Canan Karatay uyardı: İçecekler, şekersiz diye kandırılıyoruz

Canan Karatay uyardı: İçecekler, şekersiz diye kandırılıyoruz
TT

Canan Karatay uyardı: İçecekler, şekersiz diye kandırılıyoruz

Canan Karatay uyardı: İçecekler, şekersiz diye kandırılıyoruz

Kocaeli’de okurlarıyla buluşan Prof. Dr. Canan Karatay, trans yağ ve şekerli yiyeceklerin bir çok hastalığa neden olduğunu ifade ederek, “Enerji içecekleri ve ‘Şekersiz’ diye aldığımız içecekleri içerken yapay tatlandırıcı ile ‘şekersiz’ diye kandırılıyoruz. Bu içecekler kanda en tehlikeli olan trigliseridi yükseltir” dedi.
Prof. Dr. Canan Taratay, Kocaeli Büyükşehir Belediyesi tarafından bu yıl 11'incisi düzenlenen Kocaeli Kitap Fuarı'nda okurlarıyla bir araya geldi. “Gerçek Tıbbın 10 Şifresi” adı altında Karatay tarafından düzenlenen söyleşiye vatandaşlar yoğun ilgi gösterdi. Söyleşide sağlıklı beslenme konusunda önemli bilgiler aktaran Kararay, şekersiz içecek adı altında insanların kandırıldığını söyleyerek, “Enerji içecekleri ve ‘Şekersiz' diye aldığımız içecekleri içerken yapay tatlandırıcı ile ‘Şekersiz' diye kandırılıyoruz. Bu içecekler kanda en tehlikeli olan trigliseridi yükseltir. Bakın, kolesterol yağ değildir. Kolsterol değil, trigliserittir bütün hastalıkları başlatan. Aynı zamanda çocuklarımıza verdiğimiz bu içecekler bağımlılık sebebidir. Nişasta bazlı mısır şurubuna sahip olan bunları çocuklarımız gençlerimiz içmeyecek. Ramazan geliyor, iftar sofralarında bu gazlı içecekleri görmeyeceğiz” dedi.
“Bütün yağları yemeyin deniliyor, inanmayın” 
Şekerli yiyeceklerin oluşturduğu etkilere değinen Karatay, “Doğal olarak insanlarda, hayvanlarda ve bitkilerde 30 türlü yağ vardır. Biz bunlara yağ asidi deriş. Bunlar olmazsa yeryüzünde hayat olmaz. Bunlar bozulmamış olarak vücudumuza girmesi gerekiyor ki hastalanmayalım. Ama iki türlü yağ tehlikelidir. Hani, ‘Bütün yağları yemeyin' deniliyor, inanmayın. Sadece iki türlü yağ tehlikelidir. Bunlardan birincisi trigliseridlerdir. Trigliseridler yediğimiz şekerin yükselttiği trigliseridlerdir. Pasta, börek, doğum günü pastası yediğimiz zaman, ağzımıza aldığımız andan itibaren kan şekerimiz yükselir. Bütün hücreleri paslandırır. Şeker hastası olmamız şart değildir. Beyinden böbreğe, gırtlaktan memeye, prostada, aklınıza ne gelirse hepsindeki hücreyi bozar. Bunların başlattığı alevlenme olmasın diye vücut kendisini korumaya almıştır. Bu bizim elimizde değildir. Vücut bunlara karşılık pankreastan insülin denilen hormonu salgılar. Bu hormon da yüksek kan şekerini trigliserid denilen yağlara çevirir” diye konuştu.
“Bunların tümü yaşam, beslenme biçiminden kaynaklanan hastalıklardır” 
Trans yağların zararlarına da değinen Karatay, “Amerika'da trans yağların yasaklanmasına gidilmiştir. Çünkü bebeklerde, çocuklarda ve ileriki yaşlarda hastalıkların ortaya çıkmasına bunların neden olduğu gösterilmiştir. Çünkü bu hastalıkların genetik olmadığı, bunların bilinçli uygulama sonucunda vücutta oluştuğu gösterilmiştir. Bunların hepsi iyileşebilir hastalıktır, hiçbiri genetik değildir. Annemde var, babamda var diye büyüklerinizi suçlamayın. Suç sizdedir. Bunların tümü yaşam, beslenme biçiminden kaynaklanan hastalıklardır. Bunların hiçbiri ilaç eksikliğine bağlı değildir” şeklinde konuştu.
“Mümkün olduğu kadar tahıl üretmeyin” 
“Tahılların hepsi şimdi ‘gdo'lu. Hepsi hibrit tohum. O yüzden eski tahıl yok ortada, mümkün olmadığı kadar tüketmeyeceğiz. Unsilin yükselmesine, şeker yükselmesine, tansiyon ve kalp refüsünü de yükseltiyor. Un, şeker ve tatlandırıcılar en tatlı zehirlerdir. Nişasta bazlı şekerleri ve mısır unu şekerlerini çocuklarımız çok tüketiyor. Bunlarla oluşan şeker ve insülin kanı pırtılaştırır. Pırtının sebebi kolesterol değil, şeker, trans yağlar ve insülin yüksekliğidir. Bunu önlemek elimizdedir. Ekmek beyni uyuşturuyor. Hiprit, ithal tohumlardan üretilen ekmekler bağımlılık yapar” ifadelerini kullandı.
“Meyve de yenilmeyecek” 
Meyvelerde bulunan şekerlerin karaciğeri yağlandırdığını ifade eden Karatay, meyve sularının da zararlı olduğunu vurgulayarak, “Meyve de yenilmeyecek diyorum. Çünkü kavun, karpuz, üzüm, incir, elma da trigliseridleri yükseltiyor. Meyvenin şekeri 5 karbonludur. Vücut bunu enerji olarak kullanamıyor. İnsülin de bunu karaciğere göndererek yağlandırıyor. Biz eskiden yalnız bira göbeği olarak okurduk. Şimdi 10-12 yaşındaki çocukların da karaciğeri yağlı. Meyve suyu da aynı şekilde karaciğeri yağlandırır. Meyve suyu çocuklarımızın alkolüdür. Aynı zamanda son çalışmalar gösterdi ki hastalıkların nedeni protein eksikliği değil, şeker metabolizması bozukluğudur” dedi. 



