ABD'nin Suriye Özel Temsilcisi Jeffrey, Şarku’l Avsat’a konuştu: Bölgede ABD haricindeki bir güç için ciddi görüşmeler yapıyoruz

ABD'nin Suriye Özel Temsilcisi James Jeffrey
ABD'nin Suriye Özel Temsilcisi James Jeffrey
TT

ABD'nin Suriye Özel Temsilcisi Jeffrey, Şarku’l Avsat’a konuştu: Bölgede ABD haricindeki bir güç için ciddi görüşmeler yapıyoruz

ABD'nin Suriye Özel Temsilcisi James Jeffrey
ABD'nin Suriye Özel Temsilcisi James Jeffrey

ABD'nin Suriye Özel Temsilcisi James Jeffrey, dün Şarku’l Avsat ile gerçekleştirdiği özel röportajda, Moskova’nın Washington’a “İdlib’e gerçekleştirilecek saldırının, Lazkiye yakınlarındaki Hmeymim üssünün Heyetu Tahriru’ş Şam (HTŞ) tarafından hedef alınmasının önlenmesi gibi sınırlı bir çerçevede olacağını ilettiğini” söyledi. Jeffrey, Suriye’nin kuzey batısına yönelik askeri saldırıların artması durumunda ABD yönetiminin baskıyı artıracağını da ifade ederken, Türkiye ile güvenli bölge çalışmalarının sürdüğünü aktardı.
Jeffrey, Washington’un ‘Esed rejimini değiştirmek gibi bir siyaset gütmediğini’ dile getirerek, Şam ve müttefiklerini, ekonomik yaptırımlar ve kuzeydoğu Suriye’deki askeri birlikler yoluyla baskı altına almaya devam edeceklerini söyledi.
Jeffrey, Fırat'ın doğusunda Suriye-Türkiye sınırı boyunca bir güvenli bölge kurulmasıyla ilgili olarak Türkiye ile devam eden müzakerelerde büyük ilerlemeler kaydedildiğini belirtti. ABD’nin ‘İran güçlerinin siyasi sürecin nihayetinde ülkeden çıkmasını istediğine’ dikkat çeken Jeffrey, bu talebin realist bir talep olduğunu ve böylece ülkedeki yabancı askeri varlıkların 2011’den önceki duruma döneceğini belirtti.
ABD Deniz Kuvvetleri’nin konuşlandırmasına ilişkin yapılan açıklamaların ciddiye alınması gerektiğini dile getiren Jeffrey, İran tehditlerine dair ciddi göstergelerin bulunduğuna işaret etti. Ayrıca Washington’ın İran’ın kuzeydoğu Suriye’deki boşluğu doldurmasına izin vermeyeceğini vurguladı.
Jeffrey, Suriye'nin kuzeydoğusundaki askeri birliklerin gelecekteki varlığıyla ilgili soruyu, “Kimin kalmak istediği ve kimin kuvvetlerinin hacmini genişleteceği hakkında konuşmuyoruz. Ancak bölgede ABD haricindeki bir varlık için yüksek düzeyde ciddi görüşmeler yapıyoruz” sözleriyle cevapladı.
İşte James Jeffrey’nin Şarku’l Avsat ile gerçekleştirdiği röportajın metni:
Washington'un İdlib'deki mevcut tırmanış karşısındaki tutumu nedir?
- Öncelikle diğerleriyle birlikte Ruslarla, Türklerle ve muhalefetle olan temaslarımızı sürdürüyoruz. Bu saldırıyı durdurmak istediğimizi her tarafa açıkça belirttik. Başkan Trump, Eylül ayında yaptığı açıklamada, İdlib'e yönelik gerçekleştirilecek kapsamlı bir saldırının pervasız bir eylem olacağını ve buna şiddetle karşı çıkacağımızı söyledi.
Kimyasal silah kullanımı, saldırının mülteci akınına yol açması, saldırının teröristlerin İdlib'ten diğer bölgelere yayılmasına yol açması gibi tüm durumlar endişelenmemize yol açıyor. Ayrıca stratejik açıdan düşündüğümüzde bu durum, Rusların siyasi bir çözüme değil askeri bir çözüme bağlı oldukları anlamına geliyor. Bu, rejim ve destekçileri nedeniyle uygulanmayan 2254 sayılı kararın öngördüğü siyasi çözümü zorlaştırıyor. Bize göre bu gerçek bir felaket.
