​Protestolardan aylar sonra Sudan yeni bir lider bekliyor

Hartum'da göstericiler ordu tarafından yapılan açıklamayı reddetti (AFP)
Hartum'da göstericiler ordu tarafından yapılan açıklamayı reddetti (AFP)
TT

​Protestolardan aylar sonra Sudan yeni bir lider bekliyor

Hartum'da göstericiler ordu tarafından yapılan açıklamayı reddetti (AFP)
Hartum'da göstericiler ordu tarafından yapılan açıklamayı reddetti (AFP)

Birkaç aydır süren baskı ve protestolar ile ordu komutanlığının önünde 5 gün devam eden oturma eyleminin ardından Sudan Savunma Bakanı Avad bin Avf, Devlet Başkanı Ömer el-Beşir'i darbe ile düşürerek ülkede yönetime el koydu.
Bakan Avad bin Avf, devlet televizyonunda Yüksek Güvenlik Konseyi başkanı sıfatıyla yaptığı konuşmada, ordunun ülke yönetimine el koyduğunu ve 2 yıllık geçiş döneminin başladığını duyurmuştu. Ayrıca ülkede 3 aylık OHAL ilan edildiğini söyleyerek, ülke genelinde bir ay boyunca 22.00-04.00 saatlerinde sokağa çıkma yasağı uygulanacağını açıkldı.
Muhalefet, ordudan yapılan açıklamanın hemen ardından bunu reddettiğini açıkladı. Rejimin bütünüyle istifa etmesini ve sivil bir devlet kurulmasını talep eden muhalefet, vatandaşlara devrim tamamlanana dek protestolara devam etmeleri çağrısında bulundu.
Protestolara önderlik eden Sudan Meslek Grupları Birliği'nin (SPA) bileşenlerinden olan Sudan Merkezi Doktorlar Komitesi, devrimin devam ettiği açıklamasında bulundu. Öte yandan protestocular yaşananları kabul etmediklerini ve Özgürlük ve Değişim Bildirisi’nde kaydedilen taleplerinin karşılanmasına dek eylemlerini sürdüreceklerini belirttiler. Bildiride geçici bir sivil hükümetin kurulması, ülkedeki ekonomik ve siyasi durumun kötüleşmesinin önüne geçilmesi, kalıcı bir anayasanın hazırlanması ile hür ve adil demokratik seçimlerin yapılması öngörülüyor. Ancak ordu, resmi haber ajansı aracılığıyla yaptığı açıklamada eylemleri şiddetle bastıracaklarına dair vatandaşları tehdit etti.
Aynı zamanda Yüksek Güvenlik Konseyi Başkanı olan Avad bin Avf, dün geç saatlerde yaptığı açıklamada, Sudan halkının rejimin ortadan kaldırılması ve ülkeyi yönetmek için geçici bir askeri konseyin kurulması taleplerine cevap olarak bunu yapmak zorunda kaldıklarını söyledi.
Avad bin Avf, devlet başkanlığı, bakanlar kurulu ve eyalet hükümetlerinin düşürüldüğünü, bakanlık ve eyalet valileri vekillerinin devlet işlerinin idaresini üstleneceğini, siyasi mahkûmların serbest bırakılacağını ve barışçıl demokratik bir iktidara geçiş için bir ortam yaratılacağını açıkladı.
OHAL ilan edildi
Anayasa’nın askıya alındığını, Başbakanlık, Meclis ve eyalet yönetimlerinin de feshedildiğini bildiren Savunma Bakanı, 2 yıl ülkeyi yönetmek üzere geçici askeri konsey oluşturulacağını ve bu geçiş döneminin ardından özgür ve adil seçimlere gidileceğini belirtti. Savunma Bakanı, 3 ay boyunca olağanüstü hal (OHAL) ve 1 aylığına 22:00 - 04:00 arası sokağa çıkma yasağı ilan edildiğini duyurdu.
Avad bin Avf, geçici askeri konseyin veya yeni başkanının ismini açıklamadı, fakat gün içinde yapılacak bir diğer açıklamayla bunu duyuracaklarını kaydetti.