Günümüzü düşünmek: Byung-Chul Han'ın okumanız gereken 5 yapıtı

Byung-Chul Han, uzun süre Almanya ve İsviçre'deki üniversitelerde ders verdi (Reuters)
Byung-Chul Han, uzun süre Almanya ve İsviçre'deki üniversitelerde ders verdi (Reuters)
TT

Günümüzü düşünmek: Byung-Chul Han'ın okumanız gereken 5 yapıtı

Byung-Chul Han, uzun süre Almanya ve İsviçre'deki üniversitelerde ders verdi (Reuters)
Byung-Chul Han, uzun süre Almanya ve İsviçre'deki üniversitelerde ders verdi (Reuters)

Minerva'nın Baykuşu bu hafta, Güney Koreli felsefeci Byung-Chul Han'ın eserlerinin rehberliğinde, insan varoluşunun farklı hallerini keşfe çıkıyor. 

1959'da Güney Kore'nin başkenti Seul'de doğan Han, üniversitede metalurji okurken yolunu değiştirerek felsefeyle uğraşmaya başladı. 1980'lerde doğduğu ülkeyi terk edip Almanya'ya giderek felsefenin yanı sıra Alman edebiyatı ve Katolik ilahiyatı alanlarında eğitim gördü.

Freiburg Üniversitesi'nde Heidegger üzerine doktorasını tamamlayan kültür kuramcısı, 20'den fazla kitap ve birçok deneme kaleme aldı.

2022'de yayımlanan Tefekkür Yaşamı'nın kasımda Ketebe Yayınları etiketiyle Türkiye'deki okurlarla buluşması vesilesiyle, Han'ın düşüncesinin farklı boyutlarını ortaya koyan 5 eserini ele aldık.

Tefekkür Yaşamı

Tefekkür Yaşamı hız, eylem ve tüketim üzerine kurulu günümüz toplumunda eylemsizliğin, yavaşlamanın ve derinlemesine düşünmenin imkanlarını sorguluyor. 

"İnsan varlığı tamamen etkinlik tarafından emilir. Bu da onu sömürülebilir hale getirir" diyen Han, eylemsizliği bir tembellik ya da erteleme davranışı değil, insan olmanın özü şeklinde ele alıyor. Bu anlamda eylemsizlik, kendisini peşinen verimlilik, performans ve tüketimin hizmetine sunmayan bir var olma halini vurguluyor.
 

scdgth
Han, Tefekkür Yaşamı'nda eylemsizlik fikrini insanın dünya deneyiminin merkezine yerleştiriyor (@ketebe / Twitter)

İşleve indirgediği sürece sömürüye de açık olan eylem ve tepkilerin karşısına yerleştirilen eylemsizlik, gerçek mutluluğun anahtarı olarak sunuluyor:

Gerçek mutluluk kendini amaçsız ve yararsız olana, kasıtlı olarak beceriksiz olana, verimsiz olana, dolambaçlı olana, saptırıcı olana, gereksiz olana, hiçbir işe yaramayan ve hiçbir amaca hizmet etmeyen güzel biçimlere ve jestlere borçludur.

