ve belki de en önemli gözleme göre federal bir devlette kimlik statüsü konusundaki çatışmaya öncelik verilmesi, devletin kurulması ve vatandaşlık taleplerini ya gölgeliyor ya da ön plana çıkarıyor. Bunların, 54 yıllık Esed döneminde eksik olan iki temel unsur olduğu ve özellikle mevcut koşullarda, yani devletin kurumlar ve hukuk devleti olarak yeniden kurulması ve vatandaşların güçlendirilmesi, böylece Suriyelilerin gerçek anlamda özgür ve eşit vatandaşlar olarak bir halk haline gelmeleri için ülke genelinde Suriyelilerin en çok ihtiyaç duyduğu unsurlar olduğu unutulmamalı.

Bu yüzden iki temel sorunla karşı karşıyayız. Bunlardan birincisi, artık var olmayan Esed rejiminin Suriye'nin birliğini zayıflatıp bozmayı başarması, Suriyelileri mezhep, din, etnik köken, bölge ve aşiret aidiyetlerine göre sınıflandırması ve ‘böl ve yönet’ politikası uyarınca onları birbirlerine düşürmesinden kaynaklanıyor.

İkinci sorun, Suriyelilerin kendi koşullarını kontrol edememeleri. Bu durum, Suriye’nin geleceğinin, Suriye halkının aleyhine, uluslararası güçlerin, özellikle ABD ve bölgesel tarafların meselesi haline gelmesine neden oldu. Bu durum, kimlik çatışmaları, özellikle de silahlı çatışma veya silahlı milisler şeklinde ortaya çıkan çatışmalar için de geçerli.

Federalizm, bir ülkeyi bölmek değil, aksine ülkenin birliğini organize etmek ve merkezin statü, egemenlik ve kaynaklar konusunda çevre bölgelere müdahale etmesini önlemek için daha uygun bir yöntem. Böylelikle karşılıklı güven temelinde hükümete daha geniş katılım sağlanır.

Suriye geçiş dönemi yönetimi ve Suriye muhalefetinin geri kalanı, gelecekteki siyasi sistemin nasıl olacağı ve otoriterliğin ve marjinalleşmenin geri dönüşünü önlemeye katkıda bulunanlar da dahil olmak üzere yeni konsensüsler oluşturmak için neyin uygun olduğu konusunda kafa karışıklığı ya da netlik sağlanamaması ortaya çıkan federalizm ve ademi merkeziyetçilik konusundaki tartışmalardan sorumlu.

Aslında, yeni yönetime bağlı olanlar ve geleneksel Suriye muhalefeti tarafından federalizmin reddedilmesinin sebebi, aceleci davranışlar, duygusal ve milliyetçi coşku ve önyargılar.

Söz konusu tartışmayı kapatmak yerine açmalı, tüm soruları sormalı. Çünkü Suriye’nin geleceği tartışmaya açık. Tüm Suriyeliler bu tartışmayla ilgileniyor ve bu konuda cevaplar bulmaya katkıda bulunuyor.

Daha spesifik olarak, federal ya da ademi merkeziyetçi bir devlet tartışmasıyla ilgili olarak, federalizmin herhangi bir ülkenin bölünmesi anlamına gelmediği, aksine birliğin daha uygun bir şekilde örgütlenmesi ve merkezin statü, egemenlik ve kaynaklar konusunda çevreyi kötü yönde etkilemesini önlemek için, karşılıklı güvene dayalı yönetişime daha geniş katılımı garanti eden bir sistem olduğunun anlaşılması gerekiyor.

Toplumun yönetimini etkileyen sorunlara güvenlik çözümleri getirilemedi. Çünkü herhangi bir güvenlik çözümü coğrafyaya, topluma, egemenliğe ve devlete sadece bölünmeler getirir.

Tüm bunlar bölünmek değil, federalizm gücün paylaşılması anlamına gelir. Dışişleri, savunma ve genel ekonomi yönetimi gibi devlet egemenliği ile ilgili konularda merkezileşme söz konusu. Bunların tümü birleşik parlamento ve merkezi hükümetin sorumluluğunda. Öte yandan iç güvenlik, eğitim, sağlık ve yerel kalkınma konularının yönetimi eyaletlerin veya yerel yönetimlerin yetki alanına girer.

Burada bazılarının endişelerini hafifletebilecek en önemli nokta, federalizmin etnik köken/milliyet veya din/mezhep yerine coğrafyaya dayalı olmasıdır. Çünkü herhangi bir kimlik meselesi, demokratik karakterini zayıflatır ve eşit vatandaşlık haklarının ve vatandaşların devletinin güçlenmesini engeller. Tıpkı Lübnan'da ve Irak'ta olduğu gibi.

Elbette, birçok alanda idari meselelerle ilgili olan ademi merkeziyetçi bir devleti, anayasaya göre yetkileri paylaşan federal bir devletle karıştırmak bir sorundur. Şarku'l Avsat'ın al Majalla'dan aktardığı analize göre federal devleti ayrılıkçı bir devlet olarak görmek de bir tür karışıklık veya yanılgı olarak adlandırılabilir, ancak bu doğru değil, çünkü merkezi devletler, yönetim, temsil ve kaynak dağıtımında esnekliğe sahip federal devletlere göre ayrılmaya çok daha yatkındır, zira günümüzün en büyük, en güçlü ve en zengin devletleri federal devletlerdir.

Bu yüzden herhangi bir kimlik grubuyla anlaşmazlık, kavramların karışmasına veya çarpıtılmasına yol açmamalı. Örneğin, İsrail'in siyasi sistem olarak demokrasiyi benimsemesi, demokrasiye karşı düşmanlığı teşvik etmemeli. Ayrıca, belirli bir önermeye elverişli olmayan koşullar olduğunu gözlemlememiz, bu kavramın tartışmaya açılmaması, geliştirilmemesi ve belirli bir ülkede devlet kurulması için ulusal birliği oluşturmaya hizmet eden bağlamlara yerleştirilmemesi gerektiği anlamına gelmez.

Son olarak, bu alanda, özellikle Suriye bağlamında, dikkate alınması gereken iki konu var. Öncelikle ülkenin toprakları üzerinde devlet egemenliğinden söz edilmesi için bunun halkın birliği gerçeğine dayanması gerekiyor. İkinci olarak ise toplumun yönetimini etkileyen sorunlara güvenlikle ilgili bir çözüm bulunmuyor, çünkü herhangi bir güvenlik çözümü coğrafyanın, toplumun, egemenliğin ve devletin bölünmesine yol açar.

*Bu analiz Şarku’l Avsat tarafından Londra merkezli al Majalla dergisinden çevrilmiştir