Sadece bölgede tırmanan gerilimi ve gerçekleştirilecek saldırıyı durdurmak amacıyla mı temaslarda bunuyorsunuz, yoksa başka durumlarda var mı?
- Her şeyi. Sadece askeri açıdan düşünmüyorum. Suriye'den gelen tehlikelerle ilgili politik, ekonomik ve askeri araçlarımız var.
Bunlar arasında “askeri birliklerimizin ülkenin kuzeydoğusundaki DEAŞ ile olan savaş için kalmaya devam etmesiyle birlikte kuzeydoğudaki boşluğun diğer taraflarca doldurulmasının önlenmesi, İsrail’in İran karşıtı yürüttüğü kampanyanın desteklenmesi, rejimin yeniden yapılandırma fonlarına erişiminin durdurulması, rejim ve Rusya'nın mültecilerin geri dönüşüne ilişkin olumsuz çabalarının durdurulması, Avrupalılarla koordineli bir şekilde rejime yönelik yaptırımlar uygulanması” gibi durumlar yer alıyor.
Peki ya ekonomik ve diplomatik araçlar?
- Bunlar kullandığımız araçlardır. Bu araçlar, bir saldırıyı önlemekte yetersiz kalabilir. Başkan Trump kimyasal silah kullanımı gibi bazı durumlara ilişkin tutumunu çok net bir şekilde ifade etti. Rejimi ve müttefiklerini baskı altına almak için kullandığımız birtakım askeri olmayan araçlar da var. Açıkça söylemek gerekirse askeri bir saldırı gerçekleştirilmesini kabul etmiyoruz.
İdlib saldırısının zamanlaması dikkate alındığında, bunun Washington’un Ankara’yla kuzeydoğu Suriye’de bir “güvenli bölge” kurma konusunda anlaşmaya varmaya yakın olmasıyla ilişkili olduğunu söyleyebilir miyiz?
- Ayrıntılara dalmak istemiyorum. Rusya bize açıkça, ‘İdlib’e gerçekleştireceği saldırının Lazkiye yakınlarındaki Hmeymim üssünün HTŞ tarafından hedef alınmasının önlenmesi gibi sınırlı bir çerçevede olacağını’ bildirdi. Bundan emin olamayız. Operasyonun sınırlı olduğu söyleniyor fakat 100 kişi öldürüldü ve on binlerce kişi göç etti. Saldırının durdurulması gerekiyor.
Halihazırda karışık resimde Rusya’nın ve rejimin gerçekten ne istediğini tahmin edemiyoruz. Kesin olan bir durum var ki, o da rejimin açıkça Soçi anlaşmasını reddettiğini ve ateşkes istemediğini söylemesidir. Daha önce Rusya’nın sadece bazı bombalama eylemlerine tanık olmuştuk. Şimdiki resim oldukça farklı görünüyor.
Güvenli bölge ile ilgili olarak, Türkiye ile ilkeler konusunda hemfikir olduğunuz ancak bölgenin sınırları hakkında anlaşılmadığı doğru mu?
- Diplomatik ayrıntılara girmek istemiyorum, fakat şunları söyleyebilirim: Bölge, Fırat'ın doğusundaki Türkiye-Suriye sınırı boyunca olacak. Alanın derinliği konusunda henüz bir fikir birliğine varmadık. Bizim ve Türkiye’nin bu konuya ilişkin görüşlerimiz var. Türkiye kendi tutumunu açıkladı.
Hala bölgedeki güvenliği nasıl sağlayacağımızı ve Türk ve Amerikan varlığını konuşuyoruz. Bunlar hakkında müzakerelerde bulunuyoruz. Çok ilerleme kaydettik. Daha fazlasını yapmak istiyoruz. Mümkün olan en kısa sürede nihai bir anlaşmaya varmak istiyoruz.
PKK lideri Abdullah Öcalan'ın Suriye Demokratik Güçleri’nin (SDG) Şam'la diyaloğa teşvik edilmesine ilişkin açıklamaları, ABD ve Türkiye’nin güvenli bölge müzakere sürecinin bir parçası mıydı?
