ABD'nin Suriye Özel Temsilcisi Jeffrey, Şarku’l Avsat’a konuştu: Bölgede ABD haricindeki bir güç için ciddi görüşmeler yapıyoruz

ABD'nin Suriye Özel Temsilcisi James Jeffrey
ABD'nin Suriye Özel Temsilcisi James Jeffrey
TT

ABD'nin Suriye Özel Temsilcisi Jeffrey, Şarku’l Avsat’a konuştu: Bölgede ABD haricindeki bir güç için ciddi görüşmeler yapıyoruz

ABD'nin Suriye Özel Temsilcisi James Jeffrey
ABD'nin Suriye Özel Temsilcisi James Jeffrey

ABD'nin Suriye Özel Temsilcisi James Jeffrey, dün Şarku’l Avsat ile gerçekleştirdiği özel röportajda, Moskova’nın Washington’a “İdlib’e gerçekleştirilecek saldırının, Lazkiye yakınlarındaki Hmeymim üssünün Heyetu Tahriru’ş Şam (HTŞ) tarafından hedef alınmasının önlenmesi gibi sınırlı bir çerçevede olacağını ilettiğini” söyledi. Jeffrey, Suriye’nin kuzey batısına yönelik askeri saldırıların artması durumunda ABD yönetiminin baskıyı artıracağını da ifade ederken, Türkiye ile güvenli bölge çalışmalarının sürdüğünü aktardı.
Jeffrey, Washington’un ‘Esed rejimini değiştirmek gibi bir siyaset gütmediğini’ dile getirerek, Şam ve müttefiklerini, ekonomik yaptırımlar ve kuzeydoğu Suriye’deki askeri birlikler yoluyla baskı altına almaya devam edeceklerini söyledi.
Jeffrey, Fırat'ın doğusunda Suriye-Türkiye sınırı boyunca bir güvenli bölge kurulmasıyla ilgili olarak Türkiye ile devam eden müzakerelerde büyük ilerlemeler kaydedildiğini belirtti. ABD’nin ‘İran güçlerinin siyasi sürecin nihayetinde ülkeden çıkmasını istediğine’ dikkat çeken Jeffrey, bu talebin realist bir talep olduğunu ve böylece ülkedeki yabancı askeri varlıkların 2011’den önceki duruma döneceğini belirtti.
ABD Deniz Kuvvetleri’nin konuşlandırmasına ilişkin yapılan açıklamaların ciddiye alınması gerektiğini dile getiren Jeffrey, İran tehditlerine dair ciddi göstergelerin bulunduğuna işaret etti. Ayrıca Washington’ın İran’ın kuzeydoğu Suriye’deki boşluğu doldurmasına izin vermeyeceğini vurguladı.
Jeffrey, Suriye'nin kuzeydoğusundaki askeri birliklerin gelecekteki varlığıyla ilgili soruyu, “Kimin kalmak istediği ve kimin kuvvetlerinin hacmini genişleteceği hakkında konuşmuyoruz. Ancak bölgede ABD haricindeki bir varlık için yüksek düzeyde ciddi görüşmeler yapıyoruz” sözleriyle cevapladı.
İşte James Jeffrey’nin Şarku’l Avsat ile gerçekleştirdiği röportajın metni:
Washington'un İdlib'deki mevcut tırmanış karşısındaki tutumu nedir?
- Öncelikle diğerleriyle birlikte Ruslarla, Türklerle ve muhalefetle olan temaslarımızı sürdürüyoruz. Bu saldırıyı durdurmak istediğimizi her tarafa açıkça belirttik. Başkan Trump, Eylül ayında yaptığı açıklamada, İdlib'e yönelik gerçekleştirilecek kapsamlı bir saldırının pervasız bir eylem olacağını ve buna şiddetle karşı çıkacağımızı söyledi.
Kimyasal silah kullanımı, saldırının mülteci akınına yol açması, saldırının teröristlerin İdlib'ten diğer bölgelere yayılmasına yol açması gibi tüm durumlar endişelenmemize yol açıyor. Ayrıca stratejik açıdan düşündüğümüzde bu durum, Rusların siyasi bir çözüme değil askeri bir çözüme bağlı oldukları anlamına geliyor. Bu, rejim ve destekçileri nedeniyle uygulanmayan 2254 sayılı kararın öngördüğü siyasi çözümü zorlaştırıyor. Bize göre bu gerçek bir felaket.
Sadece bölgede tırmanan gerilimi ve gerçekleştirilecek saldırıyı durdurmak amacıyla mı temaslarda bunuyorsunuz, yoksa başka durumlarda var mı?
- Her şeyi. Sadece askeri açıdan düşünmüyorum. Suriye'den gelen tehlikelerle ilgili politik, ekonomik ve askeri araçlarımız var.
Bunlar arasında “askeri birliklerimizin ülkenin kuzeydoğusundaki DEAŞ ile olan savaş için kalmaya devam etmesiyle birlikte kuzeydoğudaki boşluğun diğer taraflarca doldurulmasının önlenmesi, İsrail’in İran karşıtı yürüttüğü kampanyanın desteklenmesi, rejimin yeniden yapılandırma fonlarına erişiminin durdurulması, rejim ve Rusya'nın mültecilerin geri dönüşüne ilişkin olumsuz çabalarının durdurulması, Avrupalılarla koordineli bir şekilde rejime yönelik yaptırımlar uygulanması” gibi durumlar yer alıyor.
Peki ya ekonomik ve diplomatik araçlar?