Bizi eylemlerin tepkilere, deneyimlerin de yaşanmışlıklara indirgenmediği bir alana götüren bu eylemsizlik düşüncesi, her şeyden önce can sıkıntısına tahammül etmekle ve bazı şeylerin yavaş yavaş olgunlaşması için sabır göstermekle başlıyor. 

Almancadan çeviren: Barış Tut, 100 s., 2024, Ketebe Yayınları
Palyatif Toplum

Tedaviye dirençli ağrılardan muzdarip hastaların şikayetlerinin dindirilmesi amacıyla uygulanan tedavilere tıpta "palyatif" adı veriliyor. Sıfatın kökeninde Latince "manto" anlamına gelen "pallium" ve "paltoyla örtmek" manasındaki "palliare" sözcükleri var. 
 

asdewfr
Han, doktorasını Heidegger'in yıllar boyunca ders verdiği Freiburg Üniversitesi'nde tamamladı (IMDB) 

Han, bu etimolojik bagajı Palyatif Toplum'da çeşitli izlekler üzerinden açarak, günümüz toplumunu belirleyen acı fobisini (algofobi) merceğe alıyor. Alman yazar ve böcekbilimci Ernst Jünger'in "Bana acıyla ilişkini söyle, sana kim olduğunu söyleyeyim!" sözüyle açılan kitabında felsefeci, acının yorumbilimini yaparak sıradışı bir toplum eleştirisi sunuyor. Algofobinin sadece acıdan kaçınma değil, aynı zamanda siyasi ve toplumsal açıdan bir uyum baskısı ve uyuşma yarattığına dikkat çekiyor: 

'Alternatifsizlik' siyasi bir ağrı kesicidir. Muğlak 'orta yol' palyatif bir etki gösterir. Tartışmanın ve daha iyi savlar uğruna mücadelenin yerini sisteme uyma baskısı alır.

Milyarderlerin servetlerini harcağı Silikon Vadisi'ndeki yaşlanmayı geciktirici projeler son dönemde gündemden düşmüyor. Fakat acının ve ölümün bertaraf edildiği bir yaşama artık insan hayatı diyemeyiz: 

Sürekli mutluluk içindeki acısız hayat artık insan hayatı olmayacaktır (...) İnsan hayatta kalmak uğruna kendini ortadan kaldırır. Muhtemelen ölümsüzlüğe de erişecektir ama hayatı pahasına.

Almancadan çeviren: Haluk Barışcan, 70 s., 2022, Metis Yayınları
 

Yeryüzüne Övgü

Yeryüzüne Övgü, belki de Han'ın en şahsi kitaplarından biri. Kitabın özgün adı Lob der Erde, Mahler'in ölmeden önce bestelediği son eserlerinden Lied der Erde'yi (Yeryüzünün Şarkısı) anımsatıyor. Han'ın kitabı da aynı şekilde melodik; yeryüzüne övgüsü yeryüzünün şarkısına dönüşüyor. 

Korece "gizli bahçe" anlamına gelen Bi-Won adını verdiği bir bahçede üç yıl boyunca çalışırken yaşadığı deneyimleri kaleme alan felsefeci, bahçede her şeyden önce zamanı çok daha yoğun deneyimlediğini, toprağın hem canlılığını hem de kırılganlığını keşfettiğini belirtiyor. 
 

ctyju
Han'ın Yeryüzüne Övgü'de bahsettiği bahçesi, Berlin'deki ikinci evinde yer alıyor (Byung-Chul Han/Art Review)

Ancak Han'ın eseri bir doğa güzellemesinden ibaret değil. İnsanın doğayla kurduğu ilişkinin geri dönülmez şekilde felakete sürüklendiğini belirten kuramcı, ekolojik krize ve bunun toplumsal-siyasi açmazlarına değinerek şunları söylüyor: 

Bugün yeryüzü için her türlü duyarlılığımızı kaybetmiş durumdayız. Artık yer yüzünün ne olduğunu bile bilmiyoruz. Onu sadece uzun süreli kullanabileceğimiz bir kaynak olarak görüyoruz. Yeryüzüne özen göstermek, ona varlığını/özünü geri vermek demektir.