- Bu sorunun, Türkiye'nin ve Öcalan'ın tutumunu benden daha iyi bilenlere sorulması gerekiyor. Öcalan’la ya da ona yakın insanlarla koordinasyon olmadığını söyleyebilirim.
Türkiye'yi, İsrail'i ve Cenevre'yi kapsayan bir tur gerçekleştirdiniz. Birleşmiş Milletler (BM) Suriye Özel Temsilcisi Geir Pedersen'in Astana Grubu’nun ve Küçük Grubun bir araya gelmesi gibi bir önerisi var. Washington'un bu konudaki tutumu nedir?
- Bu konuda Sayın Pedersen'dan özel bir teklif işitmedim. Pedersen’in söylediği şey, faaliyetler ve istişareler arasında daha iyi bir yol bulmaya ihtiyaç duyulduğuydu. Bazı fikirleri var, fakat henüz başlangıç aşamasında. Fikirleri, uluslararası elçiye sunmak için bir platform olarak değerlendirilen “Suriye'yi Destekleyen Uluslararası Grubu” içeren 2254 sayılı karardan kaynaklanıyor. Bu kötü bir fikir değil. Ama detayları görmek ve bunun ardından nihai kararı vermek istiyoruz.
İran’a yönelik uyarılar içeren ABD açıklamaları okuduk ve Abraham Lincoln uçak gemisinin bölgede konuşlandırıldığını gördük. Bu ciddi bir askeri tırmanış mı?
- Beyaz Saray, Savunma Bakanlığı ve Dışişleri Bakanı Mike Pompeo'nun İran'la ilgili durum ve ABD deniz kuvvetlerinin konuşlandırılması hakkında yaptıkları açıklamalar oldukça açık. İran tehditlerinin bulunduğuna dair ciddi göstergeler var. Bundan dolayı ABD’nin bu konudaki pozisyonunun ciddiye alınması gerekiyor.
Söz konusu konuşlandırmanın, ‘DEAŞ, İran ve diğer birtakım askeri görevler’ gibi farklı görevleri ve hedefleri var. İran’ın bölgede aktif olduğunu görüyoruz. Suriye, Irak, Lübnan, Hizbullah ve Yemen’de İran’a yanıt olacak bir politikamız var. Bu bir sır değil. Bütün bu alanlara tek bir İran operasyonlarının gerçekleştirildiği tek bir sahne olarak bakıyoruz. Örneğin, kuzeydoğu Suriye’de asıl amacımız ‘DEAŞ örgütünün mağlubiyetinden emin olmak, ondan kalan boşluğun diğer taraflarca doldurulmamasını sağlamak ve Türkiye'nin barışa ilişkin endişelerini giderecek bir güvenli bölge kurmaktır. Büyük resme bakıldığı takdirde, bu genel olarak İran’ın bölgedeki faaliyetleriyle ilgilidir. Ekonomik ve askeri yaptırım araçlarımız var.
Suriye'nin kuzeydoğusunu ele alırsak, askeri birliklerin gelecekteki varlığıyla ilgili olarak Avrupalı müttefiklerinizle aynı fikirde misiniz?
- DEAŞ örgütünün mağlubiyetinden emin olmak için kuzeydoğu Suriye'de istikrarın sağlanmasına ilişkin yerel ortaklarımızla yürüttüğümüz bir planımız var. Başkan Trump, adım adım geri çekileceğini açıkladı. Bu bizim politikamız. Hâlihazırda bazı birliklerin belirli bir süreliğine kalmasını istiyor. Güçlerin büyüklüğü ve kararın bir kısmı ise koalisyondaki müttefiklerimizin bölgede askeri bakımdan kalma arzusuyla ilgilidir. Kimin kalmak istediği ve kimin kuvvetlerinin hacmini genişleteceği hakkında konuşmuyoruz. Ancak bölgede ABD haricindeki bir varlık için yüksek düzeyde ciddi görüşmeler yapıyoruz.
Deyr-i Zor kırsalında SDG’ye karşı gösteriler yapıldı. ABD veya koalisyon, göstericilerin taleplerini karşılamak için neler yapıyor?