- Bunlar kullandığımız araçlardır. Bu araçlar, bir saldırıyı önlemekte yetersiz kalabilir. Başkan Trump kimyasal silah kullanımı gibi bazı durumlara ilişkin tutumunu çok net bir şekilde ifade etti. Rejimi ve müttefiklerini baskı altına almak için kullandığımız birtakım askeri olmayan araçlar da var. Açıkça söylemek gerekirse askeri bir saldırı gerçekleştirilmesini kabul etmiyoruz.
İdlib saldırısının zamanlaması dikkate alındığında, bunun Washington’un Ankara’yla kuzeydoğu Suriye’de bir “güvenli bölge” kurma konusunda anlaşmaya varmaya yakın olmasıyla ilişkili olduğunu söyleyebilir miyiz?
- Ayrıntılara dalmak istemiyorum. Rusya bize açıkça, ‘İdlib’e gerçekleştireceği saldırının Lazkiye yakınlarındaki Hmeymim üssünün HTŞ tarafından hedef alınmasının önlenmesi gibi sınırlı bir çerçevede olacağını’ bildirdi. Bundan emin olamayız. Operasyonun sınırlı olduğu söyleniyor fakat 100 kişi öldürüldü ve on binlerce kişi göç etti. Saldırının durdurulması gerekiyor.
Halihazırda karışık resimde Rusya’nın ve rejimin gerçekten ne istediğini tahmin edemiyoruz. Kesin olan bir durum var ki, o da rejimin açıkça Soçi anlaşmasını reddettiğini ve ateşkes istemediğini söylemesidir. Daha önce Rusya’nın sadece bazı bombalama eylemlerine tanık olmuştuk. Şimdiki resim oldukça farklı görünüyor.
Güvenli bölge ile ilgili olarak, Türkiye ile ilkeler konusunda hemfikir olduğunuz ancak bölgenin sınırları hakkında anlaşılmadığı doğru mu?
- Diplomatik ayrıntılara girmek istemiyorum, fakat şunları söyleyebilirim: Bölge, Fırat'ın doğusundaki Türkiye-Suriye sınırı boyunca olacak. Alanın derinliği konusunda henüz bir fikir birliğine varmadık. Bizim ve Türkiye’nin bu konuya ilişkin görüşlerimiz var. Türkiye kendi tutumunu açıkladı.
Hala bölgedeki güvenliği nasıl sağlayacağımızı ve Türk ve Amerikan varlığını konuşuyoruz. Bunlar hakkında müzakerelerde bulunuyoruz. Çok ilerleme kaydettik. Daha fazlasını yapmak istiyoruz. Mümkün olan en kısa sürede nihai bir anlaşmaya varmak istiyoruz.
PKK lideri Abdullah Öcalan'ın Suriye Demokratik Güçleri’nin (SDG) Şam'la diyaloğa teşvik edilmesine ilişkin açıklamaları, ABD ve Türkiye’nin güvenli bölge müzakere sürecinin bir parçası mıydı?
- Bu sorunun, Türkiye'nin ve Öcalan'ın tutumunu benden daha iyi bilenlere sorulması gerekiyor. Öcalan’la ya da ona yakın insanlarla koordinasyon olmadığını söyleyebilirim.
Türkiye'yi, İsrail'i ve Cenevre'yi kapsayan bir tur gerçekleştirdiniz. Birleşmiş Milletler (BM) Suriye Özel Temsilcisi Geir Pedersen'in Astana Grubu’nun ve Küçük Grubun bir araya gelmesi gibi bir önerisi var. Washington'un bu konudaki tutumu nedir?
- Bu konuda Sayın Pedersen'dan özel bir teklif işitmedim. Pedersen’in söylediği şey, faaliyetler ve istişareler arasında daha iyi bir yol bulmaya ihtiyaç duyulduğuydu. Bazı fikirleri var, fakat henüz başlangıç aşamasında. Fikirleri, uluslararası elçiye sunmak için bir platform olarak değerlendirilen “Suriye'yi Destekleyen Uluslararası Grubu” içeren 2254 sayılı karardan kaynaklanıyor. Bu kötü bir fikir değil. Ama detayları görmek ve bunun ardından nihai kararı vermek istiyoruz.
İran’a yönelik uyarılar içeren ABD açıklamaları okuduk ve Abraham Lincoln uçak gemisinin bölgede konuşlandırıldığını gördük. Bu ciddi bir askeri tırmanış mı?
- Beyaz Saray, Savunma Bakanlığı ve Dışişleri Bakanı Mike Pompeo'nun İran'la ilgili durum ve ABD deniz kuvvetlerinin konuşlandırılması hakkında yaptıkları açıklamalar oldukça açık. İran tehditlerinin bulunduğuna dair ciddi göstergeler var. Bundan dolayı ABD’nin bu konudaki pozisyonunun ciddiye alınması gerekiyor.
Söz konusu konuşlandırmanın, ‘DEAŞ, İran ve diğer birtakım askeri görevler’ gibi farklı görevleri ve hedefleri var. İran’ın bölgede aktif olduğunu görüyoruz. Suriye, Irak, Lübnan, Hizbullah ve Yemen’de İran’a yanıt olacak bir politikamız var. Bu bir sır değil. Bütün bu alanlara tek bir İran operasyonlarının gerçekleştirildiği tek bir sahne olarak bakıyoruz. Örneğin, kuzeydoğu Suriye’de asıl amacımız ‘DEAŞ örgütünün mağlubiyetinden emin olmak, ondan kalan boşluğun diğer taraflarca doldurulmamasını sağlamak ve Türkiye'nin barışa ilişkin endişelerini giderecek bir güvenli bölge kurmaktır. Büyük resme bakıldığı takdirde, bu genel olarak İran’ın bölgedeki faaliyetleriyle ilgilidir. Ekonomik ve askeri yaptırım araçlarımız var.