19 Aralık’ta yüksek ekmek fiyatlarına, yakıt ve para kıtlığı ile ilaç fiyatlarındaki büyük artışlara karşı gerçekleştirilen gösteriler ve toplu protestolar, sonrasında Devlet Başkanı Ömer el-Beşir'in istifasını talep eden gösterilere dönüştü ve ülkedeki çok sayıda şehre yayıldı.
Nisan 1985 devriminin yıldönümü olan geçtiğimiz Cumartesi günü Hartum'daki ordu komutanlığı önünde oturma eylemine başlayan milyonlarca vatandaş 5 gün boyunca protestolarını sürdürdü. Güvenlik güçlerinin göstericilere karşı aşırı güç kullanması ile birlikte aralarında askerlerinde bulunduğu 21 kişi hayatını kaybetti ve 150'den fazla kişi yaralandı. Ancak Sudan ordusundaki orta rütbeli subaylar, güvenlik güçlerinin arasına sızdılar ve vatandaşlara saldıran güvenlik güçlerine karşı ateş açmaları sonucunda bir dizi polisin yaralanmasına neden oldular.
Ömer el-Beşir nerede?
Savunma Bakanı Avad bin Avf dün yaptığı açıklamada, ordunun yönetime el koyduğunu ve Devlet Başkanı Ömer el-Beşir'i güvenli bir yerde tuttuklarını söyledi. Rejimi dört aydır ülkede devam etmekte olan halk protestoları karşısında başarısız olmakla eleştiren Avad bin Avf, 24 saatliğine ülkenin hava sahasını kapatmaya karar verdiklerini açıkladı.
Dün sabahın erken saatlerinden bu yana ordu, genel komutanlığın çevresine bir dizi askeri araç ve ana köprüler ve yollar etrafına ise birliklerini konuşlandırdı.
Sudan ordusunun yönetime el koyduğunu açıklamasının hemen ardından yüzbinlerce vatandaş sokaklara döküldü ve ordu açıklamasını reddettiklerini dile getirdi. Ayrıca Özgürlük ve Değişim Bildirgesi’nde belirtilen, 4 ay boyunca sivil bir geçiş hükümetinin kurulması, ülkede kötüleşen duruma son verilmesi, kalıcı bir anayasa hazırlanması ile özgür ve adil demokratik seçimler yapılması gibi talepleri yerine getirilinceye kadar oturma eylemlerine devam edeceklerini açıkladılar.
Öte yandan Sudan Meslek Grupları Birliği (SPA), General Avad bin Avf liderliğinde gerçekleştirilen askeri darbeyi, olağanüstü hal durumunu ve sokağa çıkma yasağını reddettiklerini açıkladı.
Özgürlük ve Değişim Güçleri ile birlikte ülkede gerçekleşen protestoları organize eden SPA, Özgürlük ve Değişim Bildirgesi’ne olan bağlılığını dile getirdi ve göstericilerden ordu komutanlığı önündeki oturma eylemini sürdürmelerini talep ederek devrimin devam ettiğini belirtti.
SPA üyelerinden Muntasır Ahmed dün yaptığı açıklamada, darbe rejimini derin devletin bir uzantısı olarak nitelendirerek, demokratik bir rejime bağlı olduklarını söyledi. Olağanüstü hal ilan edilmesini, sokağa çıkma yasağını, anayasanın askıya alınmasını ve ordunun yönetime el koymasını eleştiren Ahmed, “Halkımız protestolara devam edecek. Çünkü darbe, eski rejimi yeniden inşa etmeye çalışıyor” dedi.
Öte yandan muhalif Özgürlük ve Değişim Güçleri de darbeyi reddettiklerini açıkladı ve kitlelere oturma eylemine devam etmeleri çağrısında bulundu. Şarku’l Avsat’ın edindiği bilgilere göre Özgürlük ve Değişim Güçleri tarafından yapılan açıklamada, “İktidar sivil bir geçiş hükümetine devredilinceye kadar özgür kıldığımız sokaklara ve meydanlara bağlı kalacağız. Bu, sokaklara ve meydanlara dökülen halka olan sözümüzdür” ifadeleri yer aldı.