- Koalisyonun, kuzeydoğu Suriye halkının DEAŞ örgütüyle savaşması talebi üzerine burada bulunduğunu hatırlamak gerekiyor. Bölgeyi yargılamıyoruz, bilakis yardımlarda bulunuyoruz. Elbette, DEAŞ örgütüyle olan savaştaki bazı müttefiklerin iyi iş çıkarmadığına dair bazı endişelerimiz var. Görüşmelerde bulunuyoruz ve bütün tarafları birlikte çalışmaya teşvik ediyoruz. Ancak bu bizim sorumluluğumuz değil. Biz sadece kendi birliklerimiz için talimatlar veriyoruz.
İsrail’in Suriye’deki saldırıları hakkında ABD’nin tutumu nedir? ABD İran’ın Suriye’den bütünüyle çıkmasını istiyor mu? Bu gerçekçi mi?
- İstediğimiz şey, 2254 sayılı karar uyarınca ülkedeki yabancı güçlerin varlığının 2011’den önceki duruma dönmesidir. İran kuvvetleri, elbette ülkeden çıkması gereken güçler arasında alıyor. Ayrıca İran kuvvetleri, İsrail gibi komşu ülkeleri tehdit ediyor ve Suriye'deki istikrarsızlığı körüklüyor. İran’ın bütün birliklerinin ülkeden çekilmesini istiyoruz. Bu gerçekçi olmayan bir istek değil. Yabancı birliklerin diğer ülkelerden çekilmesine yol açan birçok diplomatik anlaşmada söz edebilirim. Mesela İsrail, imzaladığı bir barış anlaşmasıyla Sina'dan çekilmişti.
ABD’nin Suriye Devlet Başkanı Beşşar Esed hakkındaki tutumu nedir?
- Esed rejimini değiştirmek gibi bir politikamız yok. Elimizde olan şey, uluslararası bir karar ve Rusya’nın onayı ile gelen 2254 sayılı karardır. Kararda, anayasa ve yönetimde birtakım değişikliklerin yapılması ile birlikte seçimlerin BM gözetiminde gerçekleştirilmesi öngörülüyor. Yönetim kelimesini birkaç kez kullandım. Çünkü hâlihazırdaki vahşi ve suçlu yönetim kabul edilemez. Bu hususta bir değişim istiyoruz ve kararlıyız. Suriye rejimin, gerek halkına gerekse de komşularına karşı farklı şekilde davranana kadar baskı politikamız değişmeyecek.
Anayasa komitesinin yakın zamanda kurulacağını düşünüyor musunuz? Bu komitenin rolü hakkında ne söyleyebilirsiniz?
- Bu hususta güçlü bir inancımız var. BM Suriye Özel Temsilcisi Geir Pedersen'i ve BM Genel Sekreteri Antonio Guterres’i bütünüyle destekliyoruz. Sayın Pedersen, saygın, cesur ve yetenekli biridir. BM Genel Sekreteri Guterres’in desteğiyle 2254 sayılı kararın uygulanmasını sağlayabilir. Guterres,  Astana süreci başlamadan önce Pedersen ya da Staffan de Mistura’nın yönetiminde bunu gerçekleştiremedi. Çünkü rejim, gerek uluslararası toplumla gerekse de güvenlik konseyi ve diğerleriyle kalıcı işbirliği yapmayı reddediyordu. Bu kesinlikle kabul edilemez. Bu nedenle, rejimi ve müttefiklerini işbirliği yapmaya karar verene kadar baskı altına almak için çeşitli yollar aramaya devam edeceğiz.
Çözüm siyasi olmak zorunda, askeri değil. Siyasi çözüm, rejimin kendi halkına ve komşularına karşı davranışını değiştirmesini gerektiriyor. Bunu yapana kadar baskı yapmaya devam edeceğiz.
Peki ya yeniden yapılanma?
- Bu konudaki tutumumuz, rejim davranışlarını değiştirmediği müddetçe yeniden yapılanma için fon sağlamamak yönünde. Avrupalılar, Arap ülkeleri ve BM bu hususta bizimle aynı fikirdeler. Suriye'de yeniden yapılanma için çok para tahsis edildiğini gördünüz mü?
Politik normalleşme hakkında ne düşünüyorsunuz?
- İdlib’de askeri saldırı devam ederse baskıyı artıracağız. Bunu nasıl mı yapacağız? Bu, Başkan Trump ve siyasi liderliğin vereceği bir karar.