Almancadan çeviren: Nafer Ermiş, 148 s., 2021, İnka Kitap

Psikopolitika

Han'ın neoliberalizm ve iktidar tekniklerini incelediği Psikopolitika, modern toplumda bireylerin nasıl birer "proje" ve "performans öznesine" dönüştürüldüğünü masaya yatırıyor. Neoliberalizmi, "kapitalizmin mutasyon geçirmiş hali" diye niteleyen kültür kuramcısı, iktidarın gözetleme ve denetim işini artık özneye devrettiğini vurguluyor. 

Bu rejimin teolojik boyutu, dijitalleşme ve sosyal medyada kendisini gösteriyor:  

Like/Beğendim, dijital 'Amin'dir. Like'ı tıklarken iktidar düzenine tabi kılarız kendimizi. Akıllı telefon sadece etkili bir gözetleme aracı değil, aynı zamanda taşınabilir bir günah çıkarma sandalyesidir.

xcs
Psikopolitika, neoliberalizmin güçlü baskı tekniklerini inceliyor (@Metiskitap / Twitter) 

Tüm kaçış noktalarını önceden kapatan neoliberal sistemde bireyin saldırganlığını kendine yöneltmesi "devrimci değil depresif" bir kişilik yapılanması oluşturduğu gibi, siyasi ve toplumsal dönüşümü de açmaza sokuyor: 

Tüketici olarak seçmen bugün siyasete, toplumu şekillendirmekte etkin bir rol almaya gerçek bir ilgi göstermemektedir (...) Siyasete sadece edilgin bir biçimde, homurdanarak, şikayet ederek tepki verir, tıpkı hoşuna gitmeyen hizmet ya da mal sektöründe yaptığı gibi.

Almancadan çeviren: Haluk Barışcan, 89 s., 2019, Metis Yayınları

Zamanın Kokusu

İnsanın "doğru zaman algısını tamamen yitirdiği" savından yola çıkan Zamanın Kokusu, Nietzsche'nin Böyle Buyurdu Zerdüşt'ündeki şu vurucu sorunun etrafında şekilleniyor:

'Zamanında öl!' öğretisi daha yabancı geliyor herkese. Zamanında öl: diye öğretti Zerdüşt. Hiç zamanında yaşamamış birisi nasıl zamanında ölsün ki?

Toplumun bir "diskroni", yani zaman algısının bozulmasından kaynaklanan bir krizle boğuştuğuna dikkat çeken Han, insanların kendi bedenleriyle, çevreleriyle ve olayların akışıyla belirli koordinatlar üzerinden ilişki kurma kapasitesini kaybettiğini belirtiyor. 
 

xcdvfbg
Zamanın Kokusu, okuru bambaşka bir zaman ve mekan deneyimine davet ediyor (@asterion03 / Twitter)

Felsefeci, en yeninin hüküm sürdüğü bir çağda atomlaşan zamanın karşısına "bulunma ve ikamet etme" düşüncesini yerleştiriyor. Bu düşüncenin en iyi temsilcisi, Çincede "kokulu mühür yazısı" anlamına gelen "hsiang yin" adlı tütsülü saatler. Çin'de 19. yüzyılın sonuna kadar kullanılan bu saatlerin yerleştirildiği kutularda çeşitli şiirler yer alıyor.

"Koku salan zaman akıp gitmez" diyen Han, tütsülü saatlerin zamanla farklı bir ilişki kurma imkanı sağladığı ölçüde su ve kum saatlerinden çok daha etkili olduğunu vurguluyor. 

Almancadan çeviren: Şeyda Öztürk, 121 s., 2018, Metis Yayınları
 

Nietzsche, 19. yüzyılın sonlarına doğru şöyle yazmıştı:

Yaşamın olağanüstü şekilde hızlanmasıyla zihin ve göz, yarım ya da yanlış görmeye ve yargılamaya alışıyor. Herkes ülkeyi ve insanlarını trenin penceresinden gördüğü kadarıyla tanıyan yolculara benziyor.

Bugün bu sözler bize şaşırtıcı derecede yakın. Hem düşünme ufkumuzu genişletmek hem de görüşümüzü keskinleştirmek için Han'ın eserlerini tekrar tekrar okumalıyız.