“Sokaklarda kalacağız”
Sudan'da İslami hareketin en önemli liderlerinden biri olarak bilinen Hasan Abdullah el-Turabi'nin başkanlığını yaptığı Halk Kongresi Partisi liderlerinden Kemal Ömer, “Askeri açıklama, halkın özgürlük, barış ve demokrasi konusundaki isteklerini yansıtmadı. Bu açıklama, gerek içerik gerekse de şekli bakımından kabul edilemez. Halkın talepleri yerine getirilinceye kadar sokaklarda kalacağız. Bu darbeyi onaylamamız mümkün değil. Askeri darbelere ve totaliter yönetime ihtiyacımız yok. Adaleti ve eşitliği önemseyen ve barışı sağlayan demokratik bir hükümete ihtiyacımız var” dedi.
75 yaşındaki Ömer el-Beşir, savaş, etnik soykırım ve insanlık suçları işlediği gerekçesiyle Uluslararası Ceza Mahkemesi (UCM) tarafından suçlanıyor.
Beşir, 30 Haziran 1989'da Müslüman Kardeşler'in Sudan kolu olan Ulusal İslami Cephe tarafından gerçekleştirilen bir darbeyle iktidara geldi. O zamandan beri Sudan’ın siyasi, ekonomik ve sosyal sorunlarına ciddi çözümler getiremeyen Beşir, Mavi Nil'in güney kıyısında bulunan başkanlık sarayında oturdu.
Ordu açıklamasında dile getirilen önemli noktalar:
Öncelikle,
1- İki yıl boyunca ülkeyi yönetmek üzere geçici bir askeri konseyin oluşturulması
2- 2005 darbe anayasasının uygulanmasının askıya alınması
3- 3 ay boyunca olağanüstü hal ilanı ve bir ay boyunca 22:00 - 04:00 arası sokağa çıkma yasağı
4- Uçuşların 24 saat süreyle durdurulması ve geçişlerin bir sonraki bildirime kadar kapatılması
5- Devlet Başkanlığı kurumunun ve Bakanlar Kurulunun feshedilmesi ve bakanlık vekillerinin işi yürütmek üzere görevlendirilmesi
6- Ulusal Meclis’in ve eyalet meclislerinin feshedilmesi
7- Eyalet hükümetlerinin ve yasama meclislerinin feshedilmesi ve onların görevlerinin valiler ve güvenlik komiteleri tarafından üstlenilmesi
8- Yargı makamları, Anayasa Mahkemesi ve Cumhuriyet Savcılığı’nın çalışmalarına devam etmesi
9- Silahlı hareketlere ve silah taşıyan kimselere vatanı savunmak için çağrıda bulunulması
10- Vatandaşların kamusal yaşamını korumak
11- Kamu düzeninin katı bir şekilde uygulanması, kaçışların önlenmesi ve her türlü suça karşı mücadele edilmesi
12- Sudan'da kapsamlı bir ateşkes ilan edilmesi
13- Tüm siyasi tutukluların derhal serbest bırakılması
14- Siyasi partilerin oluşturulması, geçiş dönemi sonuna kadar özgür ve adil seçimlerin yapılması ve kalıcı bir anayasa oluşturulması
İkinci olarak,
1- Tüm yerel, bölgesel ve uluslararası sözleşmelere bağlı kalmak
2- Sudan'daki elçilikler, misyonlar ve diplomatik kurumların çalışmalarına devam etmesi
3- İnsan haklarının ve onurunun korunması
4- İyi komşuluk ilişkilerine bağlı kalınması
5- Sudan’ın yüce çıkarlarını göz önünde bulundurarak uluslararası ilişkilere özen gösterilmesi ve diğer devletlerin içişlerine müdahale edilmemesi
Üçüncü olarak,
1- Askeri birliklerin, hayati alanların, köprülerin ve ibadet yerlerinin güvenliğinin temin edilmesi
2- Haberleşme, liman ve hava trafiğinin devam etmesi
3- Her türlü sigorta hizmetleri