Suriye'nin kuzeydoğusunu ele alırsak, askeri birliklerin gelecekteki varlığıyla ilgili olarak Avrupalı müttefiklerinizle aynı fikirde misiniz?
- DEAŞ örgütünün mağlubiyetinden emin olmak için kuzeydoğu Suriye'de istikrarın sağlanmasına ilişkin yerel ortaklarımızla yürüttüğümüz bir planımız var. Başkan Trump, adım adım geri çekileceğini açıkladı. Bu bizim politikamız. Hâlihazırda bazı birliklerin belirli bir süreliğine kalmasını istiyor. Güçlerin büyüklüğü ve kararın bir kısmı ise koalisyondaki müttefiklerimizin bölgede askeri bakımdan kalma arzusuyla ilgilidir. Kimin kalmak istediği ve kimin kuvvetlerinin hacmini genişleteceği hakkında konuşmuyoruz. Ancak bölgede ABD haricindeki bir varlık için yüksek düzeyde ciddi görüşmeler yapıyoruz.
Deyr-i Zor kırsalında SDG’ye karşı gösteriler yapıldı. ABD veya koalisyon, göstericilerin taleplerini karşılamak için neler yapıyor?
- Koalisyonun, kuzeydoğu Suriye halkının DEAŞ örgütüyle savaşması talebi üzerine burada bulunduğunu hatırlamak gerekiyor. Bölgeyi yargılamıyoruz, bilakis yardımlarda bulunuyoruz. Elbette, DEAŞ örgütüyle olan savaştaki bazı müttefiklerin iyi iş çıkarmadığına dair bazı endişelerimiz var. Görüşmelerde bulunuyoruz ve bütün tarafları birlikte çalışmaya teşvik ediyoruz. Ancak bu bizim sorumluluğumuz değil. Biz sadece kendi birliklerimiz için talimatlar veriyoruz.
İsrail’in Suriye’deki saldırıları hakkında ABD’nin tutumu nedir? ABD İran’ın Suriye’den bütünüyle çıkmasını istiyor mu? Bu gerçekçi mi?
- İstediğimiz şey, 2254 sayılı karar uyarınca ülkedeki yabancı güçlerin varlığının 2011’den önceki duruma dönmesidir. İran kuvvetleri, elbette ülkeden çıkması gereken güçler arasında alıyor. Ayrıca İran kuvvetleri, İsrail gibi komşu ülkeleri tehdit ediyor ve Suriye'deki istikrarsızlığı körüklüyor. İran’ın bütün birliklerinin ülkeden çekilmesini istiyoruz. Bu gerçekçi olmayan bir istek değil. Yabancı birliklerin diğer ülkelerden çekilmesine yol açan birçok diplomatik anlaşmada söz edebilirim. Mesela İsrail, imzaladığı bir barış anlaşmasıyla Sina'dan çekilmişti.
ABD’nin Suriye Devlet Başkanı Beşşar Esed hakkındaki tutumu nedir?
- Esed rejimini değiştirmek gibi bir politikamız yok. Elimizde olan şey, uluslararası bir karar ve Rusya’nın onayı ile gelen 2254 sayılı karardır. Kararda, anayasa ve yönetimde birtakım değişikliklerin yapılması ile birlikte seçimlerin BM gözetiminde gerçekleştirilmesi öngörülüyor. Yönetim kelimesini birkaç kez kullandım. Çünkü hâlihazırdaki vahşi ve suçlu yönetim kabul edilemez. Bu hususta bir değişim istiyoruz ve kararlıyız. Suriye rejimin, gerek halkına gerekse de komşularına karşı farklı şekilde davranana kadar baskı politikamız değişmeyecek.
Anayasa komitesinin yakın zamanda kurulacağını düşünüyor musunuz? Bu komitenin rolü hakkında ne söyleyebilirsiniz?
- Bu hususta güçlü bir inancımız var. BM Suriye Özel Temsilcisi Geir Pedersen'i ve BM Genel Sekreteri Antonio Guterres’i bütünüyle destekliyoruz. Sayın Pedersen, saygın, cesur ve yetenekli biridir. BM Genel Sekreteri Guterres’in desteğiyle 2254 sayılı kararın uygulanmasını sağlayabilir. Guterres,  Astana süreci başlamadan önce Pedersen ya da Staffan de Mistura’nın yönetiminde bunu gerçekleştiremedi. Çünkü rejim, gerek uluslararası toplumla gerekse de güvenlik konseyi ve diğerleriyle kalıcı işbirliği yapmayı reddediyordu. Bu kesinlikle kabul edilemez. Bu nedenle, rejimi ve müttefiklerini işbirliği yapmaya karar verene kadar baskı altına almak için çeşitli yollar aramaya devam edeceğiz.
Çözüm siyasi olmak zorunda, askeri değil. Siyasi çözüm, rejimin kendi halkına ve komşularına karşı davranışını değiştirmesini gerektiriyor. Bunu yapana kadar baskı yapmaya devam edeceğiz.
Peki ya yeniden yapılanma?
- Bu konudaki tutumumuz, rejim davranışlarını değiştirmediği müddetçe yeniden yapılanma için fon sağlamamak yönünde. Avrupalılar, Arap ülkeleri ve BM bu hususta bizimle aynı fikirdeler. Suriye'de yeniden yapılanma için çok para tahsis edildiğini gördünüz mü?
Politik normalleşme hakkında ne düşünüyorsunuz?
- İdlib’de askeri saldırı devam ederse baskıyı artıracağız. Bunu nasıl mı yapacağız? Bu, Başkan Trump ve siyasi liderliğin vereceği bir karar.