Irak parlamento seçimleri, Sünnilerin “cumhurbaşkanlığı makamı” konusunda iştahını kabartıyor

Her parlamento seçiminden önce, Sünni Arap liderler cumhurbaşkanlığı makamının yeniden kendi kotaları dahilinde olması için iade edilmesi taleplerini yineliyorlar (AP)
Her parlamento seçiminden önce, Sünni Arap liderler cumhurbaşkanlığı makamının yeniden kendi kotaları dahilinde olması için iade edilmesi taleplerini yineliyorlar (AP)
TT

Irak parlamento seçimleri, Sünnilerin “cumhurbaşkanlığı makamı” konusunda iştahını kabartıyor

Her parlamento seçiminden önce, Sünni Arap liderler cumhurbaşkanlığı makamının yeniden kendi kotaları dahilinde olması için iade edilmesi taleplerini yineliyorlar (AP)
Her parlamento seçiminden önce, Sünni Arap liderler cumhurbaşkanlığı makamının yeniden kendi kotaları dahilinde olması için iade edilmesi taleplerini yineliyorlar (AP)

Mueyyed et-Tarfi

Kasım ayında yapılması planlanan Irak parlamento seçimleri yaklaşırken, Sünni Araplardan cumhurbaşkanlığı makamının kendilerine iade edilmesini talep eden bir dizi açıklama gelmeye başladı. Cumhurbaşkanlığı, dönemin başbakanı İyad Allavi liderliğindeki geçiş hükümeti döneminde ilk hükümet kurulurken Sünnilere verilmişti. O zamanlar bu makama Şeyh Gazi Acil el-Yaver getirilmişti. Ancak 2005'teki ilk parlamento seçimlerinin ardından, Şii ve Kürt taraflar arasında varılan güç paylaşımı anlaşması uyarınca, bu makamın Kürt bileşene devredilmesi konusunda uzlaşıya varıldı. Anlaşma, Şii Ulusal Koalisyonu'nun merhum lideri Abdulaziz el-Hekim ve merhum Cumhurbaşkanı Celal Talabani tarafından imzalandı. Böylece, hükümeti kurma süreci o zamandan beri uygulanan şu ilkeye dayandı: Başbakan Şii, cumhurbaşkanı Kürt, meclis başkanı ise Sünni Arap.

Yönetim ilkesi

Bu anlaşmanın üzerinden yirmi yıl geçmesine rağmen, her parlamento seçiminden önce Sünni Arap liderler, yeniden kendi kotaları dahilinde olması için bu makamın kendilerine iade edilmesi taleplerini yineliyorlar. Şarku’l Avsat’ın al Majalla’dan aktardığı analize göre gerekçeleri, bu konumun ülkenin gerçek demografik yapısını ve Arap kimliğini yansıtıyor olması.

Irak Anayasası'nın 67. maddesine göre, cumhurbaşkanı devletin başıdır, ulusun birliğinin sembolüdür, ülkenin egemenliğini temsil etmektedir. Anayasa'ya uyulmasını ve hükümlerine uygun olarak Irak'ın bağımsızlığının, egemenliğinin, birliğinin ve toprak bütünlüğünün korunmasını güvence altına almaktadır. Irak Anayasası'nın 68. maddesi ise cumhurbaşkanının Iraklı bir anne babadan doğuştan Iraklı, tam ehliyetli, en az 40 yaşında, iyi bir itibara ve siyasi deneyime sahip olmasını, dürüstlüğü, doğruluğu, adaleti ve millete sadakatiyle tanınmış olmasını ve ahlaki açıdan menfur bir suçtan hüküm giymemiş olması gerektiğini şart koşmaktadır.

Tekaddum Partisi lideri Muhammed el-Halbusi, daha seçimlerden aylar önce mayıs ayında yaptığı açıklamalarla bu makamın Sünni Araplara iadesini talep etmişti. 2003 sonrası dönemden itibaren bu makamın Sünnilerin kotasında olduğunu ifade ederek, bunun “bir ısrar değil, yönetim ilkesinin pekiştirilmesi” olduğunu vurgulamıştı.

Sünni liderler, cumhurbaşkanlığı makamını talep etmenin ötesine geçerek başbakanlık makamını da talep ettiler. Sünni lider ve Milletvekili Raad el-Dahlaki basına yaptığı açıklamada, “Amacımız başbakanlık makamını elde etmektir; bu bir Şii hakkı değildir” dedi.