İran'ın vekilleriyle yüzleşmek: Bölgesel rol

Lina Jaradat
Lina Jaradat
TT

İran'ın vekilleriyle yüzleşmek: Bölgesel rol

Lina Jaradat
Lina Jaradat

James Jeffrey

24 Haziran'da dünya Ortadoğu'da farklı bir sahneye uyandı. Ateşkes, Gazze Şeridi hariç, 7 Ekim 2023'te İran’ın vekillerinin başlattığı bölgesel bir çatışmayı, son olarak Tahran'ın kendisinin doğrudan müdahil olmasının akabinde sonlandırdı. Bu çatışma İran ve vekilleri için dolaylı olarak da askeri müttefiki Rusya için ağır bir yenilgiyle sonuçlandı. Savaşın tozu dumanı dağılırken temel bir soru ortaya çıkıyor; nadiren barışı tatmış bir bölgede uzun vadeli istikrarı sağlamak için bu başarıyı nasıl kullanabiliriz? İlk adım İran'ı çevrelemektir, ancak bu çabanın başarısı, ayrıntılarının tam ve derinlemesine anlaşılmasına bağlı.

ABD, daha önceki çatışmalarda olduğu gibi bu çatışmada da bazen başarılı, bazen de etkisi sınırlı kilit bir rol oynadı. Ancak bu rolün, Başkan Trump'ın bu hayati öneme sahip bölgeye olan ilgisini kaybetmesi nedeniyle değil, aksine ABD'nin ne sunabileceği ve nelerden kaçınması gerektiği konusundaki gerçekçi vizyonundan hareketle “savaş sonrası” aşamada değişmesi muhtemel.  Trump'ın siyasi tabanında izolasyonistlerin güçlü varlığı göz önüne alındığında bu kaçınma önemli. İran'a yönelik son saldırıda olduğu gibi, Amerikan taahhütlerinin kısa vadeli, düşük maliyetli ve doğrudan Amerikan vatandaşının çıkarlarıyla bağlantılı olması koşuluyla, bu akımı ikna etmek mümkün.

Bu nedenle bölge ülkeleri, Başkan Trump'ın mayıs ayında Riyad'da yaptığı konuşmada ortaya koyduğu, ABD'nin Ortadoğu politikasının genel çerçevesini ciddiye almalı. ABD, bundan sonra “son çare” rolünü, yani yalnızca kesinlikle gerekli olduğunda ve başka alternatif kalmadığında müdahale eden bir güvenlik garantörü rolünü üstlenmeyi planlıyor. Fordo tesisinin bombalanması bu tür kararlı müdahalelerin açık bir örneğiydi. Daha geniş çerçevede, Trump konuşmasında, bölgenin sorumluluklarını üstlenebilme gücüne güvendiğini, bölgenin birçok krizi kendi başına çözebilecek olgunluğa ulaştığına inandığını dile getirdi.

Bölgesel güçler, bu alanlarda gerçek bir değişim yaratmak için uzun vadeli vizyonlara ve sahadaki detaylara ilişkin kapsamlı bir anlayışa sahip, ABD ise bunlardan yoksun

Bu durum, bölgedeki iki ana taraf olan ABD ve Türkiye'nin de aralarında bulunduğu bölge ülkeleri arasında ideal bir rol dağılımına işaret ediyor; burada İsrail'in özel bir statüye sahip olduğuna işaret edelim. Zira Amerikan güvenlik şemsiyesi, İsrail ile eşgüdüm halinde, İran'ın doğrudan oluşturduğu stratejik tehditlerle mücadeleye odaklanacaktır. Gazze, Lübnan, Irak, Suriye ve Yemen'de İran’ın vekillerinin kalan ağlarıyla mücadeleye gelince, son dönemde Suriye'ye yönelik izlenen politikada da görüldüğü gibi, gayriresmi bir ittifak çerçevesinde bölge devletlerinin sorumluluğunda olduğu varsayılıyor. Bu dağılım iki nedenden dolayı mantıklı görünüyor; birincisi, bu ağların nüfuzunu ve dolayısıyla İran'ın bunlar üzerindeki kontrolünü sınırlamak, en çok bu ağlara ev sahipliği yapan ülkelere komşu olan Arap ülkeleri ve Türkiye’nin menfaatinedir. İkincisi, bölgesel güçler bu alanlarda gerçek bir değişim yaratmak için uzun vadeli vizyonlara ve sahadaki detaylara ilişkin kapsamlı bir anlayışa sahip, ABD ise bunlardan yoksun.