Çatışmadan ittifaka Türkiye'nin Suriye'deki yükselişi...

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, 4 Şubat 2025 tarihinde Ankara'ya yaptığı ilk ziyaret sırasında Suriye Cumhurbaşkanı Ahmed eş-Şera'yı karşıladı. (Cumhurbaşkanlığı)
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, 4 Şubat 2025 tarihinde Ankara'ya yaptığı ilk ziyaret sırasında Suriye Cumhurbaşkanı Ahmed eş-Şera'yı karşıladı. (Cumhurbaşkanlığı)
TT

Çatışmadan ittifaka Türkiye'nin Suriye'deki yükselişi...

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, 4 Şubat 2025 tarihinde Ankara'ya yaptığı ilk ziyaret sırasında Suriye Cumhurbaşkanı Ahmed eş-Şera'yı karşıladı. (Cumhurbaşkanlığı)
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, 4 Şubat 2025 tarihinde Ankara'ya yaptığı ilk ziyaret sırasında Suriye Cumhurbaşkanı Ahmed eş-Şera'yı karşıladı. (Cumhurbaşkanlığı)

Suriye’de Beşşar Esed rejiminin çöküşünün ilk haftalarında, Türkiye’nin 8 Aralık 2024’te muhalif grupların Şam’a ‘sorunsuz’ bir şekilde girmesinde en büyük rolü oynadığı yönünde bir kanaat oluştu. Bu görüş, Ankara’nın Ahmed eş-Şera liderliğindeki yeni yönetimi hızlı bir şekilde desteklemesi ve kendisini Esed sonrası dönemde ‘ana sponsor’ olarak konumlandırmasıyla güçlendi.

Türkiye, Şera ile Halk Sarayı’nda görüşmek üzere Suriye’ye üst düzey bir yetkili gönderen ilk ülke oldu. Millî İstihbarat Teşkilâtı (MİT) Başkanı İbrahim Kalın, 12 Aralık 2024’te Şam’ı ziyaret etti ve ardından Emevi Camii’nde namaz kıldı.

Dışişleri Bakanı Hakan Fidan’ın açıklamaları da, Türkiye’nin Esed rejiminin çöküşünde ve Şera için Şam yolunun açılmasında başrol oynadığını gösterdi. Fidan, birkaç gün sonra yaptığı açıklamada, Ankara’nın 7-8 Aralık 2024 tarihlerinde Doha Forumu çerçevesinde düzenlenen Astana formatlı toplantıda Rusya ve İran’ı müdahale etmeme konusunda ikna ettiğini söyledi.

Fidan’a göre, Beşşar Esed rejimi son iki üç yılda oldukça zayıftı; bazı yerlerde göreceli bir direniş vardı, ancak muhalefet neredeyse ateş açılmadan Halep’e girdi. Yine de Ruslar ve İranlılar 2016’daki tepkilerini tekrarlasaydı, Suriye halkı daha fazla kan dökülmesi ve göç tehdidiyle karşı karşıya kalacaktı.

Fidan, “Rusları Esed’in yanında durmamaya nasıl ikna ettiniz?” sorusuna tek kelimeyle yanıt verdi: “Konuştuk.”

16 Ağustos 2025’te, Türkiye kurumları arasındaki koordinasyon grubu, Dışişleri Bakan Yardımcısı Nuh Yılmaz başkanlığında bir toplantı düzenledi. Yılmaz, şu anda Türkiye’nin Şam Büyükelçisi olarak görev yapıyor. Toplantıda, Suriye ile ilişkiler kapsamlı şekilde gözden geçirildi ve önümüzdeki dönemde ilişkilerin güçlendirilmesi ile taraflarca varılan çeşitli alanlardaki anlaşmaların uygulanmasına yönelik adımlar ele alındı.

Esed rejiminin devrilmesinin ardından ilk sekiz ay boyunca yoğun çabalarla Türkiye, Şam’daki büyükelçiliğini ve Halep’teki konsolosluğunu yeniden açan ilk ülke oldu. Ayrıca 12 Ağustos’ta askeri iş birliği, eğitim ve danışmanlık konularında bir mutabakat zaptı imzalandı.

sd
İsrail, Hama Askeri Havaalanı’nı bombaladı. (AFP)

Türkiye, Şera hükümetini DEAŞ’a karşı mücadelede desteklemek ve ABD’yi, kuzeydoğu Suriye’deki kontrolün bel kemiğini oluşturan PYD/SDG’ye verdiği desteği terk etmeye ikna etmek amacıyla ikili ve bölgesel düzeyde girişimlerde bulundu. Bu süreç, DEAŞ’a karşı savaşta ABD ile kurulan ittifakın ardından geldi.

Bu çerçevede Türkiye, ‘bölgesel sahiplik’ ilkesine dayalı bir ittifak kurmayı hedefledi; bu ilke, bölge ülkelerinin sorunlarını dış müdahaleler olmadan kendi başlarına çözmesini öngörüyor. Ankara, Ürdün, Irak ve Lübnan ile Suriye’yi de kapsayan beşli bir platform oluşturma girişiminde bulundu. Ancak beş ülkenin dışişleri bakanları, savunma bakanları ve istihbarat başkanlarının 9 Mart’ta Amman’da bir araya geldiği toplantı, Ankara’nın arzuladığı mekanizmanın kurulmasıyla sonuçlanmadı.