Sünni çekişmesi

El-Mustansıriyya Üniversitesi'nde siyaset bilimi uzmanı olan İsam el-Feyli, talepleri Irak anayasasıyla uyumlu olmasına rağmen, Sünnilerin başbakanlık veya cumhurbaşkanlığı makamlarını elde etmesinin zor olacağına inanıyor. Feyli şunu söylüyor: “Sünni Arapların dile getirdiği talepler, herhangi bir tarafın herhangi bir yasal veya anayasal engel olmaksızın üç başkanlıklardan (ister cumhurbaşkanı, ister başbakan ve isterse parlamento başkanlığı olsun) herhangi birini üstlenme hakkına sahip olduğunu öngören anayasaya uygun taleplerdir. Ancak siyasi denklemin niteliği, parlamentodaki sandalye sayısına göre belirlenir. Bu nedenle, Sünniler çoğunluğu elde edebilirlerse, hükümeti kurma ve kendi cumhurbaşkanlarını atama hakkına sahiptirler.” Feyli, “Sünni bileşen cumhurbaşkanlığı makamını elde etmek istiyorsa, diğer Şii ve Kürt bileşenlerden ortaklarıyla koordinasyon içinde olmalıdır” diye ekledi. Stratejik konularda birleşebilen Kürtlerin aksine, ortak bir karar alabilmekten yoksun olan Sünni bileşenin içinde bulunduğu mevcut durum göz önüne alındığında, ortak bir karar üzerinde anlaşmasının son derece zor olduğuna dikkat çekti.

Feyli'ye göre, “Sünni çekişmesi, aralarındaki davalar ve suçlamalar aracılığıyla açıkça görülüyor; cumhurbaşkanlığını isteyen Kürt cephesi ise tam aksi durumda. Kendi aralarında, bu görevi üstlenecek kişinin Kürdistan Yurtseverler Birliği'nden (KYB) olacağı konusunda anlaşmışlar. KYB ise kendi adayının cumhurbaşkanı olması karşılığında, daha sonra dışişleri bakanının Kürdistan Demokrat Partisi'nden (KDP) olması konusunda KDP ile anlaşmaya varmaya çalışacak.”

Siyaset bilimci, Sünnilerin parlamento başkanlığı aracılığıyla sahip oldukları daha fazla yetkiye rağmen, Kürtlerin cumhurbaşkanlığından feragat edeceklerinden şüphe duyuyor. Cumhurbaşkanlığı daha çok törensel bir makam, yani parlamento başkanı gibi karar alma yetkisine sahip değil.

Feyli, Sünnilerin müzakere sürecinde taleplerinin çıtasını yükseltmek istediğine inanıyor. Zira Sünni kampı kendi içinde ister cumhurbaşkanlığı ister parlamento başkanlığı olsun, her iki pozisyon için de mutabık kalınan bir isim seçme konusunda hükümeti kurma sürecini zorlaştırabilecek bir sorunla karşılaşabilir.

Ona göre, tablo seçim sonrasına kadar belirsizliğini koruyor ve seçim sonuçları ile her tarafın müzakere ekibinin varlığı Irak'taki siyasi sahneyi belirleyecek.

Seçim kampanyası

Yazar ve gazeteci Basem eş-Şara, Sünni taleplerinin yalnızca seçim propagandası olduğuna inanıyor ve bazı Şii liderlerin kabulüne rağmen, bunları gerçekleştirmenin zorluğuna dikkat çekiyor.

Şara, “2005'ten beri benimsenen, iktidarı bileşenler arasında paylaştırmaya yönelik siyasi ilke, yeni bir siyasi lider nesli ortaya çıkana kadar devam edecek. Zira bileşenlerin liderleri arasında bu paylaşım, yani başbakanın Şii, cumhurbaşkanının Kürt ve parlamento başkanının Sünni Arap olması konusunda belirli mutabakatlar bulunuyor. Irak'ta iktidar paylaşımıyla ilgili sorunlardan kaçınılması için Irak'ın dostlarından bu mutabakatlara uluslararası ve bölgesel destek veriliyor” dedi.

Şara, 2005'te varılan anlaşmayı değiştirmek isteyen herkesin iç ve hatta uluslararası mutabakatları dikkate alması gerektiğini, çünkü Kürtlerin kendilerini buna zorlayacak gerçek bir baskı veya önemli kazanımlar olmadıkça cumhurbaşkanlığı makamından vazgeçmeye hazır olmadıklarını belirtti.

Sünnilerin, Şii müttefikleriyle ve Sünni liderlerin kendi aralarındaki anlaşmazlıklar göz önüne alındığında, 2005'ten beri hükümetin dayandığı siyasi denklemi, siyasi süreçte reform da dahil olmak üzere gelecekte herhangi bir değişiklik veya sürpriz olmadığı sürece değiştirmenin zor olduğuna inanıyor.