Aşağıda, vekillerin etkisini azaltmayı ve böylece İran'ın gayrimeşru hegemonyasını zayıflatmayı amaçlayan bölgesel katılım için bir “eylem planı” yer almaktadır. Bu plan, ABD'nin doğrudan müdahalesini gerektiren alanları belirliyor. Diğer uluslararası tarafların rolleri ise nispeten sınırlı kalıyor. Zira Avrupa Birliği ve İngiltere genel olarak ABD'nin hedeflerine destek verseler de finansal alan dışında bölgesel güvenliğe katkıları sınırlı olmayı sürdürüyor. Öte yandan Çin ve Rusya'nın, Güvenlik Konseyi'ndeki birkaç sınırlı ve yoğun rol dışında, bölgenin farklı yerlerinde 20 aydır süren operasyonlar boyunca neredeyse hiçbir etkileri olmadı.

Arap ülkeleri arasında, mevcut Filistin liderliğinin Gazze'de ne ölçüde rol üstlenmeye hazır olduğu konusunda görüş ayrılıkları öne çıkıyor. Ancak bölge, eninde sonunda kendisini Ramallah'ın bu bağlamda neler sunabileceğiyle yüzleşmek zorunda bulacaktır

Gazze

BAE ve Mısır, Gazze'deki “ertesi gün” aşaması için Filistin Ulusal Otoritesi, bölgesel organlar ve uluslararası tarafların ortak roller üstlenmesini öngören planlar sundular. Bu planların genel hatları ümit verici görünse de Hamas'ın Gazze’de siyasi kontrolden vazgeçmesini, güç kullanımının başka bir Filistinli oluşuma veya kolektif bir Arap oluşumuna ya da ortak bir oluşuma münhasır olduğunu tanımasını şart koşuyor. Bu şartın sağlanması zor olsa da özellikle İsrail'in, tıpkı Lübnan'da Hizbullah'ın başına gelenlere benzer şekilde, Hamas'ın askeri gücünü yeniden inşa etmesi durumunda müdahale etme hakkını savunacağı düşünüldüğünde, imkânsız değil. Mevcut Filistin liderliğinin Gazze'de rol üstlenmeye ne kadar hazır olduğu konusunda da Arap ülkeleri arasında görüş ayrılıkları öne çıkıyor. Ancak bölge, eninde sonunda kendisini Ramallah'ın bu bağlamda neler sunabileceğiyle yüzleşmek zorunda bulacaktır.

İsrail ile Hamas arasında ateşkes sağlanmasının ardından 23 Ocak 2025'te, yerinden edilen Filistinliler Gazze Şeridi'nin kuzeyindeki Cibaliye'ye geri dönerken, insanlar yıkılan binaların enkazları arasında çadırlar kuruyor (AFP)İsrail ile Hamas arasında ateşkes sağlanmasının ardından 23 Ocak 2025'te, yerinden edilen Filistinliler Gazze Şeridi'nin kuzeyindeki Cibaliye'ye geri dönerken, insanlar yıkılan binaların enkazları arasında çadırlar kuruyor (AFP)

Bu bağlamda ABD’nin rolü çok önemli. ABD, Gazze'deki Hamas kalıntılarına karşı devam eden ve sivil halka büyük zararlar veren savaşı durdurması için mevcut İsrail hükümetine baskı yapabilecek tek taraf olmaya devam ediyor. Başkan Trump'ın İran'a yönelik saldırısının olumlu yan etkilerinden biri de kazandığı güvenilirlik oldu ve bu da ona İsrailliler üzerinde bu hassas konuda etkili baskı uygulayabilme olanağı tanıyor.

Suriye

Genel olarak Türkiye ile ittifak içinde olan önde gelen Arap devletleri takdire şayan bir öncü rol üstlendiler. Ancak Suriye'deki sahne farklı; İran'ın açık nüfuzu önemli ölçüde gerilemiş olsa da Tahran hâlâ çok sayıda Suriyeli tarafla örtülü ilişkilerini sürdürüyor ve nüfuzunu yeniden kazanmak konusunda oldukça istekli olduğunu gösteriyor. Buna karşılık mevcut Suriye rejimi, Esed'in eski müttefiki İran'a karşı açık bir düşmanlık sergiliyor. En büyük meydan okuma, 14 yıldır süren savaş nedeniyle nüfusunun yarısının yerinden edildiği, yüz binlerce kişinin öldürüldüğü ve kapsamlı bir ekonomik çöküş yaşayan yeni Suriye devletinin kırılganlığıdır. Kuzeyde, kuzeydoğuda, batıda ve güneyde yayılan ve merkezi hükümete bağlılıkları şüpheli silahlı grupların yanı sıra, DEAŞ’a bağlı grupların devam eden varlığının gölgesinde kökleşmiş iç ayrışmalar, bu durumu daha da derinleştiriyor.