Bunun üzerine Türkiye, DEAŞ’a karşı mücadelede Suriye hükümetine desteğini göstermek amacıyla Şam’da ortak bir operasyon merkezi üzerinden Suriye ile koordinasyon mekanizması oluşturdu.

Geçen 10 ay içinde iki ülke dışişleri ve savunma bakanları ile istihbarat başkanlarının üç toplantısı gerçekleştirildi. Bunun yanı sıra iki ülke arasında dışişleri bakanları düzeyinde karşılıklı ziyaretler yapıldı, MİT Başkanı Şam’ı ziyaret etti ve Şera da şubat-ağustos döneminde Türkiye’yi üç kez ziyaret etti.

Ekonomi alanında Türkiye, Suriye ile tüm sınır kapılarını yeniden açtı. 5 Ağustos’ta Ankara’da iki ülke arasında ortak bir ekonomik ve ticari komite kurulmasına dair bir protokol imzalandı ve sanayi bölgeleri kurulması için çalışmalar başlatıldı. Bu adımların amacı, savaş nedeniyle zarar gören Suriye ekonomisini canlandırmak ve iki ülke arasındaki ticareti güçlendirmek olarak açıklandı. Ayrıca, 2011’de faaliyeti duran iki ülke ortak iş konseyi yeniden kuruldu.

Türkiye, mevcut ticari iş birliği ivmesini kullanarak yıl sonunda Suriye’ye ihracatta 2 milyar dolar sınırını aşmayı hedefliyor. Ticaretin kolaylaştırılması ve hızlandırılması yönünde yeni adımlar atıldı ve önümüzdeki dönemde Halep’in güçlü bir lojistik merkezine dönüştürülmesi konusunda anlaşmaya varıldı.

İsrail ile rekabet

Buna karşılık Türkiye’nin Suriye’deki hedefleri, Beşşar Esed dönemindekinden farklı bir seyir izliyor. Daha önce sınırlarını, PKK/PYD’nin Suriye’deki uzantısı olarak gördüğü SDG tehdidine karşı güvence altına almak ve güney sınırında 30-40 kilometre derinliğinde bir güvenli bölge oluşturmak üzerine odaklanan Türkiye, bugün bu Kürt grubunu Suriye denkleminden çıkarmayı hedefliyor. Bu kapsamda grubun silahlarını bırakması ve devlet kurumlarına entegre olması için ikna edilmeleri amaçlanıyor. Türkiye, bu konuda yeni Suriye yönetiminin DEAŞ hapishanelerini koruma sorumluluğunu üstlenmesini sağlayarak Washington’a destek sunmayı da öneriyor ve ABD’nin çekilmesi durumunda oluşacak boşluğu doldurma çabalarını artırıyor.

dfg
ABD Başkanı Donald Trump ve İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu'nun Temmuz 2025'te Beyaz Saray'da yaptığı görüşmeden (AFP)

Türkiye’nin yeni Suriye gerçeğinde attığı adımlar, sahada askeri boşluğu doldurma ve Libya’da Kaddafi sonrası uyguladığı modele benzer şekilde, Suriye’nin iç bölgeleri ve kıyılarında kara, deniz ve hava üsleri kurma yönünde bir eğilim taşıyor. Ayrıca Türkiye, sağlık, eğitim ve diğer alanlarda müdahaleyi genişleterek Suriye ekonomisi ve yeniden imar süreçlerinde en büyük rolü üstlenmeyi planlıyor; bu, yıllardır kuzey Suriye’de başlayan faaliyetlerin devamı niteliğinde.

Söz konusu gelişmeler, Türkiye’nin Suriye’deki varlığından endişe duyan İsrail’de kaygı yarattı. İsrail, Türkiye’nin yeni Suriye yönetimi ve muhalif gruplarla güçlü ilişkilerine dayanarak siyasi ve güvenlik garantörü olarak sahada yeni bir gerçekliği dayatmasından korkuyor.

Türkiye, Suriye yönetimine ülkenin geleceği hakkında danışmanlık yapan bir ‘sponsor’ olarak rolünü gösterme yarışında başarılı görünüyor. Bu durum, Temmuz 2025’te Beyaz Saray’da ABD Başkanı Donald Trump’ın, İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu ile yaptığı görüşmede de teyit edildi.

uj
Suudi Arabistan Başbakanı ve Veliaht Prensi Muhammed bin Selman, ABD Başkanı Donald Trump ve Suriye lideri Ahmed eş-Şera'nın geçtiğimiz mayıs ayında Riyad'da Suriye'ye uygulanan yaptırımların kaldırılmasını görüşmek üzere bir araya geldikleri toplantıdan (SPA)

Trump, Erdoğan’ı telefon görüşmesinde tebrik ettiğini belirterek, “Suriye’yi ele geçirdiği için onu kutladım (...) Erdoğan önce bunu reddetti ve almadığını söyledi, ama ben ona tarihi olarak hangi isimle anılırsa anılsın, iki bin yıldır kimsenin yapamadığını yaptığını söyledim. Erdoğan sonunda ‘Evet, aldım’ dedi” ifadelerini kullandı.

Trump’ın açıklamaları, Türkiye ve İsrail arasında Suriye’de rekabetin izlendiği bir dönemde geldi. Bu rekabet, İsrail’in başta Hama Askeri Havalimanı olmak üzere bazı ana üsleri ve havaalanlarını yok etmesine, Suriye ordusunun kapasitesini hedef almasına neden oldu. Esed rejiminin devrilmesinden üç ay sonra, Türkiye’nin Humus’ta hava üsleri kurmayı planladığına dair haberler yayıldı. Bunun üzerine Türkiye ve İsrail, Azerbaycan aracılığıyla Bakü’de düzenlenen teknik toplantılarda Suriye’de karşı karşıya gelmelerini önleyecek bir çatışma önleme mekanizması kurdu.