Şara, gerçekleşmesi zor olduğu için bu konuyu şu anda gündeme getirmenin seçim kampanyasının bir parçası olduğunu değerlendiriyor. Bazı Şii liderlerin de cumhurbaşkanlığı görevini bir Sünni'nin üstlenmesi talebini desteklediğini, ancak bu temennilerin gerçeklere tosladığını belirtiyor.

*Bu analiz Şarku’l Avsat tarfından Londra merkezli al Majalla dergisinden çevrilmiştir.


Ürdün Kralı: Ülkeler, Trump'ın planı kapsamında Gazze'ye ‘barış dayatılmasını’ reddedecek

Ürdün Kralı 2. Abdullah (Reuters)
Ürdün Kralı 2. Abdullah (Reuters)
TT

Ürdün Kralı: Ülkeler, Trump'ın planı kapsamında Gazze'ye ‘barış dayatılmasını’ reddedecek

Ürdün Kralı 2. Abdullah (Reuters)
Ürdün Kralı 2. Abdullah (Reuters)

Ürdün Kralı 2. Abdullah bugün yaptığı açıklamada, ülkelerin ABD Başkanı Donald Trump'ın ateşkes planı kapsamında Gazze Şeridi'nde barışı ‘dayatma’ talebini reddedeceklerini söyledi.

Kral Abdullah, BBC ile yaptığı röportajda, ülkesinin Gazze Şeridi'ndeki uluslararası güçlerin misyonunun ‘barışı dayatmak’ değil, ‘barışı korumak’ olmasını umduğunu ifade etti. Ürdün'ün Gazze Şeridi'ne asker göndermeyeceğini, çünkü Ürdün'ün Gazze Şeridi'ndeki gelişmelere ‘siyasi olarak çok yakın’ olduğunu belirtti.

Kral Abdullah, ülkesinin ve Mısır'ın çok sayıda Filistin güvenlik gücüne eğitim vermeye hazır olduğunu, ancak bunun zaman alacağını bildirdi.

Ürdün Kralı, ‘barışı korumanın’ yerel polis güçlerini desteklemek anlamına geldiğini belirterek, “Gazze Şeridi'nde silahlı devriyelerle gezmek, hiçbir ülkenin dahil olmak istemeyeceği bir durum” dedi.


Yemenli Bakan Şarku'l Avsat'a: Husiler en zayıf noktasındalar

Bakan, terörist Husi örgütünün en zayıf noktasında olduğunu açıkladı (Fotoğraf: Türki el-Akıli)
Bakan, terörist Husi örgütünün en zayıf noktasında olduğunu açıkladı (Fotoğraf: Türki el-Akıli)
TT

Yemenli Bakan Şarku'l Avsat'a: Husiler en zayıf noktasındalar

Bakan, terörist Husi örgütünün en zayıf noktasında olduğunu açıkladı (Fotoğraf: Türki el-Akıli)
Bakan, terörist Husi örgütünün en zayıf noktasında olduğunu açıkladı (Fotoğraf: Türki el-Akıli)

Yemen İçişleri Bakanı Tümgeneral İbrahim Haydan Şarku'l Avsat'a yaptığı açıklamada, Husilerin en zayıf noktada olduğunu belirterek, "Hükümet ve askeri liderleri hedef alan son operasyonlar, grubun kendi itirafına göre içlerinde bir ayrışmaya ve bölünmeye yol açan ağır ve hassas bir darbe vurdu" dedi.

Haydan, Yemenli yetkililerin, uyuşturucu kaçakçılığı ve Husi kontrolündeki bazı vilayetlerde uyuşturucu fabrikaları kurulmasıyla ilgili davalarda İranlılar ve Lübnan Hizbullahı üyeleri hakkında soruşturma yürüttüğünü açıkladı. Bir Yemen mahkemesinin birkaç gün önce tonlarca uyuşturucu kaçakçılığına karışan altı İranlı hakkında idam cezası verdiğini belirtti.

Haydan, İran'ın "bölgedeki bazı geleneksel silahlarının düşmesinin ardından askeri uzmanlar, uyuşturucu fabrikaları ve insansız hava araçları transfer ederek çabalarını Yemen'e odakladığını" ifade etti.