BM Güvenlik Konseyi'nin 1701 sayılı kararına dayanan 2024 ateşkesi şartları, Lübnan hükümeti ve halkının Hizbullah'ın nüfuzunu azaltmaya yönelik çabalarına hukuki bir zemin sağlıyor

Bölge ülkelerinin öncelikli görevi, özellikle Başkan Trump'ın Suriye'ye yönelik ciddi toparlanma çabalarını engelleyen yaptırımları kaldıran başkanlık kararnamesini yayınlamasının ardından, etkili ekonomik destek sağlamaktır. İkinci görev ise bölgesel pozisyon birliğini korumaktır. Nitekim 2018 yılından itibaren Arap dünyasında Suriye politikası konusunda ortaya çıkan ayrışmalar, Esed rejimine yönelik ortak pozisyonu zayıflatmıştı. Bu durum daha sonra, özellikle de Esed'in Arap Birliği'ne tam dönüşü karşılığında herhangi bir reformda bulunmayı reddetmesinin ardından 2023'te düzeltildi.

Bugün en büyük meydan okuma, Arap devletleri ile Türkiye arasında yalnızca Şam rejimine yönelik değil, aynı zamanda ülkenin geniş bölgelerini kontrol eden silahlı gruplara karşı pozisyonlarda da görüş ayrılığı yaşanması olasılığıdır. Bu bağlamda Arap dünyası ile Türkiye'nin görüş birliği içinde olması zaruri hale geliyor. Burada, iç reform, yönetişim, güvenlik ve dış ilişkiler dosyalarını kapsayan net bir “yapılacaklar listesi” hazırlanması, Arap dünyasının 2021-2024 yılları arasında Esed'e yönelik benimsediği yaklaşıma benzer şekilde, yeni Suriye hükümetine ortak bir çerçeve olarak sunulması öneriliyor.

ABD Başkanı Trump, Suriye dosyasıyla ilgili olarak Türkiye Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ile arasındaki gerginliği azaltmak konusunda arabuluculuk yapabileceğini İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu'ya bildirdi. Bu, mevcut Suriye bağlamında en hassas konulardan birinde gerilimi azaltabilir. Buna paralel olarak ABD, DEAŞ’ı çevrelemeye devam etme konusunda doğrudan çıkar sahibi ve bu da Kürt liderliğindeki Suriye Demokratik Güçleri (SDG) ile sürekli iş birliğini gerektiriyor. Ancak Suriye'deki tablo oldukça karmaşık; zira aynı güçler, Türkiye ile PKK bağlantıları nedeniyle çatışma içinde oldukları bir dönemde, Şam ile kuzeydoğunun merkezi devlete yeniden entegrasyonu konusunda, idari, ekonomik, enerji ve güvenlik konularını da içeren müzakereler yürütüyor.

Dolayısıyla ABD'nin yaptırımları kaldırma sorumluluğunun yanı sıra hâlâ temel bir rolü bulunuyor. Son olarak Washington'un, Golan Tepeleri'nin hukuki statüsü de dahil olmak üzere, Suriye ile İsrail arasında 1974’te varılan anlaşmada yer alan konuları ele almak için hem Suriye hem de Ürdün ile birlikte çalışması gerekiyor.

 İsrail ile Hizbullah arasında ateşkesin yürürlüğe girmesinin ardından, Beyrut'un güney banliyölerindeki hasarlı binaların yakınından geçen araçlar Lübnan, 27 Kasım 2024 (Reuters)İsrail ile Hizbullah arasında ateşkesin yürürlüğe girmesinin ardından, Beyrut'un güney banliyölerindeki hasarlı binaların yakınından geçen araçlar Lübnan, 27 Kasım 2024 (Reuters)