Trump, Netanyahu’ya talepleri mantıklı olduğu sürece Türkiye ile sorunlarını çözebileceğini söyledi ve Erdoğan ile iyi ilişkilerini vurguladı. Ancak Netanyahu, Washington’dan ayrılmadan önce, Türkiye’nin Suriye’de askeri üsler kurmak istediğini ve bunun İsrail için bir tehdit oluşturduğu gerekçesiyle buna karşı çıktığını ifade etti.

Türkiye, ABD ile birlikte öncelikli olarak, İsrail’in Suriye’ye yönelik bir tehdit oluşturmamasını, Suriye’nin de bölgedeki herhangi bir taraf için tehdit kaynağı haline gelmemesini ve herkesin birbirinin toprak bütünlüğü ile egemenliğine saygı göstermesini sağlamayı hedefliyor. Dışişleri Bakanı Hakan Fidan, 10 Kasım 2025’te Beyaz Saray’da Trump ve Şera ile yapılan görüşmenin bir bölümüne katıldığını belirterek bu yaklaşımı dile getirdi.

dfrgthy
2024 Aralık ayında düzenlenen Doha Forumu kapsamında Dışişleri Bakanı Hakan Fidan, Rusya Dışişleri Bakanı Sergey Lavrov ve İran Dışişleri Bakanı Abbas Arakçi arasında yapılan toplantıdan (Dışişleri Bakanlığı)

Türkiye, Şam ve Tel Aviv arasındaki görüşmelerden rahatsız olmadığını defalarca vurguladı ve öncelikli hedefinin Suriye’nin toprak bütünlüğü ve egemenliğini korumak olduğunu kaydetti.

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, Eylül 2025’te Trump ile Beyaz Saray’da yaptığı görüşmede, birkaç hafta önce Netanyahu’nun Türkiye’nin Suriye’de durdurulduğu yönündeki açıklamasına yanıt verdi. Erdoğan, İsrail medyasının yazdıklarına değil, Türkiye’nin sahadaki faaliyetlerine odaklanılması gerektiğini belirterek, “Stratejik önceliklerimiz doğrultusunda gerekli olanı yapıyoruz ve bunu sürdürmeye devam edeceğiz” dedi.

Yaptırımların hayaleti

Türkiye, Suriye ile ilgili her dosyada aktif rol oynamaya özen gösteriyor; buna yaptırımların kaldırılması da dahil. Yaptırımların kaldırılması, Trump’ın sürpriz bir açıklamasıyla başladı. Trump, bu adımı Suudi Arabistan Başbakanı ve Veliaht Prensi Muhammed bin Selman ve Erdoğan’ın talebi doğrultusunda attığını belirtti. Erdoğan, mayıs ayında Riyad’daki toplantıya telefonla katılarak yaptırımların kaldırılmasını görüştü.

Erdoğan, Türkiye’nin Suriye’ye terör örgütlerine karşı mücadelesinde desteğini sürdürmeye devam edeceğini ve DEAŞ mensuplarının tutulduğu gözaltı merkezlerinin yönetimi ve güvenliğine ilişkin destek sağlamaya hazır olduğunu vurguladı. Erdoğan, Trump’ın Suriye’ye uygulanan yaptırımları kaldırma kararının tarihi öneme sahip olduğunu, bunun diğer yaptırım uygulayan ülkeler için örnek teşkil edeceğini ve yaptırımların kaldırılmasıyla Suriye’de çeşitli alanlarda yatırım fırsatlarının oluşacağını ifade etti.

Trump’ın yaptırımların kaldırılacağını açıklamasından önce, Dışişleri Bakanı Hakan Fidan, ABD Dışişleri Bakanı Marco Rubio ve Suriye Dışişleri Bakanı Esad Hasan eş-Şeybani, nisan ayında düzenlenen Antalya Diplomasi Forumu (ADF) sırasında üçlü bir toplantı gerçekleştirdi. Toplantıda, Trump’ın Suriye’ye yönelik yaptırımların kaldırılmasına ilişkin taahhüdü ele alındı.

Fidan, Şera ile eş zamanlı olarak ABD’ye davet aldı ve 10 Kasım’da Trump ile yaptığı görüşmenin bir bölümüne katıldı.

Fidan, Rubio, Başkan Donald Trump’ın Ortadoğu Özel Temsilcisi Steve Witkoff, Ankara Büyükelçisi ve Suriye Özel Temsilcisi Tom Barrack ile Beyaz Saray’da birçok yetkiliyle görüşmeler gerçekleştirdi. Ayrıca Fidan, Şera ve Şeybani ile bir araya geldi. Şeybani ile Rubio’nun katıldığı üçlü bir toplantıya da katıldı.

Fidan, toplantılarda kuzey ve güney Suriye’deki sorunlu bölgelerin daha iyi nasıl yönetilebileceği konusunda görüş alışverişinde bulunulduğunu belirtti. Şu anda odak noktasının, Suriye ekonomisinin toparlanmasına yardımcı olmak amacıyla Sezar Yasası kapsamındaki yaptırımların tamamen kaldırılması olduğunu vurguladı.

Fidan, Şera’nın Kongre üyeleriyle de görüştüğünü ve Sezar Yasası kapsamındaki yaptırımların kaldırılmasına yönelik oylamanın önemini vurguladığını aktardı. Ayrıca, ABD Başkanı’nın Suriye meselelerine ilişkin olumlu bir yaklaşım benimsediğini kaydetti.