Lübnan

BM Güvenlik Konseyi'nin 1701 sayılı kararına dayanan 2024 ateşkesinin şartları, Lübnan hükümetine ve halkına, “devlet içinde silahlı devlet” olarak Hizbullah'ın nüfuzunu azaltmaya yönelik çabalarına yasal bir zemin sağlıyor. Bu bağlamda, Lübnan'ın karşı karşıya olduğu hukuki zorluklar ve ciddi ekonomik kriz göz önüne alındığında, BM ve uluslararası bağışçılara önemli rol düşüyor. Ancak Arap ülkelerinin de halen en az bunun kadar önemli, finansal destek ve diğer ekonomik yardım biçimlerini sunmak gibi ciddi bir rolü bulunuyor. Bunun ötesinde, bu rol, Lübnan hükümetine Hizbullah'ı dizginleme sözünü yerine getirmesi için baskı yapmak amacıyla siyasi tutumları birleştirmeye kadar uzanıyor. Arap ülkeleri de dahil olmak üzere dış yardımların, silahsızlandırma taahhüdüne, 1701 sayılı kararın uygulanmasına ve ateşkese bağlanması, Lübnan ve bölgede barış ve istikrarın sağlanması için olmazsa olmaz bir unsurdur.

Lübnan örneğinde olduğu gibi Arap ülkelerinin Irak hükümetiyle de tarihi ilişkileri bulunuyor ve bu ilişkiler ekonomik ve diplomatik düzeyde giderek gelişiyor

Arap iş birliğinin etkin koordinasyon gerektiren en önemli alanlarından biri de Lübnan-Suriye ilişkileri. Suriye'nin Hizbullah'a gönderilen silahlar konusunda kaçakçılığı sınırlaması için bölgesel desteğe ihtiyacı var. Zira Şam'daki hükümetin değişmesinden sonra bile, 1701 sayılı kararın açıkça ihlali niteliğindeki silah sevkiyatı girişimleri devam etti. Lübnan ve Suriye'nin Şeba Çiftlikleri konusunda ortak tavır alması da önem taşıyor.

ABD ise Lübnan'da doğrudan önemli bir rol oynamasa da Lübnan ordusuna verdiği sürekli destek, sunduğu diğer yardımların yanı sıra, Güvenlik Konseyi'ndeki daimi üye olarak etkinliği aracılığıyla aktif olmayı sürdürüyor. Buradan hareketle Arap ülkelerinin, İsrail'in ateşkese bağlılığının sağlanması, Lübnan topraklarında halen işgal ettiği mevzilerden güçlerini çekmesi başta olmak üzere, Lübnan’da Washington ile koordinasyon ve iş birliği yapmaları gerekiyor.

Irak

Lübnan örneğinde olduğu gibi Arap ülkelerinin Irak hükümetiyle de tarihi ilişkileri bulunuyor ve bu ilişkiler hem ekonomik hem de diplomatik düzeyde giderek gelişiyor. Ancak Irak sahnesi doğası gereği Lübnan'dakinden farklı. İran'ın Irak'taki nüfuzu, bilhassa Lübnan'daki doğrudan vekili Hizbullah'ın nüfuzuyla karşılaştırıldığında daha güçlü nüfuza sahip siyasi partiler, Haşdi Şabi’ye bağlı milisler aracılığıyla çok daha geniş ve çeşitli. Ancak Lübnan’a göre Irak'ın kırılganlığı daha derin görünüyor. Şarku’l Avsat’ın al Majalla’dan aktardığı analize göre zira Irak İran'a komşu olmasının yanı sıra, onunla yakın enerji bağları da var. Ayrıca Lübnan'dan farklı olarak, vekillerin nüfuzunu sınırlamasını sağlayacak uluslararası hukuki yetkilerden de yoksun. Dünyanın önde gelen petrol üreticilerinden biri olan Irak, İran'ın bölgesel hesaplarında stratejik bir kazanımı temsil ediyor.

Irak liderliğine, Tahran ile angajmanda aşırıya kaçmasının ciddi sonuçlar doğurabileceği hatırlatılmalı; bu durum Kürtleri ayrılığa itebilir ve Sünni Arapları DEAŞ’ın kollarına geri dönmeye teşvik edebilir

Arap ülkeleri, Irak hükümetiyle gelişen diplomatik ve ekonomik ilişkilerini, dolaylı yoldan harekete geçerek, Bağdat'ın karar alma bağımsızlığını desteklemeye katkıda bulunmak için kullanabilirler. Irak liderliğine, Tahran ile angajmanda aşırıya kaçmasının ciddi sonuçlar doğurabileceği hatırlatılmalı; bu durum Kürtleri ayrılığa itebilir ve Sünni Arapları DEAŞ’ın kollarına geri dönmeye teşvik edebilir. Bu iki gelişme sadece Irak'ın değil, tüm bölgenin güvenliği için tehdit oluşturuyor. Bu bağlamda, Kürdistan Bölgesel Yönetimi ile Bağdat hükümeti arasındaki ilişkilerin yönetilmesi konusunda Türkiye ile iş birliği yapılması en önemli önceliktir.