SDG sorunu

Türkiye, Suriye konusunda devam eden istişare sürecini, Şam’da 10 Mart’ta Şera ve SDG lideri Mazlum Abdi arasında imzalanan anlaşmanın uygulanmasını destekleyecek Amerikan tutumunu güvence altına almak için kullanıyor. Anlaşma, SDG’nin Suriye ordusu ve güvenlik kurumlarına entegrasyonunu kapsıyor ve yıl sonuna kadar tamamlanması planlanıyor.

47 yıllık silahlı çatışmanın ardından Türkiye, PKK’yı silahsızlandırma girişimini başlattı. Bu çerçevede 27 Şubat’ta Türkiye’de tutuklu bulunan Abdullah Öcalan’a silahlı mücadeleden vazgeçmesi ve yasal çerçevede demokratik faaliyetlere geçmesi çağrısı yapıldı.

dfvghy
Suriye Cumhurbaşkanı Ahmed eş-Şera ve SDG lideri Mazlum Abdi, SDG'nin Suriye devlet kurumlarına entegre edilmesine yönelik anlaşmanın imza töreninde, 10 Mart 2025 (EPA)

Ankara, Öcalan’a yapılan çağrının PKK’nın tüm uzantılarını kapsadığını vurguluyor ve SDG’nin mevcut yapısının Suriye’nin birliğini zayıflattığını, Türkiye’nin ulusal güvenliğini tehdit ettiğini belirtiyor. Türkiye, PKK’nın silahsızlandırılmasının yalnızca kendi sınırları içinde ele alınamayacağını savunuyor.

SDG ise Türkiye’den kuzeydoğu Suriye’deki askeri, idari ve güvenlik kurumları ile özyönetimi bir tehdit olarak görmemesini talep ediyor ve bu kurumları ‘barış ve güvenlik için’ faaliyet gösteren yapılar olarak nitelendiriyor.

SDG lideri Mazlum Abdi, 10 Mart anlaşmasının Suriye’nin bölünme girişimlerini engellemede ve iç savaşa sürüklenmesini önlemede önemli bir dönüm noktası olduğunu belirtti. Abdi, ‘her bölgenin kendi yönetimini sağlayabileceği, merkezi olmayan bir Suriye’ olması gerektiğini vurguladı.

Hürriyet gazetesi yazarı Fatih Çekirge, ABD’nin kuzey Irak’ta İran’a karşı oluşturduğu Barzani modelini kuzey Suriye’de de kurmayı hedeflediğini belirtti. Çekirge’ye göre, Irak’tan Suriye’ye hazırlanan koridor bu amaca hizmet ediyor ve bu durum, İran’dan Lübnan ve çevresine silah akışını engellemek isteyen İsrail’in talebiyle de uyumlu.

Çekirge, Türkiye’nin başlangıçta ‘Barzani modeli’ benzeri bir adımı kabul etmediğini, şu anda ABD’nin müttefiki SDG’yi terör örgütü olarak gördüğünü, ancak ilerleyen süreçte kuzey Suriye’de tıpkı Irak Kürt Bölgesel Yönetimi’nde (IKBY) olduğu gibi bu yaklaşımı kabul edebileceğini ifade etti.

Türkiye’nin önümüzdeki dönemde, yeni Suriye yönetimiyle yakın ilişkilerini ve Washington’ın artan desteğini kullanarak Suriye’nin yeniden şekillendirilmesinde en etkili güç olarak konumunu pekiştirmeye devam etmesi bekleniyor. Ankara’nın SDG’nin devlet kurumlarına entegrasyonunu tamamlamaya ve sınırlarına yakın istenmeyen askeri varlığı azaltmaya yönelik baskı yapması öngörülüyor. Ancak İsrail ile rekabet ve ABD’nin sahadaki varlığı, Türkiye’nin vizyonunu tamamen uygulama kapasitesini sınırlayabilir.


BM: Sudan’da HDK’nın ilerleyişi yeni bir kitlesel göçe yol açabilir

Sudanlı bir aile, El Faşir'deki çatışmalardan kaçarak Çad'ın doğundaki Tina sınır kapısına geldiler (Reuters)
Sudanlı bir aile, El Faşir'deki çatışmalardan kaçarak Çad'ın doğundaki Tina sınır kapısına geldiler (Reuters)
TT

BM: Sudan’da HDK’nın ilerleyişi yeni bir kitlesel göçe yol açabilir

Sudanlı bir aile, El Faşir'deki çatışmalardan kaçarak Çad'ın doğundaki Tina sınır kapısına geldiler (Reuters)
Sudanlı bir aile, El Faşir'deki çatışmalardan kaçarak Çad'ın doğundaki Tina sınır kapısına geldiler (Reuters)

Birleşmiş Milletler Mülteciler Yüksek Komiseri Filippo Grandi, Sudan’da paramiliter Hızlı Destek Kuvvetleri’nin (HDK) ilerleyişinin sınır ötesine taşabilecek yeni bir kitlesel göç dalgasına yol açabileceği uyarısında bulundu.

HDK, Ekim ayı sonunda Darfur’daki Faşir kentinin kontrolünü ele geçirerek, Sudan ordusuyla iki buçuk yıldır devam eden savaşta en büyük kazanımlarından birini elde etmişti. Reuters’ın aktardığına göre HDK, bu ay da ilerleyişini doğuya, Kordofan bölgesine doğru sürdürerek ülkenin en büyük petrol sahasını kontrol altına aldı.