Irak'taki Amerikan rolüne gelince, giderek azalsa da özellikle enerji sektöründeki ticari anlaşmalar açısından hâlâ büyük önem taşıyor. Buna ilave olarak, DEAŞ’ın geri dönüşünü engellemede oynadığı önemli rolün yanı sıra, son yıllarda biriktirdiği hukuki, mali ve diplomatik mirasla etkisini sürdürüyor. Washington, Arap ülkeleri, Türkiye ve daha geniş ölçüde uluslararası toplum açısından önemli olan sonuç şudur, Irak'ın son 20 yıldır Lübnan ve Yemen'in izlediği yola sapması bölgesel bir felakete yol açacaktır.

Arap devletleri, ABD dahil olmak üzere herhangi bir dış güçle karşılaştırıldığında, İran ve bölgedeki ağlarından beklenen direnişe karşı koymaya en muktedir ülkeler olmaya devam ediyorlar

Yemen

Yemen dosyasında onlarca yıldır hiçbir dış güç gerçek bir atılım sağlayamadı. Buna vekili Husilerin ülkeyi tamamen kontrol altına almasını veya uluslararası alanda meşru olarak tanınmasını sağlayamayan İran da dahil. Husilerle merkezi hükümet arasındaki çatışmanın büyük ölçüde donmuş bir biçimde kalacağı varsayıldığında, Arap devletlerinin meşru hükümete siyasi destek vermeye ve insani yardımları yoğunlaştırmaya odaklanmaları gerekiyor. ABD açısından ise Husiler'in deniz trafiğine yönelik saldırılarını yeniden başlatmaması durumunda, Husiler ile çatışmaya girme konusuna ilgisi sınırlı kalmaya devam edecektir. Konunun karmaşıklığı göz önüne alındığında, sahadaki gelişmeler farklı bir yaklaşımı gerektirmediği sürece, konunun sonraki bir aşamaya bırakılması daha iyi olacaktır.

Arka planda Husiler tarafından ele geçirilen kargo gemisinin yer aldığı sahilde yürüyen bir Husi savaşçısı 5 Aralık 2023 (ABE)Arka planda Husiler tarafından ele geçirilen kargo gemisinin yer aldığı sahilde yürüyen bir Husi savaşçısı 5 Aralık 2023 (ABE)

Sonuç

İran, bölge genelinde geniş bir vekil ağı kurmak için onlarca yıl harcadı ve bu çabasında büyük ölçüde başarılı oldu; bu da Arap dünyasını muazzam bir baskı altına soktu. Dört Arap ülkesi ve Gazze Şeridi halklarının kendi kaderlerini tayin haklarını ellerinden aldı. Bu halklar, çeşitli aşamalarda, ağır insani kayıplar vermelerine neden olan ve tüm bölgenin istikrarsızlaşmasına yol açan savaşlara girmeye zorlandılar. Uzun vadede refah ve barışın hüküm sürdüğü bir Ortadoğu için sadece nükleer ve askeri programlarıyla ilgili olarak değil, aynı zamanda vekalet yoluyla diğer ülkeleri kontrol etme yeteneği açısından da İran'ın nüfuzu azaltılmalıdır. Birkaç nedenden ötürü, Arap ülkeleri, ABD dahil olmak üzere herhangi bir dış güçle karşılaştırıldığında bu görevi yerine getirmeye en muktedir ülkeler olmaya devam ediyorlar. Ancak bu konuda başarıya ulaşmak için, İran ve bölgedeki ağlarından beklenen direnişe karşı ortak bir duruş ve kolektif bir iradeye ihtiyaç vardır.

*Bu analiz Şarku'l Avsat tarafından Londra merkezli al Majalla dergisinden çevrilmiştir.