Grandi, Kordofan’daki son şiddet olayları nedeniyle yerinden edilen ve sayıları yaklaşık 40 bin olan kişilerin çoğunun şu an ülke içinde yerinden edilmiş durumda olduğunu, ancak şiddetin El-Ubeyyid gibi büyük bir kente yayılması hâlinde durumun değişebileceğini söyledi.

Pazartesi gecesi Port Sudan’dan yaptığı açıklamada Grandi, “Eğer savaş oraya da ulaşırsa… daha fazla kitlesel yerinden edilme göreceğimizden eminim” dedi.

Grandi ayrıca, “Bu durumda komşu ülkelerde çok yüksek alarm seviyesinde olmamız gerekiyor” ifadelerini kullandı.

Nisan 2023’ten bu yana HDK ile Sudan ordusu arasındaki çatışmalar, BM verilerine göre on binlerce kişinin ölümüne, 12 milyondan fazla kişinin yerinden edilmesine ve dünyanın “en kötü insani krizine” yol açtı.

Ekim sonunda Sudan ordusunun Darfur’daki son kalesi olan Faşir’i ele geçirmesinin ardından HDK, saldırılarını doğuya, üç eyaletten oluşan petrol zengini Kordofan bölgesine yöneltti. Faşir’in ele geçirilmesi sırasında katliam, toplu tecavüz ve yağma yaşandığına dair çok sayıda sivil tanıklık ve sivil toplum örgütü raporu bulunuyor.


İslami Cihad: İsrailli esirler dosyasını kapattık

Hamas mensupları, Uluslararası Kızılhaç Komitesi üyeleri eşliğinde, Gazze Şehri'ndeki Zeytun semtine, ölen rehinelerin kalıntılarını aramak üzere gidiyor (AP)
Hamas mensupları, Uluslararası Kızılhaç Komitesi üyeleri eşliğinde, Gazze Şehri'ndeki Zeytun semtine, ölen rehinelerin kalıntılarını aramak üzere gidiyor (AP)
TT

İslami Cihad: İsrailli esirler dosyasını kapattık

Hamas mensupları, Uluslararası Kızılhaç Komitesi üyeleri eşliğinde, Gazze Şehri'ndeki Zeytun semtine, ölen rehinelerin kalıntılarını aramak üzere gidiyor (AP)
Hamas mensupları, Uluslararası Kızılhaç Komitesi üyeleri eşliğinde, Gazze Şehri'ndeki Zeytun semtine, ölen rehinelerin kalıntılarını aramak üzere gidiyor (AP)

İslami Cihad Hareketi’nin askeri kanadı Kudüs Seriyyeleri, bugün (Salı) yaptığı açıklamada, Gazze Şeridi’nde yürürlükte olan ateşkes anlaşmasının birinci aşamasındaki tüm maddelere hem kendilerinin hem de diğer Filistinli grupların bağlı kaldığını duyurdu. Örgüt, arabuluculara İsrail’in anlaşma kapsamındaki yükümlülüklerini yerine getirmesi için baskı yapma çağrısında bulundu.

Kudüs Seriyyeleri’nin askeri sözcüsü Ebu Hamza, yayımladığı bildiride, geçen çarşamba günü Gazze’nin kuzeyinde ellerindeki son İsrailli rehinenin cesedini teslim etmelerinin ardından, İsrailli esirler dosyasını kapattıklarını söyledi.

Filistin'den yayın yapan Şihab Haber Ajansı’nın (Shehab News Agency)  aktardığı açıklamada Ebu Hamza, şunları kaydetti:

“Geçen çarşamba günü kuzeyde son cesedi teslim ederek elimizdeki düşman esirleri dosyasını kapattık. Bu, onur verici bir anlaşmanın parçası olarak, tüm gurur, onur ve sadakatle yürüttüğümüz kahramanca bir mücadelenin sonucudur. Düşman esirleri ancak direnişin kararıyla geri döner; tabutlarla dönerler ya da hiç dönmeyebilirler.”

Ebu Hamza, Kudüs Seriyyeleri ve diğer direniş fraksiyonlarının ateşkes anlaşmasının birinci aşamasına ilişkin tüm hükümlere bağlı kaldığını vurgulayarak, arabuluculara İsrail’in anlaşmadaki taahhütlerini yerine getirmesi ve “tekrarlanan suç niteliğindeki ihlallerini” durdurması için baskı çağrısı yaptı.

Gazze’de ateşkes anlaşmasının ikinci aşamasına geçiş arayışlarının yoğunlaştığı bir dönemde, Hamas’tan bilgili kaynaklar, hem hareket içinde hem de arabulucularla ve onların İsrail’le yürüttüğü temaslarda ciddi görüşmelerin sürdüğünü aktardı.

Kaynaklar, Şarku’l Avsat’a yaptıkları açıklamada, Hamas’ın ABD ile İsrail arasında sağlanacak uzlaşıya bağlı olarak, arabuluculardan beklenen yeni dolaylı müzakere turunun tarihinin belirlenmesini beklediğini söyledi. Bu turun ay sonunda ya da gelecek ay başında yapılabileceği ifade edildi.

Kaynaklara göre, Katar, Mısır ve İstanbul da dahil olmak üzere çeşitli başkentlerde Hamas liderliği ile arabulucular arasında ikili ve üçlü formatlarda çok sayıda toplantı düzenlendi; mevcut temaslar kapsamında yeni görüşmelere yönelik hazırlıklar da yapılıyor.

Aynı kaynaklar, ABD’nin baskısı ve arabulucuların girişimlerinin bu temasları “daha ciddi bir aşamaya taşıdığını” değerlendirdi.